Harun Yahya


Yaprağın İçinde Neler Oluyor?



Önceki konularda da örneklerini gördüğümüz gibi yaprak, üstün bir ilim ve sanatla yaratılmış bir tasarım harikasıdır. Birkaç milimetre kalınlığındaki herhangi bir yaprak, bir fabrika kadar büyütülseydi ve biz de onun içinde dolaşabilseydik, gördüklerimiz karşısında şaşkınlığa düşerdik. Örneğin küçük bir maydanoz yaprağının içinde dahi çok gelişmiş ve her tarafı sarmış bir boru ağı, yirmiden fazla kimyasal madde üreten ve bunları depolayan kimya merkezleri, güneş enerjisini hiç durmadan şekere çeviren enerji santralleri, bu işi başlatan güneş kolektörleri, her noktada karşımıza çıkan hava kontrol merkezleri, çok güçlü bir güvenlik ve haberleşme sistemi ve daha ne işe yaradığını bilim adamlarının da anlayamadığı pek çok bölümü içeren dev bir kimyasal tesisle karşılaşırdık.




yaprak, fabrika




Yapraklarda her an gerçekleşen işlemler, en son teknoloji kullanılarak kurulan dev tesislerde bile gerçekleştirilemeyecek kadar komplekstir.





Burada çalışanları durdurup bilgi almak ise mümkün değildir. Çünkü yağ, karbon ve hidrojen gibi maddelerden oluşmuş işçilerin ne konuşacak ağızları, ne bizi görecek gözleri, ne söylediklerimizi kavrayıp anlayacak beyinleri ne de durup bize cevap verecek vakitleri vardır. İlk bakışta hiçbir tereddüte yer bırakmadan anlaşılan ise bu sistemin, sistemde çalışan işçilerin, sistemin kullandığı bütün malzemenin ve ürünlerin üstün bir aklın ve ilmin eseri olduğu gerçeğidir.

Bitkilerde merkezi sinir sistemi ve bu sistemi kontrol eden bir beyin yoktur. Bu yüzden bitkinin her parçası bir diğerinden bağımsız olarak gelişir, buna rağmen her parça ve her doku inanılmaz bir uyum ve işbirliği sergilemektedir. Bitki içinde hücrelerin nasıl haberleştiği, hücrelerin neden farklı dokular oluşturduğu henüz tam olarak çözülememiştir. Bu farklı yapıları oluştururken ortaya çıkan emir komuta zinciri ise bir sır olmaya devam etmektedir.32

Yaprakta görülen kusursuz tasarımın temel elemanları hücrelerdir. Aslında biz bitkinin özelliklerinden ve faaliyetlerinden söz ederken, bitki hücrelerinin özellik ve faaliyetlerini anlatırız. Bitkinin yapısını oluşturanlar da hücrelerdir. Bitkiyi meydana getiren bu hücreler, zamanı geldiğinde farklı dokular oluşturmaya başlarlar. Bazıları biraraya gelerek yaprak ve yaprak damarlarını, bazıları bitkiyi ayakta tutan odunsu yapıyı, bazıları ise kimyasal işlemleri gerçekleştiren dokuları oluştururlar. Her doku belirli bir tasarıma, belirli bir göreve ve yapıya sahiptir. Hücrelerdeki bu farklılaşma sonucunda ortaya çıkan yeni organlar ise birbirlerini tamamlayarak yeni bir tasarımın parçaları haline gelirler. Bütün canlılarda meydana gelen ve aynı hücrelerin farklı görevlere göre farklı yapılara dönüşme süreci, bilinçli ve üstün bir tasarımın önemli delillerinden biridir.




bitki hücresi, organel, ribozom, mitokondri, stoplazma, golgi, endoplazmik retikulum, çekirdek, selüloz, hücre zarı


1- ribozomlar
2- merkezi boşluk
3- mitokondri
4- kloroplast
5- stoplazma
6- çekirdek
7- çekirdekçik
8- golgi cisimciği
9- endoplazmik retikulum
10- komşu hücre duvarı
11- hücre zarı
12- selüloz hücre duvarı

Kesiti görülen bu bitki hücresindeki organellerin tümü görevlerini eksiksiz yerine getirir. Güneş ışığını nasıl kullanıp besini nasıl üreteceklerini, nasıl haberleşeceklerini çok iyi bilirler. Her parçası ayrı fonksiyonlara ve farklı bir tasarıma sahip olan bitki hücreleri Allah'ın ilminin bir benzerinin olmadığının delillerindendir.





Yaprağı oluşturan dokular güneş ışığını maksimum toplayacak, her türlü dış etkiye dayanabilecek, en az malzemeyle en fazla işlem yapabilecek şekilde tasarlanmıştır. Ayrıca yaprak bir kağıt inceliğinde olmasına rağmen içine sığdırılmış olan milyonlarca özel hücreyi koruyacak ve içindeki kompleks ve yoğun trafiği kontrol edecek yapılarla donatılmıştır. Bu dokulardan bazılarını daha yakından görelim:


Yaprağın Bölümleri



Üst ve alt epidermis (yaprağın kabuğu): Bu iki hücre katmanı mumsu dokuyu oluştururlar. Yaprağın en dış kısmını oluşturan bu doku çok farklı bir yapıya sahiptir. Özel hücreler tarafından üretilen mumsu yapı, yaprağın üzerinde su geçirmez bir tabaka oluşturur. Böylece aşırı su kaybını engeller. Güneş ışığını yansıtır. Bitkinin gözenekleri kapandığında, bu doku sayesinde bitki bir balon gibi içindeki havayı ve sıvıları hapsedebilir. Epidermis tamamen transparandır.

Mezofil : Bu dokunun da çok önemli işlevleri vardır. Fotosentez yapan iki hücre katmanından meydana gelir: "Palisad mezofil" (sütun şeklindeki hücreler) çubuksu hücrelerden oluşur, "süngerimsi mezofil" ise küresel hücrelerden meydana gelir. Bu hücreler fotosentez tesisleri olan klorofilleri barındırırlar. Bunun dışında çeşitli görevler için de özel yapılara sahiptirler.




yaprak kesit, epidermis, mezofil, kloroplast, gözenek, floem, ksilem




Her yaprak, resimde de görülen birçok farklı parçadan oluşur ve her parçanın bitki için hayati önem taşıyan görevleri vardır.




 




1- yaprak kesiti
2- üst epidermis
3- palisad mezofil (yaprağın yumuşak iç dokusu)
4- süngerimsi mezofil
5- alt epidermis
6- gözcü hücre
7- gözenek



8- terleme (en az su potansiyeli)
9- paket kılıfı
10- floem (damar dokularının kalburlu borular kısmı)
11- ksilem (odunsu doku-en yüksek su potansiyeli)
(sağ alt resimde kloroplast kesiti görülmektedir.)


kloroplast




Hava boşlukları : Hem süngerimsi hem de çubuksu mezofil (yaprakların yumuşak iç dokusu) hücrelerinin arasında hava boşlukları vardır. Süngerimsi mezofildeki hava boşlukları daha büyük ve "stoma" adı verilen hava deliklerine daha yakındır. Ancak bu yerleşim gelişigüzel değildir. Bu sayede süngerimsi mezofil ihtiyacı fazla olduğu için, çubuksu mezofile göre daha fazla karbondioksit alır.

ayçiçeğiGözenek (stoma): Bunlar yaprağın alt yüzündeki küçük deliklerdir. Yapraklarının üst yüzeyinde gözeneğe sahip olan birkaç bitki de vardır. Bu gözenekler yaprağın en özel parçalarından biridir. Yaprağın dış dünyayla bağlantı kuran kapısı gibi, yaprağa havadan giren gazları, yapraktan çıkacak buharı, yaprağın içindeki basıncı denetlerler. Bunun yanında diğer görevleri ve açılıp kapanmasını sağlayan gözcü hücreleriyle birlikte bir tasarım harikasıdırlar.

Bir ağaç daha fazla veya daha az hava almak istediğinde, yapraklarındaki burun delikleri gibi ayarlanabilen bu gözenekleri kullanır. Bunlar yaprağın yüzeyinde, özellikle de alt kısımda yer alan çok sayıdaki gözle görülemeyen mikroskobik açıklıklardır. Bunların her biri nem, ısı ve ışık gibi şartlarda otomatik olarak uyarılmak yerine, bir çift nöbetçi hücre tarafından kontrol edilir. Havanın çok kuru ve sıcak olduğu zamanlarda gözenekler sadece aralık kalırlar; ama nem, nöbetçi hücreleri şişirdiğinde aralıklarını artırmaya başlarlar.

Soğuk ve yağmurlu havalarda ise gözenekler tamamen açılırlar; böylece kloroplastın havaya buharlaştırmak üzere fazla nemi olur. Kloroplast ise, ihtiyaç duyduğu havayı ve besini, gözeneklerden gelen güneş ışığı sayesinde karbondioksidi emerek elde eder. Yaprak yüzeyinin 1 milimetrekaresinde 50-700 kadar gözenek olabilir. Bir yaprağın tamamında ise gözenek sayısı milyonları bulabilir. Örneğin ayçiçeğinin tek bir yaprağında 13 milyon stoma sayılmıştır. Bu milyonlarca kapının her biri kendi başına hareket eden hücreler tarafından kapatılır veya açılır.33

İnsanların bu tür sistemler için karar veren haberleşme ve karar mekanizmaları varken, tek bir yerden kontrol edilmeyen ve sadece sıradan bir hücre olan bu yapıların yaptıkları işin ne kadar şaşırtıcı olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.

Fotosentez sırasında üretilen oksijen de sadece açık bir stomadan çıkarak yaprağı terk edebilir. Bu gaz alışverişi sırasında büyük miktarlarda su kaybı da yaşanmaktadır. Yaprak yüzeyinin %1'ini kaplayan stomalar kaybedilen suyun %90'ından sorumludur. Mesela pamuk ağaçları, sıcak çöl günlerinde, saatte 400 litre civarında su kaybederler. Bu gibi çevresel faktörler de stomanın açılıp kapanmasını etkiler. Su miktarı, yaprak için uygun olan kritik noktanın altına düştüğünde kalan suyun buharlaşmasını önlemek için stoma kapanır. Stomaların açılıp kapanmasını kontrol eden gözcü hücreler içlerine potasyum iyonları aldıklarında, su hücrenin içine girer ve hücrenin şişmesine yol açar; böylece stoma açılır. Potasyum hücreyi terk ettiğinde ise su da hücreden çıkar ve stoma kapanır. Bu sistem, yapraktaki suyun basıncına göre, "absisik asit" adı verilen bir hormon tarafından düzenlenir ve yönetilir.34

Çoğu bitkinin stoması gündüz açılıp gece kapansa da, bazı türlerin stoması gündüz kapanır, gece açılır. Bu türler genelde sıcak, kuru iklimlerde yaşayan kaktüs, ananas gibi bitkilerdir. Bu bitkiler geceleyin karbondioksiti içine alır ve 4-karbon asidine dönüştürür. Gündüz ise, stoma kapalı olduğunda, asitten karbondioksit açığa çıkar ve hemen fotosentezde kullanılır. Bu işlemin adına "crassulacean asit metabolizması" denir. Böyle bitkilere de "CAM" bitkiler adı verilir.35

Yaprağın bölümlerinin arasında yalnızca stoma incelendiğinde bile insanda hayret uyandıran bir tasarım görülür. Bu birim, sadece kapıyı bekleyen bir bekçi değil, tek başına karar verebilen bir güvenlik merkezi, dışarıdaki ve içerideki ortamı aynı anda denetleyen bir meteoroloji uzmanı ve bitkinin tamamından haberdar olan bir acil çıkış noktasıdır.




stoma, potasyum, gözcü hücre




a. Bir stoma açılırken önce potasyum, sonra su, gözcü hücrenin içine girer. Bu, basıncı artırır ve stomanın açılmasına neden olur.
b. Bir stoma kapanırken, önce potasyum, sonra su hücreyi terk eder. Bu, basıncı düşürür ve stomanın kapanmasına neden olur.





1-gözcü hücre (sağ resim, stomanın açık hali)





Damarsal kümeler: Yaprağın ortasından geçen ana damarın adı "midrib"tir. Bu damar ve ondan çıkarak yaprak yüzeyini kaplayan diğer damarlar damarsal kümelerden meydana gelir. "Ksilem", yaprak içinde çok önemli görevlere sahip odunsu bir dokudur. Bütün bitki içinde, vücudumuzdaki damarların görevini gören bu doku aldığı çeşitli görevlere göre değişik yapılar kazanır. Örneğin topraktan su ve mineral tuzlarını getirir; bazen depo görevindedir; bazen de oldukça sert bir odun haline gelerek bitkiye destek olur.36

Bu damarların bitki ve yaprak içindeki dağılımları gelişigüzel değildir. Her yaprak ve yapraktaki her damar belirli bir tasarıma ve biçime sahiptir. Yaprağın düz ve dik durmasını sağlayan bu damarlar yaptıkları görev için belirli fiziksel formüllere uymaktadırlar.

Floem (damar dokularının kalburlu boru kısmı): Bu borular aminoasit gibi organik besinleri yaprağa getirir, ayrıca şekerli sıvıyı yapraktan dışarı taşır. Fotosentezle üretilen glikoz, sakaroza çevrilir ve "floem" ile bitkinin diğer bölümlerine taşınır ya da nişastaya çevrilip depolanır.37

Bitkinin hazine sandığı, "vakuol": Bitki hücresinin önemli bir bileşeni ise içi sulu bir karışımla dolu, hücreye ince bir zarla bağlı bir kese olan vakuoldür. Bu kesenin içindeki hücre özsuyu genellikle hafif asidiktir ve ergimiş atmosferik gazlar, organik asitler, şekerler, pigmentler, parfümlerin ve aromatik kokuların kaynağı olan uçucu yağlar, ilaç için kullanılan glikozitler, zehirli özellikleriyle bilinen alkaloitler, kristaller, mineral asit tuzları, bitkinin öz suyunda bulunan kauçuk, çay bitkisinde daha fazla görülen tanenler, çiçeklerin ve meyvelerin mavi, mor, sarı, erguvan rengini veren boya maddeleri flavonlar ve antosyanlardan ve daha nicelerinden oluşur. Bütün bu maddeler gözle görülmeyen bir hücrenin içindeki, ancak elektron mikroskobuyla görülebilen bir mekanda birbirlerine karışmadan, görev zamanlarının gelmesini beklemektedirler.

Vakuol dolu olduğunda hücrenin içerikleri hücre duvarına basınç uygular, hücreyi şişik bir futbol topu gibi katı (veya şişkin) hale getirir ve sitoplazmayı hücre duvarlarına doğru iterek bitkinin dik durmasının sağlar. Kalın hücre duvarı ve odunsu gövde şeklindeki mekanik destekten yoksun otsul bitkiler, dik durabilmek için işte bu iç su baskısını kullanırlar; eğer bunu yapamazlarsa bitki solar. Vakuol aynı zamanda bir kısım reaksiyon için gerekli olan ıslaklık derecesini ve hücrenin ışığa göre eğilim hareketlerini ayarlar.38




ananas, pamuk bitkisi




Ananas bitkisi (sağda) ve pamuk bitkisi (solda)





Vakuolün içindeki maddeler nasıl olup da biraraya geliyor ve birbirlerine karışmadan depolanabiliyorlar? Mesela bir kap alıp içerisine çeşitli parfümler, yağlar, alkoller, şekerli sular, çeşit çeşit boyalar, sıvı kauçuk, tuzlu su gibi maddeler koyarsak bu maddeler kısa bir süre sonra birbirine karışır. Eğer bu maddeleri balon gibi bir malzemenin içine doldurursak maddelerin karışması daha hızlı olur. Daha sonra ihtiyacımız olduğunda bu maddeleri balondan dışarı çıkartmaya çalışırsak bir sonuç elde edemeyiz. Artık bu maddeleri yeniden kullanılır hale getirmemiz için bir kimya laboratuvarında ayrıştırma işlemine başvurmamız gerekir. İşte vakuoller ilk yaratıldıkları günden beri bu karmaşık işlemi hiç hata yapmadan gerçekleştirirler. Çiçekler renkleneceği zaman boyayı, koku üretileceği zaman parfümleri çıkartıp gerekli yerlere gerekli miktarlarda ulaştırırlar.

Bu işlemleri kusursuz bir şekilde gerçekleştiren vakuol hücreleri, diğer hücreler gibi karbon, hidrojen, oksijen gibi maddelerden oluşmuş ve ancak mikroskopla görülebilecek organizmalardır. Bu hücreler bir depocu gibi iş görmelerine rağmen, depocunun sahip olduğu hiçbir özelliğe sahip değildirler. Yani hangi ürünleri kabul edeceğini, bunları nereye yerleştireceğini, bu ürünlerin nereden geldiğini, nereye gideceğini biliyormuş gibi davranmasına rağmen, aslında bunları görecek ve tanıyacak organlara sahip değildir. Bir başka deyişle biz bir ağacı alıp, değerli maddeleri sakladığımız bir deponun önüne dikip, onu bu maddelerin geliş gidişinden sorumlu yapamayız. İşte vakuol hücresi de, bu şuursuz bitkinin yine şuursuz ve gözle görülemeyecek kadar küçük bir parçasıdır. Yaptığı bütün işleri kendi iradesi ve aklıyla değil, onu yaratan Allah nasıl ilham ettiyse o şekilde otomatik olarak gerçekleştirmektedir.




yaprak kesit, epidermis, mezofil, kloroplast, gözenek, floem, ksilem




Yapraklar sade dış görünümlerine rağmen fotosentez gibi kompleks bir işlemi gerçekleştirebilecek yapıları bünyelerinde barındırırlar.





1- yaprağın orta damarı
2- kuvvetlenen hücreler
3- kütikül
4- mezofil



5- hava boşluğu
6- paket kılıfı
7- ksilem
8- floem



9 - alt epidermis
10 - kuvvetlenen hücreler
11 - gözenek
a - üst epidermis ( parmaklık tabakası)





Bu saydıklarımız dışında yaprak içinde farklı görevler almış daha birçok yapı vardır. Bu yapıların her biri yukarıda sayılan bölümler gibi kompleks yapılara sahiptirler. İncecik bir yaprakta biraraya gelen bu sistemler daha ileride de göreceğimiz gibi canlı hayatı için çok önemli bir işlem olan fotosentezi gerçekleştirip dünyayı yaşanacak bir hale getirirler. Sonuçta bitkinin hangi parçasını ele alırsak alalım, belirli bir amaç için tasarlanmış olan özel bir makinanın hassas bir parçasını incelemiş oluruz. Bu tasarımda işe yaramayan, görevi olmayan tek bir doku dahi söz konusu değildir. Her biri kendi içinde farklı bir göreve sahip olan değişik sistemler biraraya gelerek ortak bir amaç için uyumlu bir çalışma yapmaktadırlar.

Kendi kendine çalışan, yakıt olarak hava ve su kullanan, tek hedefi hizmet olan, her koşulda her ortamda kendi kopyalarını üretebilen, hayati özelliklerinin yanında kokusu, rengi ve şekliyle, üstün bir sanat eseri olan bu muhteşem makina, Allah'ın sonsuz ilminin ve hayranlık uyandırıcı sanatının bir örneğidir.




göcü hücre, ksilem, kök tüyü

floem boruları




1-kaynak: yaprak hücreleri
2-aktif taşıma
3-floem (damar dokularının kalburlu borular kısmı)
4-ksilem

A. Besin molekülleri (erir maddeler) aktif şekilde kaynaktan floemlere taşınırlar. Bu da oradaki su potansiyelini azaltır ve suyun odunsu dokudan pasif şekilde floeme girmesine neden olur.
B. Yukarıdaki artan hidrostatik basınç floemdeki öz suyun taşınmasına neden olur.
C. Besin molekülleri aktif bir şekilde kök hücrelerine taşınırlar. Bu da oradaki su potansiyelini azaltır ve suyun pasif şekilde odunsu doku içerisinde akmasına neden olur.





1-gözcü hücre
2-gözenek
3-terleme
4-ksilem
5-ksilem (odunsu doku)
6-ksilem
7-kök tüyü
8-su

A. yaprağın dışındaki hava: en düşük su potansiyeli
B. kökün dışındaki toprak: en yüksek su potansiyeli



(sol şema) Ksilem boruları bitkinin en önemli desteklerindendir. Bu odunsu doku, bitkinin dik durmasını sağlayan sert yapısının yanı sıra, topraktan su ve mineral tuzlarını taşıma fonksiyonuna da sahiptir.
 

(sağ şema) Floem isimli borular, besinleri yaprağa getirirken, şekerli sıvıyı yapraktan dışarı taşırlar. Yandaki resimde, bu taşıma işleminin ayrıntıları görülmektedir.





 




vakuol, çekirdek, vakuol, ribozom, endoplazmik retikulum, kloroplast, plazma zarı, golgi cisimciği, hücre duvarı




Vakuol, bitki hücresine bağlı küçücük bir kesedir. Gözle görülmeyecek kadar küçük hücreden çok daha küçük olan bu kesenin içinde uçucu yağlardan organik asitlere kadar onlarca madde birarada depolanmıştır.

Vakuol denen keselerin dolu olması, bitkinin dik durmasını sağlar.





1-çekirdek
2-nişasta tanesi
3-granüllü endoplazmik retikulum
4-ribozomlar



5-vakuol (hücre boşluğu)
6-prolamellar kitlesi
7-golgi cisimciği
8-hücre duvarı



9-kloroplastlar
10-hücreler arası boşluk
11- plazma zarı





 

Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir; şu halde O'na ibadet et ve O'na ibadette kararlı ol. Hiç O'nun adaşı olan birini biliyor musun? İnsan demektedir ki: 'Ben öldükten sonra mı, gerçekten diri olarak çıkarılacağım?' İnsan önceden, hiçbir şey değilken, gerçekten bizim onu yaratmış bulunduğumuzu (hiç) düşünmüyor mu?
(Meryem Suresi, 65-67)


Evrimcilerin Mantıksızlıkları



bitki, fotosentez

Görüldüğü gibi bir bitkiye son derece milimetrik hesaplarla sığdırılmış kompleks yapılar vardır. Yapraklardaki tüm kompleks sistemler milyonlarca yıldır aynı kusursuzlukla işlemektedir. Peki bu sistemler nasıl olup da bu kadar küçük bir alana sığdırılabilmiştir? Yapraklardaki kompleks tasarım nasıl oluşmuştur? Bu kadar mükemmel ve örneksiz bir tasarımın kendi kendine oluşması mümkün müdür?

Evrimcilerin yaprakların oluşumu ile ilgili olarak ortaya attıkları teorilerden biri olan "Telome Teorisi"ne göre yapraklar, sözde ilkel damarlı bitkilerin ayrılmış dallarının birleşmesi ve yassılaşması ile gelişmiştir.39  Ancak, yeryüzünde trilyonlarca yapraktan tek bir tanesinin yapısındaki olağanüstü kompleks sistem dahi bu iddianın mantıksızlığını ispatlamaya yeter. Dahası, bu teori bir-iki tane kolay soruyla bile çürütülebilecek kadar temelsizdir. Örneğin:

- Bu dallar niçin birleşme ve yassılaşma gereği duymuşlardır?

- Bu birleşme ve yassılaşma nasıl bir süreç sonucunda gerçekleşmiştir?

- Dallar ne tür tesadüfler sonucunda yapı ve tasarım olarak tamamen farklı yapıdaki yapraklara dönüşmüşlerdir?

- Sözde ilkel damarlı bitkilerden nasıl olup da binlerce çeşitteki bitkiler, ağaçlar, çiçekler, otlar ortaya çıkmıştır?

- Böyle bir çeşitliliğe neden ihtiyaç duyulmuştur?

- Bu ilkel damarlı bitkiler nasıl olup da yoktan var olabilmişlerdir?

Bugüne kadar hiçbir evrimci, bu soruların sadece birine dahi mantıklı ve bilimsel bir cevap verememiştir.


Gökleri ve yeri yaratan, onların bir benzerini yaratmağa kadir değil mi? Elbette (öyledir); O, yaratandır, bilendir. Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: 'Ol' demesidir; o da hemen oluverir. Herşeyin melekutu (hükümranlık ve mülkü) elinde bulunan (Allah) ne yücedir.
Siz O'na döndürüleceksiniz.
(Yasin Suresi, 81-83)


Teorinin içinde bulunduğu çıkmazı anlayan bazı evrimciler, bu sefer de bitkilerin kökeni hakkında yeni bir mantıksız iddia ortaya atmışlardır. Bu iddialarına da, bilimsel bir görünüm verebilmek için her zaman yaptıkları gibi Latince bir isim vermişlerdir: "Enation Teorisi". Yaratılış gerçeğini bir türlü kabul edemeyen evrimcilerin bu teorilerine göre  yapraklar, bitki saplarının tomurcuklarından evrimleşmiştir.40 Bu iddiayı da yine sorular sorarak inceleyelim:

- Nasıl olup da gövdenin belirli yerlerinde bir yaprak oluşturmak üzere tomurcuk gibi bir yapı meydana gelmiştir?

- Daha sonra tomurcuklar nasıl yapraklara dönüşmüşlerdir? Üstelik de sayısız çeşide sahip kusursuz bir yapıya sahip olan yapraklara…

- Biraz daha geriye gidelim. Tomurcukların çıktığı dallar ve hatta bu dalların bağlı olduğu bitkiler nasıl oluşmuştur?

- Tomurcukların bazı cinslerde yapraklara, bazılarındaysa çiçeğe ve zamanla meyveye dönüşmesini sağlayan kompleks mekanizmalar rastlantıların eseri olabilir mi?




bitki, ışık, acetabularia, tere




Bitkiler ışığa yönelmelerini sağlayan algılayıcılara sahiptir. Bu algılayıcılar bir saat gibi çalışarak bitkilerin, ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde hareket etmelerini sağlar. Solda görülen şemsiye şeklindeki Acetabularia ile üstte görülen tere bu bitkilerdendir.





Evrimciler her konuda olduğu gibi bitkilerin varoluşu konusunda da bütünüyle hayal gücüne dayalı senaryolardan başka bir açıklama üretemezler.

Gerçekte her iki teorinin de anlatmak istediği özetle şudur: Bitkiler evrimcilere göre tesadüfen gelişen olaylar sonucunda ortaya çıkmışlardır. Tesadüfen tomurcuklar, dallar oluşmuş, bir başka tesadüf olmuş ve klorofil kloroplastın içinde var olmuş, başka tesadüflerle yapraktaki tabakalar oluşmuş, tesadüfler tesadüfleri kovalamış ve sonunda kusursuz ve son derece özel yapısıyla yapraklar ortaya çıkmıştır.

Bu arada yaprakta tesadüfen oluştuğu iddia edilen bu yapıların hepsinin aynı anda ortaya çıkması gerektiği de göz ardı edilmemesi gereken bir gerçektir. Çünkü, yapraktaki yapı ve sistemlerin hepsi iç içe geçmiş ve birbirine bağlı olduğundan, tek bir tanesinin ya da birkaçının tesadüfler sonucunda ortaya çıkmış olması bir anlam ifade etmeyecektir. Çünkü eksik parçalarla sistem çalışmayacaktır. Bunun sonucunda da, yeni tesadüflerle diğer eksik parçaların tamamlanmasını bekleyemeden bitkiler yaşamlarını ve nesillerini sürdüremeyecek ve yok olacaklardır. Bu yüzden bitkinin yaşamını sürdürebilmesi için kökündeki, dallarındaki ve yapraklarındaki kompleks sistemlerin hepsinin aynı anda var olması gerekmektedir.

Evrim teorisine göre kullanılmayan organlar yok olurlar. Görüldüğü gibi evrimcilerin bu kuralı, yine kendilerinin öne sürdükleri, "uzun zaman içinde ardı ardına gelen küçük tesadüflerle canlıları oluşturan parçaların ortaya çıktığı" iddiası ile açıkça çelişmektedir. Çünkü tüm parçaları tamamlanıncaya dek işlemeyen kompleks bir sistemin birkaç parçasının başlangıçta oluştuğunu varsaysak dahi, bunların uzun zaman içinde hayali "şanslı" tesadüflerin yardımıyla eksik parçaların tamamlanmasını beklemeleri söz konusu değildir.




bitkilerin biyolojik saati, selüloz dolaşımı




Bitkilerin biyolojik saatiyle ilgili yapılan bir deneyde 24 saat boyunca bir kızıl ötesi kamerayla bitkiler izlenmiştir. Bitkide sabahları yoğun bir selüloz dolaşımı gözlenmiş (altta) öğleden sonra ise bu dolaşım azalmış ve büyüme neredeyse durmuştur. (üstte)





Çünkü bütün parçalar tamamlanıncaya dek daha önceden oluştuğu varsayılan parçalar ya da organlar kendi başlarına hiçbir işe yaramayacak ve evrimcilerin "dollo" kuralına göre yok olacaklardır.

Dolayısıyla evrimin, zaman içinde meydana gelen küçük tesadüflerle bir canlının ya da canlılardaki kompleks bir sistemin oluştuğu iddiası hem akla hem mantığa hem de bilime aykırı olduğu gibi, evrimcilerin kendi koydukları kurallarla da çelişmektedir. Bu durumda geriye tek bir seçenek kalmaktadır: Canlılar bütün kompleks yapı ve sistemleriyle bir anda, eksiksiz ve kusursuz olarak ortaya çıkmışlardır. Bu da, onları sonsuz bir güç ve ilim sahibi olan Allah'ın yarattığı anlamına gelmektedir.

Yeryüzündeki her canlıda olduğu gibi bitkilerde de tam anlamıyla kusursuz sistemler kurulmuştur ve ilk yaratıldıkları andan itibaren özelliklerinde hiçbir değişiklik olmadan günümüze kadar gelmişlerdir. Yapraklarını dökmelerinden kendilerini Güneş'e çevirmelerine, yeşil renklerinden gövdelerindeki odunsu yapıya, köklerinin varlığından meyvelerinin oluşmasına kadar tüm yapıları örneksizdir. Daha iyi sistemlerin oluşturulması hatta benzerlerinin oluşturulması (örneğin fotosentez işlemi) günümüz teknolojisiyle bile mümkün değildir.


Bitkilerdeki Duyular



Bitkinin içine biraz daha yakından baktığımızda çok ilginç sistemlerle karşılaşırız. Bu sistemlerin en önemlilerinden biri, bitkilerin içindeki tepki mekanizmalarıdır. Yani dışarıdan bakınca ne ağzı, ne gözü, ne de bir sinir sistemi olan bitkiler, yeri geldiğinde bazı duyular konusunda insandan bile hassas olabilmektedir. Bitkilerin bizim gibi gözleri yoktur, ama bizim gördüğümüzden daha fazlasını görürler. Çünkü onların ışığa duyarlı bileşiklerden oluşmuş proteinleri vardır. Bu sayede bizim gördüğümüz ve göremediğimiz bütün dalga boylarını algıladıkları gibi, ışığa karşı duyarlılıkları insan gözününkinden daha fazladır.41

Bitkiler bu görme yeteneklerini kullanarak büyümek ve hayatta kalmak için gerekli olan; ışığın yoğunluğu, kalitesi, yönü ve periyodu gibi koşulları tespit ederler. Bitkinin bir günlük hayat düzeni kendini ışığa göre kuran bir "iç saat"in kontrolündedir. Bu aşamada neler olduğunu bilimsel olarak açıklamak gerekirse, bitkide ışığı görmekle görevli iki protein ailesi bulunur. Bu iki aileden biri, beş farklı çeşidi olan "fitokrom", diğeri ise iki farklı çeşidiyle "kriptokrom" adlı proteinlerdir. Bu proteinler aynı zamanda ışığı algılayabilen birer ışık reseptörüdürler. Bu sayede bitkinin içindeki saati, ışığın her an yaptığı değişikliklere göre kurmakla görevlidirler.42




venüs bitkisi




Venüs bitkisi etçil bir bitkidir ve dokunma duyusunu kullanarak avlanır.





Bitkiler sadece güneş ışığıyla yaşayamazlar; ihtiyaçları olan besinleri tatmak için dilleri yoktur ama yine de bunu başarmaları gerekir. Tat duyusu, topraktan mineral ve besinleri alan bitki kökleri için çok önemlidir. Arabidopsis (tere otu) adlı bitkide yapılan araştırmalarda, bir genin nitrat ve amonyum tuzlarının bol olarak bulunduğu yerleri tespit ettiği ortaya çıkarılmıştır. Bu gen sayesinde kökler gelişigüzel değil, besin yönünde gelişerek bilinçli bir hareket sergilemektedir. Nitratları tespit eden bu gen ANR1'dir.43




mimoza bitkisi




Mimoza bitkisi de dokunma duyusuna sahip bitkilerdendir.





Bu gen dışında, Teksas Üniversitesi'nde yapılan diğer bir araştırmada "apiraz" adlı yeni bir enzim keşfedilmiştir. Kök yüzeyinde bulunan bu enzim, mantar gibi toprağa karışmış mikroorganizmaların ürettiği ATP'yi (adenozin trifosfat) tadabilmektedir. ATP molekülü doğada her zaman hazır olan kısa süreli bir enerji rezervidir. Apiraz, bitkinin ATP'yi alıp fosfat besinlerine dönüştürmesini daha sonra da emmesini sağlar.44 Bitkilerin bir çöpçü gibi hücre dışındaki ATP'yi toplayıp kullanılır hale getirmesi ise yeni keşfedilmiş bir mucizedir.




giberellik asit, bitki hormonu,




Giberellik asit bir bitki hormonudur ve bitkilerin büyümesini kontrol eder. Solda bu hormonun verildiği, sağda ise giberellik asit verilmemiş bitkiler arasındaki fark görülüyor.
(sol resim) turp filizi





Tatma duyusu gibi dokunma duyusu da bitkilerde çok sık rastladığımız algılardandır. Venüs (Dionaea muscipula) gibi etçil bitkiler, üzerlerine konan böceği bir anda yakalarlar. Mimoza (Mimosa pudica) bitkisi ise en hafif dokunuşta bile ince yapraklarını aşağı doğru indirir. Bezelye ve fasulye gibi tırmanıcı bitkiler hassas dokunma duyuları sayesinde filizlerini sağlam desteklerin etrafına sararlar. Son yapılan araştırmalarda neredeyse bütün bitkilerin bu dokunma duyusuna sahip oldukları ortaya çıkmıştır.45

Bitkiler genelde yapraklara büyük zarar verebilecek rüzgarın şiddetine karşı da dokunma duyusunu kullanırlar. Rüzgar altında kalan bitkiler dokularını sertleştirerek tepki verir ve böylece şiddetli rüzgarlarda kırılmaktan kurtulurlar. Araştırmacılar, dokunma duyusunun güçlendirilmiş doku üretimine nasıl yol açtığını halen bulmaya çalışmaktadırlar. En çok üzerinde durulan teoriye göre, bitki sallandığında kalsiyum iyonları, hücrede kimyasal depo işlevi gören geniş odalardan yani vakuollerden hücre sıvısına geçer. Bu kalsiyum akışı bitki hareket ettiğinde veya bitkiye dokunulduğunda meydana gelen ilk harekettir. Bu hareket, saniyenin onda biri gibi bir hızla gerçekleşir. Daha sonra kalsiyum iyonlarının akışı hücre duvarlarının güçlendirilmesiyle ilgili olan genleri harekete geçirir ve son derece kompleks bir süreç sonunda dokunulan bölgede kalınlaşma olur.46

Bir bitkinin yaşayabilmek için ihtiyacı olan tüm özelliklere son derece kompleks sistemler sayesinde sahip olması, tek bir bitkinin tek bir yaprağının dahi tesadüfen oluşamayacağını görmek ve kavramak için yeterlidir. Bitki hücreleri, beyni, eli, gözü, şuuru ve bilgisi olmayan gözle görülemeyecek kadar küçük varlıklardır.

turp kökü

Bu varlıkların, "rüzgarda bitkiyi nasıl kurtarabiliriz?" diye düşünüp bir yöntem geliştirmeleri imkansızdır. Üstelik bu, iç içe geçmiş ve domino taşlarının birbirini yıkması gibi birbirini aktif hale getiren parçalardan oluşmuş bir sistemdir. Bu sistemi ne hücreler kendi akıl ve iradeleriyle oluşturabilirler, ne de tesadüfler böyle kusursuz bir plan ve tasarım yaratabilirler. Tüm bunlar, sonsuz bir ilim ve akıl sahibi olan Allah'ın varlığının delillerindendir.

Başta North Carolina Wake Forest Üniversitesi olmak üzere çeşitli merkezlerde yapılan araştırmaların sonucunda, bitkilerin belirli bir ses frekansını veya titreşimi algılayabildiklerinin düşünüldüğü belirtildi. Örneğin, Wake Forest'da yapılan bir deneyde, normal filizlenme oranı %20 olan turp tohumlarının, belirli bir frekanstaki sese uzun süre tabi tutulduklarında, filizlenme oranlarının %80-90 civarında arttığı görülmüştür. Araştırmacılar, elongasyon (uzama) ve tohum filizlenmesinde aracılık eden "giberellik asit" adlı bitki hormonunun, "işitmeden" de sorumlu olduğunu düşünmektedirler.47

Bu aşamada unutmamamız gereken bir nokta vardır. Bitkilerin beyni ya da sinir sistemi yoktur. Yani bir insan bir nesneye dokunduğunda, onu gördüğünde veya tattığında sinir sistemi ve onun bağlı olduğu beyinde belirli mesajlaşmalar ve komutlar serisi devreye girer. Hafıza, idrak, gibi unsurların da devreye girmesiyle bilinçli bir hareket için karar alınır. Oysa bitkiler böyle bir sinir sistemi, beyin, idrak ve hafızaya sahip değildirler. Ancak buna rağmen, son derece bilinçli davranışlara sahiptirler. Adeta görüyor gibi belli bir yöne dönmekte, dokunuyor gibi kendilerine en uygun zemini bulabilmekte veya tat alabiliyormuş gibi topraktaki birçok madde içinden kendilerine yarayan maddeleri seçebilmektedirler. Dışarıdan bakınca bilinçli yapıldığı görülen hareketlerin ardındaki akıl, elbette kendilerine değil, onları üstün bir akılla yaratmış olan Allah'a aittir.


Akılcı Savunma Sistemi



Bitkiler kendilerini savunmak için çok çeşitli yollara başvururlar. Mekanik savunmada diken, kabuk gibi unsurlar kullanmalarına rağmen, bu silahların etkili olmadığı düşmanlar için özel yöntemler kullanırlar. Bitkilerin böyle durumlarda kullanmak üzere ürettikleri zehirli veya kötü tadı olan kimyasal silahları vardır. Buna verilecek en iyi örnek ısırganlardaki üstün savunma sistemidir. Asetilkolin ve histamin adlı kimyasallar harika bir mekanizmayla "enjeksiyon tüylerinde" biraraya getirilerek, bitkinin içinde stratejik noktalara yerleştirilmiştir. Bu bitkilere dokunulduğunda kimyasallar devreye girerek can yakıcı sıvıyı enjekte ederler.48




ısırganların kimyasal savunma sistemleri vardır.




Isırganların (solda) kimyasal bir savunma sistemleri vardır. Bu bitki türünün enjeksiyon tüylerinde (üstte) çeşitli kimyasal maddeler birarada bulunur. Bitkiye dokunulduğunda ise, bu kimyasallar dokunan canlıya acı veren bir sıvıya dönüşür.





3000 farklı bitki ailesinde 10.000'den fazla  alkaloid adı verilen zehir çeşidi tespit edilmiştir. Zaten küçük olan hacimlerinde bu kimyasalları depolamak kullanışlı olmadığı için birçok bitki alkaloid, fenol ve terpen gibi kimyasalları sadece ihtiyaçları olduğu zaman üretirler. Çok güçlü etkilere sahip olan bu kimyasallardan dopamin, serotonin ve asetilkolin, insanın merkezi sinir sistemindeki sinirsel taşıyıcılarıyla çok yakın yapısal benzerliklere sahiptirler. Hastalıklarda, ameliyatlarda acıları ve ağrıları dindiren ilaçların büyük bir kısmı bu maddelerden üretilmektedir.49




Yaratılış, bitki, deney, tasarım, bitki




Kendilerini korumak için kimyasalları birleştirerek zehir elde eden ve bunu en etkili olacak yere yerleştiren elbette bitkilerin kendileri değildir.

Allah'ın bu canlılarda yarattığı tasarımlar sayesinde bütün bunlar gerçekleşir. Bir insanın eğitim almadan yapamayacağı işleri bitkilere yaptıran yüce Allah'tır.





Bir kimya mühendisinin veya bir eczacının bazı kimyasalları biraraya getirerek, farklı kimyasal maddeler veya ilaçlar üretmesi insan için şaşırtıcı veya hayret verici bir olay değildir. Çünkü insan akıl, bilinç ve bilgi sahibi bir varlıktır. Üstelik, bunları yapabilmek için yıllarca kimya veya ecza eğitimi almıştır. Ayrıca, birçok teknik donanıma sahip bir kimya laboratuvarı da hizmetindedir. Ancak, çoğu kereler yanından geçerken önemsemediğiniz, yeşil, topraktan çıkan bir bitkinin, kendi bedeninde, dışarıdan hiçbir müdahale olmadan, kendi iradesi ve kararı ile kimyasal maddeler üretmesi elbette ki hayret verici bir olaydır. Üstelik, her bitki kendi yapısına ve kullanımına uygun bir kimyasalı, en uygun zamanda, sadece ihtiyacı olduğunda üretmektedir.

Bitkinin bu davranışında akıl, bilinç, irade, ani karar verme ve uygulama, bilgi, ve teknoloji vardır. Ve bitkiler bunu daha yeryüzünde ne bir insan, ne bir kimyacı, ne de teknoloji olmadığı zamanlardan beri, milyarlarca yıldır gerçekleştirmektedirler. Peki, bir bitkiye, topraktan çıkan herhangi bir ota bu yetenekleri veren, onu bu olağanüstü özelliklerle donatan güç nedir? Bitkiler hakkında öğrendiğimiz her bilgi, tek başına bize Allah'ın varlığını, gücünü ve sonsuz aklını göstemektedir. Ve insanoğlu, Allah'ın sonsuz ilmi ile yarattığı bu canlılar hakkında hala bir şeyler öğrenmeye devam etmektedir.

Son zamanlarda araştırmacılar, bitkinin diğer bölümlerine yardım sinyali ulaştırmakla görevli, "jasmonatlar" adı verilen yeni bir kimyasal grubu keşfettiler. Bu sinyal iletim sistemi, memelilerdekine benzer bir şekilde çalışmaktadır: Bir bölgede hasar meydana geldiğinde, vücudun diğer bölümlerinde farklı tepkileri harekete geçiren kimyasalların üretimi başlar.50

Örneğin, kendisini oldukça zehirli nikotinle savunan tütün bitkisinde, saldırı jasmonik asit adı verilen mesajcı maddenin üretimini başlatır. Ya da bir tırtıl bir yaprağı çiğnemeye başladığında yaprak, köke doğru yol alan ve nikotin üretimini başlatan jasmonik asiti daha fazla üretir. Üretilen nikotin, yaprağın ön tarafına geri gönderilir ve bu kimyasalın yoğunluğu arttığı için en inatçı saldırganlar bile vazgeçmek zorunda kalırlar. Bazı yapraklar her 1 gram yaprak dokusunda 120 miligram nikotin taşıyacak kadar üretim yapabilir. Bu miktar 100 adet filtresiz sigaranın içerdiği nikotinden fazladır.51




kimyasal madde, araştırma, teknik aletler




İnsanlar kimyasal maddeleri araştırmalar yaparak, teknik aletler kullanarak üretirler. Bunun için eğitim almaları şarttır. Aynı işlemi bitkiler de yaparlar, hem de hiçbir eğitim almadan ve laboratuvar koşulları olmadan bunu gerçekleştirirler.





Bazı bitkiler böceğin salgılarını tadarak kendilerini hangi tırtılın yediğini anlar ve tırtılın türüne uygun karşılığı verirler. Mısır, pamuk ve pancar yaprakları, güve tırtılı (Spodoptera exigua) ordusuna karşı dışarıdan yardım çağırırlar. Verdikleri "imdat sinyali" üstün bir aklın ve bilginin eseridir. Yapraklar böcek salgısındaki volisitin adlı maddeyi hissettiklerinde, indol ve terpen adı verilen uçucu karışımları salgılarlar; havaya karışan bu kokular parazit avcısı yaban arılarını (Cotesia marginiventris) yaprağa çeker. Veya bir yaprak yaralandığında savunma genlerinin ürettiği "metil jasmonate" adlı maddeyi salgılar, komşu yapraklar da bu maddeyi koklayarak böceklerin saldırısını durduracak veya avcıları çağıracak diğer kimyasalları üretmeye başlarlar. Örneğin bakla bitkisinin herhangi bir yaprağı yara aldığında, (Vicia faba) komşu yapraklar, yaprak bitleriyle beslenen avcı böcekleri çeken bileşikler salgılamaya başlarlar. Böylece, dışarıdan yardım çağırarak düşmanlarından kurtulurlar.52

Bu aşamada kendimize sormamız gereken bazı sorular vardır. Bir bitki nasıl olur da tırtıl gibi bazı zararlı böceklerin yapraklarını yediğini anlar? Binlerce kimyasal bileşik içinde bu böceklerin veya diğer bitkilerin salgılarını nasıl ayırt edebilir? Bu böcekleri yok eden başka böcekler olduğunu ve onları çekmek için belirli kokuların etkili olduğunu, bu kokuların nasıl ve hangi miktarda üretileceğini, rüzgarla havaya karışarak bu böceklerin koku algılarına ulaşacağını nereden bilir? Ayrıca, yardıma çağırdığı böceklerin kendisine zarar vermeyeceklerinden nasıl emin olabilir?

Tüm bunlar, üzerinde düşünülmesi gereken önemli sorulardır. Dahası, bu canlılar, ilk yaratıldıkları andan itibaren, milyonlarca yıldır aynı savunma sistemini kusursuz olarak kullanmaktadırlar.

Elbette bitkinin bu kadar karmaşık işlemi düzenli ve kusursuz bir şekilde organize edecek, hesaplayacak, planlayacak ve gerekli kimyasalları üretecek bir bilinci, aklı ve bilgisi yoktur. Bir bitki ne tırtılı ne de onu yiyen böceği tanır. Hatta kokunun ne olduğunu kavrayacak bir aklı da yoktur. Bitkinin bilme, anlama, tanıma gibi bilinçle ilgili özelliklere sahip olmadığı da ortadadır.

Bütün bu özellikler bitkiye verilmiş, bitkiyle birlikte tasarlanmıştır. Tüm bu tasarımın sahibi ise yerin, göğün ve ikisinin arasında bulunan herşeyin Rabbi olan Allah'tır.




mısır bitkisi, tırtıl

yaprak asalak, tırtıl, toksik moleküller




Bir bitkinin kendisi için zararlı olacak bir böceğin geldiğini anlaması ve bu böceği etkisiz hale getirecek kimyasal formülden haberdar olması bir yaratılış mucizesidir.

a- asalaklı yaprakların dökümü
b- tırtıllara karşı toksik moleküllerinin üretimi
c- böcekleri uzaklaştıran tüylerin oluşması





Mısır bitkisi tırtıllar tarafından saldırıya uğradığında yaban arılarını yardıma çağıracak kimyasallar üretir. Bitkinin sergilediği bu şuur elbette kendine ait değildir. Bitki, Allah'ın kendisine öğrettiği bir yöntem uygulamaktadır.





Yaprakların İlginç Hareketleri






coleus bitkisi, bitki kökleri




Coleus bitkisi, bu resim çekilmeden bir gün önce saksısıyla birlikte yan yatırılmıştır. Ancak bitki, 24 saat sonra, resimde görüldüğü gibi yapraklarını yukarıya doğru uzatmıştır. Bitkilerin, ihtiyaçlarına uygun şekilde hareket etmeleri ve buna uygun olarak tasarlanmış olmaları Allah'ın yaratışının delillerinden biridir.

Bitki kökleri, yaprakların aksine, yerçekimine uygun olarak aşağı doğru uzar.

Bitkiler, köklerinin suyun bulunduğu yönde gelişmesini sağlayan çok özel tasarlanmış sistemlere sahiptirler.





Bir önceki bölümde gördüğümüz gibi bitkiler sanki canlı bir insan gibi gören, dokunan, tat alan sistemlerle donatılmışlardır. Bu duyular tek tek ele alındığında hepsinin mükemmel tasarımlara sahip olduğu görülür. Bitkideki bu sistemlerin sonucu olarak ortaya çıkan çeşitli hareket, büyüme ve savunma mekanizmaları da, algı sistemleri gibi yaratılışın önemli delillerini sergilemektedirler.

Kökleriyle toprağa bağlı olan bitkiler belki bir yere gidemezler ama o kadar da hareketsiz değillerdir. Bitkinin içinde henüz tam olarak anlaşılamayan mekanizmalar, bitkinin ihtiyaçlarına göre tepkiler vermesini sağlar. Bitkiler, sanki gözü olmadan gören, eli olmadan dokunan bir canlı gibi ışığa, suya, besine ulaşmak için ilginç hareketler sergilerler. Her tepki kendi içinde ayrı bir sisteme ve tasarıma sahiptir. Bitkinin maksimum gelişimini sağlamak için tasarlanmış olan bu sistemleri kontrol eden özel enzimler, hormonlar ve özel dokular vardır.

Bitkilerin hareketlerini sağlayan en önemli etkenlerden biri ışığa olan duyarlılıklarıdır. Bitki filizlerindeki ışığa duyarlılık ya da fototropizm (ışığa yönelim) olarak bilinen yardım sistemi, genelde insan gözünün görünür ışığa olan duyarlılığı gibidir. Tüm duyu sistemlerinde olduğu gibi ilk meydana gelen olay uyarıcının, yani ışığın algılanmasıdır. Bu ışığın algılanabilmesi için tek yol, ışığın pigment adı verilen kimyasal materyaller tarafından emilmesidir. Emilim süreci sırasında elde edilen enerji, sonrasında diğer sistemleri çalıştırmak için kullanılacak olan kimyasal enerjiye dönüştürülür. Bitki filizi içindeki ışığa duyarlı yardım sistemi iki aşamadan meydana gelir: İlk aşamada devreye giren mekanizmalar ışık uyarıcısını alır; onu elektriksel ve kimyasal sinyallere dönüştürür. İkinci, yani cevap mekanizması adı verilen aşamada ise dalın büyümesi için gerekli sistemler devreye sokulur, böylece bitki ışığa doğru yönelir.53


Bitkilerin Hareketleri



Bitkiler farklı koşullar altında farklı şekillerde hareket ederler. Tüm hareketleri ise, auksin, gibberellin, sitokinin gibi hormonlar tarafından kontrol edilir. Ancak bu maddelerin kesin çalışma şekilleri henüz tam olarak anlaşılamamıştır. Bitkilerin hareket çeşitleri özetle şöyledir:

Yönelim (tropizm): Işık, yerçekimi, dokunma ve su gibi uyarılara karşı oluşan büyüme tepkileridir.

Kıvrılma: Bitki organlarında, yapraklar ya da çiçeklerde meydana gelir. Güneş'in hareketleri, gün uzunluğu ve dokunma ile gerçekleşen şişkinlik (turgor) basıncı sonucu oluşan bir harekettir.

Morfogenetik tepkiler: Gün uzunluğuna karşı, bitkinin dokusunda meydana gelen değişikliklerdir.

Fotoperiyodizm: Işığın konumuna, gündüz veya gece durumuna göre bitkide meydana gelen değişikliklerdir.54

Geotropizm: Bitkinin ana kökünün aşağı doğru yerçekimi yönünde uzaması hareketidir.

Tigmotropism: Bitkilerin dokunmaya karşı gösterdikleri tepkidir. Daha önce ayrıntılı olarak söz edildiği gibi, bitkiler dışarıdan gelen uyarılara elektriksel ve kimyasal tepkiler verirler. Bunun yanında, kendilerine dokunan desteklerin çevresinde kıvrılma eğilimine de girerler. Tutku çiçeği (Passionflower) gibi sarmaşık bitkileri buna bir örnektir.55

Hidrotropism: Bitki köklerinin su kaynağına doğru yönelmesi hareketidir. Suyun yoğun olmadığı topraklarda bitki kökleri bir sondaj makinesi gibi su bulmak için toprak altı katmanlarına doğru ilerlerler.56




Şemada, bir bitkinin yapraklarının gün içinde aldığı farklı konumlar gösterilmektedir.




Şemada, bir bitkinin yapraklarının gün içinde aldığı farklı konumlar gösterilmektedir. Yapraklar günün ağarmasından önce yükselmeye başlarken, günün kararmasından önce tekrar yapraklarını aşağı indirirler.

a- gündüz
b- gece




1- yukarıya
2- aşağıya

3- yaprağın konumu
4- gün vakitleri




Toprağa dikilen bir bitkinin her organının ayrı bir yönde, ihtiyacına yönelik bir hareket göstermesi olağanüstü ilginç bir olaydır. Bilim adamları, hala bitkinin farklı organlarının "nasıl bir kararla" farklı yönlere doğru hareket ettiklerini açıklayamamaktadırlar. Örneğin bitkinin toprak üstünde kalan kısmı ışığa doğru yönelir. Bitkinin ana kökü ise, yukarıda da belirtildiği gibi, yerçekiminin etkisiyle aşağı doğru uzar. Filizler ise yerçekiminin tersine, yukarıya doğru gelişirler. Bitkinin içinde sanki bir mıknatısın iki ucu gibi bir kutuplaşma vardır.57

Bitkinin en küçük parçası bile bu kutuplaşma etkisini ve hangi parçanın ne yönde gelişeceği bilgisini taşımaktadır. Örneğin siz bir dalı ters tarafından bile dikseniz, köklenme diğer uçtan başlayacaktır.58 Yani bitkinin tohum kısmı aşağı doğru ilerlerken filizler daima zıt yönde yukarıya doğru büyür. Eğer bitkinin yukarı doğru büyüyen filiz kısmını toprağın içine gelecek şekilde ters olarak dikerseniz, köklenme olmayacaktır. Bütün bitkiler için geçerli olan bu kutuplaşma kuralı, bitkiler ilk yaratıldıkları günden beri hiç aksamadan bitkilerin büyüme yönlerini belirler. Ancak bitkinin içinde herhangi bir karar merkezi yoktur. Veya bitkinin içinde yer alan bazı atomlar daha akıllı veya daha bilgili oldukları için diğer atomlara söz dinleten bir konumda değildirler. Hiçbir atom da ne yönde büyüyemeyi gerçekleştireceği konusunda gidip bir otoriteden bilgi veya komut almaz. Bazı hücreler nasıl yaprak, bazıları çiçek, bazıları da dal oluyorsa bitkinin hangi yönde gelişeceği de önceden belirlenmiş bir düzeni takip eder. Bu yüzden aynı bitkiyi dünyanın neresinde ekersek ekelim, aynı şekil ve tatla karşılaşırız. Her bitki ilk yaratıldığı günden beri, kendisini yaratan Allah'ın ilham ettiği kurallara göre hareket etmektedir.




bitki, yaprak, gece, uyku




Mimoza bitkisi, dokunmaya karşı çok duyarlıdır ve tüm yapraklarını, saniyenin onda biri kadar kısa bir sürede kapatabilir. Üstteki resim mimoza rahatsız edilmeden önce çekilmiştir ve bitki, güneş ışınlarını en fazlasıyla almak için yapraklarını olabildiğince açmıştır. Alttaki resim ise mimozaya dokunulduktan sonra çekilmiştir.





 




mimoza bitkisi




Soldaki resim bir bitkinin öğle saatlerindeki görüntüsüdür. Sağdaki resim ise aynı bitkinin gece saatlerinde yaprakları "uyumaya" başladıktan sonraki görüntüsüdür.





Bitkilerin hareketleri de diğer tüm özellikleri gibi, onlar için en ideal şekilde tasarlanmış mekanizmalar sayesinde gerçekleşir. Bu mekanizmaları meydana getirenlerin bitkiyi oluşturan şuursuz atomlar olamayacağı açıktır. Hiçbir atom, bitkinin köklerinin suyun bulunduğu yönde gelişmesini, bitki filizinin ışığa doğru yönelmesini düşünüp akıl edemez. 21. yüzyılda, bilim adamlarının dahi nasıl işlediğini yeni yeni öğrendikleri bu sistemler, milyonlarca yıldır her bitkinin gövdesinde görevlerini hiç aksatmaksızın, Allah'ın yaratışına uygun olarak yerine getirmektedirler.




passiflora bitkisi




Dokunmaya karşı tepki gösteren bitkilerden biri de resimde görülen Passiflore bitkisidir.





Turgor Hareketleri






Bitki hücresinde turgor basıncı




Bitki hücresinde turgor basıncı.





1- H2O
2- hücre duvarı
3- mitokondri
4- koful



5- sitozol
6- koful zarı
7- kloroplast
8- turgor basıncı





Turgor basıncı, bitki içerisinde biriken suyun, hücre duvarlarına yaptığı basınçla ortaya çıkar. Bu su basıncı bir kas etkisi yaparak bitkinin dik ve dolgun gözükmesini sağlar. Sulanmayan çiçeklerin canlılıklarını kaybedip eğilmelerinin sebebi budur. İşte belirli bir uyarıya karşılık olarak ortaya çıkan bazı bitki hareketleri, yapraktaki bu turgor (şişkinlik) basıncının kaybedilmesinin sonucudur. Bu duyarlı bitkiler, çok hızlı solma sürecine sahiptirler. Dokunulduğu zaman bütün yaprak aniden sarkar. Bir yaprak büküldüğü an, uyarı bütün yapraklar bükülene kadar bitkinin tamamını dolaşır. Bu mekanizmada hem elektriksel hem de kimyasal işlemler birarada meydana gelirler. Yaprakçıkların altında "pulvinus" adında, yastığa benzer destek çıkıntıları vardır. Bir yaprak, dokunma, ısı veya rüzgar uyarısı aldığında, potasyum iyonlarının bir pulvinustan diğerine dolaştığı zincirleme bir reaksiyon başlar.

Bunu ise, pulvinusun bir yarısındaki "parankima" hücrelerinde bulunan su moleküllerinin diğer yarıma doğru başlattıkları hızlı bir mekik hareketi izler. Bu hareket suyun sebep olduğu şişkinlik basıncının kaybına, dolayısıyla bütün yaprağın eğilmesine yol açar. Bütün işlem birkaç saniye içinde gerçekleşir.59

Bu basınç değişimi bazı etçil bitkilerin kurdukları tuzağın kapanmasına yol açan sistemde de kullanılmaktadır.60 İnsan vücudundaki kaslar ne kadar önemli bir görev görüyorsa, bitkilerde de bu basınç çok önemli bir görev görmektedir. Metrelerce yükseklikteki ağaçların en tepelerinde bulunan yapraklara bitki gövdesindeki özel kanallarla hayret verici bir mekanizma kullanılarak çıkarılan su, kendisi için ayrılmış boşlukları doldurur. Yaprak mumsu dokuyla kaplı olduğu ve gözenekleri de sadece belirli miktarlardaki basınçlarda açıldığı için, hiç hava geçirmeyen bir balon gibi şişer. İnsan vücudunda sayısız doku, sinir, lif yapıları kullanılarak tasarlanmış olan kas sistemi, bitkide suyun basıncına göre dizayn edilmiş organlar kullanılarak tasarlanmıştır. Suyu kökten, henüz tam olarak keşfedilemeyen ama hidrofora benzer bir sistemle emen lifler, suyu bitkinin her parçasına taşıyan boru hatları, havadaki ve topraktaki uygun nem oranları, yaprakta suyu depolayan ya da fotosentez için kullanan organlar, harikulade bir tasarımın bölümlerini meydana getirirler.

Bu sistem ilk yaratılan bitkiden itibaren aynı şekilde işlemektedir. Bu sisteme ait tek bir organ olmadığında bitki yaşayamaz.

Dolayısıyla hiçbir bitki evrimcilerin iddia ettiği gibi kademeli olarak evrimleşmiş olamaz. Tüm bu bilgiler, bitkilerin tüm parçaları, yapıları ve hücreleriyle birlikte, bir bütün olarak tasarlandıklarını ve yaratıldıklarını göstermektedir.




bitkiler, hidrolik basınç




Bitkilerde iç hidrolik basınç çok önemlidir. Örneğin soldaki saksı çiçeği, susuz bırakılmış ve hücre basıncı sıfıra düşürülmüştür. Ancak aynı çiçek sulandıktan 30 dakika sonra tekrar iç basıncını kazanmış ve hemen alttaki resimde görüldüğü gibi canlanmıştır.





 




turgor hareketi, pulvinus, bitki, yaprak




A. pulvinus; yaprağın altındaki destek çıkıntısı
B. pulvinus kesiti; hücrelerin yaprak rahatsız edilmeden önceki konumu
C. pulvinus kesiti; turgor kaybı ile yaprağın düşmesi





1- pulvinus
2- sap
 


3- turgor tutan hücreler
4- turgor kaybeden hücreler

5- damarlı doku
6- pulvinus




Bitki İçindeki Haberleşme



Yakın zamanda, aynı ağacın farklı dallarında daha önce fark edilmemiş olan bir ilişki olduğu botanikçilerin dikkatini çekti. Örneğin bir çam ağacının en üst kısmı kesilince, hemen alttaki yan dalların kaybolan kısmı tamamlar gibi yukarı doğru eğildikleri ve birkaç büyüme dönemi içinde yukarı doğru tırmandıkları gözlendi. Daha önce yan dal olan bu parçalar, ağacın üst kısmını oluşturması için dallardan birinin daha fazla büyümesine imkan tanırlar ve bunun için kenara doğru açılırlar. Seçilen dal sanki kendisinin bunun için seçildiğini biliyormuş gibi, dalların ortasına yani merkez pozisyona hakim olarak yönelir. Peki diğer dallar, bu dalın ağacın tepesini oluşturmak için seçildiğini nereden bilmektedirler? Hangi dalın nasıl seçildiği ve diğerlerinin bu seçime neden ve nasıl uydukları bilim adamlarını düşündürmeye devam etmektedir. Onların emin oldukları tek şey dalların arasında anlamadıkları bir çeşit ortaklığın olduğudur.61 
Aslında sadece dallar arasında değil organizmanın tamamında bir ortaklık vardır. Başka bir örnek de ağaçların içindeki görev dağılımıdır. Söğüt ağacı gibi belli bir cins ağacın dallarından herhangi birini baharda kesip nemli toprağa ekerseniz, kök ve filiz çıkarır. Bu yalnızca bir organizma değil, aynı zamanda bir organizasyondur. Köklerin hangi bölgeden çıkartılması gerektiği, filizin hangi bölgeden sürgün vermesi gerektiği bitki hücreleri tarafından adeta bilinmektedir. Ağacın küçük bir parçası bile, ağaca dair bütün ayrıntıları bilircesine hareket eder.

Bitkiler üzerinde yapılan araştırmalar çok önemli bir mucizenin de ortaya çıkmasını sağlamıştır. Şuursuz bitkilerin şuursuz hücreleri arasında kurulu bir haberleşme sistemi vardır. Tıpkı insan ve hayvan hücreleri gibi bitki hücreleri de birbirleri ile haberleşmekte ve böylece toplu olarak hareket etmektedirler.


Hormonlar



Hormon, canlılarda yaşam için gerekli olan sistemleri düzenleyen bir protein türüdür. Bitki hücrelerinde de çeşitli hormonlar üretilir. Bu hormonlar bitkinin karşılaştığı iyi veya kötü koşullarda nasıl davranılması gerektiğini belirlemek için yaratılmış mucizevi moleküllerdir.

Örneğin yeni filizler iyi durumda, ama kök zor durumdaysa (bol ışık ama az su olduğu bir ortam) bitkinin daha güçlü ve daha çok köke ihtiyacı var demektir. Bitkinin içine öyle mükemmel bir sistem yerleştirilmiştir ki, gerekli önlem hemen alınır. Bitki hücreleri "auksin" isimli bir hormonun üretimini artırırlar. Bu hormon kök hücrelerine ulaşır ve bu hücrelere bölünmelerini ve çoğalmalarını emreder. Böylece yeni kökler üretilir.62

Bütün bu bilgiler karşısında bazı sorular sormak gerekir. Auksin hormonunu üreten hücreler, bitkinin toprağın altında kökleri olduğunu ve bu köklerin uzamaları gerektiğini nereden bilirler? Bu köklerin uzamasını sağlayacak kimyasal formülleri nereden öğrenmişlerdir? Kök hücreleri niçin bu hormonun emirlerine uyarlar?

Şuursuz bitki hücrelerinin birbirleri ile haberleşmeleri düşünen insanlar için sergilenmiş çok büyük bir yaratılış mucizesidir.

Hormonlar bitki içinde, sanki fabrika yöneten birer sorumlu müdür gibi görevler almışlardır. "Şeker nereden nereye taşınacak? Hangi yaprak yaşlanıp dökülecek, hangi yaprak beslenecek? Dallar daha ne kadar uzayacak? Çiçek açma vakti geldi mi?" gibi karmaşık sorunları bu gözle görülmeyen canlılar büyük bir ustalıkla çözerler.

Dalların uzamasını kontrol eden gibberellin isimli hormon da 50 farklı çeşidiyle önemli hormonlar arasındadır. Sitokinin adlı hormon ise auksinden çok daha uzak bir bölgeye etki eder. Auksin hormonu köklere etki ederken, sitokinin bitkinin tomurcuklarına etki eder. Tomurcuğun şeklinden de bu hormonun sorumlu olduğu kabul edilir.63 Burada tekrar düşünmek gerekir. Şuursuz bitki hücrelerinin ürettiği şuursuz bir molekül, sayısız hikmet ile yaratılmış bulunan tomurcukların üretiminden sorumlu kabul edilmektedir.

Bütün fotosentez aşamalarını da yöneten bu hormonların esas hayret verici özellikleri ise, merkezi bir sisteme bağlı olmadıkları halde, sanki tek bir yerden emir alıyormuş gibi akıllı ve bilinçli bir şekilde hareket etmeleridir.


Auksin Adlı Mucize



Toprağa atılan küçük bir tohum, birkaç yıl içinde bir fidan, bir süre sonra insan boyunda bir ağaç, onlarca yıl sonra dev bir çınar olur. Peki bitkinin büyümesini ve aynı zamanda orantılı ve estetik olarak gelişmesini sağlayan nedir?

Şuursuz bir bitkinin büyümesinin sorumluluğu bir başka şuursuz varlığa, "auksin" hormonuna verilmiştir. Bu yüzden auksin bitkinin gelişen bölgelerinde daha çok bulunur. Auksin hormonu hayret verici bir şuur ile hareket eder. Auksin, dalları yerçekimine karşı yukarıya, ışığa doğru (fototropizm); kökleri ise yerçekimi yönünde aşağıya doğru yönelterek büyümeyi gerçekleştirir. Hücre bölünmesi, hücrelerin belirli görevlere göre dağılması ve değişiklik göstermeleri, meyve gelişimi, kesik noktalardan kök oluşumu ve yaprak dökümü bu hormonun sorumluluğundadır. Bitkinin büyümesinde ve gelişmesinde birçok açıdan anahtar rol oynayan auksin hormonu gizemli yapısıyla araştırmacıların ilgi odağı olmuştur.




passiflora bitkisi




Oksin hormonu, bitkinin ne yönde ve ne kadar gelişeceğini kontrol eder. Örneğin bitki her yönden ışık aldığında, oksin hormonu sol taraftaki resimde olduğu gibi bitki içinde eşit olarak dağılır ve bitkinin eşit olarak uzamasını sağlar. Işık sadece tek taraftan geldiğinde ise, sağ taraftaki resimde görüldüğü gibi oksin ışık almayan tarafta yoğunlaşır ve burada en fazla uzama meydana gelir.





1- şığa duyarlı organ
2- oksin hücre uzamasını eşit olarak dağıtır (iki tarafta da eşit olarak)
3- gölge olan tarafta daha fazla hücre uzaması



4- ışık alan tarafta oksin eksikliği
5- gölge olan bölgede yoğunlaşmış halde bulunan oksin





A- Işık
B- Yukarıdan gelen ışık
C- Tek taraftan gelen ışık





Bitkinin büyümesinde bir karar merkezi gibi çalışan, bitkinin ne yönde, ne kadar gelişeceğini kontrol eden bu hormonu neyin kontrol ettiğini bulmaya çalışan araştırmacılar içinden çıkılmaz bir problemle karşı karşıya kalmışlardır. Diğer bir soru da bitkinin bütün parçalarının bu maddenin sözünü neden dinlediğidir. Aslında bitki içindeki, ancak disiplinli bir orduda rastlanabilecek bu mükemmel karar ve uygulama mekanizması, sadece tek bir gerçeğin kanıtıdır. Bitki de diğer canlılar gibi yaprağından köklerine varıncaya dek Yaratıcısına boyun eğmiş durumdadır. Kuran'da bu gerçek şöyle bildirilmektedir:


Göklerde ve yerde her ne varsa -isteyerek de olsa, istemeyerek de olsa- Allah'a secde eder.
Sabah akşam gölgeleri de (O'na secde eder).
(Rad Suresi, 15)

... O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)"
(Hud Suresi, 56)


 




Dipnotlar


32 Paul Simons, "The Secret Feelin of Plant", New Scientist, vol 136, sayı 1843, 17 Ekim1992, s.29
33 http://www.rrz.uni-hamburg.de/biologie/b_online/e05/05a.htm
34 http://www.rrz.uni-hamburg.de/biologie/b_online/e32/32f.htm#aba
35 http://botany.about.com/science/botany/library/weekly/aa020498b.htm
36 Kingsley R. Stern, Introductory Plant  Biology, Wm.C.Brown Publishers, USA, 1991, s.55
37 Sylvia S. Mader, Inquiry into Life, Wm. C. Brown Publishers,USA, 1991, s.158-159
38 http://microscopy.fsu.edu/cells/plants/vacuole.html
39 http://www.rrz.uni-hamburg.de/biologie/b_online/ibc99/ibc/abstracts/listen/abstracts/4069.html, http://www.botany.hawaii.edu/faculty/webb/BOT201/Tmispteris/telome1.htm
40 http://www.ucmp.berkeley.edu/plants/lycophyta/lycomm.html
41 Bilim ve Teknik, Bitkilerin Duyuları, Haziran 2000, s.71
42 Paul Simons, "The Secret Feeling of Plant", New Scientist, vol 136 sayı 1843, 17 Ekim 1992, s. 29
http://www.rrz.uni-hamburg.de/biologie/b_online/e30/30b.htm
43 http://www.biology.leeds.ac.uk/centres/LIBA/cps/zhang.htm
44 http://www.esb.utexas.edu/roux/
45 http://www.rrz.uni-hamburg.de/biologie/b_online/e32/32d.htm
46 http://www3.telus.net/Chad/pulvinus.htm
47 "Sensitive Flower", New Scientist, 26 Eylül 1998, s.24
48 Dr. Sara Akdik, Botanik, Şirketi Mürettibiye Basımevi, İstanbul, 1961, s.13
49 http://waynesword.palomar.edu/ww0703.htm
50 New Scientist, "Pest leave lasting impression on plant", 4 Mart 1995, s.13
51 New Scientist, "Pest leave lasting impression on plant", 4 Mart 1995, s.13
52 Bilim ve Teknik, "Bitkilerin Duyuları", Haziran 2000, s.74-75
53 Malcolm Wilkins, Plantwatching, Facts on File Publications, 1988, s.75-77
54 Kingsley R. Stern, Introductory Plant  Biology, Wm.C.Brown Publishers, USA, 1991, s. 189-190
55 http://gened.emc.maricopa.edu/bio/bio181/BIOBK/BioBookPLANTHORM.html
56 http://www.geocities.com/CapeCanaveral/Hall/1244/colaborationstropism.htm
57 Kingsley R. Stern, Introductory Plant  Biology, Wm.C.Brown Publishers, USA, 1991, s.190
58 http://www.rrz.uni-hamburg.de/biologie/b_online/e32/32c.htm
59 http://waynesword.palomar.edu/carnivor.htm;
Wallace, Sanders , Ferl, Biology The Science of Life, Harper Collins, USA, 1996, sf. 640-641, 660
60 http://waynesword.palomar.edu/carnivor.htm
61 http://www.ultranet.com/~jkimball/BiologyPages/A/Auxin.html
62 http://gened.emc.maricopa.edu/bio/bio181/BIOBK/BioBookPLANTHORM.html; Malcolm Wilkins, Plantwatching, Facts  on File Publications, 1988, s.167-169
63 Malcolm Wilkins, Plantwatching, Facts on File Publications, 1988, s.172-173



 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü