Harun Yahya

Dr. Oktar Babuna'nın Sunumu: "Evrim Teorisinin Çöküşü ve Yaratılış Gerçeği"



Herkese çok teşekkürler. Öncelikle sizlere saygı ve sevgilerimi sunuyor ve temsil ettiğim Sayın Adnan Oktar’ın “selam”ını sizlere iletmek istiyorum. Hepinize özellikle selamlarını iletti.

Bugün çok önemli bir konu olan Darwinizm üzerine konuşacağız. Çünkü Darwinizm yaşamın tesadüfen ortaya çıktığını iddia eder. Bu ve aynı zamanda doğada bencilce bir hayatta kalma mücadelesi olduğu düşüncesi Marksizm, faşizm ve vahşi kapitalizm gibi meslektaşımın birazdan ayrıntılı olarak bahsedeceği bazı sapkın ideolojileri ortaya çıkarır. Karl Marx, evrim teorisi ve Darwin’in kitabı hakkında, "bizim görüşlerimizin doğa tarihinde temelini içeren kitap budur" diye açıklamıştır. Darwinizm dünyaya yayıldığı için, 20. yüzyılda 300 milyondan fazla kişi yaşamını kaybetmiştir. Darwinizm bütün dünyaya hakim olmuş durumda ancak, daha sonra ayrıntılı olarak anlatacağım gibi, hiçbir bilimsel delile dayanmıyor..









Darwinizm insanoğlunun bu dünyaya bir dizi tesadüf sonucu geldiği ve “bir hayvan türü” olduğu yalanını öne sürer. Darwinizm ayrıca hayattaki tek kuralın bencilce bir hayatta kalma mücadelesi olduğunu iddia eder. Buna göre güçlü bireyler zayıf bireyleri ezerek hayatta kalırlar ve doğada acımasız bir mücadele vardır. Zayıf olanlar yok olmaya mahkumdur. Bu fikirler tabii ki bugün dünyada gördüğümüz savaş, şiddet ve terörün temelini oluşturur.

Darwinizm, materyalizmin doğaya uygulanmasıdır. Materyalizm maddenin ötesindeki her şeyin varlığını kesinlikle reddeder. Ancak bilim böyle bir materyalist dogmayı kabul etmek zorunda değildir. Bilim doğayı keşfetmek ve bulgulardan sonuç çıkarmak demektir. Bu bulgular doğanın yaratıldığı sonucunu doğurursa, bilimin de bunu kabul etmesi gerekir. Gerçek bir bilim insanının görevi budur; 19. yüzyılın eski materyalist dogmalarını savunarak imkansız senaryolar öne sürmek değil.

Charles Smith Amerikan Ateizmi Geliştirme Birliği’nin kurucusudur. Tam olarak şunu söyler: “Evrim ateizmdir.” İşte bu nedenle Darwinizm’i çürüten bu kanıtlara rağmen pek çok kişi ateizmi sürdürmek için evrimi savunur. Bu nedenle Darwinizm’in geçersizliğini ortaya koyan bilimsel delillere rağmen Darwinizm hala savunulmaktadır.

Darwinizm’in batıl ilahı rastgele mekanizmalar ve tesadüftür. Yaşamın tesadüfi olaylar, doğal seleksiyon ve mutasyon yoluyla ortaya çıktığını iddia ederler. Bunlarla neyi amaçladıklarını ayrıntılı olarak açıklayacağım ve elbette diğer konuşmacılar da bu konuya değindiler. Evrimciler zaman ve tesadüfün canlılardaki tüm bu karmaşık tasarımı ve bilgiyi yaratabileceğini iddia ederler. Fakat bu tamamen geçersiz, mantığa ve kesinlikle bilime aykırıdır.

Tüm yaşam formları her yeri sarıp kuşatan bir Aklın, Yüce Allah’ın eseridir. Evrende nereye bakarsak bakalım, matematiksel kusursuzluk, simetri, uyum ve düzen görüyoruz. Galaksileri incelediğimizde yine bu uyumu, düzeni ve hassas dengeleri gözlemliyoruz. Dünyaya, hayvanlara, bitkilere, atomlara, hücrelere ve aynı zamanda proteinlere bakıyoruz. Gözlerimizi çevirdiğimiz her yerde hayranlık verecek güzellikte bir matematiksel kusursuzluk görüyoruz ve tüm bunların her şeye gücü yeten bir Aklın eseri olduğunu kavrıyoruz. Öylesine hassas bir dengeden bahsediyoruz ki, bu dengeden en ufak bir sapma bile tüm sistemin yok olması anlamına geliyor. Bu, Allah’ın varlığı için çok güçlü bir kanıttır.

Darwinizm’i geçersiz kılan en güçlü ve temel kanıt proteinlerin tesadüfen ortaya çıkmasının imkansız olmasıdır. Burada protein moleküllerinin sentezlendiğini görüyorsunuz. Bunun için aminoasitleri içeren tam bir sisteme ihtiyaç vardır. Aminoasitler proteinler tarafından sentezlenir ve ribozomda birbirlerine eklenirler. Ribozom proteinlerden ve RNA moleküllerinden oluşur. Proteinlerin üç boyutlu olarak katlanması için diğer protein moleküllerine ihtiyaç vardır. Temelde PROTEİNLER sadece diğer PROTEİNLER tarafından sentezlenebilirler. Bir proteinin var olması için en az 100 farklı proteinin önceden var olması gerekir. Peki, bu yeterli mi? Hayır, DNA da var olmak zorundadır, çünkü aminoasitlerin doğru şekilde dizilimi ile ilgili bilgi DNA’da kodlanmıştır. DNA’nın var olması için yine proteinlerin var olması gerekir, çünkü DNA da proteinler tarafından sentezlenir. Protein sentezi için protein fabrikası olan ribozoma ihtiyaç vardır. Ve ribozom da proteinler tarafından sentezlenir; peki bu kadar mı? Hayır. Enerji üretimi yapan bir organele ihtiyaç vardır. Bu demektir ki, dünyada ilk proteinin üretilmesi için eksiksiz bir canlı hücresinin var olması gerekir. Bunun ne anlama geldiğini biliyor musunuz? Yaratıcı Allah’tır. Proteinlerin tesadüfen ortaya çıkmasının imkansız olması, Darwinizm’i tümüyle geçersiz kılan ve iddialarını ortadan kaldıran en güçlü delildir. Daha fazlasını söyleme gerek yok, çünkü bilimin evrim iddialarını daha ilk adımda çürütmesi demek, diğer tüm adımların da bilimsel kanıtlarla çürütülmesi anlamına gelir.

Bir sonraki başlığımız, Doğadaki Biyojenez Kanunu. Buna göre yaşam ancak aynı türdeki başka bir yaşamdan gelir. Hayat, ancak hayat sahibi varlıktan gelir. Her canlı hücresi bir başka hücre tarafından üretilir, bir başka hücrenin çoğalması ile oluşur. Dolayısıyla dünyada ilk hayat, ancak bir başka hayat sahibi varlıktan gelmiş olabilir. Bu Allah’ın ‘Hayy’ (Hayatın Sahibi) isminin tecellisidir. Hayat ancak O’nun dilemesiyle başlar, devam eder ve sona erer.

Bugün yaygın olarak kabul edilen Neo-Darwinizm iddialarına göre evrimin iki hayali mekanizması vardır: "Doğal seleksiyon" ve "mutasyonlar". Bunların birbirlerini tamamlayan iki faktör oldukları, Darwinizm’in iddiasıdır. Öncelikle, mutasyonların yeni özelliklerin gelişmesine yardımcı olduklarını ve uygun olanların doğal seleksiyon ile seçildiğini söylerler ve canlıların böylece evrimleştiğini iddia ederler. Fakat bu kesinlikle bilime aykırıdır. Öncelikle gördüğünüz gibi doğal seleksiyon ve mutasyonlar her zaman asimetri ve patolojiye neden olur. Daha detaylı bilgi vereceğim.

Doğal seleksiyon iddialarına göre yaşadıkları ortamların doğal koşullarına daha uygun olan canlılar başarılı olacaklar ve soyunu devam ettirecekler, fakat uymayanlar ise yok olacaktır. Buradaki örneğe bakalım. Bir geyik sürüsü jaguar, leopar veya aslanlar gibi avcılar tarafından tehdit ediliyorsa, elbette daha hızlı koşanlar hayatta kalır. Bu doğru. Ancak bu süreç ne kadar uzun olursa olsun sadece daha hızlı koşan geyikler var olur. Bu geyikler, at gibi bir başka türe dönüştürmez çünkü doğal seleksiyon hiçbir şekilde DNA üzerinde değişiklik meydana getirmez. Yeni genetik bilgi ekleyemez, yeni proteinler üretemez veya yepyeni organlar ortaya çıkartamaz. Doğal seleksiyon yalnız zayıf ya da hasta bireyleri topluluktan kaldırır. Doğal seleksiyonun planlama veya öngörü gibi yetenekleri yoktur. Bu nedenle doğal seleksiyon gibi kör ve şuursuz bir mekanizmanın canlılarda bulunan tüm kompleks tasarımı ve bilgiyi yaratmış olması imkansızdır. Doğa nedir? Doğa hava, toprak ve taştan meydana gelir. Doğanın kendisi yaratılmıştır, bir bilince sahip değildir. Söz konusu şuur yalnız her yeri sarıp kuşatan Allah’a aittir.

Doğal seleksiyon elbette bilinçli bir mekanizma değildir. Bu nedenle Charles Darwin doğal seleksiyondan bahseden ilk kişi olmasına rağmen kitabında bir itirafta bulunur: "Faydalı değişiklikler oluşmadığı sürece doğal seleksiyon hiçbir şey yapamaz". Neo-Darwinistler iddia ettikleri faydalı değişikliklerin nedeni olarak ise “mutasyonları” eklemek zorunda kaldılar. Peki mutasyonlar nedir? Mutasyonlar DNA’nın son derece kompleks yapısında gerçekleşen kopmalar veya yer değişiklikleridir. DNA üzerindeki harflerin yer değişikliği, yeni harflerin eklenmesi veya bu harflerin çıkartılması mutasyonlara neden olur. Bunlar kopmalar veya yer değişiklikleridir. Mutasyonlar yalnız kanser, çeşitli engellilik durumları veya ölüme neden olurlar. Yararlı bir mutasyondan söz edilemez. Bazı bilim adamları sözde sessiz mutasyonların var olduğunu iddia etseler de, bu sessiz oldukları söylenen mutasyonların çoğunun canlıya zararlı olduğu anlaşılmıştır. Mutasyonlar genellikle DNA replikasyonu, DNA’nın kopyalanması veya ultraviyole radyasyon ya da kimyasal maddeler gibi zararlı dış etkiler sonucu meydana gelir. Bunlar canlılara sadece zarar ve hasar verirler; örneğin kansere yol açarlar, canlıda patoloji, asimetri, engellilik ve ölüme neden olurlar. Çünkü mutasyonların yaptığı etki bir bilgisayara çekiçle vurmak gibidir. Bilgisayara çekiçle vurulması, daha iyi bir bilgisayar üretmez. Herkes bunu bilir, bu gerçeği kavramak için bilim adamı olmanız gerekmez.

Dünyanın en tanınmış biyoloji kitabı Campbell and Reece’dir. Bu tüm dünyada kullanılan standart bir ders kitabıdır. Bu kitapta evrim ve Darwinizm savunulsa da, mutasyonlar bölümünde bir benzetme yapılır ve mutasyonların yararlı olması, arabanın kaportasına ateş edilmesine benzetilir. Sonra da, arabaya ateş edilmesinin elbette motorun daha iyi çalışmasını sağlamayacağı belirtilir. Her ne kadar mutasyonların yararlı olmayacağını bilse de, sonraki sayfalarda mutasyonları hala yararlı bir mekanizma olarak savunur ve evrimi destekler. Bir bilim insanı bu şekilde hareket etmez. Bunu söyleyen kişi ancak batıl inanışa sahip bir pagan rahip olabilir, çünkü savunduğu pagan ideolojidir. Darwinizm batıl olan, pagan bir dini savunmaktadır.

Mutasyonların neden bir evrim mekanizması olmadığını özetlersek: Mutasyonların doğrudan etkisi zararlıdır. Mutasyonlar bir organizmanın DNA'sına yeni hiçbir bilgi eklemez. Bazı evrimcilerin verdiği orak hücreli anemi, CCR5 HIV mutasyonları veya E. coli deneylerindeki sitrik asit döngüsü gibi örneklerin hepsi genom üzerindeki bilgiyi azaltır ve zararlı sonuçlar doğurur. Bu demektir ki, yararlı hiçbir mutasyon yoktur. İşte bu nedenle evrimci Richard Dawkins'e tek bir yararlı mutasyon örneği vermesi istendiğinde kayıt cihazını durdurmuş ve cevap verememiştir. Fakat Darwinizm’e göre, trilyonlarca yararlı mutasyon örneği bulunmalı. Faydalı mutasyon örneği verilmesi istendiğinde bu nedenle Richard Dawkins gözlerini 17 saniye boyunca tavana yöneltip, kaydı durdurmuştur.

Şimdi fosiller konusuna geldiğimizde, günümüzde 600 milyon fosil ortaya çıkartılmıştır. Fosiller geçmişte yaşamış canlıların kalıntılarıdır. Örneğin, burada bir kurbağa fosili görüyorsunuz. Bunlar canlıya ait kalıntılar. Bu fosiller milyonlarca yıl yaşında, bazen canlı bütün bir iskelet olarak korunmuş veya tek bir diş kalmış. Bugün 600 milyon fosilden bahsediyoruz. Ancak fosil örneklerinde gördüğünüz gibi, canlılar aniden ortaya ve yaşam tarihi boyunca hiçbir değişikliğe uğramazlar. Elimizde bu gerçeğe ait 600 milyon fosil var, ancak evrimciler canlıların milyonlarca yıl içinde DNA üzerinde meydana gelen rastgele değişiklikler sonucu ortaya çıktıklarını iddia ederler. Bu durumda elbette evrimcilerin bize bu canlılara ait fosil örneklerini göstermeleri gerekir. Eğer iddialarına göre evrim gerçek ise, bize yarı balık, yarı amfibi hayvanlara ait fosilleri göstermeleri gerekir. Örneğin bu canlılar %90 balık, %10 amfibi olmalı. Tüm bu ara geçişler mutasyonların rastgele bir mekanizma olması nedeniyle, asimetrik ve patolojik özellik taşımalı. Bize yarı amfibi, yarı sürüngen canlıların var olduğunu göstermeliler, sürüngenlerden memelilere geçişin nasıl olduğunu gösteren ara geçiş formlarını sunmalılar. Eğer hiçbir ara geçiş formu yoksa, bu elbette evrimin olmadığı anlamına gelir.

Bugün yeryüzünde 600 milyon fosil bulunuyor. Fosil kanıtlarından canlıların aniden ve eksiksiz bir vücutla belirdiklerini ve dünyada bulundukları süre boyunca hiçbir değişikliğe uğramadıklarını görüyoruz. Burada size evrimcilerin iddialarını açıklamak istiyorum. Bu denizyıldızının 100 milyon yıllık bir süre içinde evrimleşerek balığa dönüştüğünü iddia ederler. Biz de fosil kanıtlarına bakarız. Elbette bilimsel delillerini görmemiz gerekir. Elimizde denizyıldızı fosilleri var mı? Evet, milyonlarcası bulunuyor. Peki elimizde balık fosillerimiz var mı? Yine, milyonlarcası var. Öyleyse bunların ara geçiş formları, daha doğrusu yarı balık, yarı denizyıldızı canlı formları bulunuyor mu? Örneğin yüzde 90 balık ve yüzde 10 denizyıldızı; ya da yüzde 95 balık ve yüzde 5 denizyıldızı canlılara ait fosiller bulunuyor mu? Hayır, bunun tek bir örneği bile yok. Bunun ne anlama geldiğini biliyor musunuz? Allah, evrimle yaratmadı, "Ol" emriyle ani bir yaratış ile var etti. Milyonlarca fosil bu delili, bu gerçeği doğruluyor.

Öyleyse, Charles Darwin'e soruyoruz. Türlerin Kökeni kitabında sözde ara geçiş formları ile ilgili neler söyledi? Çünkü ona göre evrim doğru ise, bu evrime ait ara geçiş formları bulunması gerekiyordu. Şimdi ne dediğine bakalım. Darwin şunları söyledi: “Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse”. Burada türlerin yavaş gelişmelerle diğer türlere ara geçiş formları yoluyla rastlantısal olarak evrimleştiğini söylüyor. “... neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz?” Ara geçiş formuna rastlamıyoruz, çünkü hiçbir ara geçiş formu yok. “Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil?” (Charles Darwin, Türlerin Kökeni, sf. 172, 280)

Darwin’in kendisi ara geçiş formları olmadığını söylemiştir. Ara geçiş formları yoksa, bu durumda evrim de yoktur. Darwin her katmana baktıklarını, çok sayıda fosil bulduklarını ve kendi döneminde yeterince fosil ortaya çıkartıldığını söylüyor. Fakat belki gelecekte ara geçiş formlarının bulunabileceğini açıklıyor.

Günümüzün en tanınmış paleontologlarından birinden söz etmek istiyorum. Paleontolog fosil bilimcisi demektir. Bu kişi dünyanın en tanınmış fosil uzmanı ve aynı zamanda Darwinizm’i destekliyor. Adı, Niles Eldredge ve Amerikan Doğa Tarihi Müzesi yöneticisi. Fosil kayıtlarıyla ilgili şunları söylüyor: “Fosil kayıtlarında sıçrama vardır.” Fosil kayıtlarında sıçrama olduğunu söylüyor. Fosil kayıtlarında atların, fillerin, kuşların, sürüngenlerin bulunduğunu fakat aralarında bir geçiş olmadığını belirtiyor. Bu nedenle sıçrama olduğunu iddia ediyor. Bu hiçbir ara geçiş formu olmadığı anlamına gelir. “…Tüm deliller, fosil kayıtlarının ortaya koyduğu sonucun doğru olduğunu göstermektedir” diyor. Dolayısıyla fosil kayıtlarına ait kanıtların doğru olduğunu kabul ediyor. “(Fosil kayıtlarında) gördüğümüz boşluklar, hayatın tarihindeki gerçek olayları yansıtmaktadır, bunlar yetersiz bir fosil birikiminin sonucu değildir” sözleriyle de hiçbir ara geçiş formu görülmediğini açıkça belirtiyor. (Niles Eldredge ve Ian Tattersall, The Myths of Human Evolution, Columbia University Press, 1982, sf. 59)

Dolayısıyla Eldredge ara geçiş formu olmadığını kabul ediyor. Darwin de ara geçiş formu olmadığını söylüyor. Stephen Jay Gould da, yine aynı şekilde ara geçiş formu bulunmadığını açıklıyor. Bu durumda ara geçiş formları olmadığına göre, bu insanların neden Darwinizm’i ve evrimi savunduklarını soruyoruz. Bunun nedenini size başlangıçta açıklamıştım. Charles Smith’in sözlerini hatırlarsanız, evrim ateizm demektir. Bilimsel delillerin evrimi çürütmesine rağmen, sadece ateizmi yaşatmak için bu Darwinizm aldatmacasını savunuyorlar. Paleontolojinin gösterdiği bulgulara bakıldığında Darwinizm’den ne beklendiğini görüyorsunuz. Evrimciler, öncelikle ilk hücrenin tesadüfen var olduğunu iddia ederler. Sonra bu tek hücrenin bugün yeryüzünde bulunan tüm canlılara dönüştüğünü söylerler. Bekledikleri, tek bir hücreden diğer tüm türlerin var olmasıdır, değil mi? Ancak elimizdeki fosil kanıtları böyle söylemiyor.

Burada gördüğünüz hat 540 milyon yıl önce yaşanan Kambriyen dönemini temsil ediyor. Bundan daha öncesinde yaklaşık 600 milyon yıl kadar önce yalnız 3 farklı filum vardı. Filum belirli bir vücut planı ve yapısına sahip hayvan gruplarını temsil eder. Buradaki örnekte görüldüğü gibi Kabuklular filumunda yumuşakçalar, yuvarlak solucanlar, eklembacaklılar yer alır. Bu tür yapı ve vücut planına göre, yalnızca üç tür filum vardır. Diğerleri Sölentera ve Porifera adı verilen süngergillerdir. O dönemde bu tür hayvanlar bulunur ve bunlardan üçünü burada görebilirsiniz.









540 milyon yıl önce Kambriyen döneminde ani bir patlamaya benzer şekilde Allah’ın "Ol" emriyle 50 farklı filum ortaya çıktı. Bu nedenle söz konusu döneme “Kambriyen Patlaması” denilir. Peki bu 50 farklı hayvan grubu zaman içinde ne oldu, sayıları giderek azaldı. Günümüzde bu filumlardan yalnız 35'ini görüyoruz. Ama gördüğünüz gibi hepsi bir anda ortaya çıkmıştır. Allah’ın bir anda yaratması sonucu 50 farklı hayvan grubu var olmuştur. Ve şimdi ise geriye 35 farklı hayvan grubu kalmıştır.

Başlangıçta Siyanobakteri dünyada var olan ilk hücredir. Bundan 3.8 milyar yıl önce ilk hücre Allah’ın bir anda yaratmasıyla dünyada var olmuştur. Bunlar Siyanobakteri adı verilen ve fotosentez yoluyla oksijen üreten mavi alglerdir. Son derece kompleks bir canlı hücresidir ve bir anda var olmuştur. Bu da evrim ile değil, ani bir yaratılış ile var olduklarını gösterir. Evrimle bir yaratılış da söz konusu değildir. Bu da Kambriyen döneminden bir görüntü. 1990'ların sonlarına doğru Çin'de elde edilen bulgularda bazı omurgalı ve omurgasız hayvanlar, hatta bazı omurgalı balıklar da bulunmuştur.

Tüm bu hayvan gruplarından bahsediyoruz ve dikkatinizi şu canlıya, Anomalocaris’e verin lütfen. Bu fosil 2012 yılında bulundu. Size aynı zamanda trilobit hakkında bilgi vereceğim. Birçok mercekten oluşan bileşik göz yapısına sahipler. Bu son derece kompleks bir göz yapısı, ve canlılığın tarihinde bir organ olarak ilk ortaya çıkan göz yapısı. Bunun öncesinde size daha önce gösterdiğim üç filumda bulunan canlılarda ışığa duyarlı hücreler bulunur. Fakat burada, Anomalocaris gözüne benzeyen, dünya tarihindeki göze sahip ilk hayvanları görüyoruz. Şimdi benim gözümde iki mercek bulunuyor, değil mi? Bir mercek soldaki gözde, diğer mercek sağdakinde. Fakat bu Anomalocaris canlısının bir gözünde 16 bin mercek var. Diğer gözünde de 16 bin mercek var, toplamda 32 bin mercek yapıyor. Buna bileşik göz yapısı denir ve birdenbire ortaya çıkar. Bu da ani yaratılış olduğunu gösterir. Bir başka örnek ise burada gördüğünüz tek gözünde 3 bin mercek bulunan trilobit adlı canlı. Trilobit de yine Kambriyen döneminde aniden ortaya çıkıyor. Bu tür göz yapısına günümüzde yaşayan böceklerde rastlıyoruz. Örneğin arılarda, sineklerde ve yusufçuk böceğinde. Son derece kompleks yapıya sahip bu gözler, canlılığın tarihinde birdenbire ortaya çıkar ki, bu da Allah’ın “Ol” emriyle yaratıldıkları anlamına gelir.

Şimdi, evrimcilere sorarsanız size ellerinde bir düzineden az ara geçiş formu olduğunu söylerler. Bunlardan en tanınmış olanları buradaki Archaeopteryx ve Tiktaalik roseae fosil örnekleridir. Evrimciler bunları ağızlarından düşürmezler ve diğer başka örnekler de öne sürerler. Archaeopteryx için evrimciler her ne kadar kuşların atası olduğunu iddia etseler de, bu canlının tam bir kuş olduğu anlaşılmıştır. En önde gelen ornitologlar, daha doğrusu kuşbilimciler, uçuşun kökeni üzerine yaptıkları çalışmalarla bunu doğrulamışlardır. Bu bilim adamlarından en tanınmışı Alan Fedducia bile bir Darwinist olmasına rağmen, “bu fosilin tam ve eksiksiz bir kuşa ait olduğunu” söyler. Önceden eksik olan sternum denilen göğüs kemiği 1919 yılında Almanya’da bulunmuştur.

Buradaki fosil ise Tiktaalik Roseae adıyla bilinir. 2004’te bir ara geçiş formu olduğu iddiasıyla tüm dünya medyasında yer aldı. Bu fosilin yarı karada, yarı suda yaşayan bir canlıya ait olduğunu öne sürdüler fakat bu iddianın bir sahtekarlık olduğu ortaya çıktı. Çünkü aslında Çin’de yaşayan Alligator sinensis timsah türüne benzer bir kafatası buldular. Bu düz kafatasını bulduktan sonra ona bir gövde eklediler. Timsah kafatasına balık vücudu ekleyerek, canlıya karada ve denizde yaşayan bir hayvan görünümü vermek istediler. Bu bir sahtekarlıktır. Peki bu insanlar neden durmaksızın sahte deliller sunuyorlar? Çünkü ellerinde evrim için delil bulunmuyor, hiçbir ara geçiş formu yok. Darwinizm’i desteklemek için soyu tükenmiş canlılara ait fosilleri değiştirip ya da tümüyle sahtekarlık ürünü fosiller oluşturup sahte deliller üretiyorlar. Şimdi, ünlü aldatmaca insanın atası efsanesinden bahsetmek istiyorum.

Evrimin iddiasına göre insanın sözde atasının maymun olduğunu söylemekten utanıyorlar. Bu nedenle buna sözde ortak ata adını veriyorlar. Örneğin soyu tükenmiş maymunlara ait kafatasları bulurlar. Tarih boyunca 6.500’den fazla maymun türü yaşamıştır fakat günümüzde bunların yalnız 120’si yaşamaktadır. Nesli tükenmiş maymun türlerine ait kafatasları bulduklarında bunları küçükten büyüğe doğru sıralarlar. Bu sıralamanın sonuna soyu tükenmiş birkaç insan ırkını da eklerler ve bunun insanın evrimini gösterdiğini iddia ederler. Hiçbir zaman insanın atasının bir maymun olduğunu açıkça söylemezler fakat ortak bir atanın varlığından söz ederler. Bunun nedeni atalarının maymun olduğunu söylemekten utanmalarıdır. Ancak her zaman ortaya soyu tükenmiş bazı maymun türlerini çıkartırlar. Çoğu zaman bir diş, kafatası parçaları veya bütün bir kafatası fosili bulurlar. Sonra, bunları alıp atölyelerine giderler. Örneğin bu kişi, John Gurche, dünyanın en tanınmış Darwinist ressamıdır. Çalışmalarında sürekli hayal gücünü kullanır. Laboratuvarında insanların vücutlarından kalıplar çıkartır. Burada gördüğünüz arkadaşı, onun yüzünden kalıp çıkartmış. Daha sonra bu kalıp örneği üzerinde oynamaya başlar. Sonucundaysa hiçbir bilimsel delile dayanmayan, tamamen hayale dayalı bir görünüm elde eder. Burada gördüğünüz gibi yarı maymun, yarı insan görünümlü, geçmişte yaşadığı iddia edilen bir fosil üretir. Son aşamada, çalışmasına insan bakışına sahip gözler ekler. Bu kafatası parçasını 100 farklı sanatçıya verdiğinizde, 100 farklı çizim üretirler. Dolayısıyla bunların hiçbir bilimsel değeri yoktur. Burada sahte çizimleri görüyorsunuz, bir orangutanı alıp kasıtlı olarak ona insan gözleri ekliyorlar. Sonuçta yarı orangutan, yarı insan görünümü verdikleri bu sözde ara geçiş formunu size bakarken görüyorsunuz. Fakat bunların hepsi sahtedir ve bilimsel bir değeri yoktur.

Size evrim sahtekarlıklarına ilişkin birkaç örnek vermek istiyorum, bunun gibi pek çok örnek var. Bunun adı Nebraska Adamıdır. Yıllar önce ABD’nin Nebraska eyaletinde tek bir diş buldular. Bu tek dişe dayanarak bu canlının ailesinin, kuzenlerinin, çocuklarının, babasının ve annesinin çizimlerini yaptılar. Tüm bu çizimleri tek bir dişe dayanarak tasarladılar. Bunun ardından ne olduğunu biliyor musunuz? Fosilin geri kalanının bir domuza ait olduğunu buldular. Sonra tabii ki özür dilediler. Bu da Ernst Haeckel, embriyo üzerine bazı çizimler yaptı. İnsan, maymun ve köpek embriyolarını birbirlerine benzer şekilde çizdi. Ardından, bu yaptığı çizimlerin yanıltıcı aldatmacalar olduğunu itiraf etti. Peki cevap olarak ne söylediğini biliyor musunuz? Özür dilemeyeceğini, çünkü kendisi dışında herkesin yanıltıcı çizimler yaptıklarını ve sahte deliller ürettiklerini söyledi. Öne sürdüğü bahanesi buydu. Piltdown Adamı ise 40 yıl boyunca British Museum’da bir ara geçiş formu olarak sergilendi. Oysa bir insan kafatası bulmuşlardı, buna bir maymun çenesi ve insan dişi eklediler. 40 yıl boyunca bu sahtekarlık British Museum’da sergilendi ve bunun da bir sahte delil olduğu ispatlandı. Sonrasında, yine özür dilediler. Darwinistler bunu hep yaparlar, çünkü Darwinizm’i destekleyecek bir kanıtları yoktur. Ellerinde bilimsel kanıtları olmaksızın bu tür sahte çizimleri ortaya atarlar. Bu haber Discovery dergisinde, “Bu bizim geçmişimizin yüzü mü?” başlığı ile yer almıştı. Bir İspanyol paleontolog bu kafatasını Gran Dolina’da ortaya çıkardı. Bu kafatası 800 bin yıl yaşında ve tam olarak 11 yaşındaki bir çocuğa ait gibi görülüyor. Bugün yaşayan bir insanın modern kafatası özelliklerini taşıyor. Bu demektir ki, var olan tüm deliller Darwinizm’i çürütüyor ve Allah’ın Yaratıcı olduğu gerçeğini doğruluyor.

Başka bir sahte kanıt ise 2009 yılında bulunan lemur fosilidir. Soyu tükenmiş lemur türleri de bulunur ve bunları insanın atası olarak sunmuşlardır. BBC, New York Times, tüm dergiler, The Guardian, Türk medyası gibi pek çok yerde bu fosil insanın atası olarak sunuldu. Sayın Adnan Oktar bunun bir lemur fosili olduğunu ve insanın atası olmadığını, sadece kuyruklu bir maymun olan bir lemura ait olduğunu belirtmişti. Birkaç ay sonra BBC manşetlerinde “Primat fosili ata değilmiş” diyerek özür diledi. The New York Times, “IDA olarak bilinen fosil iskeleti insanın atası değilmiş” diye haber yaptı. Her zaman aynı şekilde olur. İlk önce bir şey ortaya atarlar ve bu bir tür beyin yıkamasına benzer. Herkes bu haberi okur ve sonunda özür dilerler. Dolayısıyla, bilim Darwinist değildir, ateist değildir ve Darwinizm’e düşmandır. Bilim Darwinizm karşıtıdır, bilim komünizm karşıtıdır ve Marksizm karşıtıdır. Bilim gerçekte Marksist, ateist ve Darwinist düşünceyi yıkar.

Tüm dinler bize bir gerçeği öğretir: Yaratılış Gerçeği. Mutlak kudret sahibi Yüce Allah her şeyi “Ol” emri ile yaratmıştır. Dinlerin akıl ve bilimsel deliller ile öğrettiği budur. Tüm kutsal dinlerde bu inanış aynıdır. Bize her şeyi Allah’ın yarattığı, Yaratılış Gerçeği öğretilir. Bu demektir ki bilim dine aykırı değildir. Bazı insanlar “dini bilimle karıştırmayın” diye yorum yapıyorlar. Ancak bu yanlış bir yorumlamadır. Bilime aykırı olan evrimdir. Evrim bilim değildir. Pek çok bilimsel kanıt, ara geçiş formlarının bulunmayışı ve proteinlerin tesadüfen ortaya çıkmasının imkansız olduğu gerçeğine rağmen evrim savunulmaktadır. Canlılardaki tüm bu kompleks yapı ve bilgi Darwinizm’in iddialarını tek tek çürütüyor. Aynı zamanda, ellerinde tek bir ara geçiş formu da yok.

Peki Allah, Evrimle Yaratabilir miydi?

Elbette Allah dilese evrim yoluyla yaratabilirdi, fakat böyle olsaydı o zaman türler arasında tüm ara geçiş formlarını görürdük. Bu durumda ben, tüm arkadaşlarım ve TBAV Fahri Başkanı Sayın Adnan Oktar tabii ki evrimin en güçlü savunucuları olurduk. Fakat Allah, evrim yoluyla yaratmadı. O zaman neden evrimi savunalım? Evrim bilim değildir.

Evrimin yanlışı yaşamın rastgele mekanizmalar, mutasyonlar ve doğal seleksiyon yoluyla ortaya çıktığını iddia etmesidir. Eğer iman eden biri herhangi bir şekilde evrimin tarafına geçerse bu ateizmin yolunu açar ve kişi sonunda inançsız olur. Allah evrimle değil, ani yaratış emriyle var etmiştir, bilim de bize bu gerçekleri gösterir. Kuran ayetlerinde Allah şöyle bildirir -kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım-

“... Hayır, göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur, tümü O'na gönülden boyun eğmişlerdir. Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca ‘OL’ der, o da hemen oluverir.” (Bakara Suresi, 116-117)








Fahri Başkanı Sayın Adnan Oktar’ın eserlerinin pek çoğunda Darwinizm’in geçersizliği bilimsel delillerle çürütülmektedir. Bu konferansta hazırlanan çalışmalar kendisinin eserlerinden faydalanılarak hazırlanmıştır.





Allah “Ol” emri ile yarattı ve biz bu gerçeğin delillerini fosil kanıtlarında görüyoruz. Canlıların yaşam tarihinde aniden ortaya çıktıklarını görüyoruz. Örneğin, zamanda yeterince geriye gittiğimizde ilk bitki ve hayvan türlerini görüyoruz. 3.8 milyar yıl önce ilk yaşayan canlı hücresini buluyoruz. Tekrar belirtmek gerekirse, ‘hayat’ sahibi olmak tamamen farklı bir şeydir. Bu, Allah’ın “Hayy” isminin tecellisidir. Hayatı yalnız Allah yaratır ve yaşatır. Sadece Allah’ın dilemesi ile hayat başlar ve yaşam devam eder. Tüm bunlar gösteriyor ki, bilim ve din kesinlikle birbiriyle uyumludur. Asıl bilime aykırı olan evrimdir.

Canlılarda matematiksel bir kusursuzluk, örneğin altın oranı görmekteyiz. Bitkilere, galaksilere, DNA’ya baktığımızda altın oranı görüyoruz. Altın oran, Ortaçağ’da Fibonacci tarafından keşfedilmiş bir sayıdır. 1.618 rakamı, Allah’ın örneğin bitkilerde ve salyangozlarda kullandığı altın orandır. Bunu aynı zamanda galaksilerde, DNA’da, yüzümüzde, dişlerimizde ve parmaklarımızda da görmekteyiz. Nereye bakarsak bakalım bu altın oranı görüyoruz. Bu, Allah’ın yaratmasındaki matematiksel kusursuzluktur ve simetri ise bir diğer özelliktir. Allah’ın yaratmak için doğa kanunlarına ihtiyacı yoktur, tüm doğa kanunlarını Allah yaratmıştır ve bunları dilediği şekilde değiştirebilir. Allah, belirli şekillerde yaratır, örneğin yaratmasında farklı aşamalar var eder. İnsanın yaratılışında bir sperm ve yumurta hücresi kullanır. Bunlar bir araya gelip, birleştiklerinde çeşitli embriyolojik aşamalardan sonra insan meydana gelir. Veya tohumdan bitki yaratabilir ancak bunun evrimle hiçbir alakası yoktur. Aynı şekilde bir tohumu düşündüğümüzde, Allah bitkiyi tohumdan yaratır fakat bunun evrimle hiçbir ilgisi yoktur. Allah aynı DNA ile Yaratılış için belirli aşamalar kullanır.

Fakat evrimin hayatın tesadüfler yoluyla ortaya çıktığı iddiaları imkansızdır. Evrimin herhangi bir mekanizması bulunmaz, bu çok önemli bir delildir. Bu gerçek aynı zamanda İncil’de de ifade ediliyor. Allah şöyle bildirir:

“Arkadaşları bunu duyunca hep birlikte Allah’a şöyle seslendiler: ‘Ey Efendimiz! Yeri göğü, denizi ve onların içindekilerin tümünü yaratan Sen’sin.” (Elçilerin İşleri, 4:24)

“Dünyayı ve içindekilerin tümünü yaratan, yerin ve göğün Rabbi olan Allah, elle yapılmış tapınaklarda oturmaz.” (Elçilerin İşleri, 17:24)

Son olarak, söz edeceğim bu konu çok önemli. Bizler, beynimizin içinde yaşıyoruz. Algıladığımız her şey beynimizin belirli bölümlerine elektrik sinyalleri olarak ulaşıyor. Dışarıda bilimsel olarak hiç ışık yok, atomlarda hiç ışık yok. Dışarısı zifiri karanlık. Fotonlar atomlardan yansıyan elektronlardan yayılıyor, sonra gözdeki merceğe girip retinaya ulaşıyorlar, burada bulunan sinir hücreleri elektrik sinyalleri oluşturuyor. Beynimiz tamamen sessiz ve karanlık. Bu elektrik sinyalleri renk, görüntü, ses, müzik veya çilek ya da muz kokusu olarak yorumlanır. Bu demektir ki bizler yalnız zihnimizdeki algılarla doğrudan bağlantı halindeyiz. Bu algıların dışında hiçbir gerçekliği tatmadık, dokunmadık, ya da görmedik. Bunun ne demek olduğunu biliyorsunuz, görebilen bir iç gözün olması gerekir. Bu müziği dinlemek için bir iç kulağın olması gerekir. Maddelerin sertliğini anlayabilecek bir iç el olması gerekir. Madde gerçekte sert değildir, maddenin sertliğinden bahsedilemez. Dışarıda renk veya görüntü yoktur, fakat bunu görebilen bir iç göz vardır. Bu da kaçınılmaz olarak bir ruhun var olması gerektiği sonucunu doğurur. Bu, Allah’ın insanın vücuduna üflediği ruhtur ve tüm bu algıları Allah yaratır. Materyalizmi ve Darwinizm’i yıkan en güçlü delil budur. Bu ruhun varlığının ispatıdır, bu nedenle Darwinistler hiçbir zaman ruhun varlığından bahsetmezler. Çünkü ruh var olduğuna göre, Allah vardır. Dolayısıyla bu gerçek açık olarak Allah’ın varlığını ortaya koyar.

Sonsuz varoluş ve sonsuz zaman, bir anda yaratılmıştır. Allah geçmişi, şu an yaşadığımız zamanı ve geleceği bir anda yaratmış ve bitirmiştir. Tüm bilimsel kanıtlar apaçık önemli bir gerçeği göstermektedir: Allah, her şeyin Yaratıcısı’dır. Allah evrimle değil, ani bir Yaratılış ile var etmiştir. Evrim mekanizması yoktur, tek bir proteinin veya DNA’nın tesadüfler sonucu meydana gelmesi imkansızdır. Tek bir proteinin var olması için hepsinin canlı bir hücrede aynı anda var olmaları gerekir. Siyanobakteri, dünyada görülen ilk canlı hücreleridir. Bu, fotosentez yapabilen tamamen canlı bir hücredir. Canlı türlerinin tamamı bir anda, eksiksiz vücutlarıyla ortaya çıkarlar.

Darwinizm’in iddialarını çürüten 600 milyondan fazla fosil bulunur. Bu demektir ki, 21. yüzyıl Darwinizm’in olmadığı, faşizm ve komünizm gibi sapkın ideolojilerin olmadığı bir yüzyıl olacak. Sevgi tüm dünyaya hakim olacak. Biz çok özel bir zamanda yaşıyoruz. Tanık olduğumuz alametler, savaşlar ve terör içinde yaşadığımız bu dönemin özelliğini gösteren işaretler var. Çok yakın bir gelecekte, bundan 5 ila 10 yıl sonra dünya bambaşka bir dünya olacak. Dünyadan alınan sevgi, tekrar dünyaya geri dönecek ve çok güzel zamanlar göreceğiz. Bu konuda büyük bir ümit içindeyiz.

Teşekkür ederim.





"Mutasyonlar Evrimleştirir" İddiası Bir Sahtekarlıktır




Mutasyonlar, canlı hücresinin çekirdeğinde bulunan ve bir insana ait tüm genetik bilgileri taşıyan DNA molekülünde, radyasyon ve kimyasal etkiler sonucunda meydana gelen yer değiştirmeler, kopmalar ve bozulmalardır. DNA'daki bilgiler; A, T, C ve G harfleri ile simgelenen 4 ayrı nükleotidin birbiri ardınca özel ve anlamlı bir sıra içinde dizilmesi ile oluşurlar. Ancak bu sıralamada tek bir harf hatasının dahi olması, o yapıyı tamamen bozacaktır. Sözgelimi çocuklarda görülen kan kanseri hastalığı DNA'daki harflerden birinin yanlış olması nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Çernobil'de meydana gelen radyasyon sızıntısı ve Hiroşima'ya atılan atom bombası sonucunda, sonraki nesil çocukların sakat kalmalarının veya kanser gibi hastalıkların başgöstermesinin nedeni de yine mutasyonların vücutlarında oluşturduğu bu tür zararlı etkilerdir.


Hemen hemen bütün mutasyonlar zararlıdır ve genellikle canlı için ölümcüldürler. Zarar vermeyen mutasyon örnekleri ise organizmaya hiçbir zaman fayda getirmemiş, en fazla etkisiz kalmışlardır. Bilim adamları, incelenmiş tüm mutasyonların arasında, tek bir tanesinin dahi açıkça canlının hayat sürecini olumlu etkileyemediği sonucuna varmışlardır.1


Fakat evrim teorisi, sözde "yeni" canlılar üreten, mucizeler gerçekleştiren bu hayali mutasyonlara dayanır. Darwinistler, türlerin, hayali ve faydalı sayısız mutasyonun ortaya çıkardığı mükemmel yapı ve organlar vesilesiyle birbirlerinden türediği iddiasındadırlar. Darwinistler açısından yüz karası olan bu iddia, mutasyonların bir organizmaya mutlaka zarar verdiği gerçeğini bilen Darwinist bilim adamları tarafından ortaya atılmaktadır. Dahası Darwinistler, mutasyonların bu zararlı etkilerini çok iyi bilmelerine rağmen, söz konusu iddialarına laboratuvarda mutasyona uğratılmış dört kanatlı bir mutant meyve sineğini örnek gösterirler. Dikkatlice gerçekleştirilen mutasyonlar sonucunda meyve sineğinde üretilen fazladan iki kanat, Darwinistler tarafından mutasyonların evrimleştirebileceği iddiasının en büyük kanıtı gibi sunulmuştur. Ama aslında bu söz konusu iki kanat, canlıya fayda değil zarar vermiş, canlının uçma yeteneğini yitirmesine yol açmıştır. Kaliforniya Üniversitesi'nden moleküler biyolog Jonathan Wells, bu durumu şöyle açıklamaktadır:

1970'lerde Kaliforniya Teknoloji Enstitüsünden genetikçi Edward B. Lewis, üç mutant türünü dikkatlice çiftleştirerek, dengeleyicilerin normal görünümlü ikinci bir çift kanada dönüştüğü bir meyve sineği üretmeyi başardı.


İlk bakışta Carroll'un deneyi, düzenleyici DNA'daki küçük gelişimsel değişimlerin görünümde büyük evrimsel değişimler üretebileceği iddiasına kanıt sağlıyor gibi gözükebilir. Ama meyve sineği hala meyve sineğidir. Dahası, ikinci çift kanat normal gözükmesine rağmen uçma kaslarından yoksundur. Dört kanatlı bir meyve sineği kuyruğundan faydasızca sarkan bir çift kanadı olan bir uçak gibidir. Canlı, uçmada ve çiftleşmede büyük zorluk yaşar, bu yüzden yalnızca laboratuvarda yaşayabilir. Evrime kanıt olarak sunulan, dört kanatlı meyve sineği, sirk gösterilerindeki iki başlı danadan daha iyi değildir.2


Jonathan Wells, sözlerine şöyle devam eder:


Fazla kanatlı ya da eksik bacaklı özürlü meyve sinekleri gelişim genetiği hakkında bazı şeyler öğretti ama evrim hakkında hiçbir şey öğretmedi. Tüm kanıtlar tek sonucu gösteriyor: Bir meyve sineği embriyosuna ne yaparsak yapalım, yalnızca 3 olasılık meydana gelebilir -normal bir meyve sineği, kusurlu bir meyve sineği ya da ölü bir meyve sineği. At bir yana, at sineği bile değil.3


Görüldüğü gibi, Darwinistlerin çarpık iddialarına yegane delil olarak göstermeye çalıştıkları 4 kanatlı mutant meyve sineği de, kusurlu bir meyve sineğinden fazlası değildir. Mutasyonlar, bir canlı üzerinde ne kadar etkili olursa olsunlar, o canlı türüne bir başka canlıya ait özellik ekleme gibi bir yetenekten yoksundurlar. Ama Darwinistler canlıda mutasyonlar yoluyla mucizeler oluştuğu yalanına inanmak isterler.

İlginç olan, söz konusu meyve sineğinin kusurlu olduğu Darwinist bilim adamları tarafından bilinmesine rağmen, bu mutantın halen ders kitaplarında mutasyon ile evrimin en büyük kanıtı olarak gösterilmeye çalışılmasıdır.

Moleküler biyolog Jonathan Wells konuyla ilgili olarak şunları yazmıştır:

Peter Raven ve George Johnson'ın 1999 baskılı ders kitabı Biology'e göre, "evrim genetik mesajdaki değişimlerle başlamıştır... Mutasyon ve yeniden birleşim (mevcut genlerin yeniden düzenlenmesi) yoluyla gerçekleşen genetik değişim evrim için hammadde üretir." Kitaptaki aynı sayfa, dört kanatlı meyve sineğinin resmine yer vermekte ve onu "gelişimin kritik evresini düzenleyen bir gen olan Ultrabithorax'daki değişimlerden dolayı bir mutant" diye nitelendirmekte, ayrıca iki göğüs kısmına ve dolayısıyla iki çift kanada sahip olduğunu da eklemektedir.


Mezkur ders kitabı, karışıklığa ilaveten, ilave kanatların bir yapı kazancını temsil ettiği izlenimini okura vermektedir. Ama gerçekte dört kanatlı meyve sineği uçuş için gerekli yapılardan yoksundur. Dengeleyicileri kaybolmuştur ve onların yerini yeni bir şey değil, diğer kısımda zaten bulunan yapıların kopyaları almıştır. Her ne kadar dört kanatlı meyve sinekleri resimleri, mutasyonların yeni bir şey eklediği izlenimini verse de, bunun tam tersi gerçeğe daha yakındır.4









Mutasyonların zararlı etkileri, resimdeki canlılarda açıkça görülebilmektedir. Mutasyonlar canlıları ya sakat bırakır ya da onları öldürürler. Mutasyonlar canlıları geliştirmez, onlara yalnızca zarar getirirler.





Darwinizm'in iddia ettiği canlılığın başlangıcını temsil eden ve tesadüfen meydana gelmesi imkansız olan o "hayali ilk hücre"nin kendi kendine meydana geldiğini varsaydığımızda bile, kompleks yapısıyla bir insan oluşana kadar gerçekleşmesi gereken hayali evrim sürecinin en küçük aşamasında bile muazzam miktarda genetik bilgi üretilmesi ve sayısız mutasyonun gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu mutasyonların miktarı çok olurken aynı zamanda bunların "tümünün" canlıya bir fayda veya bir "yenilik" getirecek özellikte olması zorunludur. Çünkü gelişmekte olan bu hayali yeni organizmada gerçekleşecek tek bir hata, sistemin tamamen bozulup çökmesine neden olacaktır. Evrim teorisine göre meydana gelmesi gereken bu milyarlarca mutasyonun her birinin istisnasız faydalı olduğunu iddia etmek kuşkusuz akla ve bilime aykırıdır.

Dolayısıyla bir canlıda daha önce var olmayan yepyeni bir uzvun veya bir özelliğin, mutasyonlar sonucunda meydana gelmesi imkansızdır. Mutasyonların bir canlıya, o canlıya ait olmayan yeni bir bilgi ekleme ve onu farklı bir canlı haline getirme gücü yoktur. Mutasyon iddiası, Darwinizm yalanının, Darwinist mantıksızlığının en büyük göstergesini temsil eder. Çünkü evrim fikri, temelde, gerçekte olmayan bu hayali "faydalı mutasyonlara" dayanmaktadır.

Varsayılan Faydalı Mutasyonlar İçin Gereken Sonsuz Zaman


Gerçekten faydalı mutasyonların gerçekleşebileceği ihtimalini varsaydığımızda bile, mutasyon iddiası evrim teorisine uymamaktadır. MIT (Massachusetts Institue of Technology - Massachusetts Teknoloji Enstitüsü)'de, Elektrik Mühendisliği Fakültesi Profesörü Murray Eden, "Neo-Darwinist Evrimin Bilimsel Teori Olarak Yetersizliği" başlıklı makalesinde, adaptasyon amaçlı bir değişimi meydana getirmek için altı mutasyon gerekiyorsa, bunun tesadüfen ancak bir milyar yılda bir gerçekleşeceğini, eğer iki düzine gen dahil olacaksa, bu durumda Dünyanın yaşından daha uzun bir sürenin, daha doğrusu 10,000,000,000 yıla ihtiyaç olacağını açıklamıştır.5


Matematikçiler, birden fazla mutasyonun aynı anda meydana gelmesi gereken kompleks yapı ve organlarda, mutasyonların faydalı ve etkili olduğu varsayıldığında bile, Darwinistler açısından bir zaman problemi olduğunu açıkça belirtmektedirler. En koyu Darwinistlerden paleontoloji profesörü George G. Simpson bile, beş mutasyonun aynı anda gerçekleşmesinin sonsuz zaman alacağını açıkça belirtmektedir.6 Sonsuz zaman, böyle bir ihtimalin olmadığı anlamına gelmektedir. Ve bu aynı zamanda, canlı organizmaların sahip oldukları tüm yapı ve organlar için geçerli bir ihtimaldir. Şu durumda günümüzde gördüğümüz muhteşem canlı çeşitliliğinin mutasyonlarla meydana gelme ihtimalinin imkansız olduğu açıktır.

Evrimci George G. Simpson, söz konusu mutasyon iddiası ile ilgili bir hesaplama daha yapmış ve her gün yeni bir jenerasyon oluşturabildiğini varsaydığımız 100 milyon bireylik bir topluluk içinde, mutasyonlardan elde edilebilecek olumlu bir sonucun ancak 274 milyar yılda bir meydana gelebileceğini itiraf etmiştir. Bu sayı, 4.5 milyar yıl olarak tahmin ettiğimiz Dünyanın yaşının yüzlerce kat üzerindedir.7 Tabi tüm bunlar, mutasyonların olumlu bir etkisinin olduğunu veya yeni jenerasyonlar meydana getirebildiğini varsaydığımızda ortaya çıkan hesaplamalardır. Fakat gerçek dünyada böyle bir varsayıma yer yoktur.

Sözde Evrimleşen Canlı Bedeni, Neden Mutasyonlara Karşı Korunuyor?


Tüm evrimci bilim adamları bilmektedirler ki, bir canlının DNA'sında durup dururken bir kopyalama hatasının meydana gelme ihtimali son derece düşüktür. Araştırmalar hücrelerde genetik hataların oluşmasını engelleyecek koruma unsurlarının var olduğu gerçeğini ortaya çıkarmıştır. DNA bilgisi, birbirini hatalara karşı kontrol eden birbirinden farklı sayısız enzim var olmadan kopyalanamaz. Bunlar doğru amino asidin doğru tRNA'ya bağlandığına emin olunması için çift süzgeçli enzimleri içerir. Bir süzgeç fazla büyük amino asitleri reddederken, diğeri fazla küçük olanları reddeder. Bu son derece hassas ve akıllı bir sistemdir. Bu akıllı sistemde hata meydana gelmesi ihtimaline karşı son kontrolü yapan enzimler de mevcuttur. Bilim adamları, kendi akılları dahilinde DNA'nın bütünlüğünü korumaya yönelik daha iyi bir hücresel kontrol ve koruma sistemi hayal edemedikleri sonucuna varmışlardır.8


30 yıl boyunca Sorborne evrim kürsüsü başkanlığını yapan Pierre Paul Grassé bu konuyla ilgili olarak şunları yazmıştır:


Rüzgarla taşınan tozun Dürer'in "Melancholia"sını oluşturma ihtimali, gözü oluşturan DNA moleküllerinde meydana gelebilecek bir kopyalama hatası ihtimalinden çok daha küçüktür.9


Darwinistler, DNA'daki bu mucizevi sistemi görmezden gelir, bu konuyu derinlemesine araştırıp buna açıklama getirmekten kaçınırlar. Fakat bir yandan da meydana gelme ihtimali neredeyse imkansız olan kopyalama hataları üzerine bir yaşam tarihi senaryosu meydana getirirler ki bu da Darwinist mantığın hezimetini bir kez daha gözler önüne sermektedir.

Darwin'in öne sürdüğü doğal seleksiyon iddiasının evrim için kesin olarak bir açıklama olmadığının anlaşılmasının ve genetik kanunlarının Darwinizm'e bir darbe olarak ön plana çıkmasının ardından, Neo-Darwinizm'in en büyük silahı olarak ortaya sürülen "mutasyonların evrimleştirici etkisi" iddiası, görüldüğü gibi bir aldatmacadan ibarettir.

Canlı organizmayı bozan, öldüren, yok eden, kimi zaman ondan sonraki tüm nesilleri etkileyerek zarar veren mutasyon gibi bir mekanizmanın yepyeni canlılar ortaya çıkardığını iddia etmek kuşkusuz büyük bir saçmalıktır. Fakat kitleler, yıllar boyunca bu yalan ile kandırılmışlardır. Elbette Darwinist bilim adamları da mutasyonların böylesine mucizevi bir gücü olamayacağını bilmektedirler. Nitekim çağımızın en bilinen Darwinistlerinin başında gelen ateist Richard Dawkins bile; "Mutasyonların çoğu zararlıdır, istenmeyen bir yan etkinin ortaya çıkması oldukça muhtemeldir"10 sözleriyle bu gerçeği itiraf etmiştir. Bütün bu gerçeklere rağmen kimi Darwinistlerin hala bu çürük iddiayı evrimin bir mekanizması olarak sunmaya çalışmaları ve bunda hala ısrarlı olmaları, batıl Darwinizm dinine bağlılıklarından kaynaklanmaktadır.





 





Kambriyen Fosillerinin 70 Yıl Saklanması Bir Aldatmacadır




Kambriyen canlıları, mükemmel komplekslik gösteren günümüz canlılarından farksız varlıklardır. Bu durum, Darwin'in hayali evrim ağacına ters düşmekte, hayali evrim süreci için belirlenen sahte gelişimi de altüst etmektedir. Darwin'in evrim teorisine göre, sözde tesadüfen oluşan ilk hücrenin ardından tek hücreliler yeryüzünde hüküm sürmeli, bunun ardından basit yapılı çok hücrelilerle başlayan hareketli yaşam, suda yaşayan tek bir filum ile devam etmelidir. Filum sayısı zamanla artmalı, bununla orantılı olarak da türler çoğalmalıdır. Fakat Kambriyen bulgularının ortaya çıkardığı gerçek bu şekilde olmamıştır. Darwin'in evrim ağacı tamamen tersine dönmüş, günümüzdekinden çok daha fazla sayıda çeşitlilik, canlı tarihinin daha ilk başında, tek hücrelilerden hemen sonra kendini göstermiştir. (Detaylı bilgi için: Darwin'in Anlayamadığı Kambriyen, Adnan Oktar)

Darwinist ideolojiye sıkı sıkıya bağlı koyu bir Darwinist için bunu keşfetmek büyük bir yıkımdır kuşkusuz. ABD'nin en ünlü müzelerinden Smithsonian Institution'da (Smithsonian Müzesi) yönetici ve paleontolog olan Charles Doolittle Walcott da bu batıl dinin en sadık mensuplarından olduğu için ilk olarak 1909 yılında keşfetmeye başladığı Kambriyen fosillerinin çeşitliliği karşısında dehşete düşmüştü. 1917 yılına kadar devam eden çalışmasında toplam 65 bin fosil örneği topladı.

Bunların tümü Kambriyen döneminin kompleks canlılarına aitti. Walcott, mensup olduğu batıl dini adeta yok eden, inançlarına ters düştüğü için kendisini dehşete düşüren bu fosilleri gizlemeye karar verdi. Çektiği resimleri ve belgeleri Smithsonian Müzesi'ndeki çekmecelere kilitledi. Bu özel ve önemli fosillerin ortaya çıkması ancak 70 yıl sonra mümkün olacaktı. İsrailli bilim adamı Gerald Schroeder bu konuda şu yorumu yapar:

Eğer Walcott isteseydi, fosiller üzerinde çalışmak üzere bir ordu dolusu öğrenciyi görevlendirebilirdi. Ama evrim gemisini batırmamayı tercih etti. Bugün Kambriyen Devri fosilleri Çin'de, Afrika'da, İngiliz Adaları'nda, İsveç'te ayrıca Grönland'da da bulunmuş durumdadır. (Kambriyen Devrindeki) Patlama, Dünya çapında yaşanmış bir olaydır. Ama bu olağanüstü patlamanın doğasını tartışmak mümkün olmadan önce, bilgi gizlenmiştir. (Gerald Schroeder, "Evolution: Rationality vs. Randomness", http://www.geraldschroeder.com/evolution.html s. 74-75)

Walcott'un bulgulara ulaştığı Burgess Shale'deki Kambriyen fosilleri, Walcott'un ölümünden on yıllar sonra yeniden incelendi. "Cambridge grubu" olarak anılan ve Harry Blackmore Whittington, Derek Briggs ile Simon Conway Morris'ten meydana gelen uzmanlar ekibi, 1980'lerde fosilleri detaylı bir şekilde analiz ettiler. Ve faunanın Walcott'un belirlediğinden çok daha çeşitli ve sıradışı olduğu sonucuna vardılar. Fosillerin bir kısmının, günümüzde bilinen canlı kategorileri altında sınıflandırılamayacağı, dolayısıyla şimdikinden farklı filumların örneklerini verdikleri yönünde görüş bildirdiler. Canlılar, 543–490 milyon yıl öncesinde süregelmiş Kambriyen döneminde, mükemmel ve kompleks halleri ile aniden ortaya çıkmışlardı.

Ortaya çıkan sonuç Darwinistler adına öylesine beklenmedikti ki, bilim adamları bu ani hareketi bir "patlama" olarak adlandırdılar. "Kambriyen Patlaması"; bilim tarihinin en benzersiz, evrimci bilim adamları açısından ise en açıklamasız olaylarının başında geliyordu.

Darwinistler, elde edilen bu olağanüstü bulgular karşısında adeta sessizliğe gömülmüşlerdir ve bu bulgular hiç yokmuş gibi davranmaktadırlar. Yaşamın tarihi hakkında kurguladıkları sayısız aldatıcı senaryoyu bilim dergilerinde birbiri ardınca yayınlarken, 540 milyon yıl önceki bu büyük olayı hatırlatmamaya, bunun evrim teorisini tamamen ortadan kaldırdığını hissettirmemeye çalışmaktadırlar. Bunu açıkça yapmış ve tüm fosilleri saklamış olan Charles Doolittle Walcott da, Darwinizm aldatmacasının ne ileri boyutlara varabileceğinin en büyük delil ve örneklerinden biridir.





 





Piltdown Adamı Bir Sahtekarlıktır





Ünlü bir doktor ve aynı zamanda da amatör bir paleontolog olan Charles Dawson, 1912 yılında, İngiltere'de Piltdown yakınlarındaki bir çukurda, bir çene kemiği ve bir kafatası parçası bulduğu iddiasıyla ortaya çıktı. Çene kemiği maymun çenesine benzemesine rağmen, dişler ve kafatası insanınkilere benziyordu. Ele geçirilen fosillere "Piltdown Adamı" adı verildi, 500 bin yıllık bir tarih biçildi ve fosil insanın hayali evrimine en önemli delil olarak İngiltere'deki British Museum'da sergilenmeye başladı. 40 yılı aşkın bir süre boyunca hakkında birçok bilimsel makaleler yazıldı, yorumlar ve çizimler yapıldı. Dünyanın farklı üniversitelerinden 500'ü aşkın akademisyen, Piltdown Adamı üzerine doktora tezi hazırladı.11


Ünlü Amerikalı paleoantropolog H. F. Osborn da 1935'te British Museum'u ziyaretinde, "Doğa sürprizlerle dolu; bu, insanlığın tarih öncesi devirleri hakkında önemli bir buluş" diyordu.12 Oysa Piltdown Adamı, büyük bir sahtekarlık, bilinçli şekilde yapılmış büyük bir hileydi.

1949'da ise British Museum'un paleontoloji bölümünden Kenneth Oakley yeni bir yaş belirleme yöntemi olan "flor testi" metodunu, bazı eski fosiller üzerinde denemek istedi. Bu yöntemle, Piltdown Adamı fosili üzerinde de bir deneme yapıldı. Yapılan testte Piltdown Adamı'nın çene kemiğinin hiç flor içermediği anlaşıldı. Bu, çene kemiğinin toprağın altında birkaç yıldan fazla kalmadığını gösteriyordu. Az miktarda flor içeren kafatası ise sadece birkaç bin yıllık olmalıydı.






 




Flor metoduna dayanılarak yapılan sonraki kronolojik araştırmalar, kafatasının ancak birkaç bin yıllık olduğunu ortaya çıkardı. Çene kemiğindeki dişlerin ise suni olarak aşındırıldığı, fosillerin yanında bulunan ilkel araçların da çelik aletlerle yontulmuş adi birer taklit olduğu anlaşıldı.13 Weiner'in yaptığı detaylı analizlerle bu sahtekarlık 1953 yılında kesin olarak ilan edildi. Kafatası 500 yıl yaşında bir insana, çene kemiği de yeni ölmüş bir orangutana aitti! Dişler, insana ait olduğu izlenimini vermek için sonradan özel olarak eklenmiş ve sıralanmış, eklem yerleri de törpülenmişti. Daha sonra da bütün parçalar, eski görünmeleri için potasyum-dikromat ile lekelendirilmişti. Bu lekeler, kemikler aside batırıldığında kayboluyordu. Sahtekarlığı ortaya çıkaran ekipten Le Gros Clark, "Dişler üzerinde yıpranma izlenimini vermek için yapay olarak oynanmış olduğu o kadar açık ki, nasıl olur da bu izler dikkatten kaçmış olabilir?" diyerek şaşkınlığını gizleyemiyordu.14


Bu şaşırtıcı gerçeği bilim yazarı Hank Hanegraaff şu şekilde dile getirmişti:


Marvin Lubenov'un açıklamalarına göre: "Alt çenedeki orangutan dişlerinin üzerindeki törpü izleri açıkça görünür şekildeydi. Azı dişleri yanlış şekilde dizilmişti ve iki farklı açıdan törpülenmişti. Köpek dişi de iki farklı açıdan törpülenmişti. Köpek dişi öyle derin şekilde törpülenmişti ki pulpanın kavitesi açığa çıkmış sonra içi doldurulmuştu."15


Bu şaşırtıcı ve Darwinistler adına utanç verici keşfin ardından Piltdown Adamı, 40 yılı aşkın bir süredir sergilenmekte olduğu British Museum'dan alelacele çıkarıldı.

Kuşkusuz bu sahtekarlık, evrim tarihindeki en büyük kara lekelerden biri olarak yerini alacaktı.





 





Darwinistlerin Ida Aldatmacası ile İlgili İtirafları




Johns Hopkins ünv. Carnegie Doğa Tarihi Müzesi paleontologlarından Chris Beard:


"Bu fosilin, BİZE İNANDIRMAK İSTEDİKLERİNİN AKSİNE, ne maymunlarla, ne de insan ile bir bağlantısı yoktur."16


Duke Üniversitesi'nden paleontolog Richard Kay:

"Ida'nın kayıp halka olduğuna dair iddiaları destekleyecek elde hiçbir bilimsel analiz olmadığını", YANİ HİÇBİR DELİL OLMADIĞINI açıkça itiraf etmektedir.17

Timesonline:


"Attenborough, Ida'yı, insanın geçmişi ile en yeni ve en mükemmel bağlantı haline getiren MEDYA SİRKİNİN bir elemanı haline geldi. Böyle bulgular, genellikle akademik dergilerin ciddi sayfalarında gün ışığına çıkarılır. Ama Ida ile ilgili olarak, Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'ndeki şatafatlı basın toplantısı dışında böyle bir şey söz konusu olmadı. Sonrasında fosili inceleyen kişiler araştırmaları hakkında detaylar verdiler. Ancak yapılan açıklama son derece saçmaydı."18


Cambridge Üniversitesi'nden insanın evrimi profesörü Robert Foley:


"Dr. Simons 10 yıl sonra beni ilk defa olarak bu SAÇMALIK hakkındaki öfkesini paylaşmak için aradı ve on yıl sonra ilk defa olarak onunla aynı fikirde idim. Sunulan ürün öylesine olağanüstüydü ki, şimdi bu şovun süresini tamamlamak için bilim adamlarının baskı altında oldukları anlaşılmış oluyordu. Simons ise şunları söylüyordu: "Bu saçma ve çok tehlikeli. Bu tamamen kötü bilim yapmaktır... Darwinius mükemmel bir fosil, ama HİÇBİR ŞEKİLDE KAYIP HALKA DEĞİL. EVRİM İÇİN BİR AÇMAZ TEŞKİL EDİYOR."19






 

 


Dipnotlar



1- Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 74-75

2- Jonathan Welss, Ph.D., The Politically Incorrect Guide to Darwinism and Intelligent Design, Regnery Publishing Inc., Washington, 2006, sf.34

3- Jonathan Welss, Ph.D., The Politically Incorrect Guide to Darwinism and Intelligent Design, Regnery Publishing Inc., Washington, 2006, sf.36

4- Jonathan Wells, Evrimin İkonları, Gelenek yayınları, Ocak 2003, s. 172-173

5- Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution Mystery, Sphere Books Ltd., 1984, s. 4

6- Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution Mystery, Sphere Books Ltd., 1984, s. 230

7- Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 81

8- Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 74-75

9- Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 81

10- Richard Dawkins, The Extended Phenotype, Oxford University Press, 1999, s. 141

11- Malcolm Muggeridge, The End of Christendom, Grand Rapids, Eerdmans, 1980, s. 59

12- Stephen Jay Gould, "Smith Woodward's Folly", New Scientist, April 5, 1979, s.44

13- Kenneth Oakley, William Le Gros Clark & J. S, "Piltdown", Meydan Larousse, cilt 10, s. 133.

14- Stephen Jay Gould, "Smith Woodward's Folly", New Scientist, April 5, 1979, s.44

15- Hank Hanegraaff, Fatal Flaws "What Evolutionists Don't Want You To Know", W Publishing Group, 2003 s. 34

16- The Missing Link? Nightline, ABC News television, May 20, 2009. The Missing Link? Nightline, ABC News television, May 20, 2009

17- Gibbons, A. "Revolutionary" Fossil Fails to Dazzle Paleontologists. ScienceNOW Daily News. Posted on sciencenow.sciencemag.org May 19, 2009, accessed May 20, 2009

18- http://www.timesonline.co.uk/tol/news/uk/science/article6350095.ece

19- http://www.timesonline.co.uk/tol/news/uk/science/article6350095.ece

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü