Harun Yahya

1. Bölüm : Hayatın Olağanüstü Çeşitliliği






türlerin evrimi




Dünyanın hemen her noktasında insanın gördüğü veya göremediği bir yaşam hüküm sürmektedir. Dünya üzerinde herhangi bir canlının bulunmadığı bir yer yok gibidir. Her ortamda, hem ortamla hem de birbirleriyle tam bir uyum içinde pek çok canlı türü yaşar. Bir damla deniz suyundan okyanuslara, bir tutam topraktan kıtalara, buzullardan sıcak su kaynaklarına, toprağın metrelerce altından soluduğumuz havaya, vücudumuzun içinden derimizin üstüne kadar...

Dahası, yeryüzü çok çeşitli vücut yapılarına, sistemlere, davranış biçimlerine ve özelliklere sahip canlılara ev sahipliği yapar: Metrenin milyonda biri boyutundaki bir bakteriden yaklaşık 100 metre boyunda ve 2.500 ton ağırlığındaki dev bir sekoya ağacına; yer değiştirmeyen ağaçlardan göç ederken yirmi bin kilometre uçan kıyı deniz kırlangıçlarına veya binlerce kilometre yol kateden somon balıklarına; birkaç saat yaşayan Mayıs sineğinden on bin yıldan fazla yaşayan örnekleri bulunan Creosote çalısına; okyanuslarda yalnız başına dolaşan bir orfoz balığından milyonlarcası bir arada yaşayan karıncalara; narin ve zarif bir orkideden radyasyondan bile etkilenmeyen bir böceğe kadar...

Minnesota Üniversitesi Ekoloji Profesörü David Tilman'ın ifade ettiği gibi, "Dünyanın en dikkat çekici özelliği hayatın varlığıdır, hayatın en dikkat çekici özelliği ise çeşitliliğidir." 2

Gezegenimizdeki hayatın çeşitliliği ve zenginliği, bilim çevrelerinde özel bir terim ile ifade edilir: "Biyoçeşitlilik". Bu terim, biyolojik çeşitlilik ifadesinden türetilmiştir ve dünyadaki hayvanlar, bitkiler, mantarlar, mikroorganizmalar, kısacası tüm canlı türlerini kapsayan bir terimdir.

Biyoçeşitlilik, halen yaygın olarak kullanılan bir terimdir. Zannedildiğinin aksine, tanıdık bir kavram haline gelişi oldukça yenidir. Her ne kadar canlılığın çeşitliliği üzerine araştırmaların eski bir geçmişi olsa da, konunun biyoçeşitlilik adı altında bilim dünyasına girmesi 1986 yılında gerçekleşmiştir. Bu kavram, 21-24 Eylül 1986'da Washington'da, Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi ve Smithsonian Enstitüsü tarafından düzenlenen Biyoçeşitlilik Sempozyumu'nda doğmuştur.3 Bu tarihten sonra biyolojik çeşitliliğin önemine ve birinci dereceden korunması gerektiğine dikkat çeken girişimler bir hayli hızlanmıştır. Biyoçeşitlilik bir bilim dalı olmuş; birçok ülkede çeşitlilik araştırmaları için fonlar ayrılmış, enstitüler kurulmuştur. Haziran 1992'de Rio de Janeiro'da düzenlenen Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı'nın ardından biyoçeşitlilik, tüm dünya ülkelerinin ortak konularından biri olmuştur.




penguenler




Yeryüzünde Ne Kadar Canlı Türü Var?






tavuskuşu




Biyoçeşitliliği tanımlamak, anlamak ve belirli bir sayıya indirgeyebilmek için, biyoloji biliminde "tür" kavramı kullanılır. Bir canlı türü, doğada yalnız kendi aralarında çiftleşebilen ve çoğalabilen, yapısal ve işlevsel özellikleri birbirine benzer bireylerden oluşan bir popülasyondur. (Bu kavram "Evrimin Türleşme Çıkmazı" bölümünde detaylı olarak ele alınmaktadır.)

Yeryüzünde ne kadar türün var olduğu sorusu yüzyıllardır pek çok insanı düşündürmüştür. Bu soruyu cevaplandırmak için uzun süredir kapsamlı araştırmalar yapılmaktadır. İçinde bulunduğumuz döneme kadar olan bilimsel çalışmaların sonuçları, buna ilişkin kesin bir rakam söylenemeyeceğini; fakat söz konusu rakamın çok büyük olduğunu ortaya koymuştur. Burada konunun uzmanı olan bilim adamlarının görüşlerine yer verilmektedir.

Ünlü hayvan bilimci Edward O. Wilson, biyoçeşitlilik kavramını ilk defa ortaya atan ve bu alanda otorite olarak kabul edilen bilim adamlarından biridir.4 Harvard Üniversitesi Profesörü Wilson'un değerlendirmesi şöyledir:

Hiç kimse, hayvanlar, bitkiler ve mikroorganizmalar dahil canlı organizmaların kaç türü olduğunu bilmemektedir ama muhtemelen bu sayı en az 5 milyondur, hatta 100 milyonu bulabilir... Öncelikle biyolojik çeşitlilik miktarı konusunu düşünün. Dünya üzerindeki organizma türlerinin sayısı tam olarak bilinmiyor. Bugüne kadar yaklaşık 1.5 milyon türe isim verilmiştir ama gerçek sayı muhtemelen 10 milyon ile 100 milyon arasındadır." 5

Smithsonian Enstitüsü'nden çevre bilimi ve biyoçeşitlilik uzmanı Thomas E. Lovejoy'un görüşü ise şöyledir:

"Halen tanımlanan türlerin sayısı 1.4 milyon düzeyindeyken, başta gelen soru toplamda kaç tane türün var olduğudur. Türlerin toplam sayısına ilişkin şimdiki tahminler 10 milyondan 100 milyona değişiyor." 6

Cornell Üniversitesi Profesörü Quentin Wheeler ve Amerikan Doğa Tarihi Müzesi Profesörü Joel Cracraft, bir makalelerinde konuya ilişkin tahminlerini şöyle ifade ederler:

Geçmiş iki yüzyıldan fazla zaman içinde dünyadaki türler üzerine oldukça bilgi toplanmış olmasına rağmen, hala biyoçeşitlilik hakkındaki soruların en kolayına kesin yanıtlar veremiyoruz: Ne kadar tür var? Tahminler 3 milyon ile 100 milyon tür arasında değişiyor." 7




mor çiçekler




Stanford Üniversitesi'nden Taylor Ricketts ise, yeryüzündeki canlı çeşitliliğine dair düşüncesini şu şekilde dile getirir: "Dünya, bilinen 1.7 milyondan fazla türe ev sahipliği yapıyor ve muhtemelen bu sayının 10 katı daha keşfedilmeyi bekliyor."8

Padua Üniversitesi'nden Alessandro Minelli, biyoçeşitliliğe ilişkin şu andaki tahminlerin "oldukça belirsiz" olduğunu ve bunun için 5 milyondan 130 milyona uzanan çok farklı sayıların telaffuz edildiğini açıklamaktadır.9 Biyoloji Profesörü Minelli'ye göre, "Dünyadaki tür çeşitliliğini tahmin etmek bile kolay değildir. Bu, kısmen şimdiki biyoçeşitlilik envanterimizin eksikliği yüzündendir."

Encarta Ansiklopedisi halen saptanmış ve isimlendirilmiş türlerin sayısının 1.750.000 olduğunu; dünyadaki türlerin toplam sayısına ilişkin tahminlerin ise, kimi bilim adamlarına göre 10 milyonun, kimilerine göre 100 milyonun üzerinde olduğunu belirtmektedir.10 Britannica Ansiklopedisi'ne göre, tanımlanmayı ve isimlendirilmeyi bekleyen pek çok tür vardır ve günümüzde 10 milyon ile 30 milyon arasında canlı türünün yaşadığı tahmin edilmektedir.11

Şunu da eklemek gerekir ki, yukarıdaki tahminler günümüzde yaşayan türler içindir; tarih içinde nesli tükenen türleri kapsamamaktadır.




yunus sincap



Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır.
(Casiye Suresi, 4)





Biyoçeşitliliğin Büyüklüğü






DNA



Her bir insan hücresinin çekirdeğinde, insan vücudunun işlevlerini kontrol etmeye yarayan bir milyon sayfalık bir ansiklopedinin içerebileceği miktarda bilgi kodlanmıştır. İnsanın on milyonlarca türden sadece biri olduğu düşünülürse ortaya olağanüstü bir tablo ortaya çıkar.





Yeryüzündeki mikroorganizma, mantar, bitki ve hayvan türlerinin zenginliği muazzamdır. Biyolojik çeşitliliğin büyüklüğünü kavramak için bazı örnekler verilebilir. Profesör Wilson'un hesabına göre, her bir milyon türü sadece tanımlamak için yapılacak katalog 60 metrelik bir kütüphane rafını dolduracaktır.12

Şimdi bir de biyoçeşitliliğe farklı bir yönden baka lım. Türlerin genetik zenginliklerini de hesaba katalım. Yalnızca insan türünün, Homo sapiens'in DNA molekülünde kayıtlı bulunan bilgi, tam bir milyon ansiklopedi sayfasını doldurur. Yani her bir insan hücresinin çekirdeğinde, insan vücudunun işlevlerini kontrol etmeye yarayan bir milyon sayfalık bir ansiklopedinin içerebileceği miktarda bilgi kodlanmıştır. İnsanın on milyonlarca türden sadece biri olduğu düşünülürse, olağanüstü bir tablo ortaya çıkar. Öyle ki yeryüzündeki kağıtların tamamını türlerin genetik bilgisini yazmaya ayırsak bile, yeterli olmayacaktır.

Tek hücreli ökaryotlar (Protista), algler, bakteriler, mantarlar, yosunlar, çiçekli bitkiler, süngerler, mercanlar, böcekler, kuşlar, sürüngenler, balıklar, memeliler, kısacası canlı kategorilerinin çokluğu akıl almaz boyutlardadır. Bu boyut o kadar büyüktür ki, bazı bilim adamları ve araştırmacılar, türlerin tamamını belirleme ve tanımlama hedefinin ulaşılamaz olduğunu düşünmektedir.13

Imperial College'den iki araştırmacı, Andy Purvis ve Andy Hector, Nature dergisindeki "Biyoçeşitliliğin Ölçüsünü Anlamak" adlı makalelerinde önemli bir noktanın üzerinde dururlar. Purvis ve Hector, bilgisayar ve internet teknolojisinin, bundan önce hiç görülmediği kadar kapsamlı tür listeleri hazırlama imkanı verdiğini; şu ana kadar bilgi bankalarında trilyonlarca bayt bilgi toplandığını belirtirler. Ancak bu devasa bilgi, adı geçen bilim adamlarının deyişiyle, "okyanusta yalnızca küçük bir damla" kadardır.14

Şunu da belirtmek gerekir ki etkileyici olan, sadece türlerin toplam sayısı ve çeşitliliği değildir. Ayrıca her türün içinde çok sayıda çeşitlenme, yani varyasyon vardır. Örneğin, köpeklerin tümü Canis familiaris adlı tek bir tür altında toplanırlar. Bununla birlikte, görünümleri, ağırlıkları, uzunlukları, renkleri, davranış biçimleri ve özellikleri farklı yüzlerce köpek ırkı vardır.




köpekler



Yüzlerce köpek ırkı vardır ve bunların tümünün görünümleri, ağırlıkları, uzunlukları, renkleri, davranış biçimleri ve özellikleri birbirinden farklıdır.





Dikkate alınması gereken başka bir olgu da, bazı hayvan türlerinin, hayatının farklı dönemlerinde farklı vücut yapılarına sahip olmasıdır. Mesela Monark kelebeği, larva, pupa ve ergin dönemlerinde yapı, büyüklük, renk, yaşam alanı, davranış biçimi ve biyolojik sistemler açısından büyük bir çeşitlilik gösterir.





Biyoçeşitliliği gösteren tablo.




Tür Adları


Tanımlanmış Tür Sayısı


Tahmini Tür Sayısı




Bakteriler


4.000


1.000.000




Mantarlar


75.000


1.000.000




Ökaryot Tek Hücreliler


40.000


300.000




Algler-Deniz Yosunlar


45.000


400.000




Kara Bitkileri


270.000


300.000




Yuvarlak Solucanlar


25.000


500.000




Kabuklu Hayvanlar


45.000


150.000




Örümcekgiller


80.000


750.000




Böcekler


1.000.000


10.000.000




Yumuşakçalar


100.000


200.000




Kordalı Hayvanlar


50.000


55.000




Diğerleri


130.000


300.000




Toplam (Yaklaşık Olarak)


1.900.000


15.000.000





Tüm bu gerçekleri gözlemleyen ve yeryüzündeki tür zenginliğini fark eden herkesin kendi kendine şu soruyu sorması gerekir: Nasıl olmuş da bu kadar canlı çeşitliliği ortaya çıkmıştır?

Bu soru evrimcilerin başını ağrıtan, canını sıkan bir soru olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Tek bir türün bile sözde "evrim senaryosu"nu yazmak, Darwinizm için büyük bir sorun iken, milyonlarca türün "evrimleşmesi" içinden çıkılmaz bir problemdir. Önyargılarını bir kenara bırakan ve vicdanıyla düşünen insanlar ise, şu gerçeği çok iyi kavrarlar: Tüm canlı türleri alemlerin Rabbi olan Allah'ın dilemesi ve yaratmasıyla var olmuştur. Sözü edilen muazzam çeşitliliğin tek açıklaması budur ve bunun dışında bir açıklama aramak boşuna bir çabadır.




arı kuşu




Her ne kadar kuşlar, sürüngenler ve memeliler gibi büyük hayvanlar daha çok dikkat çekse de, çeşitliliğin en çok olduğu canlı grubu böceklerdir. Günümüzün bulgularına göre, türlerin toplamının yaklaşık üçte ikisini böcekler oluşturmaktadır.15 Bu sınıfa mensup isimlendirilmiş ve tanımlanmış yaklaşık bir milyon tür vardır.16

Bu tablo, biyoçeşitliliğe ilişkin halen bilim dünyasında genel kabul gören yaklaşımlara dayanmaktadır. Araştırmalar derinleştikçe yepyeni bulgular ortaya çıkmaktadır. Her yıl yeni bitkiler, hayvanlar, böcekler, deniz canlıları keşfedilmektedir. Her araştırma, dünyadaki canlı zenginliğinin bilinmedik bir yönünü gün ışığına çıkarmaktadır. Dolayısıyla bu tablodaki sayı ve oranlar zamanla değişmektedir.

Biyoçeşitliliğin yeryüzündeki dağılımı tam anlamıyla bilinmemektedir. Günümüze kadar gözlemlenen olgu, kutuplardan ekvatora doğru gidildikçe tür sayısında genel bir artış olduğudur. Kesin bir şey söylenememesinin ana nedeni ise, gerek karalar gerekse denizlerde araştırılmayı bekleyen sayısız ekosistem olmasıdır. Yeryüzünün pek çok bölgesi henüz kapsamlı bir şekilde incelenememiştir.

Türler bakımından özellikle zengin yerler "sıcak bölgeler" şeklinde adlandırılır. Bunlar çoğunlukla tropikal bölgelerde ve adalarda yer alırlar. Conservation International isimli örgüt yeryüzündeki karaların sadece %1.4'ünü oluşturmakla birlikte, karada yaşayan türlerin yaklaşık yarısını barındıran 25 "sıcak bölge" belirlemiştir.17




harita



Dünyanın kara üstündeki biyoçeşitliliğinin sadece %1.4'u gezegenin kara alanlarının üstünde yer almaktadır. Bu bölgesel çeşitlilikte yoğun olan yerler aynı zamanda hızlı büyüyen insan topluluklarına da ev sahipliği yapmaktadır.





Bilim Dünyasındaki Çalışmalar






carl linnaeus



Carl Linnaeus





Bilim tarihinin en önemli isimlerinden biri olan Carl Linnaeus'un Systema Naturae adlı kitabını yayımlamasından bu yana geçen yaklaşık 250 yıllık sürede, 1.75 milyon kadar tür isimlendirilmiş ve tanımlanmıştır. Bu sayı, daha önce de belirttiğimiz gibi, dünya üzerindeki toplam türlerin küçük bir bölümüdür. Ayrıca üzerinde durulması gereken bir nokta ise şudur: Araştırmacılarca isimlendirilen bu kadar tür, henüz bilimsel bir indeks altında toplanamamıştır. Diğer bir deyişle, bilinen 1.75 milyon hayvan, bitki, mantar ve mikroorganizmanın tamamını içeren bir liste henüz yoktur.18 Bu durum, iki milyona yakın kitap bulunan büyük bir kütüphanede, kitapların yerini gösteren düzenli bir liste olmamasına benzetilebilir.

Türlerin tamamını kapsayan bir kataloğun eksikliği, doğal olarak bazı karışıklıklara yol açmaktadır. Bilim adamları, bunu ortadan kaldırmak için halen isimleri bilinen türleri bir indeks altında toplamaya çalışmaktadırlar. Bu alanda yürütülen birçok çalışma vardır. Örnek olarak, bilinen türleri katalog haline getirmeyi amaçlayan bir çalışma olan Türler 2000 Programı verilebilir.19 Bu proje kapsamında 2001 yılı sonunda 250.000 kadar tür listelenmiştir; 2003'e kadar kataloğun 500.000 türü kapsayacağı sanılmaktadır.20

Biyoçeşitliliğe ilişkin diğer araştırmalar ise, henüz bilinmeyen türleri saptamak için yapılanlardır. Günümüzde başta ABD'den olmak üzere pek çok ülkeden binlerce bilim adamı, yeryüzündeki türleri araştırmaktadır. Bu çalışmalara ayrılan toplam bütçe yüz milyonlarca Amerikan Dolarıdır. Biyolojik çeşitliliği keşfetmek ve anlamak amacıyla, araştırmacılar ve bilim adamlarından oluşan birçok kurul halen faaliyet göstermektedir.

Söz konusu çalışmalar çerçevesinde, 2001 ve 2002 Uluslararası Biyoçeşitlilik Gözlem Yılları ilan edilmiş; dünya üzerindeki türler hakkında daha çok bilgi edinmek için özel bir çalışma başlatılmıştır.21 Tanınmış biyologlar, çevre bilimciler ve uzmanların görev aldığı bu araştırma, 21. yüzyılın bilim ve eğitim alanındaki en büyük gelişmelerinden biri olarak görülmektedir. Colorado State Üniversitesi Profesörü ve Uluslararası Biyoçeşitlilik Gözlem Yılı Kurulu Başkanı Diana Wall, bu çalışmanın önemini şöyle özetlemektedir:




biyoçeşitlilik



Biyoçeşitliliği araştırmak, ilaçlarda kullanılacak yeni genlerin ve kimyasal maddelerin keşfinden ekinlerin ıslahına veya kirli bölgelerin temizlenmesine kadar birçok fayda verecektir.





Bilim adamları yaklaşık 1.75 milyon türü tanımladılar, fakat hala tanımlanacak 12 milyondan fazla türün var olduğunu tahmin ediyoruz. Türlerin %99'unun dağılımı, yoğunluğu, sayıca çok olmaları veya soylarının tükenme tehlikesi altında olup olmadığı hakkında bilgimiz yok. Ayrıca bu türlerin toprağın verimli hale getirilmesi, atık maddelerin ayrıştırılması ve suyun arıtılması gibi konularda bize ne kadar fayda sağladıkları hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz.

Biyoçeşitliliği araştırmak, ilaçlarda kullanılacak yeni genlerin ve kimyasal maddelerin keşfinden ekinlerin ıslahına veya kirli bölgelerin temizlenmesine kadar birçok fayda verecektir. Belki daha da önemlisi, türlerin nerede olduğunu, sağlıklı ekosistemleri ayakta tutmaktaki rolünü ve onları nasıl koruyacağımızı öğrenmek, karalarımız, ırmaklarımız ve okyanuslarımız hakkında daha bilgili kararlar almak açısından hayati değerde olacaktır."22

Bu alanda başlatılmış yeni bir çalışma da "Bütün Türler" adlı projedir.23 Bu projede Edward Wilson ve Peter Raven gibi tanınmış biyoçeşitlilik uzmanları yer almaktadır; amaç ise, türlerin tamamını isimlendirmek, tanımlamak ve her biri için bir internet sayfası hazırlamaktır. Söz konusu çalışmanın komplekslik açısından bilim dünyasındaki diğer projelerin çok ötesinde olduğu, örneğin İnsan Genomu Projesi'nden daha geniş kapsamlı olduğu 26 Ekim 2001 tarihli Science dergisinde belirtilmektedir. Bütün Türler Projesi araştırmacılarının tahminlerine göre, yeryüzündeki türler üzerine bir bilgi bankası oluşturmanın maliyeti 20 milyar Amerikan Dolarıdır.24 Sadece bu rakam dahi projenin büyüklüğü hakkında bir fikir vermektedir.

Öyle anlaşılmaktadır ki içinde bulunduğumuz yüzyıl, artan araştırmalarla birlikte daha önce tanımadığımız canlıların keşfedilişine tanık olacağımız bir dönemdir. En küçüğünden en büyüğüne kadar keşfedilen her yeni tür ise, düşünen ve akleden insanlara, yaratılıştaki üstünlüğü bir kere daha gösterecektir.

Son Durum






kaplan




Biyoçeşitlilik araştırmaları konusunda 21. yüzyılın başında gelinen nokta nedir? Yüksek bütçeli araştırmalar ve kapsamlı çalışmalar sonucunda, yeryüzündeki canlı çeşitliliğinin ne kadarı anlaşılabilmiştir?

Bu sorulara verilecek yanıtlar önemlidir. Çünkü biyoçeşitliliğin eşsiz bir yaratılış harikası olduğunu bir kez daha gözler önüne serecektir.

Bilim adamlarının ortak görüşüyle, daha katedilmesi gereken çok uzun bir mesafe vardır. Prof. Wilson'un ifade ettiği gibi, "yeryüzündeki biyoçeşitliliğin sadece çok küçük bir kısmı keşfedilmiştir".25 Missouri Botanik Bahçesi Direktörü ve Biyoloji Profesörü Peter Raven ise, bilim adamlarının "yüz yüze geldiği görevin muazzam olduğunu" vurgulamaktadır.26

Öncelikle şunu hatırlatmak gerekir ki, bilindiği kabul edilen 1.75 milyon tür, henüz bilimsel kriterlere göre düzenlenmiş ve sınıflandırılmış değildir. Profesör Minelli'nin ifadesiyle, "Biyolojik çeşitliliğin tanımlanmış ve isimlendirilmiş bölümünde bile ciddi sorunlar vardır."27 Diğer bir araştırmacı, California Üniversitesi'nden John Alroy da bilimsel literatürdeki tür isimlerinin muhtemelen beşte birinin geçersiz olduğunu belirtmektedir.28

Dünya Kaynakları Enstitüsü uzmanlarına göre, uzaydaki yıldızların sayısı hakkında, dünyada ki türlerin sayısından daha iyi bir anlayışa sahip durumdayız.29 Oxford Üniversitesi'nden tanınmış çevre bilimci Norman Myers de bunu farklı bir şekilde ifade eder: "Biyoçeşitlilik gezegenimizin ana özelliği olmasına rağmen, evrendeki atomların toplam sayısı üzerine dünyadaki türlerin tamamı hakkındakinden daha çok şey biliyoruz." 30

Bu gerçeği dile getiren bir diğer bilim adamı ise, James Cook Üniversitesi Tropikal Yağmur Ormanı Ekolojisi ve Yönetimi Araştırma Merkezi Direktörü Nigel E. Stork'tur. Profesör Stork, biyolojinin temeli olan biyoçeşitliliğe ilişkin verilerin çok yetersiz olduğunu şöyle belirtir:

"Son yıllarda biyologlar, Dünya gezegenini paylaştığımız organizmalar hakkında ne kadar az şey bildiğimizi kabul ettiler. Özellikle, toplam olarak kaç tane tür var olduğunu belirleme çabaları şaşırtıcı biçimde sonuçsuz kaldı... Bu delillerin gösterdiği, biyolojinin bazı temel konuları ve organizmaların dağılımı üzerine gerçekte ne kadar az şey bildiğimizdir. Türlerin ne kadar yaygın olduğunu söyleyemeyiz, tür havuzunun büyüklüğünü bilmiyoruz, ve türlerin belirli bir yaşam ortamına, toprak tipine, orman tipine, veya bazı durumlarda bir ağaç türüne ne derece özgü olduklarını bilmiyoruz."31

Burada anlatılanları şöyle özetlemek mümkündür: İsimlendirilmiş durumdaki çoğu türün yeryüzündeki dağılımları, yoğunlukları, yaşam alanı içindeki konumları ve genetik çeşitlilik miktarına ilişkin veriler henüz kesin şekilde bilinmiyor.32 Dahası, var olan türlerin büyük bir çoğunluğu henüz tanınmıyor. Tüm çaba ve gayretlere rağmen, canlılardaki muhteşem çeşitliliğin ancak çok küçük bir bölümü hakkında bilgi sahibiyiz.

İlerleyen bölümlerde delilleriyle açıkça göreceğimiz gibi, yeryüzündeki bu muazzam tür zenginliği, canlıların tesadüfler sonucunda ortaya çıktığını öne süren evrim teorisini kesin bir biçimde yalanlamakta ve tek bir gerçeği şüpheye yer bırakmayacak şekilde kanıtlamaktadır: Yaratılış.

Dünya üzerindeki hayatın görkemli zenginliği ancak özel bir yaratılışın sonucudur. Ve bu yaratılış üstün güç ve akıl sahibi olan Allah'a aittir. Allah'ın tüm canlıları yaratışı bazı ayetlerde şöyle haber verilir:

Göklerin ve yerin yaratılması ile onlarda her canlıdan türetip-yayması O'nun ayetlerindendir... (Şura Suresi, 29)

... O'na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. (Furkan Suresi, 2)

Ekosistemler ve Biyoçeşitlilik






kunduz



Canlı türleri hem birbirleriyle hem de bulundukları çevre ile mükemmel bir uyum içinde yaşamlarını sürdürmektedirler. Tek bir türün yok olması durumunda bile bütün ekosistem aksar ve denge bozulur.





Ekosistem belirli bir alanda bulunan canlıları ve fiziksel çevreyi içeren bir kavramdır. Bünyesinde barındırdığı canlılarla birlikte bir göl, bir orman, bir mercan resifi ekosisteme birer örnektir. Örneğin Sibirya'da bulunan Baykal Gölü, 2.500 bitki ve hayvan türünü barındıran bir ekosistemdir.33 Her ekosistem kendine özgü bir canlı çeşitliliğine sahiptir; türlerin sayıları ve özellikleri ortamdan ortama değişiklik gösterir. Örneğin, Kuzey Amerika'daki tipik bir ormanda onlarca, Güney Amerika'daki bir yağmur ormanında ise yüzlerce ağaç türü vardır.

Burada üzerinde durulması gereken nokta şudur: Dengeli ve sağlıklı bir ekosistem geniş bir yelpazedeki canlı türlerine ev sahipliği yapar. Çok sayıdaki tür iç içe geçmiş kompleks bir sistem içinde birbirine bağlıdır ve bunların her biri ekosistemin denge içinde işlemesinde küçük veya büyük pay sahibidir.

Öyle ki bazen tek bir türün bile yok olması durumunda, bütün ekosistem aksar ve denge bozulur. Örneğin, 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında, Amerika'nın kuzeybatı ve Kanada'nın batı sahillerindeki su samurları neredeyse soyları tükenme noktasına kadar avlandılar. Su samurları deniz kestanesi ile besleniyorlardı; onların yokluğunda, deniz kestaneleri hızla çoğalarak geniş yosun yataklarını tahrip etmeye başladılar. Yosunların zarar görmesi, aynı sularda bulunan birçok balık ve omurgasız canlı türünü olumsuz yönde etkiledi ve sayılarının azalmasına neden oldu. Su samurlarının koruma altına alınmasıyla, 20. yüzyılın sonuna doğru yosunlar çoğaldılar ve bölgedeki denge tekrar kuruldu.34

Konuya ilişkin gözlemlenmiş pek çok vaka vardır. Söz konusu örnekler şu gerçeği daha iyi kavramamıza yardımcı olmaktadır: Canlı türleri hem birbirleriyle hem de bulundukları çevre ile mükemmel bir uyum içinde yaşamlarını sürdürmektedir.

Yeryüzündeki muazzam canlı çeşitliliğinden oluşan sistemin kompleksliğini tanımlamak için "olağanüstü kompleks" ifadesi bile çok yetersiz kalır. Bunun daha iyi kavranması için şu gerçeğin üzerinde düşünülmesi yerinde olacaktır: Tüm bilim adamları el ele verseler ve insanoğlunun tüm bilgi-teknoloji birikimi ve maddi imkanları biraraya getirilse, söz konusu sistemin çok küçük bir taklidi bile oluşturulamaz. Dünyaca ünlü Biyoçeşitlilik Uzmanı Edward Wilson, bu gerçeği bir örnekle anlatır; bilim adamlarının, tamamen kesilecek bir yağmur ormanındaki türleri önceden toplayarak, başka bir yerde tekrar biraraya getirmesinin kesinlikle mümkün olmadığını şöyle ifade eder:




civcivler



Sizi sarsıntıya uğratır diye yerde sarsılmaz dağlar bıraktı, ırmaklar ve yollar da (kıldı). Umulur ki doğru yolu bulursunuz.
(Nahl Suresi, 15)





"Binlerce biyolog, bir milyar dolarlık bir bütçeyle bile bu görevi yerine getiremez. Bunu yapmanın bir yolunu hayal bile edemezler. Bir orman parçasında çok fazla sayıda tür yaşar: diyelim 300 kuş, 500 kelebek, 200 karınca, 50.000 kın kanatlı, 1000 ağaç, 5000 mantar, on binlerce bakteri türü ve ana gruplardan oluşan uzun listeden daha niceleri. Belli bir yaşama alanı, şaşmaz bir mikro iklim, belli besinler, hayat döngüsünün safhalarını tetikleyecek şekilde özelleşmiş ısı ve nem döngüleri isteyen her türün doğada belli bir mevkisi vardır. Türlerin çoğu diğer türlere ortakyaşarlık bağlarıyla bağlıdır; partnerleriyle kendilerine has doğru konfigürasyonda bir araya gelmezlerse hayatta kalamaz ve üreyemezler.

Biyologlar, Manhattan Projesi'nin (ABD yönetimince yürütülen ve ilk atom bombasının üretilmesiyle sonuçlanan araştırma projesi) taksonomik eşdeğerini tersten gerçekleştirse, bütün türlerin kültürlerini sınıflandırıp korusa bile topluluğu tekrar biraraya getiremez. Kırılmış bir yumurtayı eski haline getirmeye çalışmaya benzer bu."35

Profesör Wilson'un bu ifadelerinden anlaşılmaktadır ki, bir ekosistemin insan aklı ve bilgisi ile dahi oluşturulması mümkün değildir.O halde bir ekosistemin -evrimcilerin iddia ettiği gibi- kör tesadüflerin eseri olarak meydana gelmesi tamamen imkan dışıdır. Bu konuya ilişkin olarak Cornell Üniversitesi'nden tanınmış Botanik Profesörü Karl Niklas'ın şu ifadesi de anlamlıdır:

"Fosillerde, canlı organizmalarda ve kıtalarda gördüğümüz ekolojik yapıların tesadüf sonucu olduğunu sanmıyorum."36

Şüphesiz, mükemmel bir uyum içinde faaliyet gösteren ekosistemler, üstün bir Yaratıcının varlığının ve yaratılış gerçeğinin apaçık delillerindendir. Aynı zamanda, yeryüzündeki biyoçeşitliliğin ve kusursuz düzenin, kör tesadüfler ve başıboş rastlantılar sonucunda oluştuğunu iddia eden Darwinizm'i kesinlikle yalanlamaktadır.

Şimdi zengin bir çeşitliliğe sahip bazı ekosistemleri ele alarak biyoçeşitlilikteki yaratılış gerçeğini daha yakından inceleyelim.

Biyosfer 2 Projesi'nden Alınacak Dersler






zürafa




Ortada tartışmasız bir gerçek vardır. Yaşamımız, yeryüzündeki milyonlarca canlı türüne, kusursuz dengelere ve mükemmel işleyen ekosistemlere bağımlıdır. İçtiğimiz suyun arıtılması, soluduğumuz havanın oluşması, tarım yaptığımız toprağın verimli bir hale getirilmesi, yediğimiz besinlerin üretilmesi, kullandığımız eşyaların hammaddelerinin oluşturulması ve daha sayısız faaliyet canlılar tarafından gerçekleştirilir. Çoğu insan, canlılar sayesinde elde ettiği ve her an iç içe yaşadığı bu nimetleri gereği gibi takdir etmez; hatta çoğunlukla düşünmeye bile gerek duymaz. Oysa bunlar, üzerinde durulması ve derin düşünülmesi gereken gerçeklerdir. Şu soru bile düşünce tembelliğinden ve alışkanlığın getirmiş olduğu bakış açısından kurtulmak için yeterlidir: Söz konusu hizmetleri bizim adımıza gerçekleştiren canlılar yok olursa, ne olur? Cevap açıktır: Biz de varlığımızı sürdüremeyiz. 21. yüzyılın gelişmiş teknolojisini ve tüm maddi olanaklarımızı seferber etsek bile, yeryüzündeki dengeleri ve yaşamamız için gerekli koşulları sağlayamayız. Bu gerçeği bir kez daha teyid eden son bilimsel araştırmalardan biri "Biyosfer 2" adlı proje olmuştur.

Bu projenin amacı, 13.000 metre karelik kapalı bir alanda, sekiz kişiye, bitkilere ve hayvanlara iki yıl süreyle yaşam alanı sağlayacak bir ekosistem oluşturmaktır.37 Bu sistem içinde tarım alanları, ormanlar ve denizler gibi doğal ekosistemlerin benzerleri yer almaktadır. Biyosfer 2 Projesi'nin yürütüldüğü ortam, şimdiye kadar ekolojik araştırmalarda kullanılan kapalı araştırma alanlarının en büyüğü ve en kompleksi olarak kabul edilmektedir. Ancak bu proje başarısız olmuş ve birçok bilim adamını hayal kırıklığına uğratmıştır. Rockefeller Üniversitesi'nden Joel Cohen ve Minnesota Üniversitesi'nden David Tilman, Science dergisindeki makalelerinde, söz konusu girişimin sonucunu şöyle ifade ederler:

"(Biyosfer 2 Projesi,) Özgün tasarımında ve yapımında kullanılan muazzam kaynaklara rağmen (1984'den 1991'e kadar yaklaşık olarak 200 milyon Amerikan Doları) ve milyonlarca dolarlık işletme bütçesine rağmen, sekiz insanı yeterli besin, su ve hava ile 2 yıl boyunca geçindirecek kapalı bir sistem oluşturmanın imkansızlığını kanıtladı. Biyosfer 2 yönetimi, Biyosfer 2'yi dışarıdan destekleyecek neredeyse sınırsız enerji ve teknolojinin mevcut olmasına karşın, pek çok beklenmeyen problem ve sürprizle karşılaştı."38

1991 ile 1993 yılları arasındaki deneyde, Biyosfer 2 tesisinde çıkan ve yaşamı olanaksız hale getiren bazı "beklenmeyen problemler" şunlardı: Oksijen oranının %14'e düşüşü, karbondioksit konsantrasyonundaki ani yükselmeler, nitrik oksit miktarının beyine zarar verecek kadar artışı, çoğu canlı türünün (örneğin, 25 omurgalı türünden 19'unun) yok oluşu, bitkilerin döllenmesini sağlayan hayvanların tamamının ölmesiyle çoğu bitki türünün neslinin tükenmesinin kesinleşmesi, suların kirlenmesi, yosunların aşırı büyümesi, karınca, hamamböceği ve çekirgelerin aşırı artışı...39

Kısacası tüm çabalara karşın, Biyosfer 2 kapalı sisteminde, yeryüzünde milyonlarca senedir mükemmel bir şekilde işleyen dengeleri meydana getirmek; dolayısıyla insanlar, bitkiler ve hayvanlar için yaşanabilir bir ortam oluşturmak mümkün olmadı.




ceylan



Özgün tasarımı ve yapımında kullanılan muazzam kaynaklara rağmen, Biyosfer 2 kapalı sisteminde, yeryüzünde milyonlarca senedir mükemmel bir şekilde işleyen dengeleri meydana getirmek; dolayısıyla insanlar, bitkiler ve hayvanlar icin yaşanabilir bir ortam oluşturmak mümkün olmadı.





Sonuç olarak, Popülasyon Profesörü Joel Cohen ve Ekoloji Profesörü David Tilman, söz konusu projeden çıkarılması gereken dersi şöyle özetlerler:

"Hiç kimse doğal ekosistemlerin insanlara bedava olarak sunduğu yaşam destek hizmetlerini temin edecek sistemlerin nasıl tasarlanacağını henüz bilmiyor."40

Yağmur Ormanları






çekirge




Yağmur ormanı veya tropikal orman denilince ilk akla gelenler, göz alıcı kelebekler, orijinal görünümlü böcekler, rengarenk kuşlar, geniş yapraklı, büyük ve yemyeşil ağaçlardır. Yağmur ormanları ekvatora yakın bölgelerde bulunan, iç içe geçmiş, daima yeşil ve yüksek ağaçlardan oluşan ormanlardır. Bu ormanların en önemli özelliği ise, olağanüstü sayıda hayvan ve bitki türünü barındırmasıdır. Milyonlarca kilometre karelik bir tropikal ormanın hemen her yeri çok çeşitli canlı türlerinin yuvasıdır.

250 yıl kadar önce, Güney Amerika'daki yağmur ormanlarına ilk ayak basan Avrupalı araştırmacılar, gördükleri çeşitlilik karşısında hayrete düşmüşlerdi. Her yeni araştırma da buradaki bitki ve hayvan türlerinin zenginliğini bir kez daha gözler önüne serdi.

Tropikal kuşaktaki bir ormanın diğer ormanlardan oldukça farklı bir yapısı vardır. Bir yağmur ormanında, geniş gövdelerinde çeşitli liken ve mantar türleri bulunan yaklaşık 50 metre uzunluğundaki ağaçlar yer alır.

Çok sayıda kuş, böcek, hayvan türü, bu ağaçların üst tabakasında yaşamlarını sürdürür. Yüksek ağaçların altında, palmiye, sedir, maun, incir gibi orta boy çeşitli ağaçlar bulunur. Bunların gövdeleri de renk renk orkideler, kaktüsler, eğrelti otları ve yosunlarla kaplıdır. Ormanın en alt tabakası olan ot katı ise, oldukça sık bir bitki örtüsü oluşturur ve büyük bir zenginlikteki böcek, bakteri ve mantar türlerine ev sahipliği yapar. Kısacası, bir yağmur ormanının en karakteristik özelliği, insanı şaşkına çeviren canlı çeşitliliğidir.

Karaların sadece %7'sini oluşturan yağmur ormanlarında, yeryüzündeki bitki ve hayvan türlerinin %50'sinden fazlası yaşamaktadır. Şu da var ki araştırmacılar bu oranın, biyoçeşitlilik hakkındaki bilgimizin artmasıyla değişebileceğini belirtmektedir. Buna ilişkin, Smithsonian Enstitüsü'nden tanınmış araştırmacı Thomas Lovejoy önemli bir tespit yapmaktadır: "Daha çok araştırmacı tropikal ormanı farklı yöntemlerle inceledikçe, daha fazla biyoçeşitliliğin var olduğu görülmektedir." 41

Söz konusu çeşitliliği gözünüzde canlandırabilmeniz için birkaç örnek verelim: Bir hektar (10.000 metre kare) tropikal orman 600'den fazla ağaç türü barındırabilir.42 Amazon Havzası'nın bir bölgesinde, bir gün içinde, 440 tür kelebek toplanabilir.43 Tek bir ağacın üzerinde 43 ayrı karınca türü 44; 650 farklı böcek türü görülebilir.45 Yine bu bölgedeki bir kilometre karelik ormanlık alanda yüzlerce tür kuşa rastlamak mümkündür. Borneo'da 10 ağaçtan örnek alındığında, 2.800'den fazla eklem bacaklı hayvan türü bulunabilir. 46 Tropikal ormanlarda yaşadığı tahmin edilen böcek türü sayısı milyonlarcadır. 47




karınca



Yağmur ormanlarının tabanında yaşayan mikroskobik canlılar, minik böcekler, bakteriler, mantarlar, yaprak kesenler ve diğer karınca türleri ormanın temizlenmesinden ve toprağın verimli duruma getirilmesinden sorumludurlar.





Dikkat edin. Yukarıda bahsedilen sayılar belirli bir ortamdaki canlıların toplam sayısı değildir; canlı türlerinin sayısıdır. Bu muazzam sayılara ek olarak insanda hayranlık uyandıran diğer bir olgu da, yağmur ormanlarındaki kimi uzmanlara göre milyonlarca, kimilerine göre on milyonlarca canlı türünün mükemmel bir uyum ve iş birliği içinde yaşamasıdır.

Genellikle yağmur ormanları toprağının zengin ve verimli olduğu sanılır. Ancak bu kanaatin doğru olmadığı kısa bir zaman önce anlaşılmıştır. Bu ormanların toprağı diğer ormanlarınkine kıyasla besin açısından fakirdir. 48 Nasıl olup da fakir topraktan çok zengin bitki çeşitliliği çıktığı sorusuna gelince, bunun yanıtı yağmur ormanı ekosisteminin mükemmelliğindedir.

Tropikal ormanlardaki canlı çeşitliliği, bir bütün halinde ve karşılıklı hassas dengelere dayalı olarak yaratılmıştır. Örneğin, yağmur ormanının tabanında yaşayan mikroskobik canlılar, minik böcekler ve mantarları ele alalım. Bunlar dev ağaçlar ve küçüklü büyüklü hayvanlara kıyasla oldukça küçük boyutlardadır; ancak önemli görevler üstlenirler: Ormanın temizliğinden ve toprağın verimli duruma getirilmesinden sorumludurlar. Ağaçlardan düşen yaprak ve dalları, ölü hayvanları değerlendirerek ekosisteme geri kazandırırlar. Böylece hiçbir şey israf edilmez. Profesör Edward Wilson bu mekanizmanın önemini şöyle anlatır: "Yaprakkesenler ve diğer karınca türleri, bakteriler, mantarlar, termitler ve akarlarla birlikte ölü bitkilerin çoğunu işler ve besleyici maddeleri bitkilere geri döndürerek büyük tropik ormanları hayatta tutar." 49

Yağmur ormanlarında kaç milyon canlı türü yaşadığını hala bilmiyoruz. Ancak şunu çok iyi biliyoruz: Bu ekosistemlerdeki her türün görevi ve önemi farklıdır ve milyonlarca tür mükemmel bir uyum içinde yaşamaktadır. Bu gerçek, Bilim ve Teknik dergisinde Amazon'daki yağmur ormanlarının anlatıldığı bir makalede şöyle dile getirilir:




papağanlar



Bir yağmur ormanının en karakteristik özelliği insanı şaşkına çeviren canlı çeşitiliğidir. Bir hektar (10.000 metrekare) tropikal orman 600 binden fazla ağaç türü barındırabilir. Amazon Havzası'nın bir bölgesinde, bir gün içinde, 440 tür kelebek toplanabilir. Tek bir ağacın üzerinde 43 ayrı karınca türü, 650 farklı böcek türü görülebilir.





"Amazon Havzası'ndaki bu karmaşık ekosistemde türlerin sürekliliği birbirlerinin yaşamına sıkı sıkıya bağlıdır. Bitki ya da hayvan olsun, her bir tür, bu milyon parçalı sistemin küçük bir bölümüne katkıda bulunur. Ağaçların, ağaçlardaki epifitlerin (toprakta köklenmeye gereksinim duymayan bitkiler) ve mantarların, maymunların, vampir yarasaların, kartalların, papağanların, ırmaktaki timsahların, piranhaların ve nilüferlerin, gözle görülmeyen mikroorganizmaların, içinde yaşadıkları bu dev ekosisteme hepsinin farklı katkıları vardır. Burada çok hassas dengeler söz konusudur. Yağmur ormanı tüm bu türlerle birlikte var olur. Tek bir türün bile ortadan kalkması birçok dengeyi bozar."50

Ormandaki bazı türler arasında öyle bir uyum vardır ki, biri olmadan diğeri de yaşayamayacak kadar birbirlerine bağımlıdırlar. Yağmur ormanındaki ağaçların %90'ı tohumlarını yaymak için hayvanlara ihtiyaç duyarlar.51 Diğer taraftan, böcek larvaları, tırtıllar, kuşlar ve diğer hayvanlar da bu ağaçların tohumlarıyla beslenirler. Örneğin, incir ağacı türleri ile incir sineği türleri birbirlerine öylesine bağımlıdırlar ki, ayrı olarak soylarını devam ettiremezler. İncir sinekleri olmasa incir ağaçları kendi kendilerini dölleyemezler; incir ağaçları olmasa incir sinekleri doğal yaşam alanlarından yoksun kalırlar. Tropikal bölgelerdeki 900'den fazla incir türünün her biri için farklı bir tür incir sineği bulunur.52

Burada önemli bir noktaya dikkat çekmek gerekir: İncir sineğinin vücut ve ağız yapısı ile çiçeğin yapısı ve üreme organları; böceğin uçuş programı ile çiçeğin açış zamanlaması gibi özellikler tam bir uygunluk içindedir. Türler arasındaki bu birebir uyumu açıklamak ise, Darwinizm için her zaman dev bir sorun olmuştur. Bu olgunun tek bir açıklaması vardır: Bitkiler ve hayvanlar arasındaki uyum büyük bir yaratılış harikasıdır. Bu sistemin zaman içinde küçük değişimlerle, evrimin şuursuz mekanizmalarıyla gelişme ihtimali yoktur. Örneğin, Xanthopan morganii adlı bir kelebek türü ve bir tür Madagaskar orkidesi arasındaki uyumlu beraberliği inceleyelim. Bu kelebek nektar toplarken 30-35 cm uzunluğundaki hortumunu bu orkidenin yaklaşık 30 cm derinliğindeki çiçeğinin içine doğru uzatır ve onun döllenmesini sağlar.53 Çiçeğin derinliğindeki yumurtanın döllenmesi için, bu orkide, bu uzunlukta hortumu olan bir böceğe ihtiyaç duymaktadır; yani her iki türün birbirleriyle uyum içinde olmaları zorunludur. Evrimciler bu durum karşısında çıkmazdadırlar. Çünkü birbirinden ayrı olan bu iki türün, birbirlerine paralel bir "evrim süreci"ni hem de eş zamanlı bir şekilde geçirmeleri mümkün değildir.

Bunu şöyle açıklayalım: Madagaskar orkidesinin ve sözkonusu Xant-hopan morganii türü kelebeğin çok daha kısa bir boya ve hortuma sahip olan atalarının bulunduğunu varsayalım. (Evrim teorisine göre, bu varsayımdan yola çıkmak gerekir.) Bu durumda, her iki türün de birbirleriyle eş zamanlı olarak uzamaları, bunun için kelebeğin ve orkidenin eş zamanlı olarak hortum veya kanal boylarını uzatan mutasyonlara maruz kalmaları, bu mutasyonların bu canlılarda (hiç örneği görülmemiş bir şekilde) sadece yararlı bir değişiklik yapması; mutasyona uğrayan bireylerin aynı yerde ve yanyana bulunmaları; birbirleri ile temasa geçmeleri; diğer mutasyona uğramamış bireylere göre daha avantajlı olup çoğalmaları ve bu sözde mutasyon-seleksiyon sürecinin milyonlarca yıl boyunca hep tesadüfen "hatasız" olarak devam etmesi gerekir.




ayet



Tropikal ormanlar fotosentez sırasında atmosferden karbondioksit alıp oksijen vermeleri nedeniyle dünyanın akciğerleri olarak adlandırılırlar.





Buna inanmak, bir kilit ile onu açacak olan anahtarın ayrı ayrı ve birbirlerine uyumlu bir biçimde "tesadüfen" oluştuklarına inanmak gibidir. Oysa, açıktır ki, aklın gereği, birbirine büyük uyum içinde bulunan iki yapının birer yaratılış örneği olduğunu kabul etmektir. Bir diğer deyişle, aklın gereği, orkidenin ve kelebeğin birbirlerine uyumlu olarak yaratıldıklarını kabul etmektir.

Tropikal orman canlıları arasındaki kusursuz uyumun bir başka örneğine Amazon'un "su basan ormanlar" olarak adlandırılan bölgelerinde rastlanır. Su basan ormanları Amazon Irmağı ve kollarının kıyı kesimlerinde yer alır ve yılın çok yağış alan döneminde sular altında kalırlar. İşte bu sırada harika bir olay gerçekleşir. Suya düşen meyveleri yemek için gelen balıklar, meyvelerdeki tohumları dağıtırlar. Böylece bazı ağaç türlerinin döllenmesini sağlarlar.

Şöyle bir soru akla gelebilir: "Yağmur ormanlarındaki canlı zenginliğinin, buralarda yaşayan yerliler açısından önemli olduğu açıktır, fakat bu bölgelerde yaşamayan milyarlarca insan için ne önemi olabilir?" Böyle bir sorunun yanıtı ise, bilim adamları tarafından verilmiştir: Söz konusu ormanlardaki bitki ve hayvanların, dünya üzerindeki her insan için hayati önemi vardır. Tropikal ormanlar, atmosferdeki karbon ve oksijen dolaşımında, küresel iklim sisteminde, yeryüzündeki su dolaşımında ve daha birçok dengede rol oynarlar; ayrıca yeni besinler, ürünler ve ilaçlar için muazzam bir kaynak oluştururlar. Fotosentez sırasında, atmosferden karbondioksit alıp oksijen vermeleri nedeniyle "dünyanın akciğerleri" olarak adlandırılırlar.

Yağmur ormanlarının görkemli canlı çeşitliliği Darwinizm açısından oldukça sıkıntı vericidir. Böyle bir durum, evrimcilere hikaye üretme fırsatı dahi vermemektedir. Nitekim evrimci araştırmacılar tropikal ormanlardaki muazzam çeşitliliğin nedenlerini bilmediklerini itiraf etmektedirler.54 Oysa ortada apaçık bir gerçek vardır: Tüm canlılar gibi, söz konusu ormanlardaki tek hücreli, bitki ve hayvan türlerini de Allah yaratmıştır. Evrimciler içine düştükleri çıkmazdan kurtulmak istiyorlarsa, bu gerçeği kabul etmelidirler.

Evrimci iddianın ne kadar akıl dışı olduğunu göstermek için bir örnek verelim: Onlarca farklı ürünün üretildiği büyük bir fabrikayı hayalinizde canlandırın. Bu fabrikanın her biri televizyon, bilgisayar gibi teknolojik cihazlardan oluşan geniş bir ürün yelpazesi olsun. Söz konusu fabrikayı ve ürünlerini dikkate alarak kendi kendinize şu soruları sorun: Bunlar, hiçbir bilinçli müdahale olmaksızın çeşitli elementlerin tesadüfen birleşmeleriyle meydana gelebilir mi? Bu ileri teknoloji ürünü aletler, zaman içinde güneş, rüzgar, yıldırım ve benzeri doğa olaylarının etkisiyle oluşabilir mi?

Elbette böyle bir şey mümkün değildir; herkes bilir ki gerek fabrika gerekse imal edilen cihazlar, mühendisler, yöneticiler ve çeşitli uzmanların tasarım ve planlamasının eserleridir. Şimdi bir de her biri günümüzün en karmaşık elektronik cihazından çok daha kompleks sistemlere sahip on milyonlarca canlı türünün bir arada yaşadığı yağmur ormanlarını düşünün. Şüphesiz milyonlarca senedir mükemmel bir uyum ve iş birliği içinde yaşayan canlılardan oluşan böyle bir ortam, evrim teorisinin iddia ettiği gibi, tesüdüflerle kendiliğinden oluşamaz. Buradaki üstün Akıl, en ince detayına kadar alemlerin Rabbi olan Allah'a aittir.

Mercan Resifleri



Mercan resifleri, ölü mercan hayvanlarının, alglerin ve kabuklu yumuşakçaların taşlaşmış formlarının zaman içinde katmanlaşmasıyla oluşur. Tropikal kuşakta yer alır ve oldukça geniş alanlara yayılabilirler. Renk ve şekil zenginliğinin yanı sıra resifleri dikkat çekici kılan, barındırdıkları canlı çeşitliliğidir. Bu yüzden yağmur ormanlarına da benzetilirler. Gözle görülmeyen planktonlardan 6 metre uzunluğundaki köpek balıklarına kadar çok çeşitli deniz canlısı, mercan resiflerinin sakinleridir.




mercanlar



Marylan Üniversitesi Zooloji profesörü Marjorie Reaka Kudla'ya göre dünyadaki mercan resiflerine halen tanımlanmış toplam tür sayısı 93.000, tahmini sayı ise en azından 950.000'dir. Bu canlıların her birini mükemmel sistemlerle birlikte yaratan Yüce Allah'tır.





Mercan resiflerinde, birbirlerinden çok farklı on binlerce tür canlı yaşar: Benekli, çizgili, parlak renkli, çarpıcı desenlerle süslü balıklar, sürüler halinde dolaşan balıklar, rengarenk mercanlar, değişik görünümlü deniz böcekleri, göz alıcı deniz bitkileri, sadece mercan kayalıklarına özgü süngerler, midyeler, istiridyeler, deniz kestaneleri, yengeçler, deniz yıldızları, mikroskobik canlılar, omurgasızlar...

Örnek olarak, Avustralya Büyük Set Resifi, 2.000 kilometre uzunluğuyla canlı organizmalardan meydana gelmiş dünyanın en büyük yapısıdır; 2.000 kadar balık, 400 mercan, 4.000 yumuşakça türüne ev sahipliği yapar.55 Daha doğrusu, bunlar günümüze kadar saptanan türlerin sayılarıdır ve her yıl yeni hayvan ve tek hücreli canlı türleri keşfedilmektedir.

Maryland Üniversitesi Zooloji Profesörü Marjorie Reaka-Kudla'ya göre dünyadaki mercan resiflerinde halen tanımlanmış toplam tür sayısı 93.000, tahmin edilen sayı ise en az 950.000'dir.56

Mercan kayalıkları, karalarda olduğu gibi, birbirlerini tamamlayacak ve birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yaratılmış canlılarla doludur. Örneğin mercan hayvanları, dokularının içindeki tek hücreli algler (zooxanthellae) ve dış yüzeyindeki yeşil algler ile ortak yaşam sürerler. Mercan hayvanları, alglerin fotosentez yaparak ürettikleri besinin bir bölümünü alırlar. Algler ise, ihtiyaç duydukları besleyici maddeleri mercan hayvanlarından temin ederler. Aynı zamanda mercan, alg için güvenli bir yaşam ortamı oluşturur.




balıklar




Mercan resifleri genellikle besin maddeleri açısından fakir olarak sınıflandırılan sulardadır.57 Resiflerin nasıl bu sularda gelişmeyi başardıkları sorusu uzun zamandır merak konusu olmuştur.58 Son araştırmalara göre, resiflerdeki tür zenginliğinin nedenlerinden biri, söz konusu canlıların muazzam bir verimlilik ve iş birliğiyle çalışmasıdır. 18 Ekim 2001 tarihli Nature dergisinde yayımlanan bir araştırma, mercan resiflerinin oyuklarında yaşayan çeşitli sünger, midye, halkalı solucan türlerinin ne kadar önemli olduklarını ortaya çıkarmıştır. Çoğu küçük boyutlarda olan bu canlılar, bitkisel planktonları süzerek mercan hayvanlarının ihtiyaç duyduğu amonyak ve fosfat gibi maddeleri salgılamaktadırlar.59 Kısacası, resif oyuklarında yaşayan binlerce küçük canlı türünden oluşan sistem, eşsiz bir filtre istasyonu gibi hizmet vermektedir.

Söz konusu ekosistemdeki mikroorganizmalar, bitkiler ve hayvanlardan sağladığımız bazı faydalar ise şöyledir: Mercanlar denizlerden aldıkları kalsiyumu, kalsiyum karbonat olarak salgılarlar. Benzersiz bir kimya laboratuvarı gibi faaliyet gösterir; hem okyanuslarda hem de atmosferdeki karbondioksit dengelerinin düzenlenmesinde önemli rol oynarlar. Mercan resiflerindeki balık, midye ve çeşitli canlılar yüz milyonlarca insanın besin kaynağıdır. Resifler çoğunlukla deniz yüzeyine yakın yerlerde geliştikleri için sahilleri büyük dalgaların yıpratıcı etkisinden korurlar; böylece erozyonu önler, fırtınaların verdiği tahribatı azaltırlar. Mercan kayalıkları sayesinde kıyı ile resif arasında, okyanusa kıyasla daha durgun, dolayısıyla büyüme dönemindeki balıklar ve kabuklu deniz hayvanları için daha elverişli bir ortam meydana gelir.

Bunların yanı sıra mercan resiflerindeki canlı çeşitliliğinden kaynaklanan genetik materyal zenginliği tıbbi araştırmalarda, yeni ilaçların geliştirilmesinde kullanılmaktadır. National Geographic dergisi yazarlarından Biyolog Douglas Chadwick, resif canlılarından elde ettiğimiz bu faydaların bir kısmını şöyle ifade etmektedir:




papağan balığı



Papağan balıkları geceleri jelatinimsi bir madde ile tüm vücutlarını kaplayarak kendilerini kamufle ederler.





Tıbbi araştırmalar mercan resiflerinde yaşayan daha fazla organizmayı ortaya çıkardıkça, oradaki canlılarla insanlık arasındaki bağlar artacaktır. Bazıları şimdiden iltihaplar, astım, kalp hastalıkları, lösemi, tümörler, bakteriyel enfeksiyonlar, mantar ve HIV dahil olmak üzere virüslere karşı aktif bileşikler sağlamıştır. Araştırmalar, deniz salyangozları ve bazı süngerler tarafından balıkları püskürtmek için kullanılan kimyasal maddelerin, karada böcek öldürücü ilaçlar olarak da sonuç verdiğini bulmuştur. Tropikal konik salyangoz zehirinin farmakolojik özelliklerinin incelenmesi, morfinin yerini alabilecek bağımlılık yapmayan bir çözümü ortaya çıkarmıştır. Mercan iskeletleri, kemik implantasyonlarında destek materyali olarak kullanılmak üzere araştırılırken, mercanlarda yaşayan deniz kamçılıları da potansiyel bir ağrı kesici madde sunmaktadırlar."60

Mercan kayalıklarında yaşayan canlıların her bir türü olağanüstü sistem ve özelliklerle donatılmıştır. Örneğin bazı balık ve hayvanlar, insanlardan daha çok renk reseptörüne sahiptirler; renkleri insanlardan daha iyi görürler.61 Resif balıklarının çoğu renklerini belirli ölçülerde değiştirebilirler; bazı türler bunu bukalemunlar kadar hızlı yapabilirler.62 Büyük gözlü levrekler, sincap balıkları gibi bazıları, duyarlılığı yüksek gözleri sayesinde, gün ışığının olmadığı derinliklerde veya gece karanlığında avlanabilirler. Kirpi balıkları midelerini balon gibi şişirip dikenlerini dikleştirerek kendilerini savunurlar.63 Papağan balıkları geceleri jelatinimsi bir madde ile tüm vücutlarını kaplayarak kendilerini kamufle eder; güçlü gagamsı ağızlarıyla mercanlardan parçalar kopararak üzerlerindeki alglerle beslenirler.64 Çöpçü balıkları ve temizlikçi karidesler balıkların üzerindeki parazitlerle beslenirler. Elbette burada sayılanlar, resif canlılarındaki mükemmel sistemler ve kusursuz özelliklerden yalnızca birkaçıdır.

Resiflerde yaşayan bazı balık türleri, ortam ile oldukça uyumlu renkleri sayesinde kendilerini çok iyi kamufle ederler. Diğer taraftan melek balıkları ve kelebek balıkları gibi bazı türler oldukça dikkat çekici renklere sahiptirler. Deniz altında uzaktan fark edilebildikleri için yırtıcı balıklar tarafından avlanmaları ve kısa sürede nesillerinin tükenmesi kaçınılmaz görünmektedir. Ancak çarpıcı renklere sahip bu balıklar kendilerine özgü savunma yöntemleriyle yaşamlarını sürdürürler. Burada üzerinde durulması gereken nokta şudur: Evrimciler, Darwinizm'in öngörüleriyle taban tabana zıt olan bu durumu açıklayamazlar. Bu konuyu ele alan evrimci araştırmacılardan biri deniz biyoloğu Justin Marshall'dır. Queensland Üniversitesi'nden Dr. Marshall, Scientific American dergisindeki "Resif Balıkları Neden Bu Kadar Renklidirler?" adlı makalesinde, bunun "gizemlerden biri" olduğunu dile getirir; ayrıca bunu çözmek amacıyla yürütülen çabaları "güzel olduğu kadar hayal kırıklığına uğratıcı" şeklinde tanımlar.65




kirpi balığı



Kirpi balıkları midelerini balon gibi şişirip, dikenlerini dikleştirerek kendilerini savunurlar.





Gerçekte ise, ortada ne bir gizem vardır, ne de hayal kırıklığına uğratıcı bir durum. Sadece tarih tekerrür etmektedir. Darwin'in "Şimdilerde ise doğadaki bazı belirgin yapılar beni çok fazla rahatsız ediyor. Örneğin bir tavuskuşunun tüylerini görmek, beni neredeyse hasta ediyor"66 şeklinde dile getirdiği sıkıntılarını, onun takipçileri de yaşamaktadır. Kısacası, resiflerdeki canlı çeşitliliği, benzersiz özelliklere sahip hayvanlar ve türler arasındaki mükemmel uyum, Darwinistler için bir kabus niteliğindedir. Bu kabustan kurtulmak içinse yapmaları gereken, hayranlık uyandıran renklere ve görünümlere sahip resif balıklarını yaratanın Allah olduğunu kabul etmektir.

Özellikle akvaryum hobisi olanlar çok iyi bilirler ki tropikal deniz balıklarını ve mercanları akvaryumda beslemek oldukça zordur. Bunun başlıca nedeni, bu canlıların resiflerdeki doğal ortamını akvaryumda kesintisiz bir şekilde meydana getirmedeki zorluktur. Bir deniz akvaryumundaki tuzluluk, sıcaklık, pH, ışık, oksijen oranları, suyun kimyasal bileşimi belirli değerler arasında tutulmak zorundadır. Bir deniz akvaryumundaki mercan ve balıklar, ortamdaki küçük değişimlerden olumsuz etkilenmeye oldukça açıktırlar. İdeal koşullar teknolojik cihazlar tarafından hassas ve sürekli olarak ayarlanmadığı takdirde hayvanlar ölürler.

Şimdi sadece birkaç balık ve mercan türü içeren bir deniz akvaryumunu işletmenin güçlüğünü göz önünde bulundurarak düşünün. Mercan resiflerindeki on binlerce canlı türü kendiliğinden veya tesadüfen meydana gelebilir mi? Mercan kayalıklarının oyuklarını kendilerine yuva edinen balıkların, göz alıcı renkleri, etkileyici avlanma ve savunma sistemleri, kendilerine özgü vücut yapıları, duyu organları, sistemleri, genetik bilgileri rastlantıların sonucu olabilir mi? Resiflerdeki bitkiler, hayvanlar, planktonlar ve mikroorganizmaların milyonlarca senedir uyum ve düzen içinde yaşadığı ortam, üstün bir aklın müdahalesi olmaksızın gerçekleşebilir mi?

Elbette, böyle bir şey olamaz. Bu sorulara evet yanıtı vermenin mantıksızlığı, düşünen ve akleden her insan için son derece açıktır. Hayret uyandıran özelliklere sahip resif canlıları, yaratılıştaki üstünlüğü ve ihtişamı göstermektedir; kendilerini yaratan Allah'ın sonsuz sanatını ve sınırsız ilmini gözler önüne sermektedir.

Derin Deniz Canlıları






denizanası



Yapılan araştırmalar sonucunda daha önce yaşamın olmadığı sanılan okyanusların birkaç bin metre tabanında şaşırtıcı bir tür zenginliğinin var olduğu ortaya çıkmıştır.





Sahilde yürürken veya denizde yüzerken yosunlar ve çeşitli deniz bitkileri gözünüze çarpmıştır. Bunlar ve bazı mikroskobik planktonlar fotosentez yoluyla besin üretirler. Böylece denizlerdeki besin zincirinin ilk basamağını oluşturlar. Ancak en derin noktası 11.000 metre, ortalama derinliği ise 5.000 metre olan okyanuslarda, 100 metrenin altına güneş ışığı ulaşmaz. Dolayısıyla buralarda fotosentez imkanı yoktur. Yüksek bir basınç, 2-4°C gibi düşük bir sıcaklık ve sürekli karanlık vardır. Kıt besin kaynakları, üst tabakalardan yağan atıklar ve organik maddelerden oluşur. Kısacası söz konusu olan, insanların alışkın olduğundan tamamen farklı bir ortamdır. Tüm bu zor koşullara rağmen, okyanusların derinliklerinde çeşitli balıklar, birbirlerinden çok farklı omurgasız hayvanlar ve mikroorganizmalar yaşarlar.

Okyanuslarda derinliğe bağlı olarak sıcaklık, basınç, besin maddelerinin yoğunluğu ve ışık oranı değişir. Deniz yüzeyinden tabanına doğru inildikçe koşullar farklılık gösterir. Bununla birlikte her derinlikte, ortamın koşullarına uygun yapı ve sistemlere sahip canlılar yaşamlarını sürdürürler: Okyanusların derinliklerine özgü balıklar, midyeler, deniz laleleri, süngerler, kabuklular, karidesler, yengeçler, yumuşakçalar, ahtapotlar, mürekkep balıkları, derisi dikenliler, solucanlar, deniz yıldızları, deniz kestaneleri, denizanaları, ıstakozlar, tek hücreliler, isimlerine ancak ileri seviyedeki biyoloji kitaplarında rastlanabilir canlılar, ancak doğa belgesellerinde görülebilir hayvanlar...

Amerikalı tanınmış deniz ekolojistleri Frederick Grassle ve Nancy Maciolek'in ifadesiyle, denizlerin altında 10 milyon tür olabilir. 67 Burada özellikle dikkat çeken bir nokta şudur: Daha önce yaşamın olmadığı sanılan bir ortamda, okyanusların birkaç bin metre tabanında şaşırtıcı bir tür zenginliğinin var olduğunun ortaya çıkarılmasıdır. Rutgers Üniversitesi Deniz ve Kıyı Araştırmaları Enstitüsü Direktörü Frederick Grassle araştırmalarına dayanarak şu değerlendirmeyi yapar:

"Topladığımız örnekler gösterdi ki okyanus tabanı, gerçekte, mevcut tür sayısı açısından tropikal yağmur ormanlarıyla yarışabilir. Okyanus dibi fiziksel olarak bir çölü andırabilir, fakat tür çeşitliliği açısından daha çok tropikal bir yağmur ormanı gibidir."68

Bir araştırmada, 2.100 metre derinlikteki okyanus tabanından alınan her 30x30 santimetrelik numunede 55-135 farklı tür bulunmuştur. 69 Güney Avustralya açıklarındaki bir diğerinde ise, 10 metre karelik deniz zemininde 800'den fazla türün varlığı belirlenmiştir. 70

Şu da var ki, henüz okyanusların çok büyük bölümü hiçbir bilimsel araştırmaya konu olmamıştır. Tuscia Üniversitesi'nden Francesco Canganella ve Japonya Deniz Bilimi ve Teknolojisi Merkezi'nden Chiaki Kato'nun belirttiği gibi, "Araştırmacıların çabalarına ve bilimsel metotlardaki gelişmelere rağmen, okyanusların sadece küçük bir bölümü kolaylıkla erişilebilir durumdadır ve bundan dolayı deniz dünyasının büyük bölümü henüz bilinmemektedir." 71 Dolayısıyla her yeni araştırma bilinmeyen türlerin varlığını gün ışığına çıkarmaktadır.

21. yüzyılın başında keşfedilen bir biyolojik olgu şöyledir: Okyanus dibindeki çamur tabakasında bulunan bazı bakteri ve arkebakteriler metan tüketmektedir. Böylece bizim için hayati öneme sahip bir faaliyet göstermektedir. Bu mikroorganizmaların her yıl yaklaşık 300 milyon ton kadar metan tükettikleri sanılmaktadır. Uzmanlara göre; "Bu miktar, insanların tarım, çöp gömme, ya da fosil yakıt kullanma yollarıyla atmosfere saldıkları metan miktarına eşittir."72 Dolayısıyla 20 Temmuz 2001 tarihli Science dergisinde belirtildiği gibi, "Bir zamanlar varlığı olanaksız sanılan bu metan yiyen mikropların, şimdi gezegenin karbon dolaşımı açısından çok önemli olduğu görülmektedir." 73

Burada dikkat çekici olan diğer bir olgu da söz konusu bakteriler arasındaki kusursuz iş birliği ve düzendir. Ancak içinde bulunduğumuz yüzyılın teknolojisiyle anlaşılabilen iş birliği şöyle özetlenebilir: Bakteriler sayesinde (onlardan bazı yapısal farklılıklar taşıyan) arkebakteriler oksijensiz ortamda metanla beslenebilirler; arkebakteriler ise bakterilerin ihtiyacı olan karbonu sağlarlar.

Okyanusların binlerce metre derinliklerinde, oksijenin dahi bulunmadığı çamur katmanında yaşayan bu gözle görülmeyen canlılar durmaksızın insanlar için çalışırlar. Bu tek hücreli canlıların yok olmaları durumunda neler olacağını düşünmek, bunların bizim için önemini açıkça gösterir: Bu mikroorganizmalar ortadan kalktıkları takdirde, açık denizlerin dibinde bulunan büyük miktardaki metan gazı atmosfere karışır, sera etkisi nedeniyle küresel ısınma baş gösterir, dünyanın her yerindeki iklim dengeleri bozulur ve dünya yaşayamayacağımız kadar sıcak bir gezegene dönüşür.

2001 yılında anlaşılmıştır ki, okyanusların altındaki yer kabuğunun içinde bazı bakteri türleri yaşamaktadır.74 Bu mikroorganizmaların doğal yaşam alanı, deniz yüzeyinin binlerce metre altındaki okyanus tabanının 300 metre derinliğe kadar olan bölümüdür. Yaşam alanlarının yanı sıra, söz konusu canlıların faaliyetleri de insanı hayrete düşürmektedir. Bu bakterilerin besin kaynakları kayalardır; kayaları yiyerek beslenirken tüm canlılar açısından çok önemli bir işi daha gerçekleştirirler: Okyanuslarda, elementlerin ve kimyasal maddelerin dolaşımına önemli katkıda bulunurlar. 75 Dikkat edin, yeryüzündeki yaşam için çok önemli olan bu işlemi yapanlar, tüm laboratuvarlar ve bilim adamları biraraya gelseler bile yapamayacakları bu işi gerçekleştirenler, tek hücreli organizmalardır.




yumuşakça



Okyanusun derinliklerinde, yüksek basınç, düşük sıcaklık ve kıt besin kaynakları gibi zor koşullar olmasına rağmen çeşitli hayvanlar, birbirinden farklı renklere sahip yumuşakcalar ve mikroorganizmalar yaşarlar.





Okyanus dibindeki diğer bir ekosistem ise sıcak su kaynaklarıdır. 76 Bu kaynaklar, dünyanın kabuğundaki yarıklardan, içinde çeşitli minerallerin bulunduğu sıcak suyun çıktığı yerlerdir. 20. yüzyılın sonlarında keşfedilen bu kaynakların çevresinde şimdiye kadar 300'den fazla tür saptanmıştır. 77 Bazıları parlak kırmızı renk tüylere sahip birkaç metre uzunluğunda büyük boru solucanları, dev istiridyeler, midyeler, ahtapotlar ve farklı görünümlerdeki omurgasızların bir arada yaşadığı ortam, araştırmacıların oldukça ilgisini çekmiştir. Bu canlıların besinlerini nasıl sağladığı sorusuna cevap aranırken daha da hayret verici gerçekler ortaya çıkmıştır.

Sıcak su kaynağının çevresindeki ekosistemde bulunan boru solucanı, bildiğimiz solucanlardan çok farklı bir türdür; ağzı ve sindirim sistemi yoktur. Dokularının içinde yaşayan bakteriler sayesinde besin ihtiyacını karşılar. Boru solucanının her 28 gramlık dokusu 285 milyar bakteri içerir. 78 Bu bakteriler kemosentez yapar; yani sıcak su kaynağından çıkan kimyasal maddeleri besine dönüştürür. Boru solucanı da bu besini değerlendirerek yaşar. Okyanusun derinliklerinde, bakteriler besin zincirinin ilk halkasıdır; bazı omurgasızlar bu mikroorganizmalar sayesinde, ahtapot gibi hayvanlar ise bu omurgasızlar sayesinde soylarını devam ettirirler. Yakın bir zamana kadar canlılığın var olmadığının sanıldığı bu ortamdaki türlerin zenginliği ve uyumu hayranlık vericidir.

Okyanusların tabanında, kimyasal açıdan zengin ancak soğuk olan su sızıntılarının yakınlarında da çeşitli canlıların var olduğu tespit edilmiştir. Her yeni araştırma ve gelişme, okyanus tabanının zenginliği hakkında ne kadar az şey bildiğimizin bir göstergesi olmaktadır.

Şimdi şu gerçeği göz önünde bulundurun: Derin deniz araştırmalarında kullanılan denizaltılar ancak son 70 yıl içinde geliştirilmiştir. Binlerce metre derine inen bir keşif denizaltısı özel olarak tasarlanmıştır. Bu tasarım, çeşitli bilim dallarından uzmanlar tarafından yapılmıştır. En derin okyanusların diplerinde milyonlarca senedir yaşayan her canlı türü de, bulunduğu ortama en uygun yapıda yaratılmıştır. Dahası bu canlıların hücrelerindeki mekanizmalar, keşif denizaltılarındaki sistemlerden kat kat komplekstir. Böylesine karmaşık yapıların ise, evrimin iddia ettiği gibi, tesadüfen oluşması kesinlikle mümkün değildir. Okyanusların derinliklerindeki canlı çeşitliliği ve bunlardaki üstün özellikler, herşeyi yaratan Allah'a aittir.

Bakteriyel Ekoloji



Canlılık denildiğinde, çoğunlukla hayvan ve bitki türleri göz önüne gelir; hatta bazı insanlar canlılığın sadece bunlardan oluştuğunu düşünürler. Oysa, çıplak gözle görülmemelerine rağmen, yeryüzündeki canlıların tamamının kütlesel olarak %25-50'sini oluşturan bir canlı grubu vardır: Mikroorganizmalar. 79

Mikroorganizmaların önemli bir bölümünü ise bakteriler oluşturur. Bunlar küresel, çubuksu veya spiral biçimlerde olabilirler; çoğunun boyutu 0.001 milimetreden küçüktür. O kadar küçüktürler ki bu cümlenin sonundaki nokta kadar bir yere yüz binlercesi sığabilir. 80

Yeryüzündeki her ekosistem ve her canlı türü doğrudan veya dolaylı olarak bakterilerin faaliyetlerine bağlıdır. (Yeryüzündeki yaşam ve hassas dengelerde, bakterilerin olmazsa olmaz önemi ilerleyen bölümlerde anlatılacaktır.) Hemen hemen her yerde bulunurlar. 81 Buzullar, sıcak su kaynakları, tuz, asit, kimyasal madde veya kirlilik oranı çok yüksek ortamlar, insan ve hayvanların dokuları ve organları, oksijensiz derin deniz ve toprak katmanlarında dahi binlerce bakteri türü barınır. Örneğin, sağlıklı bir insanın bağırsakları 400 farklı bakteri türü içeren küçük bir ekosistemdir ve bu canlılar bağırsakların düzenli bir şekilde faaliyet göstermesinde çok önemli bir pay sahibidir. 82

Bakteriler, canlılar arasında en çok çeşitlilik gösteren fakat en az bilinen gruplardandır. 83 21. yüzyıl teknolojisini bile çaresiz bırakan bir çeşitlilikleri vardır. Denebilir ki binlerce bakteri türü ve milyarlarca bakteri bireyi içeren bir gram toprak, mikroskobik düzeyde bir yağmur ormanını andırır. Yani, bir yağmur ormanında karşılaşılan olağanüstü çeşitliliğin bir benzerini, mikroskop altındaki bir tutam toprak parçasında da görmek mümkündür.




ayı



Mikroskop altında benzer görünen bakterilerin dahi genetik yapıları incelendiğinde, bunların aslında birbirlerinden çok farklı türler oldukları fark edilmiştir. Northwestern Üniversitesi mikrobiyoloğu David Stahl'ın deyişiyle, bir bakteri diğerinden "bir boz ayının bir meşe ağacından farklı olduğu kadar" farklı olabilir.





Mikrop ve bakteri türlerinin belirlenmesi için bugüne kadar yapılan bilimsel çalışmalar, yapılması gerekenin yanında çok ama çok azdır. Bu organizmalar üzerinde araştırma yapmanın zor olmasının bazı nedenleri vardır: Bakteri türlerinin çoğunun laboratuvarda, kültür ortamında üretilememesi; bir damla deniz suyunda veya bir tutam toprakta dahi milyarlarcasının bulunması gibi... Bakteri türlerinin inanılmaz zenginliği bile, aslında son yıllarda, genetik bilimindeki ilerlemelerle anlaşılmıştır.

Mikroskop altında benzer görünen bakterilerin dahi genetik yapıları incelendiğinde, bunların aslında birbirlerinden çok farklı türler oldukları fark edilmiştir. Northwestern Üniversitesi Mikrobiyoloğu David Stahl'ın deyişiyle, bir bakteri diğerinden "Bir boz ayının bir meşe ağacından farklı olduğu kadar" farklı olabilir. 84

Profesör Wilson, Doğanın Gizli Bahçesi adlı kitabında, söz konusu organizmalara ilişkin son gelişmeleri şöyle özetler:

"Ancak sistematiğin esas kara deliği bakterilerdir. Kabaca 4000 bakteri türünün resmen tanımlanmış olmasına rağmen, yakın zaman önce Norveç'te yapılan araştırmalar, orman toprağının her bir gramında bulunan 10 milyar organizmanın arasında bilim için neredeyse tümüyle yeni olan 4000 ila 5000 bakteri türünün varlığını ortaya çıkarmıştır, ayrıca sığ deniz çökeltilerinin her bir gramında da birinci gruba dahil olmayan ve yine çoğu yeni 4000 ila 5000 tür daha bulunmuştur."85




bakteri



"Bakteriler çok küçük olmalarına rağmen, bilimsel tanımlamanın çok ötesine giden biyokimyasal, yapısal ve davranışsal komplekslikler gösterirler. Günümüzün mikroelektronik devrimine uygun olarak, bakterilerin boyutunu basitlikten çok komplekslikle eşit saymak daha mantıklı olabilir." (James Shapiro)





Konunun uzmanlarından, Maryland Üniversitesi Biyoteknoloji Enstitüsü Başkanı Rita Colwell ise, dünya üzerindeki bakteri zenginliğine dair şu sayıları verir:

 

"Sadece 3.000-4.000 bakteri türü tanımlanmıştır. 300.000 kadar bakteri türünün var olabileceği tahmin edilmektedir; fakat bu sayı büyük ihtimalle 3.000.000'a daha yakındır." 86

Çoğu insan bakterileri sadece hastalığa yol açan zararlı varlıklar olarak düşünür. Ancak böyle bir düşünce doğru değildir. Bakterilerin çok az bir bölümü hastalık etkenidir. 87 Elinizdeki kitabın çeşitli bölümlerinde anlattığımız gibi, yeryüzünde yaşamın oluşumu ve sürekliliğinde, canlılık için zorunlu olan hassas dengelerin düzenlenmesinde, bakterilerin olmazsa olmaz bir önemi vardır. 88 Bu gerçek, Chicago Üniversitesi Biyokimya ve Moleküler Biyoloji Bölümü Profesörü James Shapiro tarafından şöyle belirtilir:

"Bakteriler çok küçük olmalarına rağmen, bilimsel tanımlamanın çok ötesine giden biyokimyasal, yapısal ve davranışsal komplekslikler gösterirler. Günümüzün mikroelektronik devrimine uygun olarak, bakterilerin boyutunu basitlikten çok komplekslikle eşit saymak daha mantıklı olabilir... Bakteriler olmaksızın yeryüzünde hayat şu anki haliyle var olamazdı." 89

Hızlı çoğalmalarına, bu kadar küçük ve bu kadar çok olmalarına karşın, bakteriler en ufak bir karışıklığa yer vermeyecek şekilde faaliyet gösterirler. Bunun ise tek bir açıklaması vardır: Yaptıkları son derece kompleks işlerden (örneğin siyanobakterilerce gerçekleştirilen fotosentez gibi) bireylerinin ve türlerinin sayılarına kadar bakterilerle ilgili her türlü detay, onları yaratan Allah'ın dilediği ve belirlediği şekildedir. Nerede, ne zaman ve hangi sayıda olmaları gerektiğini bilen ve planlayan; onları yeryüzündeki dengelerin düzenlenmesinde ve dünyanın insan yaşamı için elverişli bir ortam olmasında vesile kılan Allah'tır.

 


Dipnotlar



2 David Tilman, Causes, consequences and ethics of biodiversity, Nature, vol. 405, 11 Mayıs 2000, s. 208-211.

3 E.O. Wilson, Introduction , s. 1, Marjorie L. Reaka-Kudla, Don E. Wilson, Edward O. Wilson (editors), Biodiversity II, Joseph Henry Press, Washington D.C., 1997.

4 Encyclopedia Britannica 2001 Deluxe Edition CD, “The importance of the biosphere.

5 Edward O. Wilson, Doğanın Gizli Bahçesi, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, Çev: Aslı Biçen, 2000, s. 142, 157-158.

6 Thomas E. Lovejoy, “Biodiversity: What Is It?, s. 7, Marjorie L. Reaka-Kudla, Don E. Wilson, Edward O. Wilson (editors), Biodiversity II, Joseph Henry Press, Washington D.C., 1997.

7 Q.D. Wheeler, J. Cracraft, “Taxonomic Preparedness: Are We Ready to Meet the Biodiversity Challenge, s. 436, Marjorie L. Reaka-Kudla, Don E. Wilson, Edward O. Wilson (editors), Biodiversity II, Joseph Henry Press, Washington D.C., 1997.

8 Taylor H. Ricketts, “Conservation Biology and Biodiversity, Encyclopedia of Life Sciences, 2001, ğ.els.net.

9 Alessandro Minelli, “Diversity of Life, Encyclopedia of Life Sciences, 2000, ğ.els.net.

10 M. Encarta Encyclopedia 2001 Deluxe Edition CD, “Biodiversity.

11 Encyclopedia Britannica 2001 Deluxe Edition CD, “Evolution.

12 E.O. Wilson, “The Current State of Biological Diversity, s. 14, E.O. Wilson, F.M. Peter (editors), Biodiversity, National Academy Press, Washington D.C., 1988.

13 E.O. Wilson, “Introduction, s. 2, Marjorie L. Reaka-Kudla, Don E. Wilson, Edward O. Wilson (editors), Biodiversity II, Joseph Henry Press, Washington D.C., 1997.

14 Andy Purvis, Andy Hector, “Getting the measure of biodiversity, Nature, vol. 405, 11 Mayıs 2000, s. 212-219.

15 Taylor H. Ricketts, “Conservation Biology and Biodiversity, Encyclopedia of Life Sciences, 2001, ğ.els.net; V.H. Heywood, Global Biodiversity Assessment, Cambridge, United Nations Environment Programme, 1995.

16 Alessandro Minelli, “Diversity of Life, Encyclopedia of Life Sciences, 2000, ğ.els.net.

17 N. Myers, R.A. Mittermeier, C.G. Mittermeier, G.A.B. Da Fonseca, J. Kent, “Biodiversity hotspots for conservation priorities, Nature, vol. 403, 24 Şubat 2000, s. 853-858.

18 The Species 2000 Organisation, “About Species 2000, http://ğ.sp2000.org/aboutsp2000.html.

19 Species 2000, Indexing the World’s Known Species, http://ğ.sp2000.org/.

20 Andrew Lawler, “Up for the Count?, Science, Vol. 294, 26 Ekim 2001, s. 769-770.

21 “What is IBOY?, http://ğ.nrel.colostate.edu/IBOY/what.html.

22 “Scientists Launch The International Biodiversity Observation Year (IBOY) To Raise Awareness Of Biodiversity, Science Daily Magazine, 2001, http://ğ.sciencedaily.com/releases/2001/01/010103072716.htm

23 All Species Foundation, 2002, http://ğ.all-species.org/.

24 Andrew Lawler, “Up for the Count?, Science, Vol. 294, 26 Ekim 2001, s. 769-770.

25 E.O. Wilson, “Introduction, s. 2, Marjorie L. Reaka-Kudla, Don E. Wilson, Edward O. Wilson (editors), Biodiversity II, Joseph Henry Press, Washington D.C., 1997.

26 Peter H. Raven, “Our Diminishing Tropical Forests, s. 119, E.O. Wilson, F.M. Peter (editors), Biodiversity, National Academy Press, Washington D.C., 1988.

27 Alessandro Minelli, “Diversity of Life, Encyclopedia of Life Sciences, 2000, ğ.els.net.

28 “Skeletons In The Closet: One Fifth Of Species Names May Be Invalid, Science Daily Magazine, 14/11/2001, http://ğ.sciencedaily.com/releases/2001/11/011114071056.htm.

29 “How Many Species Are There?, World Resources Institute, 2001, http://ğ.wri.org/wri/biodiv/b02-gbs.html.

30 Norman Myers, “The Rich Diversity of Biodiversity Issues, s. 125, Marjorie L. Reaka-Kudla, Don E. Wilson, Edward O. Wilson (editors), Biodiversity II, Joseph Henry Press, Washington D.C., 1997.

31 Nigel E. Stork, “Measuring Global Biodiversity and Its Decline, s. 41, 61, Marjorie L. Reaka-Kudla, Don E. Wilson, Edward O. Wilson (editors), Biodiversity II, Joseph Henry Press, Washington D.C., 1997.

32 Ayşe Turak, “Doğaya Sıcak Bakmak, Bilim ve Teknik, Aralık 2000, s. 63.

33 Biyolojik Çeşitlilik Haritası, National Geographic Maps, Ekim 2001.

34 M. Encarta Encyclopedia 2001 Deluxe Edition CD, “Biodiversity.

35 Edward O. Wilson, Doğanın Gizli Bahçesi,

TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, Çev: Aslı Biçen, 2000, s. 182-183.

36 John Whitfield, “All Creatures Great and Small, Nature, vol. 413, 27 Eylül 2001, s. 344.

37 “Biosphere 2 Center Background, Columbia University, 2002, http://ğ.bio2.edu/history.htm.

38 Joel E. Cohen, David Tilman, “Biosphere 2 and Biodiversity—The Lessons So Far, Science, Vol. 274, No. 5290, 15 Kasım 1996, s. 1150-1151.

39 G.C. Daily, S. Alexander, P.R. Ehrlich, L. Goulder, J. Lubchenco, P.A. Matson, H.A. Mooney, S. Postel, S.H. Schneider, D. Tilman, G.M. Woodwell, “Ecosystem Services: Benefits Supplied to Human Societies by Natural Ecosystems, 2002, http://esa.sdsc.edu/daily.htm.

40 Joel E. Cohen, David Tilman, “Biosphere 2 and Biodiversity—The Lessons So Far, Science, Vol. 274, No. 5290, 15 Kasım 1996, s. 1150-1151.

41 Thomas E. Lovejoy, “Biodiversity: What Is It?, s. 8, Marjorie L. Reaka-Kudla, Don E. Wilson, Edward O. Wilson (editors), Biodiversity II, Joseph Henry Press, Washington D.C., 1997.

42 M. Encarta Encyclopedia 2001 Deluxe Edition CD, “Rain Forest.

43 M. Encarta Encyclopedia 2001 Deluxe Edition CD, “Amazonian Biodiversity.

44 E.O. Wilson, “The Current State of Biological Diversity, s. 9, E.O. Wilson, F.M. Peter (editors), Biodiversity, National Academy Press, Washington D.C., 1988.

45 Çağlar Sunay, “Yitirilmekte Olan Cennet Amazon, Bilim ve Teknik, Nisan 1999, s. 75.

46 Alessandro Minelli, “Diversity of Life, Encyclopedia of Life Sciences, 2000, ğ.els.net.

47 Terry L. Erwin, “Biodiversity at Its Utmost: Tropical Forest Beetles, s. 27-40, Marjorie L. Reaka-Kudla, Don E. Wilson, Edward O. Wilson (editors), Biodiversity II, Joseph Henry Press, Washington D.C., 1997; “How Many Species Are There?, World Resources Institute, 2001, http://ğ.wri.org/wri/biodiv/b02-gbs.html.

48 Encyclopedia Britannica 2001 Deluxe Edition CD, “Environment, Tropical Forest.

49 Edward O. Wilson, Doğanın Gizli Bahçesi, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, Çev: Aslı Biçen, 2000, s. 134.

50 Çağlar Sunay, “Yitirilmekte Olan Cennet Amazon, Bilim ve Teknik, Nisan 1999, s. 75.

51 M. Encarta Encyclopedia 2001 Deluxe Edition CD, “Rain Forest.

52 D.H. Janzen, “How to be a fig, Annu. Rev. Ecol. Systemat., Vol. 10, 1979, s. 13-51.

53 M. Encarta Encyclopedia 2001 Deluxe Edition CD, “Butterflies and Moths.

54 Virginia Morell, “On the Origin of (Amazonian) Species, Discover, Nisan 1997.

55 M. Encarta Encyclopedia 2001 Deluxe Edition CD, “Great Barrier Reef; Douglas Chadwick, “Kingdom of Coral, National Geographic, 2002, http://ğ.nationalgeographic.com/ngm/0101/feature2/index.html.

56 M.L. Reaka-Kudla, “The Global Biodiversity of Coral Reefs: A Comparison With Rain Forests, s. 93-94, 102, Marjorie L. Reaka-Kudla, Don E. Wilson, Edward O. Wilson (editors), Biodiversity II, Joseph Henry Press, Washington D.C., 1997.

57 Sarah Graham, “Scientists Explain How Corals Thrive in Nutrient-Poor Waters, Scientific American, 18 Ekim 2001, http://ğ.sciam.com/news/101801/1.html.

58 C. Darwin, The Structure and Distribution of Coral Reefs, Smith, Elder & Company, London, 1842.

59 C. Richter, M. Wunsch, M. Rasheed, I. Kötter, M.I. Badran, “Endoscopic exploration of Red Sea coral reefs reveals dense populations of cavity-dwelling sponges, Nature, vol. 413, 18 Ekim 2001, s. 726-730.

60 Douglas H. Chadwick, “Coral in Peril, National Geographic, Ocak 1999, s. 30-37.

61 Justin Marshall, “Why are Reef Fish So Colorful?, Scientific American Presents: The Oceans, Ağustos 1998.

62 Justin Marshall, “Why are Reef Fish So Colorful?, Scientific American Presents: The Oceans, Ağustos 1998.

63 Ayşegül Yılmaz Günenç, “Mercan Kayalıklarında, Bilim ve Teknik, Ekim 1999, s. 82.

64 Ayşegül Yılmaz Günenç, “Mercan Kayalıklarında, Bilim ve Teknik, Ekim 1999, s. 82.

65 Justin Marshall, “Why are Reef Fish So Colorful?, Scientific American Presents: The Oceans, Ağustos 1998.

66 Norman Macbeth, Darwin Retried: An Appeal to Reason, Boston: Gambit, 1971, s.101.

67 J.F. Grassle, N.J. Maciolek, “Deep-Sea Species Richness: Regional and Local Diversity Estimates From Quantitative Bottom Samples, American Naturalist, vol. 139, 1992, s. 313-341.

68 Marcia Collie, Julie Russo, “Deep-Sea

Biodiversity and the Impacts of Ocean Dumping, 2000, http://ğ.oar.noaa.gov/spotlite/archive/spot_oceandumping.html.

69 J.F. Grassle, N.J. Maciolek, “Deep-Sea Species Richness: Regional and Local Diversity Estimates From Quantitative Bottom Samples, American Naturalist, vol. 139, 1992, s. 313-341.

70 G.C.B. Poore, G.D.F. Wilson, “Marine Species Richness, Nature, vol. 361, 1993, s. 579.

71 Francesco Canganella, Chiaki Kato, “Deep Ocean Ecosystems, Encyclopedia of Life Sciences, 2001, ğ.els.net.

72 Raşit Gürdilek, “Dünyayı Kurtaran Mikroplar, Bilim ve Teknik, Eylül 2001, s. 10.

73 Carl Zimmer, “Inconceivable Bugs Eat Methane on the Ocean Floor, Science, vol. 293, 20 Temmuz 2001, s. 418-419.

74 David Whitehouse, “The Microbes That Rule the World, BBC News Online, 28 Eylül 2001, http://news.bbc.co.uk/hi/english/sci/tech/newsid_1569000/1569264.stm.

75 “Researchers Find Glass-Eating Microbes at the Rock Bottom of the Food Chain, Scripps Institution of Oceanography, 2001, http://scrippsnews.ucsd.edu/releases2001/staudigel_rockeaters.html; Editors’ Choice: Highlights of the recent literature, Science, Vol. 293, Number 5539, 28 Eylül 2001.

76 Francesco Canganella, “Hydrothermal Vent Communities, Encyclopedia of Life Sciences, 2000, ğ.els.net.

77 “Sea Connections, Smithsonian Center for Education and Museum Studies, 2001, http://educate.si.edu/lessons/currkits/ocean/connect/essay.html.

78 “Sea Connections, Smithsonian Center for Education and Museum Studies, 2001, http://educate.si.edu/lessons/currkits/ocean/connect/essay.html.

79 Richard O. Roblin, “Resources for Biodiversity in Living Collections and the Challenges of Assessing Microbial Biodiversity, s. 467, Marjorie L. Reaka-Kudla, Don E. Wilson, Edward O. Wilson (editors), Biodiversity II, Joseph Henry Press, Washington D.C., 1997.

80 M. Encarta Encyclopedia 2001 Deluxe Edition CD, “Bacteria.

81 Tom Fenchel, “Bacterial Ecology, Encyclopedia of Life Sciences, 2000, ğ.els.net.

82 Zuhal Özer, “Bağırsak İçin Bakteri Kapsülleri, Bilim ve Teknik, Nisan 1997.

83 Robert F. Service, “Microbiologists Explore Life’s Rich, Hidden Kingdoms, Science, Vol. 275, Number 5307, 21 Mart 1997, s. 1740-1750.

84 Robert F. Service, “Microbiologists Explore Life’s Rich, Hidden Kingdoms, Science, Vol. 275, Number 5307, 21 Mart 1997, s. 1740-1750.

85 Edward O. Wilson, Doğanın Gizli Bahçesi, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, Çev: Aslı Biçen, 2000, s. 158.

86 R.R. Colwell, “Microbial Biodiversity and Biotechnology, s. 282, Marjorie L. Reaka-Kudla, Don E. Wilson, Edward O. Wilson (editors), Biodiversity II, Joseph Henry Press, Washington D.C., 1997.

87 M. Encarta Encyclopedia, 2001 Deluxe Edition CD, “Bacteria.

88 Norman R. Pace, “Microbial Diversity and the Biosphere, s. 117, Peter H. Raven, Tania Williams (editors), Nature and Human Society, National Academy Press, Washington D.C., 2000.

89 James A. Shapiro, “Bacteria as Multicellular Organisms, Scientific American, Haziran 1988, s. 82.

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü