Harun Yahya

Münafığın Karanlık Dünyası



Münafığın Aklı, Küfürdeki Eski Hayatındadır ve  O Hayata Büyük Bir Özlem Duyar



Allah Kuran'da Hz. Musa (as) ve kavminin yaşadıkları bazı olayları aktararak, bu olaylardaki hikmetleri görüp düşünmemizi istemiştir. İşte Hz. Musa (as) kıssasındaki örneklerden biri şöyledir:

Hz. Musa (as) İsrailoğulları'na elçi olarak gönderildiği dönemde, İsrailoğulları, Firavun yönetimindeki Mısır topraklarında yaşıyordu. Mısırlılar, İsrailoğulları'nı köle olarak kullanıyorlar ve onları işkenceyle baskı altında tutuyorlardı. Hz. Musa (as), Firavun'un zalim uygulamaları, baskı ve işkenceleri altında ezilen İsrailoğulları'nı yaşadıkları bu zulümden kurtardı ve onları Firavun'un topraklarından çıkardı.

Allah Hz. Musa (as)'ı bir kurtarıcı olarak göndermekle İsrailoğulları'na çok büyük bir lütufta bulunmuştur. Hz. Musa (as), Firavun'a karşı koyarak onları uzun yıllardır uğradıkları zulümden kurtarmıştır. Ancak İsrailoğulları Allah'ın bu nimetine; zulümden, kölelikten ve işkenceden kurtulduklarına şükredip sevinmeleri gerekirken, Hz. Musa (as)'a karşı, "Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete uğratıldık" gibi nankörce bir ifade kullanmışlardır:

Dediler ki: "Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete uğratıldık." (Musa:) "Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak, böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek" dedi. (Araf Suresi, 129)

Buna rağmen Hz. Musa (as) kavmine, 'Gelin sizi Firavun'un zulmünden kurtarayım', 'Sizi özgürce yaşayacağınız, Allah'ın vadettiği topraklara götüreyim', 'Burada sizi eziyorlar, aşağılıyorlar, orada rahat edersiniz' dedi. Firavun'un zulmünden kurtulmak isteyen İsrailoğulları, Hz. Musa (as)'ın bu teklifini kabul edip onunla birlikte yola çıktılar.

O dönemde İsrailoğulları, terk ettikleri topraklarda hep zulüm ve işkence altında yaşadıkları halde, yine de eski eziyet dolu hayatlarına özlem duyuyorlardı. Bu nedenle Hz. Musa (as)'a, "Biz orada bıraktığımız medeniyeti, kalite anlayışını, oradaki yemek kültürünü; kısacası oradaki hayatı istiyoruz. Biz burada çölde bunları bulamıyoruz. Eski hayatımızı özledik. Köle olsak da, aşağılansak da, biz o kültüre, Firavun'ın orada sunduğu hayata geri dönmek istiyoruz" dediler.

İsrailoğulları'nın akılları, Firavun gibi zalim bir insanın zulüm ve işkencelerinden kurtulduklarına sevinecekleri yerde, onun sunduğu hayat tarzında kalmıştır. "Firavun'un kalite ve zenginlik anlayışı, Mısır kültürünün ihtişamı çok daha iyiydi, şimdi ise biz çölde kalıyoruz." diyerek hallerinden şikayet etmiş ve Firavun'un yanına geri dönmek istediklerini dile getirmişlerdir. Oysa ki eğer samimi iman etmiş insanlar olsalardı, her nerede ve hangi şartlar altında olursa olsun, amaçları Allah için yaşamak olurdu. Allah'ın kendilerine verdiği her türlü nimete şükrederek yaşarlardı. Ama samimi iman etmedikleri için, Firavun'un zalim sistemi altında eziyet görme pahasına bile olsa, akılları Firavun'un yanındaki sükseli hayatta ve istifade etmeyi umdukları imkanlarda kalmıştır.

İşte Allah Hz. Musa (as) kavmindeki bu örneklerle bize her devirde, 'münafık karakterli insanların küfre hayranlık duyduklarını' haber vermiştir. İman edenlerle birlikte olup Allah'ın kendilerine lütfettiği nimetlere sevinmek yerine, küfürdeki insanlar gibi yaşamak, onların önem verdiği eşyalardan edinmek, onlar gibi konuşmak, onlar gibi yiyip içmek istediklerini; onların sükse yaptıkları şeylerle sükse yapabilmeyi arzuladıklarını bildirmiştir. Elbette ki modernliğin, medeniyetin ve ihtişamın olduğu bir ortam, her insanın zevk alabileceği güzelliklerdir. Ancak Hz. Musa (as)'ın kavmi, sırf bu imkanlar için, hak dini terk edip Peygamber (as)'ın yanından ayrılmayı tercih etmiş ve Firavun'un en dayanılmaz işkenceleri altında yaşamayı daha çekici bulmuşlardır. Allah Kuran'da Musa Kavmi'nin bu tavrını bize şöyle anlatmıştır:

(Yine) Hatırlayın; Musa kavmi için su aramıştı, o zaman Biz ona: "Asanı taşa vur" demiştik de ondan on iki pınar fışkırmıştı, böylece herkes içeceği yeri bilmişti. Allah'ın verdiği rızıktan yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk (fesad) yaparak karışıklık çıkarmayın. Siz (ise şöyle) demiştiniz: "Ey Musa, biz bir çeşit yemeğe katlanmayacağız, Rabbine yalvar da, bize yerin bitirdiklerinden bakla, acur, sarımsak, mercimek ve soğan çıkarsın." (O zaman Musa:) "Hayırlı olanı, şu değersiz şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? (Öyleyse) Mısır'a inin, çünkü (orada) kendiniz için istediğiniz vardır" demişti. Onların üzerine horluk ve yoksulluk (damgası) vuruldu ve Allah'tan bir gazaba uğradılar. Bu, kuşkusuz, Allah'ın ayetlerini tanımazlıkları ve Peygamberleri haksız yere öldürmelerindendi. (Yine) bu, isyan etmelerinden ve sınırı çiğnemelerindendi. (Bakara Suresi, 60-61)

Ayetlerde anlatıldığı gibi, Allah Hz. Musa (as) ile birlikte Mısır'dan çıkan İsrailoğulları'na lütufta bulunup onlara pınarlar, yiyecekler sunmuştur. Ancak tüm bu güzelliklere şükretmeleri gerekirken onlar, "Ey Musa, biz bir çeşit yemeğe katlanmayacağız, Rabbine yalvar da, bize yerin bitirdiklerinden bakla, acur, sarımsak, mercimek ve soğan çıkarsın." demişlerdir. Tabi, "sarımsak, soğan, acur, mercimek" derlerken, hayranlık duydukları tek başına bu yiyeceklerin kendisi değildir. O devirde Firavun hanedanının bu yiyecekleri geleneksel bir pişirme şekli vardı ve onlar da, asıl olarak bu gösteriş ve sükseye büyük bir hayranlık ve özlem duyuyorlardı.

Bunun gibi yine Firavun toplumunda önemli bir sükse vesilesi olan 'altın buzağı heykeli', onun ihtişamı ve gösterişi de onları çok etkiliyordu. Oradaki 'züppe sistem' çok hoşlarına gidiyordu. Aynı şekilde onların konuştukları dile karşı da büyük bir hayranlık duyuyorlardı. Normalde kendi dilleri İbraniceydi ama Firavun'un kullandığı dili daha sükseli görüyor ve onlar da bu dili kullanarak, kendilerince aynı şekilde sükseli olmak istiyorlardı.

Bu nedenle de Firavun sisteminin zulmü altında yaşamak pahasına, ölümü dahi göze alıyor, bu sistemin sükseli, şaşalı ortamından istifade etmeyi arzu ediyorlardı. Bu küfri sisteme duydukları hayranlık bilinçaltlarından gitmiyordu. Hz. Musa (as) onlara doğrusunu ne kadar anlatırsa anlatsın, akılları hep Firavun sisteminde kaldığı için bir türlü ikna olmuyor ve gizli ya da açık eski hayatlarına duydukları özlemi dile getiriyorlardı.

Elbette ki İsrailoğulları'nın bu sözleri ve hayranlıkları sadece onlara has bir düşüncenin yansıması değildir. Allah burada bize, tanımamız gereken önemli bir insan karakterini tanıtır. Tarihin her döneminde, imanı tam benimsemeyen insanlarda bu karakter hep ortaya çıkmıştır. Günümüzde de, bu bakış açısı münafık karakterinin önemli bir özelliği olarak dikkat çeker.

Gerçekten de Müslümanlar arasında olup da, hala imandan önceki eski hayatlarına özlem duyan kimselere rastlarız. Ve tarih boyunca her Müslüman toplulukta böyle insanlar olmuştur. Aslında bu kimseler, Müslümanlarla birlikte olduktan sonra, imansız insanlarınki ile kıyaslanmayacak kadar güzel bir hayat yaşamaya başlarlar. Ondan öncesinde, Allah korkusu olmayan kimselerle birlikte oldukları için, çevrelerindeki insanlardan her türlü kötülüğü görmüş, her türlü çıkar ilişkisine, samimiyetsizliklere, yalanlara, ikiyüzlülüklere, merhametsizliğe, saygı ve sevgi eksikliğine şahit olmuşlardır. Bu iki hayat arasındaki müthiş zıtlığı açıkça görmektedirler. Birinde sevginin, saygının, güzel ahlakın, dostluğun, güvenin, samimiyetin en güzel şekli yaşanırken; diğerinde ise sadece acı, sıkıntı, mutsuzluk ve zulüm vardır. Bu açık gerçeğe rağmen bu kimselerin hala Müslümanlardan önce yaşadıkları hayatlarına hayranlık ve özlem duymaları, yalnızca kalplerindeki küfre olan sevgileri sebebiyledir.

Yeniden imansız insanlarla yaşayacak olsalar, yine mutsuz olacaklarını, yine aşağılanacaklarını, hiç değer görmeyeceklerini, çıkar için kullanılacaklarını bildikleri halde, yine de o aşağılanmaya geri dönmeyi daha güzel görürler. Sürekli 'o ortamlarda o insanlarla birlikte olsalar, hayatları nasıl olurdu?', bunun hayallerini kurar, planlarını yaparlar. "Tamam, belki burada Müslümanlar birbirlerini koruyup kolluyor, birbirlerine yardım ediyorlar ama küfürle birlikte olsaydım, beni daha çok korur, daha çok severlerdi, bana çok saygılı, çok güzel davranırlardı" gibi gerçek dışı düşüncelerle kendilerini aldatırlar.

Oysa ki bu çok büyük bir yanılgıdır; ve bu gerçeği aslında kendileri de çok iyi bilmektedirler. Çünkü iman etmeyen insanların tüm yaşamları, insanlarla olan tüm ilişkileri çıkar ve menfaat üzerine kuruludur. Dolayısıyla imanın olmadığı bir ortamda hiçbir insan, ciddi bir menfaat sağlanmadığı sürece, asla durduk yere bir başkasına bir güzellik sunmaz. Eğer Allah korkusu ve imanı olmayan bir insan, sebepsiz yere bir başkasına yaklaşıyorsa, kafasında mutlaka 'ince bir menfaat planı' vardır. Ya bu kişiden maddi olarak çıkar sağlamayı umuyordur ya da bu kişiyi fiziksel anlamda kullanabilmeyi planlıyordur. Ya bu kişinin çevresinde ulaşmayı umduğu birileri vardır ya da ailesinden elde etmeyi umduğu menfaatler söz konusudur. Bu konuda aksi bir ihtimal asla mümkün değildir. Zaten bu insan, o kişiye karşılıksız, tertemiz, safiyane ve iyi niyetli düşüncelerle yaklaşıyor olsa, onun gibi karşısına çıkan her insana yardım elini uzatan bir ahlak göstermesi gerekir. Sokakta gördüğü bir dilenciyi de alıp en iyi şartlarda yaşatır, kimsesiz bir çocuğa da elinde avucunda olan maddi manevi her imkanı sunar. Ama açıktır ki böyle bir durum yoktur ortada. Bu da bu kişinin, sadece çıkar için yaklaştığının ispatıdır.

Tüm bunlar bir insanın küfrün gerçek yüzünü anlaması için yeterli örneklerdir. Ama münafık, küfre olan hayranlığından ve yeniden o hayatı yaşamaya duyduğu özlemden dolayı bu gerçekleri anlamazdan gelir. Bunun karşılığında da, hayatı sevgisizlik, mutsuzluk ve huzursuzluk içinde, aşağılanmakla geçer.


ADNAN OKTAR: "Münafıklar ilk fırsatta eski inançlarına, eski yaşantılarına dönüyorlar. Beyninde hep o oluyor, bir türlü gitmiyor. Müslüman olduktan sonra, eski ahlaksızlığı, eski maceraperestliği, eski dolandırıcılığı, eski hırsızlığı, eski haysiyetsizliği, eski namussuzluğu, eski fahişeliği, her ne varsa ona geri dönmek istiyor. Mesela Hz. Musa (as)'ın yanındakiler de, Musa Peygamber (as) aralarından ayrılır ayrılmaz, o kültüre geri dönme arzusuyla hemen bir boğa heykeli yapıyorlar. Eski Mısır dinine dönme isteğindeler "Mısır'daki yemekleri özledik, o hayatı özledik, o ortamı özledik" diyorlar.




madde, new scientist




Oysa orada eziliyorlar, kamçıyla çalıştırıyorlar, acayip aşağılanıyorlar. Gölgede yaklaşık elli derecede çalıştırılıyorlar; halen de öyle Mısır'da. Urgan veriyorlar mesela; on santim çapında yağlı urgan, tutuyor onu. Elli tonluk, atmış tonluk kayalar. Yağlı odunların üstünde kaydırarak onları sırtlarında çekiyorlar ve çekemezlerse akıl almaz kamçılanıyorlar. Akşamları da bunlara belirli bir ücret veriliyor işleri bitince. Onunla da gidip sarımsaklı, soğanlı, karışık Mısır yiyecekleri, lahanayla ve o tür malzemelerle yapılmış Mısır yiyecekleri var onları yiyorlar. Kendilerini aşağılatıyorlar. "Şu aşağılık olan şeye mi özeniyorsunuz?" diyor Hazreti Musa (as). "Sırf bunun için mi bunu yapıyorsunuz?" diyor.

Acayip karaktersizler münafıklar. O hayatını unutamıyor, dönüp dolaşıp yine aynı noktaya geliyor. Münafığın aklı hep küfürdedir. Eski hayatındadır. Mısır'da 'boğa' yani 'bakara heykelleri', arkasından ve önünden boşluk bırakılarak yapılıyor; ağzından ve arka kısmından. Rüzgar çarpınca da bu buzağı heykelleri 'böğürme sesi gibi' ses çıkarıyor. Güçlü rüzgarda tabi, normal rüzgarda değil de. Özel olarak yapılıyor ama sırf özentiden. Münafıklar sırf o kültürü, o felsefeyi yaşamak için istiyorlar. Buzağı heykeli, yani boğa heykeli 'serveti elinde bulundurmanın sembolüydü' o zamanlar yani zenginlik alametiydi. Cadde ve meydanlarda hep boğa heykeli dikiliydi. Onun için küfür çok meraklı oluyor öyle şeylere. Firavun'un sarayına çıkan yol da, her iki tarafı aynı şekilde buzağı yani boğa heykelleriyle doluydu. İşte Kuran'ın en uzun suresi Bakara Suresi 'boğa-inek' anlamına gelir." (A9 TV, 25 Ocak 2016)


Münafık, Müslümanlar Arasındayken Gizlice Kendi Yandaşlarıyla Haberleşir



Münafığın iman etmediği halde Müslümanlar arasında kalmasının bir sebebi de, 'aldığı bilgileri küfürdeki dostlarına aktararak onlara iman edenler aleyhinde destek sağlamak istemesi' dir. Küçük büyük, önemli önemsiz elde ettiği her türlü bilgiyi bağlantıda olduğu diğer münafıklara ve inkarcılara aktardığında, onlar arasında bir itibar ve prestij kazanacağına inanır. Onlara, 'istihbarat sağlayan, kilit noktada bulunan, önemli bir şahıs' izlenimini verdiğinde, 'küfrün kendisine hayranlık duyacağını' ve karşılığında da 'ona kayda değer menfaatler sağlayacaklarını düşünür. Bu amaçla Müslümanlar arasında elinden geldiğince önemli bilgilere ulaşmaya ve bunları onlar aleyhinde kullanmaya çalışır.

Ancak Müslümanlar Allah korkusu olan, dürüst, vicdanlı ve tertemiz bir hayat yaşayan insanlar oldukları için münafıkların bu tür aleyhte bilgi arayışları her zaman hüsranla sonuçlanır. İman edenler hayatları boyunca insanların iyiliği ve kurtuluşu için çabalayan, her türlü kötülükten sakınan, karıncayı bile incitmekten çekinen, yaşadıkları her topluma hayır ve bereket getiren kimselerdir. İnançları, fikirleri, faaliyetleri ve yaşantıları alabildiğine şeffaftır. Dolayısıyla bu durumda münafığın tek yapabildiği bire bin katarak, Müslümanlar hakkında iftiraya dayalı hayali senaryolar oluşturmak ve küfürdeki dostlarına yalan haberler aktarmak olur.

Allah bir Kuran ayetinde, Müslümanlar arasında bulunan münafıkların 'küfre haber taşıdıklarını' şöyle bildirmiştir:

Sizinle birlikte çıksalardı, size 'kötülük ve zarardan' başka bir şey ilave etmez ve aranıza mutlaka fitne sokmak üzere içinizde çaba yürütürlerdi. İçinizde onlara haber taşıyanlar vardır. Allah, zulmedenleri bilir. (Tevbe Suresi, 47)

Bir başka Kuran ayetinde ise Allah, "… Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına gizli çağrılarda bulunurlar…" (Enam Suresi, 121) sözleriyle, münafıkların küfre haber taşımalarının tek sebebinin çıkar elde etmek olmadığını anlatmıştır. Ayette 'sizinle mücadele etmeleri için' ifadesiyle vurgulandığı gibi, münafıkların Müslümanların yanında bulunma amaçları, şeytanın Allah'a ve dine karşı yürüttüğü mücadelede şeytanın ordusu olan 'inkarcılara arka çıkmak, onlara destek vererek güç kazandırmak istemeleri' dir. Nitekim münafıkların en büyük hedeflerinden biri, Müslümanların yürüttüğü hayırlı faaliyetleri durdurarak İslam ahlakının yeryüzüne yayılmasını engellemektir. Bunu gerçekleştirebilecek gücün ise inkarcılar ve kendileri gibi münafıklık yapan yandaşları olduğunu düşünürler. Bu nedenle Müslümanlar arasında kasıtlı olarak vakit geçirir ve o süre boyunca inkarcılarla ve münafık dostlarıyla iletişim halinde olurlar.

Allah "… Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına gizli çağrılarda bulunurlar…" (Enam Suresi, 121) ayetiyle, münafıkların bu alçaklığına bir kez daha dikkat çekmiş ve 'bu ikiyüzlü insanların inkar edenlerle ve kendileri gibi olan diğer münafıklarla gizlice haberleştiklerini' haber vermiştir.

İşte samimi iman etmeyen ve Müslümanlara karşı kalplerinde kin ve öfke besleyen münafıkların, ısrarla Müslümanların yanında kalmaya çalışmalarının en önemli sebeplerinden biri budur. Müslümanlara karşı yürüttükleri mücadelelerinde inkar edenlere, derin devletlere ve gizli yapılanmalara yardım sağlayarak İslam'a büyük çaplı bir zarar verebilmeyi umarlar.

Münafık, Mıknatıs Gibi Dünyanın Her Yerindeki Münafıkları Bulma Konusunda Çok Yeteneklidir



Şeytan nasıl kendi ahlakındaki insanlara kolaylıkla yanaşabiliyorsa, münafık da aynı şekilde, kendi gibi münafık ruhlu insanları hiç zorlanmadan bulur ve onlarla hemen yakınlaşır. Şeytanın kendi dostlarını hemen tanıyıp bulması gibi, münafık karakterli insanlar da adeta birer mıknatıs gibi birbirlerini çekerler. Hepsi birden aynı şeytani karakteri ve alçak ruhu taşıdıkları için, birbirlerini teşhis edip anlamakta hiç zorlanmazlar.

Eğer münafığın bu oyunu bozulur ve menfaat için yaklaştığı diğer münafıklar fikren güçsüz hale getirilirse; o zaman münafık hemen kendisine çıkar sunacak yeni münafık odakları aramaya başlar. Müslümanlar onu kirin içinden her çıkardıklarında ve ona her doğruyu gösterdiklerinde, münafık vazgeçmek yerine, kendisine yeni bir münafık güruhu bulmaya yönelir. Her deşifre olduğunda, oyunu her bozulduğunda, yolunu ve yöntemini değiştirerek, bir başka sinsi taktik ile bu münafıkane bağlantıları kurmaya devam eder.

Bu nedenle münafığın destek aldığı samimiyetsiz odakların deşifre edilmesi ve şeytanın ona yaklaşabileceği tüm yolların akılcı bir şekilde kapatılması çok önemlidir. Çünkü münafık sürekli yeni bir yol arayacak, bir yolu kapanırsa bir başka yol aramaya koyulacaktır. Ancak eğer şeytanın oyunları Kuran ahlakının gerektirdiği şekilde kararlılıkla bozulursa, münafık artık oyun oynayamayacak hale gelir. Deşifre olan ve her defasında oyunları bozulan münafık, bir noktada seçimini yapmak zorunda kalır. Ya imanı seçerek Müslümanlarla birlikte dürüst bir hayat yaşamayı kabul eder ya da oyunlarının bozulmasından ve şeytani hedeflerine ulaşamamaktan bıkarak inkar edenlerden yana tavrını açıkça ortaya koyar.

Münafık, Sinsice Sürekli Müslümanların Aleyhine Çabalar



Münafık hayatı boyunca sürekli Müslümanların aleyhine çalışır. Günün 24 saati boyunca ne tür bir şeytanlık yapacağını düşünür. Sabah kalktığından akşam yatana kadar samimiyetsizlik, sinsilik ve kalleşlik peşindedir. Gizli gizli Müslümanları yıpratmak, güçlerini kırmak ve onları huzursuz etmek için yapabileceğinin en fazlasını yapmaya çalışır. Ama bu planlarını açıkça istediği gibi gerçekleştiremediği için, ancak sinsice güç yetirebildiği kadar eylem yapar. Yoksa münafık çok 'alçak karakterli ve şirret' bir varlıktır. Eline imkan geçse ya da küçük de olsa bir fırsat yakalayacak olsa, Müslümanlara zarar verebilecek her türlü pis işin içine girer. Onların aleyhine olan her yola başvurur. Her imkan bulduğunda Müslümanların düşmanlarıyla ittifak kurar, casusluk yapar ve onlara bilgi taşır. Müslümanlara kendince zarar vereceğini düşündüğü her türlü faaliyeti yapmak ister.

Allah bir Kuran ayetinde 'münafıkların asıl amaçlarının Müslümanların aleyhine faaliyet yürütmek olduğunu' şöyle haber vermiştir:

Zarar vermek, inkarı (pekiştirmek), müminlerin arasını ayırmak ve daha önce Allah'a ve elçisine karşı savaşanı gözlemek için mescit edinenler ve: "Biz iyilikten başka bir şey istemedik" diye yemin edenler (var ya,) Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahitlik etmektedir. (Tevbe Suresi, 107)

Allah bu ayette münafığın 'zarar vermek' ve 'inkarı pekiştirmek' amacıyla hareket ettiğini bildirmiştir. Zarar vermenin şekli ise, münafığın elindeki imkanlara göre değişir. Eğer gücü yeterse olabilecek en fazla maddi ve manevi zararı vermek ister. Ama buna imkan bulamadığında da, çok küçük dozlarda bile olsa mutlaka Müslümanların aleyhinde bir şeyler yapmaya çalışır. Kimi zaman 'yalan söyleyerek, iftira atarak, kavgacı, saldırgan, züppe ve küstah bir üslupla konuşarak', kimi zaman 'egoistlik ya da tembellik yaparak', kimi zaman 'boş işlerle Müslümanları meşgul edip vakitlerini alarak, onları uykusuz bırakıp, yormaya çalışarak' huzursuzluk çıkarmaya ve Müslümanları rahatsız etmeye gayret eder.

Ayetin devamında haber verilen münafığın Müslümanlar aleyhindeki bir diğer çabası da 'inkarı pekiştirmek tir. Münafık elinden geldiğince 'İslam'a zarar verebilmek, Müslümanları güçsüz hale getirebilmek, dinsizliği, samimiyetsizliği, küfür ahlakını yaygınlaştırabilmek' ister. İslam aleyhinde etkili olacağını düşündüğü her türlü girişime ve faaliyete destek verir. Küfrün güçlenmesi için Müslümanlardan bilgi toplayıp inkar edenlere aktarır. Dinsiz ideolojilerin güçlenmesi için gizliden gizliye faaliyet yapar. Müslümanların Kuran ahlakını dünyada hakim kılabilmek için yaptıkları çalışmaların etkisini kırmak, onları başarısızlığa uğratmak için türlü türlü oyunlar oynar ve tuzaklar kurar.

Ayette bildirilen, münafığın Müslümanlar aleyhinde yaptığı bir başka faaliyet de, 'Müslümanların arasını ayırmak' tır. Çeşitli 'yalan, iftira ve oyunlarla Müslümanları birbirlerine düşürmeye çalışmak, anlaşmazlığa düşmelerini sağlamak, birbirleriyle görüşmelerini, yakın dostluklar kurmalarını engellemeye çalışmak' da yine münafığın Müslümanlar aleyhinde oynadığı oyunlardandır.

Münafığın bu konudaki bir diğer hamlesi ise 'daha önce Allah'a ve elçisine karşı savaşanları gözetlemek 'tir. Münafık kendince Müslümanlara zarar verebilmek için, daha önce Müslümanlara karşı her kim mücadele ettiyse gidip onları bulur ve onlarla yakın bağlantıya geçer. Örneğin bir yerde bir münafık grup varsa ya da inkar edenlerden Müslümanları hedef almış bir topluluk varsa, münafık hemen onlarla diyalog kurup onları iman edenler aleyhinde daha da kışkırtmak ister.

Münafığın Müslümanlar aleyhinde yaptığı bu gibi hain faaliyetlerin sınırı ve ucu bucağı yoktur. Şartlara ve imkanlara göre, sürekli yeni sinsilikler bulur, sahtekarca yöntemler geliştirir. Ama buna rağmen münafıklar, "Biz iyilikten başka şey istemedik" diyerek sözde 'ne kadar temiz insanlar olduklarına dair' yemin ederler. Kendilerini her zaman yalnızca iyilik peşinde koşan, akıllı, dürüst, iyi niyetli insanlar gibi tanıtmaya çalışırlar. Ama aslında sürekli şeytanlık ve kötülük peşindedirler ve bu sözleri de yalandan ibarettir. Nitekim Allah ayetin sonunda, "Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahitlik etmektedir" (Tevbe Suresi, 107) sözleriyle münafığın bu alçak karakterini haber vermiştir.

Ancak Allah Kuran'da "Allah, kafirlere müminlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez." (Nisa Suresi, 141) buyurmuştur. İşte bu nedenle, münafık da küfürle olan ittifakında, Allah'ın bu ayeti gereği, her ne yaparsa yapsın, istediği başarıyı asla elde edemez. Allah Müslümanların mutlaka üstün geleceğini Kuran'da şöyle haber vermiştir:

Andolsun, gönderilen kullarımıza (şu) sözümüz geçmiştir: Gerçekten onlar, muhakkak nusret (yardım ve zafer) bulacaklardır. Ve hiç şüphesiz; Bizim ordularımız, üstün gelecek olanlar onlardır. (Saffat Suresi, 171-173)

 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü