Harun Yahya


Bölüm 21:
İnsan Hakları, Bildirge Üzerinde Var Ama Gerçek Hayatta Yok



Bu makale, Harakah Daily gazetesinde 19 Aralık 2015 tarihinde, ayrıca Morocco World News haber sitesinde 23 Aralık 2015 tarihinde yayınlanmıştır.

Tüm insanların doğuştan hür ve eşit olduğu prensibi üzerine hazırlanan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, 10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda kabul edildi.
Bu bildirgeyle, milyonlarca masum insanın hayatını kaybettiği I. ve II. Dü̈nya Savaşı gibi felaketlerin bir daha yaşanmaması; siyasi çıkar ve hesaplarını gerçekleştirmede hiçbir engel tanımayan, her türlü hukuki engeli, şiddet ve zor kullanarak aşmayı meşru gören, güç sahibi liderleri durduracak bir mekanizmanın kurulması amaçlanıyordu.
Ancak aradan geçen 67 yıla rağmen, dünya genelindeki manzara Bildirge'nin hedeflediği modelin tam zıt yönünde gelişiyor. Dünyanın birçok ülkesinde insan hakları ihlalleri had safhaya ulaşmış durumda. Ortadoğu bu ihlallerin en yoğun yaşandığı yerlerin başında geliyor. İnsan hakları savunucuları hemen her gün, bu bölgelerdeki insanlık dışı uygulamaları rapor ediyorlar.
Söz konusu raporlarda, dünyada insan hakları ihlallerinin en yoğun yaşandığı 11 ülke baş sırayı çekiyor. Bu ülkeler, ihlallerin şiddetine göre sondan başa doğru; Nijerya, Yemen, Myanmar, Kuzey Kore, Irak, Afganistan, Somali, Pakistan, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Sudan ve Suriye.
Yine bu raporlarda, özellikle son dönemde savaşlarda yaşanan sivil kayıpların; yerleşim bölgelerine pervasızca atılan uçak bombaları, havan topu, roket, varil bombaları ve balistik füze gibi ölümcül silahların patlaması sonucu meydana geldiğine dikkat çekiliyor. Son iki yıl içinde sivil yerleşim bölgelerine atılan bu tür patlayıcı silahlar yüzünden on binlerce masum sivilin öldüğü ya da sakat kaldığı bildiriliyor. Bu sayı her geçen gün daha da artıyor.



RG_tr_144_MedyaGucu



Mülteciler Allah'ın emanetidirler. Herhangi bir şart ve koşul gözetmeden, onlara rahatlık verecek bir üslup kullanmalı, sezdirmeden onlara güzellik sunulmalıdır.



İnsan hakları ihlalleri raporları neden sonuca ulaşmıyor?


İnsanlık adına büyük bir utanç olarak kabul edilen bu sivil katliamların, tüm dünyanın gözleri önünde olanca hızıyla işlenmeye devam ettiği ülkelerin başında ise Suriye geliyor.
Uluslararası rekabet, çıkar ve çekişmelerin sonucunda savaş alanına dönen Suriye'de, 5 yıldır en zalim ve acımasız boyutlarda süren savaşta, ağır yaralılar hariç, 300 bini aşkın insan hayatını kaybetti. 7 milyon kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı ve bunların 4 milyonu yabancı ülkelerde mülteci, 14 milyonu ise kendi ülkesinde insani yardıma muhtaç hale geldi. Zorunlu göçe maruz bırakılan mazlum Suriyeliler içinse, Akdeniz adeta mültecilerin topluca hayatlarını kaybettikleri bir ölüm tuzağına dönüştü.
644 sayfalık "2015 Dünya Raporu"nda Human Rights Watch, 90'dan fazla ülkedeki insan hakları ihlallerini inceledi.
Senato, CIA için 6000 sayfalık bir işkence ve savaş suçları raporu hazırladı. Bu rapora göre, yakın tarihte güvenlik güçlerinin özellikle siyahi kesime uyguladıkları orantısız güç kullanımı, haksız ve kötü muamele ve cinayetlerle ABD, insan haklarını göz ardı eden başlıca ülkelerden.
Son yıllarda, özellikle Doğu Türkistan bölgesindeki ordu ve güvenlik güçleri kaynaklı kaybolmalar, faili meçhuller, işkence ve yargısız infazlarla Çin'in durumu da çok farklı değil.



RG_tr_144_MedyaGucu



10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda kabul edilen İnsan Hakları Bildirisi. Eleanor Roosevelt bu bildiriyi "Bütün insanlığın Magna Carta'sı olarak" tanımladı.



Aynı raporda, Mısır'daki insan hakları ihlallerinin, ülkenin modern tarihindeki en ciddi insani kriz olduğu ve bunun halen de tüm şiddetiyle devam ettiği ifade ediliyor. Bilindiği gibi, Mısır'da 3 Temmuz 2013 askeri darbesi sonrasında binlerce kişi hayatını kaybetmişti. Ülkede yönetim karşıtlarına yönelik keyfi gözaltılar, uzun tutukluluk süreleri ve işkenceler halen hız kesmeden devam ediyor.
On yıllardır dehşet verici zulüm, baskı ve ayrımcı uygulamalara maruz kalan Rohingya halkının durumu da Dünya Raporu'nda yer alıyor. Myanmar'ın batısındaki Arakan eyaletinde, 2012'deki şiddet olayları sonrasında yaşadıkları bölgeleri terk eden 140.000 Rohingya Müslümanı'na yönelik sistematik baskının, bugün de aynı şekilde devam ettiği bildiriliyor. Bangladeş sınırındaki Maungdaw ve Buthidaung kentlerindeki yaklaşık 1.000.000 Rohingya, yaşam hakları, iş edinme ve dini özgürlükler konusunda sayısız kısıtlamalarla karşı karşıya.
Benzer şekilde, 2015 yılı içinde çeşitli Avrupa ülkelerinde mültecilere karşı sergilenen ve Hitler dönemini hatırlatan ayrımcı, acımasız ve tahammülsüz davranışlar, insan hakları ve demokrasi öncülüğüne soyunan Batı'nın bu konudaki samimiyetini sorgulanır hale getirdi. 13 Kasım Paris saldırılarından sonra Fransa'nın, Avrupa Konseyi'ne, "acil durum" gerekçesiyle insan hakları konusundaki sorumluluklarını askıya alacağına dair yaptığı resmi başvuru ise son derece endişe verici.


RG_tr_144_MedyaGucu



Dünyadaki nefret, kavga ve savaşlar hemen terk edilmeli


Yukarıda sadece bir bölümünden örnekler verdiğimiz insanlık suçları dünyanın hemen her yerini sarmış durumda. Şiddetini artırarak da devam ediyor. Hak ihlalleri ile zalim uygulama ve yaptırımlardan kaynaklanan bu mağduriyetlerin yanı sıra, ihmal, ilgisizlik, umursamazlık ve adaletsizlik nedeniyle dünya genelinde mağdur olan aç, yoksul, barınaksız ve sefalet içindeki insanların sayıları da yüz milyonlarla ifade ediliyor.
Oysa Dünyamız, toplam kaynakları ve ekonomik zenginliğiyle, üzerinde yaşayan insanları, hatta daha da fazlasını rahatlıkla ve en güzel biçimde konuklayacak bir kapasiteye sahip. Ancak bencillik, dünyevi hırslar, hesap ve kaygılar, çıkar kavgaları, sevgi, şefkat ve güzel ahlak eksikliği, milyonlarca mazlum insanın acı çekmesine yol açıyor.
İnsan Hakları Bildirgesini imzalayan BM'in, asıl böyle bir zamanda bu haklara sahip çıkıp koruması gerekiyor. Oysa BM, şiddeti tarihi boyutlara ulaşmış dünya çapındaki insanlık suçlarına, sadece cılız bazı kınama ve serzenişler dışında pek bir çözüm getiremiyor. Görünen o ki BM, güç sahibi birkaç devletin çıkarlarını yasalaştırma rolü dışında, insanlığa katkı anlamında bütünüyle sembolik ve işlevsiz bir mekanizmaya dönüşmüş durumda. İnsan haklarını koruma misyonu yüklenmiş BM gibi önemli bir kurumdan tüm dünyanın beklentisi, öncelikli ve aciliyetli olarak bu konuda gerçekten kayda değer, somut ve çözüm getirici adımlar atabilmesi.
İnsanlık artık en acil şekilde, kin, öfke, şiddet, kavga ve savaşlardan, nefret ilişkilerinden arınmış yepyeni bir modele muhtaç. 10 Aralık İnsan Hakları Günü vesilesiyle bir kez daha, tüm insanların barış, huzur, mutluluk, adalet ve sevgi dolu, haklarının tam korunduğu insanlık onuruna yakışır bir dünyaya en kısa zamanda kavuşmasını diliyoruz.


RG_tr_144_MedyaGucu

«Ey kavmim,
eğer siz Allah’a iman edip müslüman olmuşsanız artık yalnızca O’na tevekkül edin.»
(Yunus Suresi, 84)


Zulmün Nedeni Müslümanların Sahipsiz Olmasıdır



Bugün Irak'ta, Suriye'de, Libya'da, Mısır'da, Afganistan'da ve daha dünyanın birçok bölgesinde Müslümanlar saldırıya, tecavüze uğruyor, göçe zorlanıyor ya da katlediliyor. Göçe zorlananların da önemli bir kısmı yollarda canlarını veriyorlar. Göçe zorlandıkları için, Ege Renizinde boğulan küçük, masum çocukların fotoğrafları halen gözlerimizin önünde. Böyle bir tabloyu kuşkusuz hiçbir samimi Müslüman kabullenemez. Sanki bu olayların hiçbiri kendisini ilgilendirmiyormuş gibi asla arkasını dönüp gidemez. Her Müslüman, bu gidişata ‘Dur' demekle sorumludur. Öncelikle, Müslümanların birbirlerine sahip çıkmaları ve bir an önce birlik olarak zulme karşı koymaları Allah'ın bize Kuran'da bildirdiği bir farzdır:
"Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına mücadele etmiyorsunuz?“ (Nisa Suresi, 75)
Dikkat edilirse Avrupa'nın bir şehrinde tek bir insan öldürülse bütün dünya ayağa kalkıyor, ancak milyonlarca Müslümanın katledilmesi dünyada derin bir sessizlikten başka bir etki oluşturmuyor. Müslümanlar, dünyanın büyük bir bölümü tarafından değersiz görülüyor. Hatta, hayvanlar için gösterilen ilgi ve şefkat bile, kimi yerde Müslümanlar için gösterilmiyor. Peki bu durumun suçlusu ya da sorumlusu kim? Neden bu gidişata bir "Dur" denilemiyor ve gittikçe artan bir hızla bu zulüm büyüyor.
Bu gidişatın sorumlusunu ve sebebini elbette ki öncelikle Müslümanlar arasında aramak gerekir. Zira, Allah zulmün sadece ‘birlik olmakla' son bulacağını bildirmişken, Müslümanların çok büyük bir kesimi Allah'ın bu emrini göz ardı ediyor. Kimileri, sanki kendilerinden başka doğru yolda olan Müslüman topluluğu yokmuş gibi davranıyor. Hatta bazıları da birbirlerini düşman olarak görüyor. Bu yüzden de hiçbir zaman gerçek anlamda birlik olamıyorlar. Örneğin Avrupa'da birçok cami farklı grupların hakimiyeti altında kullanılıyor. Dolayısıyla bir Müslüman, istediği gibi herhangi bir camiye gidemiyor; mutlaka kendi inancına uygun kişilerin, kendi dahil olduğu Müslüman topluluğun olduğu camiye gitmesi gerekiyor. İşte bu acı gerçek bile, Müslümanların yüzyıllardır neden birbirinden kopuk olduğunun, neden zayıf ve güçsüz bırakıldığının açık bir göstergesidir. En önemlisi de, Allah'ın ‘kardeş olduklarını' bildirdiği Müslümanların bu ayrılığı, Allah'ın razı olmayacağı bir ahlak olduğu için, bu durum bereketsizlik, acı ve sıkıntılara yol açmaktadır. Allah Kuran'da, birlik olmamanın nasıl sonuçlanacağını şöyle açıklamıştır:
"İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur." (Enfal Suresi, 73)



RG_tr_187_AnneCocuk_Cocuklar


1,5 milyarlık İslam dünyası ve ihtilafların sona ermesi


Birliktelik bir yana, şu an dünyanın birçok yerinde Müslümanların en büyük düşmanları da yine bir kısım Müslümanlardır. Bugün yeryüzünde katledilen Müslüman sayısına baktığımızda, bu sayının %90’ının Müslümanlar eliyle gerçekleştiğini görüyoruz. Dünyanın ana kriz ve savaş bölgelerine baktığımızda da bunların Müslüman toprakları olduğunu ve o alanlarda birbiriyle kıyasıya savaşan, birbirini katledenlerin de yine Müslüman toplulukları olduğunu görüyoruz.
Yeryüzünde yaklaşık 1,5 milyar Müslüman yaşıyor. Müslüman ülkeler oldukça geniş ekonomik ve askeri imkanlara sahipler. Müslümanlar aralarındaki ihtilafları bir kenara bırakıp bir araya gelecek olurlarsa, hem maddi hem de manevi açıdan dünyanın en büyük gücünü oluştururlar. Bu öyle bir güç ki, bu gücün binde biri bile kullanılsa yeryüzünde aç susuz, yardıma ihtiyacı olan Müslüman kalmaz. Sadece Müslümanlara değil, Kuran ahlakının gereği olarak, dünyanın dört bir yanındaki her inançtan, her fikirden insana yardım eli uzatılır. Bu birliğin gücü ile insanlığın yaşadığı tüm acı ve sıkıntılara çözüm getirilebilir.
İşte böyle güzel bir sonuç için ise öncelikle, Müslümanların mezhep, meşrep farkı gözetmeksizin ve hiçbir büyüklük hissine kapılmaksızın, Allah'ın farz kıldığı bu önemli ibadeti yerine getirmeleri ve birlik olmaları gerekmektedir. Bugüne kadar yaşanan acılar göstermiştir ki, bu süreç ne kadar uzatılırsa, acılar da artarak büyüyecek ve daha korkunç sonuçlar meydana gelecektir. Elbette ki bunun vebali de bu çağrıya kayıtsız kalan, kendi aralarındaki ihtilaflarla uğraşan Müslümanların boynuna olacaktır.

Öncelik, birlik olmaktadır




RG_tr_144_MedyaGucu


Dünyada da ahirette de böylesine büyük bir sorumluluğun altında kalmaktan sakınan tüm Müslümanların öncelikle ‘büyüklük' ve ‘üstünlük' iddiasından vazgeçmeleri gerekir. Sonrasında ise Müslüman kardeşlerine muhalif olmalarındaki yanlışlığı görmeleri şarttır. Allah'ın emrini yerine getirmek için niyet etmeli; birlik ve beraberliği bozacak ihtilaflı görüşlerden kaçınmalıdırlar. Bugün öncelik ‘birlik olmakta'dır. Bu, Allah'ın Müslümanlara açık bir emridir. Bu nedenle bunun önünde hiçbir engel olamaz. Şu an dünya herc-ü merc içindedir. Milyonlarca masum Müslüman zulüm altındadır. Nasıl ki bir yerde bir ev yanıyorsa, kimse önce evdeki masayı, sandalyeyi kurtarmanın peşinde olmaz, önce insanların canını kurtarmaya çalışırsa; şu an dünyada böyle bir zulüm varken de Müslümanların öncelikli sorumluluğu, tüm diğer konulardan önce bu birliği oluşturmak için çaba harcamak olmalıdır.
Kuşkusuz ki bu durumda akla gelen soru şu olacaktır: "Peki ama Müslümanlar nasıl bir araya gelecekler?". Bu birliktelik elbette ki resmi, göstermelik bir birliktelik olmayacaktır. Nitekim böyle denemeler çok yapılmış ve bu organizasyonlar bir gösterişten öteye gidememiştir. Örneğin, son dönemde İran'da yapılan bir birlik konferansında, Şiiler ve Sunniler ayrı ayrı, kendi mezheplerine bağlı imamların arkasında namaz kılmışlardır. Dolayısıyla sözde birlik için bir araya geldikleri bir ortamda, ayrılıklarını açıkça ortaya koymuşlardır.
Şu bilinmelidir ki: Müslümanlar ancak, resmiyetten uzak, samimi, sevgi dolu bir ortamda bir araya gelebilirler. Bu durumda, Müslümanların birlik olması için izlenecek yegane yol; her kesimden Müslümanın sözüne, samimiyetine, ferasetine, sevgisine, kardeşliğine, bilgisine tam güvenebileceği ve hiçbir kesime bağlı olmayan, tarafsız, adil bir Müslümanı manevi bir lider olarak seçmeleridir. Zira, bir baş olmadan hiçbir zaman bir birliktelikten bahsedilemez. İşte o kişi, büyük Müslüman birliğinin başı olacaktır. Böylelikle, Müslümanlar artık sahipsiz olmayacak, kalben bağlı oldukları bu insana çok değer verecek ve onun sözlerini severek uygulayacaklardır.




Müslümanların manevi bir lideri olduğunda neler olur?


Belli başlı, ilk akla gelen öncelikli konuları sıralayalım:

◉ Müslümanlar farklı görüşte de olsalar, tüm sorunlarını birbirleriyle savaşmadan, şiddete başvurmadan, sevip saydıkları liderlerine danışarak kolaylıkla kendi aralarında çözerler.
◉ Büyük bir sevgi ortamı oluşur, tüm Müslümanlar kaynaşır, güven ve huzur ortamı yaşanır. Böylelikle Müslüman dünyasında her alanda büyük bir potansiyel ortaya çıkar; bilim, sanat, ekonomi alabildiğine gelişir, müthiş bir bolluk ve refah ortamı oluşur.
◉ Müslümanlar arasında kalite, modernlik, sevgi, şefkat ve görgü artacağı için Hıristiyan ve Musevi toplumlarla da iyi ilişkiler kurulur.
◉ Dünyanın neresinde olursa olsun, hiç kimse sahipsiz gördüğü için Müslümanların haklarına saldırıda bulunamaz; zira böyle bir durumda, hak ve hukuk ile kendisini savunacak, birbirine sımsıkı bağlı büyük bir gücü karşılarında bulacaklarını bilirler.
◉ Birlik içinde olan Müslümanların arasına yabancı derin devlet mensupları ayrılık, savaş tohumları ekemez. Her fitne, Müslümanların manevi lideri tarafından söndürülür. Böylelikle savaş tüccarlarının Müslüman kanıyla beslenmesi de engellenir.
◉ Örneklerine sıkça rastladığımız gibi, yeryüzünde işlenen herhangi bir suçun Müslümanlara mal edilmesi suretiyle Müslüman kıyımı başlatılamaz. Zira Müslümanlar, Kuran ahlakının bir gereği olarak, suça ve şiddete kesin olarak karşı olan liderlerinin sözünden çıkmazlar. Böylelikle, hiçbir provokasyona da imkan tanınmamış olur.


Şimdi de "Bu mümkün mü?" sorusuna şu cevabı verebiliriz: Elbette ki mümkün. Zira, bu Allah'ın Kuran'da farz kıldığı ve yerine getirildiğinde yeryüzüne güven ve huzuru yerleşik kılacağını müjdelediği büyük bir ibadettir.


RG_tr_187_AnneCocuk_Cocuklar


 


Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü