Harun Yahya

Bir Zamanlar Biyolojik Bilgi Bilinmiyordu


Tüm zamanların en popüler sinema yapımlarından biri olan The Matrix serisinin ikincisi olan The Matrix Reloaded'ı izleyenler, filmdeki figüranların birer "yazılım" (software) olarak gösterildiği sahneyi hatırlayacaklardır. Söz konusu sahne aslında her cismin bir yazılım olduğu "Matriks" ortamında geçmektedir. Bir kadına ilaç verilişi gösterilirken, hem kadının hem de ilacın birer yazılım olduğunu DNA,seyircilere daha iyi açıklamak için, hem kadının bedeni hem de ilaç, yeşil dijital  rakam ve harflerden oluşan bir silüet olarak gösterilmektedir. The Matrix Reloaded'ın çeşitli sahnelerinde tekrarlanan bu animasyon, izleyicilere, gördükleri insanların aslında sadece birer yazılım olduğunu kavratmak için kullanılan etkili bir görsel anlatımdır.




Piltdown adamı sahtekarlığı

The Matrix'te insanların kompleks birer "yazılım" olarak gösterilmesi, aslında gerçeklerden çok da uzak bir tasvir değildir.





The Matrix Reloaded'ı izleyen veya izlemeyen çoğu insanın farkında olmadığı gerçek ise, gerçek dünyadaki bedenlerin de aslında bir anlamda birer "yazılım" olduğudur.
Sizin bedeniniz de çok kompleks bir yazılımdır. Eğer bu yazılımı kağıda dökmek isterseniz, büyükçe bir odanın duvarlarını kaplayacak kadar büyük bir kütüphane kurmanız gerekir. Eğer bu yazılımı, bildiğiniz başka yazılımlarla -örneğin bilgisayarınızın Windows veya Mac OS gibi işletim sistemiyle veya farklı programlarıyla- karşılaştırırsanız, sizdekinin kıyaslanamayacak kadar kompleks ve üstün olduğunu görürsünüz. Dahası, bilgisayarınızın işletim sistemi sık sık kilitlenir, donar, yeniden başlatılması gerekir, hatta bazen tüm bilgilerini yitirecek biçimde çöker. Oysa bedeninizin yazılımına siz hayatta olduğunuz süre boyunca hiçbir şey olmaz. Bu yazılımda hata olursa, bunu düzeltmekle görevli olan başka yazılımlar sorunu giderir.
Peki nedir bedeninizdeki yazılım? The Matrix Reloaded'daki gibi yeşil, dijital rakamlar ve harfler mi?
Sizdeki yazılım dijital harf ve rakamlarla değil, moleküllerle yazılmıştır. Bu moleküller, vücudunuzu oluşturan trilyonlarca hücrenin her birinin çekirdeğinde yer alan "DNA" isimli dev molekül zincirinin parçalarıdır.




Piltdown adamı sahtekarlığı

Watson ve Crick (üstte genç, altta yaşlı fotoğrafları) ömürlerini DNA'yı ve kökenini araştırmakla geçirdiler. Crick'in vardığı sonuç, yaşamın kökeninin bir "mucize" olduğunu kabul etmekti.
JamesWatson & Francis Crick



DNA, sizin bedeninizin bütün detaylarını içeren bir bilgi bankasıdır. Bu dev molekül, "baz" adı verilen dört farklı kimyasal maddenin art arda dizilmeleriyle oluşturulmuştur. Bu dört baz, dört harfli bir alfabe gibi, vücutta üretilecek tüm organik moleküllerin bilgisini saklar. Yani bu bazlar rastgele değil, belirli bir bilgiye göre dizilmişlerdir. Bu bilgi kendi içinde cümlelere, paragraflara ayrılır. Bilim adamları bu parçalara "gen" adını verirler. Her gen, vücudunuzdaki farklı detayları -örneğin şeker yediğinizde bunu hücrelerin içine alacak olan insülin hormonunun formülünü veya gözünüzdeki şeffaf kornea hücrelerinin yapısını- tarif eder.

DNA'nın keşfi, bilim tarihindeki en önemli buluşlardan biri olarak kabul edilir. Bu molekülün varlığı ve yapısı 1953 yılında Francis Crick ve James Watson adlı iki genç bilim adamı tarafından belirlenmiştir. O zamandan bu yana geçen yarım yüzyılda ise, bilim dünyasının önemli bir bölümü DNA'yı anlamaya, okumaya, çözümlemeye ve kullanmaya çalışmaktadır. Bu büyük çabadaki en önemli adımlardan biri ise 90'lı yıllarda başlayan ve 2001 yılında sonuçlanan "İnsan Genomu Projesi"dir. Bu projeyi yürüten bilim adamları, "insan genomu"nu (yani insanın tüm genlerinin toplamını) okuyarak bunun eksiksiz bir "dökümünü" çıkarmışlardır.
İnsan Genomu Projesi'nin elbette başta tıp ve genetik mühendisliği olmak üzere çeşitli alanlarda insanlığa büyük yararları olabilecektir. Ama bir o kadar, hatta daha da önemli bir sonucu ise, DNA'nın kökeni hakkında bize bir mesaj vermesidir. Bu mesaj, bizzat genomu keşfedenlerden biri, yani projeyi yürüten Celera şirketinin görevlendirdiği bilim adamlarından Gene Myers tarafından açıklanmıştır.
Myers, San Francisco Chronicle gazetesinde "İnsan Genomu Haritası Bilim Adamları Yaratıcı'dan Söz Ediyor" (Human Genome Map Has Scientists Talking About the Divine) başlığıyla verilen haberde şu yorumu yapmıştır:

Moleküler düzeyde mükemmel bir biçimde kompleksiz... Henüz kendimizi bile anlayamıyoruz ki, bu çok ilginç. Burada metafizik bir element var... Beni asıl şaşırtan şey ise yaşamın mimarisi... Sistem çok kompleks. Sanki dizayn edilmiş gibi... Burada (genomda) muazzam bir akıl var.47



DNA'da yer alan bu bilgi, yaşamı rastlantıların ürünü sayan Darwinizm'i çürütmektedir. Çünkü bu bilgi, Darwinizm'in de temeli materyalist "indirgemeciliği" yıkmaktadır.

İndirgemeciliğin Sonu






Piltdown adamı sahtekarlığı

Doğa olaylarının genetik bilgiyi ürettiğini kabul etmek, tam anlamıyla bir batıl inançtır.





Bilindiği gibi materyalist felsefe, var olan herşeyin sadece madde olduğu iddiasındadır. Bu felsefeye göre, madde sonsuzdan beri vardır, hep var olacaktır ve maddeden başka bir şey de yoktur. Materyalistler, bu iddialarına destek sağlamak için, "indirgemecilik" olarak adlandırılan bir mantık kullanırlar. İndirgemecilik, madde gibi görünmeyen şeylerin de aslında maddesel etkenlerle açıklanabileceği düşüncesidir.
Bunu açıklamak için zihin örneğini verelim. Bilindiği gibi insanın zihni "elle tutulur, gözle görülür" bir şey değildir. Dahası insan beyninde bir "zihin merkezi" de yoktur. Bu durum bizi ister istemez, zihnin madde-ötesi bir kavram olduğu sonucuna götürür. Yani "ben" dediğimiz, düşünen, seven, sinirlenen, üzülen, zevk alan ya da acı çeken varlık, bir koltuk, bir masa ya da bir taş gibi maddesel bir varlık değildir.
Materyalistler ise, zihnin "maddeye indirgenebilir" olduğu iddiasındadır. Materyalist iddiaya göre, bizim düşünmemiz, sevmemiz, üzülmemiz ve tüm diğer zihinsel faaliyetlerimiz, aslında beynimizdeki atomlar arasında meydana gelen kimyasal reaksiyonlardan ibarettir. Bir insanı sevmemiz, beynimizdeki bazı hücrelerdeki bir kimyasal reaksiyon, bir olay karşısında korku duymamız bir başka kimyasal reaksiyondur. Materyalist filozof Karl Vogt, bu mantığı "karaciğer nasıl öd sıvısı salgılıyorsa, beyin de düşünce salgılar" şeklindeki sözüyle ifade etmiştir.48 Oysa elbette öd sıvısı bir maddedir, ama düşüncenin madde olduğunu gösterecek hiçbir kanıt yoktur.
İndirgemecilik bir mantık yürütmedir. Ancak bir mantık yürütme doğru temellere de dayanabilir, yanlış temellere de. Bunu ayırt etmenin önemli yöntemlerinden biri, bilime başvurmaktır. Bu nedenle şunu sormak gerekir: Materyalizmin temel mantığı olan "indirgemecilik", bilimsel verilerle karşılaştırıldığında doğrulanabilir mi?
20. yüzyılda yapılan bütün bilimsel araştırmalar, bütün deney sonuçları ve bütün gözlemler, bu soruya kesinlikle "hayır" cevabı verilmesi gerektiğini göstermektedir.
Alman Federal Fizik ve Teknoloji Enstitüsü'nün yöneticisi Prof. Dr. Werner Gitt, bu konuda şunları söyler:

"Bir kodlama sistemi, her zaman için maddesel olmayan, zihinsel bir sürecin ürünüdür. Bir noktaya dikkat edilmelidir; madde bir bilgi kodu üretemez. Bütün deneyimler, bilginin ortaya çıkması için, özgür iradesini, yargısını ve yaratıcılığını kullanan bir aklın var olması gerektiğini göstermektedir... Maddenin bilgi ortaya çıkarabilmesini sağlayacak hiçbir bilinen doğa kanunu, fiziksel süreç ya da maddesel olay yoktur... Bilginin madde içinde kendi kendine ortaya çıkmasını sağlayacak hiçbir doğa kanunu ve fiziksel süreç yoktur."49



Werner Gitt'in sözleri, aynı zamanda, son 20-30 yıl içinde gelişen ve termodinamiğin bir parçası olarak kabul edilen "Bilgi Teorisi"nin vardığı sonuçlardır. Bilgi teorisi, evrendeki bilginin yapısını ve kökenini araştırır. Bilgi teorisyenlerinin uzun araştırmaları sayesinde varılan sonuç ise şudur: "Bilgi, maddeden ayrı bir şeydir. Maddeye asla indirgenemez. Bilginin ve maddenin kaynağı ayrı ayrı araştırılmalıdır."
Az önce incelediğimiz DNA örneğinde olduğu gibi... DNA'da, bu yapıyı inceleyen bilim adamlarının ifadesiyle "muazzam bir bilgi" vardır. Bu bilgi maddeye indirgenemeyeceğine göre, madde-ötesi bir kaynaktan geliyor olmalıdır.
Evrim teorisinin yaşayan en bilinen savunucularından biri olan George C. Williams, çoğu materyalistin ve evrimcinin görmek istemediği bu gerçeği kabul eder. Williams materyalizmi uzun yıllar boyu katı bir biçimde savunmuştur, ama 1995 tarihli bir yazısında, herşeyin madde olduğunu varsayan materyalist (indirgemeci) yaklaşımın yanlışlığını şöyle ifade etmektedir:

Evrimci biyologlar, iki farklı alan üzerinde çalışmakta olduklarını şimdiye kadar fark edemediler; bu iki alan madde ve bilgidir... Bu iki alan, "indirgemecilik" olarak bildiğimiz formülle asla biraraya getirilemezler... Genler, birer maddesel obje olmaktan çok, birer bilgi paketçiğidir... Biyolojide genler, genotipler ve gen havuzları gibi kavramlardan söz ettiğinizde, bilgi hakkında konuşmuş olursunuz, fiziksel objeler hakkında değil... Bu durum, bilginin ve maddenin var oluşun iki farklı alanı olduğunu göstermektedir ve bu iki farklı alanın kökeni de ayrı ayrı araştırılmalıdır.50



İndirgemecilik, 18. ve 19. yüzyıldaki ilkel bilim düzeyinin bir ürünüdür. Darwinizm'in de temeli olan bu aldanış, yaşamın basit olduğu ve kökeninin rastlantılarla açıklanabileceği varsayımına dayanmıştır. 20. yüzyıl biyolojisi ise, bunun tam aksini göstermektedir. Darwinizm'in günümüzdeki en önemli eleştirmenlerinden biri olarak kabul edilen, Kaliforniya Berkeley Üniversitesi'nden emekli profesör Phillip Johnson, Darwinizm'in canlılığın temeli olan "bilgi"yi göz ardı edişini ve bunun nasıl bir yanılgıya yol açtığını şöyle açıklar:

Darwin sonrası biyoloji, materyalist dogmanın egemenliğine girdiği için, biyologlar organizmaların gerçekte olduklarından çok daha basit olduklarını varsaydılar. (Onlara göre) yaşamın kendisi sadece kimyadan ibaret olmalıydı. Gerekli kimyasalları yanyana getirin ve yaşam oluşsun. DNA'da aynı şekilde yalnızca kimyanın bir ürünü olmalıydı. New Mexico Doğa Tarihi Müzesi'ndeki bir sergi bunu şöyle ifade ediyordu: "Volkanik gazlar + yıldırımlar = DNA = Yaşam." Bu hikaye hakkında soru sorulduğunda ise, müze sorumlusu bunun basitleştirilmiş ama temelinde doğru bir hikaye olduğunu ileri sürmüştü.51



Oysa bu ilkel ve yüzeysel varsayımlar tümüyle boşa çıktı. Kitabın ilk bölümünde de incelediğimiz gibi, yaşamın en temel ve en küçük formu sayılan hücrede bile, daha önceden hayal dahi edilemeyen bir komplekslik ve dolayısıyla muazzam bir "bilgi" olduğu anlaşıldı. Bilgiyi maddeye indirgeme çabasının -ki " Volkanik gazlar + yıldırımlar = DNA = yaşam" formülü bunun bir ifadesiydi- ne kadar büyük bir bilgisizlik olduğu kanıtlandı. Johnson, bilgiyi maddeye indirgemeye çalışan söz konusu "indirgemeci" bilim adamlarının durumunu şöyle açıklıyordu:

İndirgemeci biyologlar gerçekliğe bakmıyorlar, sadece indirgemeci amaçların başarıya ulaşabileceği bir program uyarınca hayata bakıyorlar. Bu, anahtarlarını çalılar arasında kaybeden ama onları sokak lambası altında arayan, kendisine sorulduğunda da "çünkü anahtarları görmek için orada ışık yok" cevabını veren bilinçsiz bir insanın hikayesine benziyor.52





DNA, volkan





Ve bugün giderek daha fazla bilim adamı, anahtarı yanlış yerde aramak yerine, doğru adrese gitmeyi tercih etmektedir. Yaşamın ve yaşamı oluşturan muazzam bilginin kökenini, umutsuz ve sonuçsuz bir çaba içinde, rastlantılarda ve doğa kanunlarında aramak yerine, açık olan gerçeği kabul etmektedirler:
Yaşam, üstün bir yaratılışın ürünüdür. Bilginin hayatımızda çok büyük yer tuttuğu, bilgisayarların ve internetin, yaşamın bir parçası haline geldiği 21. yüzyılda, bu gerçek eskisinden daha da açık olarak ortaya çıkmıştır. Hayatı basit sanan, "biyolojik bilgi"nin varlığını bile fark edemeyen Darwinizm ise, köhne bir 19. yüzyıl fikri olarak tarihe gömülmeye mahkumdur.
Gerçek ise şudur: Dünya üzerindeki canlılığı Allah yaratmış ve hiçbir eksiği olmayacak şekilde düzenlemiştir. Bu, Allah'ın eşsiz yaratma sanatıdır. Allah, insan bedenini de kusursuzca yaratmış, ardından ona Kendi ruhundan üflemiştir. İnsanın sahip olduğu tüm bilinçsel özellikler, örneğin görme, işitme gibi duyular ve düşünme, hissetme, duygu gibi kavramlar, -şuursuz atomların arasındaki etkileşimlerin değil- Allah'ın ona verdiği "Ruh"un yetenekleridir. Kuran'da Allah'ın insana verdiği bu yetenekler insana şöyle hatırlatılır:
De ki: "Sizi inşa eden (yaratan), size kulak, gözler ve gönüller veren O'dur. Ne az şükrediyorsunuz?" (Mülk Suresi, 23)
Her insan, Allah'ın kendisine verdiği ruhu taşır ve her insan herşeyi yoktan var eden Rabbimiz'e karşı sorumludur. Allah, Kuran'da, kendilerini başıboş zannedenlere yaratılışlarını ve ölümden sonra tekrar dirileceklerini şöyle haber verir:
İnsan, 'kendi başına ve sorumsuz' bırakılacağını mı sanıyor? Kendisi, akıtılan meniden bir damla su değil miydi? Sonra bir alak (embriyo) oldu, derken (Allah, onu) yarattı ve bir 'düzen içinde biçim verdi.' Böylece ondan, erkek ve dişi olmak üzere çift kıldı. (Öyleyse Allah,) Ölüleri diriltmeye güç yetiren değil midir? (Kıyamet Suresi, 36-40)


 

Dipnotlar


47- Tom Abate, San Francisco Chronicle, 19, Şubat 2001. http://www.sfgate.com/cgi-bin/article.cgi?file=/chronicle/archive/2001/02/19/BU141026.DTL
48- Encyclopædia Britannica. "Modern Materialism"
49- Werner Gitt. In the Beginning Was Information. CLV, Bielefeld, Germany, ss. 107, 141
50- George C. Williams. The Third Culture: Beyond the Scientific Revolution. (ed. John Brockman). New York, Simon & Schuster, 1995. ss. 42-43
51- Phillip Johnson's Weekly Wedge Update, "DNA Demoted" April 30, 2001, http://www.arn.org/docs/pjweekly/pj_weekly_010430.htm
52- Phillip Johnson's Weekly Wedge Update, "DNA Demoted" April 30, 2001 , http://www.arn.org/docs/pjweekly/pj_weekly_010430.htm


Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü