Harun Yahya


Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisindeki Yanılgılar

Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Ekinin
"Eksik Halka" Yanılgısı



2 Ekim 1999 tarihli Cumhuriyet gazetesinin Bilim ve Teknik ekinde "Evrim: Eksik Halka Bulundu" başlığı ile bir haber yayınlandı. Haberin başlığı, okuyuculara, evrimcilerin 140 yıldır arayıp da bulamadıkları "kayıp ara form"un artık bulunduğu gibi bir izlenim veriyordu. Cumhuriyet yepyeni bir keşfi duyururmuşçasına bir başlık kullanmıştı, oysa gerçekte sadece bir buçuk ay kadar önceki (23 Ağustos 1999 tarihli) bir Time dergisi haberinin tercümesini yayınlıyordu. Time dergisinin söz konusu haberinde ise, gerçekte insanın sözde evrimini destekleyecek bir "kayıp halka" fosilinden söz edilmemişti.

Time dergisinin, "How Man Began" (İnsan Nasıl Doğdu) başlığıyla kapaktan yayınlanan söz konusu haberi, aslında evrimci çevrelerin ABD'nin Kansas eyaletindeki gelişmeler nedeniyle duydukları paniğin bir ifadesiydi. Kansas eyaleti mahkemesi, evrim teorisinin bilimsel bir gerçek olmadığını, bir varsayımdan ibaret olduğunu belirtmiş ve bu teorinineğitim müfredatından çıkarılması yönünde karar almıştı. Bu gelişme, evrimcilerin on yıllardır sığındıkları "evrim bilimin temelidir, evrimi reddetmek bilimi reddetmek anlamına gelir" şeklindeki aldatmacanın anlamsızlığını ortaya koydu. İşte Time'ın haberi, evrimcilerin bu gelişme karşısında "alarm" durumuna geçmelerinin bir ifadesiydi.



Time dergisinin ilgili sayısı


Bu durum, Time'ın haberinin henüz ilk cümlesinde bile açıkça görülüyordu. Haber "yaratılışçıların ve onların entellektüel müttefiklerinin tüm protestolarına rağmen.. bilim uzun zamandır insanoğlunun da sadece bir tür hayvan oldugunu ögretmiştir" diye okuyucuyu yönlendirmeyi hedefleyen bir telkinle başlıyordu.

Oysa insanoğlunun "sadece bir tür hayvan" olduğu yanılgısını gündeme getiren kaynak, bilim değil, evrim dogmasıdır. Evrimciler 140 yıldır bu aldatmacayı savunmakta, ancak kendilerini destekleyen hiçbir bilimsel bulgu elde edememektedir. Aksine, bilimsel bulgular, insanın kökeninin hayvanlardan tümüyle ayrı olduğunu, insanın da, tüm diğer canlıların da ayrı ayrı yaratıldıklarını göstermektedir.

Time dergisinin "İnsan Nasıl Doğdu" başlıklı haberi, evrim adına sözde yeni ve önemli bulgular elde edildiği izlenimi verecek şekilde hazırlanmıştı. Cumhuriyet ise bu izlenimi daha da artırmaya çalışarak "Eksik Halka Bulundu" gibi iddialı, ama gerçek dışı bir başlık kullandı.

Oysa bu evrimci yayınların oluşturmaya çalıştığı söz konusu izlenimi destekleyecek hiçbir somut veri yoktu. Time'ın yaptığı şey, şimdiye kadar elde edilen ve evrim teorisine hiçbir şekilde delil teşkil etmeyen fosil bulgularını birbiri ardına sıralayıp anlatmaktan ibaretti. Bu bulgular hakkında evrimcilerin kendi aralarındaki anlaşmazlıklar konu ediliyor, bilimsel bir temeli olmayan farklı evrimci varsayımlar birbiri ardına sıralanıyordu.



Yukarıda görülen dişler üzerinde yapılan incelemeler evrimcilerin bir senaryosunu daha yıkmıştır. Dişler üzerinde 1994 yılında yapılan analizler Australopithecuslar'ın insan değil Afrika maymunları ile aynı kategoride canlılar olduklarını ortaya çıkarmıştır.


Time dergisi, farklı Australopithecus türlerini anlatıyor ve bunların insanların atası sayılabileceğini öne sürüyordu. Buna delil olarak da Australopithecus'un dik olarak yürüdüğü şeklindeki klasik evrimci yanılgıyı tekrarlıyordu. Oysa 1994 yılında uzmanların yaptığı analizler, bu iddianın geçersizliğini ortaya koymuştu. Fred Spoor, Bernard Wood ve Frans Zonneveld adlı üç anatomi uzmanı, insan ve maymunların iç kulaklarında yer alan ve denge sağlamaya yarayan yarı-çembersel kanalları karşılaştırmalı olarak analiz ettiler. Dik yürüyen insanların kanalları ile, eğik yürüyen maymunların kanalları birbirlerinden somut bazı farklılıklarla ayrılıyorlardı. Spoor, Wood ve Zonneveld'in, inceledikleri tüm Australopithecus ve dahası Homo habilis örneklerinin iç kulak kanalları günümüz maymunlarınınkiyle aynıydı. Homo erectus'un iç kulak kanalları ise, aynı günümüz insanlarındaki gibiydi.24

Bu bulgu, gerek Australopithecus türlerinin, gerekse aslında Australopithecus sınıfına dahil edilmesi gerekirken "Homo habilis" adlı hayali ve artık reddedilmeye başlanmış sınıflamaya dahil edilen fosillerin, kesinlikle dik yürümediklerini ortaya çıkarmıştır. Sözde evrim sırasında bu sınıflamaların ardına konulan Homo erectus (ya da Homo ergaster) ise tartışmasız dik yürüyen, iskeletleri bizden farksız insan ırklardır. Yine 1994 yılında Amerikalı antropolog Holly Smith'in Australopithecus dişleri üzerinde yaptığı detaylı analizler de, bu canlıların insanlarla benzerlik taşımayan bir maymun türü olduğunu göstermiştir. Smith, şöyle demiştir:

Dişlerin gelişimi ve yapısı kriterine dayanarak yaptığımız analizler, Australopithecus türlerinin Afrika maymunlarıyla aynı kategoride olduğunu göstermektedir.25

Ancak Time dergisi, "insanın sözde evrimi" konusunda 10 sayfalık bir haber yayınlamasına rağmen, bu somut bilimsel bulgulardan hiç söz etmemiştir. Haberde, zaten bilinen ve insanın evrimi iddiasına hiçbir somut delil oluşturmadığı evrimciler tarafından da kabul edilen fosiller sıralanmış ve bunların üzerine yazılan evrimci senaryolar anlatılmıştır. Türkiye'deki evrimci medya kuruluşlarının, kaynak olarak Time'ın söz konusu makalesi gibi propaganda amaçlı ve bilim dışı kaynaklara sarılmaları ise, evrim teorisinin içinde bulunduğu "kriz"in bir göstergesi olması açısından anlamlıdır.


Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisi
ve Beş Parmaklı Canlılar



Evrim teorisini savunmayı kendine görev edinmiş yayınlardan biri olan Cumhuriyet gazetesinin haftalık Bilim ve Teknik eki (CBT), 6 Kasım 1999 tarihli sayısında "İnsanların neden 5 parmağı vardır?" başlıklı bir yazı yayınladı. Dergide, insanların, memelilerin, sürüngenlerin ve amfibiyenlerin el ve ayaklarında hep 5'er parmak bulunduğu belirtiliyor ve bu bilgi, söz konusu canlıların ortak bir atadan evrimleştiği yanılgısına sözde bir delil olarak gösteriliyordu. Oysa CBT'nin verdiği bilgi de, bu bilgiye dayanak yaptığı yorum da gerçekleri yansıtmıyordu. Bunu görebilmek için, öncelikle CBT'nin söz konusu yorumlarına temel oluşturan evrimci yanılgıları kısaca hatırlamak yerinde olur.

Canlılarda benzer yapılar olduğu gerçeğinden yola çıkarak, bu canlıların sözde ortak bir atadan evrimleştikleri iddiasını öne sürmek, "homoloji" olarak bilinen kavrama dayanır. Evrimciler "homolog" organlara sahip canlıları aynı sözde evrimsel şema içine yerleştirir ve kendilerince "akraba" sayarlar. CBT'nin sözünü ettiği "farklı canlılarda beş parmaklı el ve ayak yapılarının benzerliği" konusu da, evrimci literatürde uzun yıllar kullanılan bir "homoloji" örneğidir. Ancak son 20-30 yıl içinde yürütülen bilimsel bulgular, homoloji iddiasının bilimsel bir temele dayanmayan hayali bir varsayımdan öteye gitmediğini göstermektedir. Sırasıyla;


Evrimcilerin hiçbir evrimsel bağ kuramadıkları, bütünüyle farklı sınıflara ait canlılarda bile homolog (benzer) organların var olması,

Homolog organlara sahip canlılarda, bu organların genetik şifrelerinin çok farklı olması ve

Homolog organlara sahip canlılarda, bu organların embriyolojik gelişim safhalarının birbirinden çok farklı olması, homolojinin evrime dayanak oluşturmadığını ortaya koymaktadır. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Harun Yahya, Evrim Aldatmacası)




Michael Denton


Birinci maddede sözü edilen gerçek, CBT'de konu edilen "beş parmaklılık" konusu için de geçerlidir. CBT'deki yazıda, tüm beşparmaklı canlıların tek bir hayali ortak atadan geldiği iddia edilmektedir, ancak bugün gerçekte evrimciler bile, aralarında hiçbir evrimsel ilişki kuramadıkları farklı canlı gruplarında beş parmaklılık özelliği olduğunu kabul etmektedir. Örneğin evrimci biyolog M. Coates, 1991 ve 96 yıllarında yayınladığı iki ayrı bilimsel makaleyle, beş parmaklılık (pentadactyl) olgusunun, birbirinden bağımsız olarak iki ayrı kez ortaya çıktığını belirtmektedir Coates'e göre, beş parmaklı yapı, hem anthracosaurlarda hem de amfibiyenlerde birbirinden bağımsız olarak ortaya çıkmıştır.26 Bu bulgu, beş parmalılık olgusunun hayali "ortak ata" varsayımına delil oluşturamayacağının bir göstergesidir.

Evrimci tezi bu konuda zora sokan bir diğer nokta da, söz konusu canlıların hem ön hem de arka ayaklarının beşer parmaklı olmasıdır. Oysa evrimci literatürde ön ve arka ayakların tek bir "ortak ayak"tan geldikleri öne sürülmemektedir ve ayrı ayrı geliştikleri varsayılmaktadır. Dolayısıyla ön ve arka ayakların yapısının da, farklı rastlantısal mutasyonlar sonucu, farklı olması beklenmelidir. Moleküler biyolog Michael Denton, "Evolution: A Theory in Crisis" (Evrim: Krizdeki Bir Teori) adlı kitabının "The Failure of Homology" (Homolojinin Çöküşü) adlı bölümünde bu konudan şöyle söz eder:

Gördüğümüz gibi tüm karada yaşayan omurgalıların ön ayakları aynı pentadactyl (beş parmaklı) dizayna sahiptir ve bu da evrimci biyologlar tarafından, bu canlıların ortak bir atasal kaynaktan geldikleri şeklinde yorumlanmaktadır. Ancak arka ayaklarda da yine aynı pentadactyl tasarım vardır ve gerek kemik yapıları gerekse embriyolojik gelişimleri yönünden ön ayaklara çok benzerler. Ancak hiç bir evrimci, arka ayakların ön ayaklardan geldiğini ya da arka ve ön ayakların ortak bir kaynaktan evrimleştiğini savunmamaktadır... Aslında, biyolojik bilgi arttıkça, canlılardaki benzerlikleri ortak atadan geldikleri varsayımı ile açıklamak daha zayıf hale gelmektedir... Evrim adına öne sürülen diğer pek çok "dolaylı delil" gibi, homolojiden gelen deliller de ikna edici değildir, çünkü çok fazla anormallikle, çok sayıda karşı-örnekle ve kabul edilmiş (evrimsel) tablo içine sığdırılamayan pek çok olguyla karşılaşılmaktadır.27



 

 

Karada yaşayan omurgalı canlıların hemen hepsinde -resimde de görüldüğü gibi- 5 parmaklı bir kemik yapısı vardır. Evrimciler bunu evrime büyük bir delil olarak lanse etmeye çalışmışlardır. Ancak son bilimsel bulgularla bu kemik yapılarının canlılarda çok farklı genler tarafından kontrol edildiğini ortaya çıkmıştır. Bu gerçek "5 parmaklılık homolojisi" varsayımını çökertmiştir.


Beş parmaklılık homolojisi konusundaki evrimci iddiaya asıl darbe ise, moleküler biyolojiden gelmiştir. Evrimci yayınlarda uzunca bir zaman savunulan "beşparmaklılık homolojisi" yanılgısı, bu parmak yapısına sahip olan farklı canlılarda, parmak yapılarının çok farklı genler tarafından kontrol edildiği anlaşıldığında çökmüştür.

Evrimci biyolog William Fix, beşparmaklılık hakkındaki evrimci tezin çöküşünü şöyle anlatır:

Evrim konusunda homoloji fikrine sıkça başvuran eski ders kitaplarında, farklı hayvanların iskeletlerindeki ayakların yapısı üzerinde özellikle duruluyordu. Dolayısıyla bir insanın kolunda, bir kuşun kanatlarında ve bir yarasanın yüzgeçlerinde bulunan pentadactyl (beşparmaklı) yapı, bu canlıların ortak bir atadan geldiklerine delil sayılıyordu. Eğer bu değişik yapılar, mutasyonlar ve doğal seleksiyon tarafından zaman zaman modifiye edilmiş aynı gen-kompleksi tarafından yönetiliyor olsalardı, bu teorinin de bir anlamı olacaktı. Ama ne yazık ki durum böyle değildir. Homolog organların, farklı türlerde tamamen farklı genler tarafından yönetildiği artık bilinmektedir. Ortak bir atadan gelen benzer genler üzerine kurulmuş olan homoloji kavramı çökmüş durumdadır.28

Dikkat edilirse William Fix, "beşparmaklılık homolojisi" hakkındaki evrimci iddiaların eski ders kitaplarında yer aldığını, ancak moleküler kanıtların ortaya çıkmasından sonra bu iddianın terk edildiğini söylemektedir. Ama Cumhuriyet Bilim Teknik, tam da bu terk edilmiş iddiayı gündeme getirmekte ve "beşparmaklılığın evrimi nasıl ispatladığı" (!) yönünde hikayeler yayınlamaktadır. Bu durum, bir kez daha, Türkiye'de evrim teorisini savunmak adına ortaya çıkan bazı kimselerin gerçekte çok ciddi bir bilgi eksikliği içinde olduklarını ve on yıllar önceden reddedilmiş evrimci iddialara körü körüne inandıklarını göstermektedir. Gerek CBT ekibinin gerekse tüm diğer evrimcilerin, gelişen bilimin bulgularını incelemeleri gerekmektedir. 2000'li yılları yaşadığımız şu günlerde, körü körüne savundukları "evrim" safsatasının hiçbir dayanağı kalmadığını bu sayede görebilirler.

Homolog organların, farklı türlerde tamamen farklı genlerce yönetildiği artık bilinmektedir. Sözde ortak bir atadan gelen benzer genler üzerine kurulmuş olan homoloji kavramı çökmüş durumdadır.


Darwin'e Verilen Yersiz "Bin Yılın
Bilim Adamı" Payesi



5 Şubat 2000 tarihli Cumhuriyet Bilim Teknik dergisinde, derginin bu sayısından itibaren her hafta bin yılın bilim insanlarından birinin tanıtılacağı haber veriliyordu. Ve derginin anlatmak üzere seçtiği ve kapak yaptığı ilk "bin yılın bilim adamı" ise Charles Darwin'di. Bin yılın tüm bilim insanları gözden geçirildiğinde, derginin Charles Darwin'i baş sıraya koyması ise elbetteki enterasan bir seçimdi.

Sayın A.M.C. Şengör tarafından kaleme alınan söz konusu yazının, Charles Darwin ile ilgili olarak yazılmış diğer yazılardan hiçbir farkı yoktu. Darwin'in hayatı anlatılmış ve hayatıyla ilgili türlü detaylar verilmiş, ancak Darwin'in ortaya attığı teorinin kanıtlarından kesinlikle söz edilmemişti.


Charles Darwin'i Bilim Adamı
Olarak Gösterme Çabası





Charles Darwin


Taraflı bir tutumla hazırlanmış olduğu açıkça anlaşılan yazının hemen hemen tamamında Charles Darwin'in ne kadar bilime yakın, ne kadar araştırmacı bir insan olduğu ve ortaya ne kadar önemli bir kuram attığı vurgulanmaktaydı. Anlaşılan Cumhuriyet Bilim Teknik dergisi Charles Darwin'in 20. yüzyılda ağır yara alan bilimsel itibarını kendince onarmak istemişti. Ancak yazıyı dikkatle okuyan herkesin de görebileceği gibi, yazıda Darwin'in bilimselliği kurtarılamamış, aksine bilimsel olduğunu kanıtlamak gayretiyle öne sürülen örnekler, Darwin'in kendi teorisini birinci dereceden ilgilendiren temel konulara dahi ne kadar uzak ve acemi bir yaklaşımı olduğunu gözler önüne sermiştir.

Yazıda da açıkça belirtildiği üzere, Charles Darwin'in evrim kuramı için ilk adımı attığı iddia edilen Galapagos gezisine çıkarken jeoloji, botanik, biyoloji ve zooloji konusunda hiçbir eğitimi ve araştırması yoktu. Ancak Sayın Şengör, yine de kendince Darwin'in konuyla çok yakından ilgilendiği imajını vermek için olsa gerek, okuldaki botanik hocası ile sık sık çıktığı yürüyüşlerin ona büyük bir fayda sağladığını belirtmiştir. Yazara göre Darwin'i konuyla ilgili kılan ikinci husus ise, yine Beagle adlı gemiye binerken eline tutuşturulan jeoloji kitabıdır.



HMS Beagle adlı gemi


Darwin'i sürekli olarak bilgili, zeki, araştırmacı göstermeye çalışan bu yazılar aslında Darwin'in bu konudaki eksikliğini daha da vurgulamaktan öteye gitmemektedir. Oysa, hiçbir yazar hiçbir zaman Newton'un, Einstein'ın, Kepler'in, Archimed'in, Pasteur'ün veya Galilei'nin bilim adamı kimliğini ispatlamak zorunda hissetmemiştir kendini. Nitekim Darwin'le ilgili yazıdan sonraki sayfada Edison ile ilgili yazıyı okuyanlar bu yazıda böyle bir kaygı olmadığını göreceklerdir.

Ayrıca yazının ilerleyen kısımlarında yazarın kendisi de Darwin'in Türlerin Kökeni isimli kitabında daha önce Buffon ve Lamarck tarafından ortaya atılan iddialara yeni bir ekleme getiremediğini, yazdıklarının onların bir tekrarı ve düzenlenmesinden öteye gitmediğini belirtmiştir. Bunu kendileri bile itiraf ederken, 1800'lerde yaşamış, yaşlı ve amatör bir gezginin, tamamen hayalgücüne dayanarak ürettiği varsayımları bu kadar kuvvetle benimsemenin ve bu insanı bin yılın bilim adamı olarak lanse etmenin anlamı ne olabilir?

Bunun bir tek anlamı vardır; Darwin'in hayalgücüne dayanarak ortaya attığı teori bir Yaratıcı'nın varlığını inkar etmekte, tüm canlıların başıboş tesadüfler sonucunda var olduğu yanılgısını öne sürmektedir. Bu nedenle Darwin, ateist ve materyalist çevreler tarafından böylesine sahiplenilmekte ve bin yılın en hevesli gezgini yerine bin yılın en önemli bilim adamı gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.








Buffon (en solda) ve Jean B. Lamarck (yanda). Lamarck evrim aldatmacasını kapsamlı olarak savunan ilk kişidir. Ancak ortaya attığı teori genetik bilimi karşısında yenik düşmüştür.







Darwin'in Doğal Seleksiyon ile Yeni Türlerin Oluştuğunu
Gösterdiğine İnanma Yanılgısı





Charles Lyell


Yazıda birçok çelişki ve tutarsız ifade yer almaktadır. Bunlardan biri şöyledir: Yazının bir bölümünde, Darwin'in Türlerin Kökeni kitabında türlerin değişimine ait ortaya hiçbir mekanizma koyamadığı, hatta kitabı okuyan arkadaşı Charles Lyell'in defterine "bu çeşitliliği yapan güç nedir? İşte esas mesele budur" diye yazdığı belirtilmiştir. Bu son derece yerinde ve doğru bir tespittir. Gerçekten de Darwin kitabında türlerin kökenini ve türlerin birbirlerinin atası oldukları, bazı organların bazı etkenler sonucunda değişerek ortaya yeni türler çıktığı gibi hikayeler anlatmış, ancak bu canlıları değişime uğratan, onları geliştiren mekanizmaların neler olduğuna bir cevap verememiştir.

Ne var ki, bu itiraftan bir kaç paragraf önce yazar içi boş bir eminlikle şöyle yazmıştır: "Darwin nihayet evrimin mekanizmasını bulmuştur." Söz konusu mekanizmanın ise doğal seleksiyon olduğu iddia edilmektedir. Ancak bugün çok iyi bilinmektedir ki doğal seleksiyon bir türün diğerine değişimini kesinlikle açıklayamaz. Bunun neden imkansız olduğunu kısaca açıklayalım:

Doğal seleksiyonun asıl manası şudur: güçlü ve içinde bulunduğu doğal şartlara uygun olan canlıların hayatta kalması. Örneğin aslanlar tarafından tehdit edilen bir zebra sürüsünde, daha hızlı koşabilen zebralar hayatta kalacaktır. Ama hızlı koşan zebraların hayatta kalması demek, bu zebraların bir süre sonra bir başka türe dönüşecekleri, örneğin at haline gelecekleri anlamına gelmez. Doğal seleksiyon sadece bir canlı türü içindeki sakat, zayıf ya da çevre şartlarına uymayan bireylerin ayıklanmasına vesile olan bir mekanizmadır. Bu mekanizma yeni canlı türleri, yeni genetik bilgi ya da yeni organlar meydana getiremez.








Doğal seleksiyon Darwinistler tarafından yeni canlılar yaratan sihirli bir değnek gibi anlaşılır. Oysa bu mekanizma, sadece bir canlı popülasyonu içindeki zayıf ve kusurlu bireyleri ayıklanmasını sağlamakta, yeni bir genetik bilgi üretilmesine vesile olmamaktadır. Doğal seleksiyon "evrimleştirici" değil, "muhafaza edici" bir mekanizmadır.









Stephen Jay Gould


Harvard Üniversitesi paleontoloğu evrimci Stephen Jay Gould, doğal seleksiyonun bu açmazını şöyle dile getirmektedir:

Darwinizm'in özü tek bir cümlede ifade edilebilir: 'Doğal seleksiyon evrimsel değişimin yaratıcı gücüdür.' Kimse doğal seleksiyonun uygun olmayanı elemesindeki negatif rolünü inkar etmez. Ancak Darwinci teori, "uygun olanı yaratması"nı da istemektedir.29

Nitekim doğal seleksiyonun canlıları evrimleştirdiğine dair tek bir gözlemlenmiş delil yoktur. Kendisi de bir evrimci olan İngiliz paleontolog Colin Patterson, bu gerçeği şöyle itiraf eder:

Hiç kimse doğal seleksiyon mekanizmalarıyla yeni bir tür üretememiştir. Hiç kimse böyle bir şeyin yakınına bile yaklaşamamıştır. Bugün neo Darwinizmin en çok tartışılan konusu da budur.30

Günümüzün önde gelen evrimcilerinin dahi doğal seleksiyon mekanizmasıyla yeni türler üremeyeceğini açıkça itiraf etmelerine rağmen Sayın Şengör'ün bu konuda kesin bir üslup kullanması ve hatta kendi yazısı içinde dahi çelişmesi zannedersek konuya uzak bir alanda uzmanlaşmış olmasındandır.


Çeşitlenmeyi Evrim Zannetme Yanılgısı





Charles Darwin'in Türlerin Kökeni kitabı


Yazıda yer alan bir diğer önemli bilgi hatası ise türler içindeki çeşitlenmenin, yeni türler oluşması ile karıştırılmasıdır. Darwin konuya amatörce ve son derece eksik bir bilgi ile yaklaştığı için böyle bir kavram karmaşasının içine düşmüştür. Ancak günümüzde Darwin'i ve evrimi savunan birçok bilim adamının aynı yanılgıya düşmemeleri gerekmektedir, çünkü bugün çeşitlenmenin yeni tür oluşumu ile bir ilgisinin olmadığı bilinen bir gerçektir.

Darwin, Türlerin Kökeni ile canlılığın olağanüstü çeşitliliğini açıklayan bir teori ortaya attığını zannediyordu. "Canlılar doğal olarak kendi içlerinde çeşitlenebiliyorlar, demek ki uzun zaman dilimleri içinde bütün canlılık tek bir ortak atadan gelmiş olabilir" şeklinde aslında hiç de bilimsel olmayan bir mantık yürütmüştü.

Darwin'in "türlerin kökeni" hakkında ortaya attığı bu senaryo, gerçekte türlerin kökenini hiçbir şekilde açıklamıyordu. Genetik biliminin gelişmesiyle birlikte, bir canlı türü içindeki çeşitlenmenin hiçbir zaman yeni bir tür oluşumuna yol açmayacağı anlaşıldı. Darwin'in "evrim" sandığı olgu, gerçekte "varyasyon"du.

Darwin, teorisini ortaya attığında varyasyonların bir sınırı olmadığını sanıyordu. Loren Eiseley The Immense Journey adlı kitabında Darwin'in 1844'te yazdığı bir yazısında, "çoğu yazar doğadaki varyasyonun bir sınırı olduğunu kabul ediyor, ama ben bu düşüncenin dayandığı tek bir somut neden bile göremiyorum" dediğini yazmıştır. Türlerin Kökeni'nde de ispinozlar, inekler gibi varyasyon örneklerini teorisinin en büyük delili gibi göstermişti. Darwin'in, bu "sınırsız değişim" yanılgısını en iyi ifade eden ise, Türlerin Kökeni'nde yazdığı şu cümleydi:








Suda yüzen ayılar bir süre sonra balinaya dönüşebilir mi? Bu sorunun cevabı elbette ki hayırdır. Ancak bu soruya evet cevabını veren biri vardır. Darwin, kitabında balinaların yüzmek için çabalayan ayılardan oluştuğunu iddia edecek kadar bilimsellikten uzaktı.







Bir ayı cinsinin doğal seleksiyon yoluyla giderek daha fazla suda yaşamaya uygun özellikler elde etmesinde, giderek daha büyük ağızlara sahip olmasında ve sonunda bu canlının dev bir balinaya dönüşmesinde hiçbir zorluk göremiyorum.31

Darwin'in bu denli hayali örnekler vermesinin nedeni, içinde yaşadığı yüzyılın ilkel bilim anlayışıydı. 20. yüzyıl bilimi ise, canlılar üzerinde yapılan benzeri deneyler sonucunda "genetik değişmezlik" (genetik homoestatis) denilen bir ilkeyi ortaya çıkardı. Bu ilke, bir canlı türünü değiştirmek için yapılan tüm eşleştirme (farklı varyasyon oluşturma) çabalarının sonuçsuz kaldığını, canlı türleri arasında aşılmaz duvarlar olduğunu ortaya koyuyordu. Yani farklı inek varyasyonlarını çiftleştiren hayvan yetiştiricilerinin sonunda inekleri başka bir türe dönüştürmeleri, kesinlikle mümkün değildi.

Dolayısıyla Cumhuriyet Bilim Teknik dergisindeki "Hayvanların bu suretle (çeşitlenme ile) zaman içinde yeni türler ürettiklerini gösteren Darwin…" ifadesi kesinlikle bilimsel bir yorum değildir ve bilimin çok açık ve kesin olarak kabul etmediği bir iddiadır.








Darwin dönemindeki ilkel laboratuvar aletleri ile ortaya atılan varsayımların geçersizliği günümüzde ortaya konmuştur. Bu durumda o dönemin bilgileriyle ortaya atılan iddiaları savunmaya çalışmanın hiçbir anlamı yoktur.







Genetik Bilimindeki İlerlemelerin ve Mutasyonların
Keşfinin Evrim Teorisini İspatladığı Yanılgısı



Yazıda dikkat çeken bir başka önemli hata ise, genetik bilimindeki gelişmelerin ve mutasyonun keşfinin evrim teorisine destek oluşturdukları ve teorinin açmazdaki noktalarına açıklık getirdikleri yönündeki iddiadır. Hatta yazar, Darwin'in döneminde kalıtım kanunları ve mutasyonlar bilinmediği için Darwin'in teorisini açıklamaktan aciz kaldığını da vurgulamaktadır. Oysa aşağıda nedenlerini kısaca özetleyeceğimiz gibi, eğer Darwin'in yaşadığı dönemde kalıtım kanunları ve mutasyonların özellikleri biliniyor olsaydı, Darwin büyük bir ihtimalle böyle bir teori üretmez ve bunu insanların bilgisine sunamazdı. Bunu yapmış olsa bile onu destekleyen bir tek kişi bile olmazdı. Çünkü:

1. Genetik bilimindeki gelişmeler evrim teorisini kanıtlamaz aksine yalanlar:



Gregor Mendel


Sayın Şengör genetik biliminin Darwin'in haklılığını ortaya çıkardığını öne sürmüştür. Ancak benzeri yazılarda olduğu gibi bu inancını hiçbir delille desteklememiş ve bunları kendince önemli zaferler olarak nitelendirmekle yetinmiştir.

Herşeyden önce genetik kurallarını ilk olarak bilim dünyasına sokan kişi evrim iddiasına karşı çıkmış olan araştırmacı-din adamı Gregor Mendel'dir. Journal of Heredity dergisinde yayınlanan "Mendel's Opposition to Evolution and to Darwin" (Mendel'in Evrime ve Darwin'e Muhalefeti) başlıklı bir makalede, "Mendel, Türlerin Kökeni'ne aşinaydı ve Darwin'in teorisine karşı çıkıyordu. Darwin, doğal seleksiyonla ortak atadan evrimleşme teorisini öne sürerken, Mendel özel yaratılışa inanıyordu"32 denmektedir.

Mendel'in ardından genetik konusunda yapılan araştırmalar da yine Sayın Şengör'ün iddiasının aksine evrimi desteklemez, hatta evrim teorisini çok daha büyük çıkmazlar içine sokar. Çünkü bu araştırmalar sonucunda –ki buna Sayın Şengör'ün değindiği DNA'nın yapısı ile ilgili önemli buluş da dahildir- canlıların tesadüfler sonucunda gelişemeyecek kadar kompleks yapılara sahip oldukları görülmüştür.

Genler dediğimiz yapılarda, yani DNA zincirinde çok kapsamlı bir bilgi şifrelenmiştir. Örneğin insan DNA'sında, 900 ciltlik bir ansiklopediyi dolduracak kadar bilgi bulunmaktadır. Üstelik bu bilgi gözle göremediğimiz kadar küçük hücrenin kendisinden kat kat daha küçük olan çekirdeğinin içine sığdırılabilmiştir. Bu mükemmel düzen ve var olan olağanüstü bilginin kaynağının ne olduğu sorusu ise canlıların bir tesadüf ürünü olduklarını iddia eden Darwinizm'i bir kez daha açıkça yalanlamaktadır.

Ayrıca bu genetik bilgi yine başka mekanizmalarca yorumlanmakta ve kullanılır hale gelmektedir. Dahası bu bilgi ile ilgili mekanizmaların DNA ile aynı anda var olmaları gerektiği yine bilimin bir keşfidir.

Sayın Şengör yazısının sonlarına doğru ise Darwin'in değişikliklerin rastgele olmaları gerektiğini anladığını ve genetik biliminin onun bu görüşünü desteklediğini iddia etmiştir. Sayın Şengör sanırız ki, bu konunun uzmanı olmadığı için okuyucuya birtakım yanıltıcı bilgiler vermektedir. Çünkü genetik bilimi, Darwin'in değişikliklerin rastlantılar sonucunda meydana geldiği ve bunun sonucunda yeni türlerin oluştukları iddiasını kesin olarak çürütmüştür. Genetik bilimindeki gelişmeler canlıların var olmasında rastlantıların rol alamayacağını göstermiştir.



Evrimciler mutasyonları evrimleştirici bir mekanizma gibi göstermeye çalışırlar. Oysa mutasyonlar bir tahrip mekanizmasıdır. Herhangi bir etkiyle mutasyona uğrayan canlılarda yandakine benzer anormallikler baş gösterir.


Örneğin Florida Üniversitesi'nden David A. Kaufman genetik bilginin kökeninin evrim tarafından kesinlikle açıklanamadığını şöyle itiraf eder:

Evrim, hücrelerle beraber dikkatlice tasarlanmış genetik kodların kökenine dair kabul edilebilir bir bilimsel açıklama getirmekten uzaktır. Ki bunlar olmazsa proteinler ve dolayısıyla hayat da olamaz.33

Genetik bilgi, gerçekte canlıların rastlantısal değişikliklerle oluşamayacak kadar kompleks bir düzene sahip olduğunu göstermekle, evrim teorisini yalanlamakta ve yaratılış gerçeğine açık bir delil oluşturmaktadır. Ancak evrimciler, Darwinizm'e ve ateizme körü körüne bağlılıkları nedeniyle, bunu görmezlikten gelirler.

2. Mutasyonlar evrimleştirici bir mekanizma olamazlar

Mendel'in genetik keşifleri, klasik Darwinizm'i bu yüzyılın başında oldukça zorladı ve Neo-Darwinistler türlerin kökenini kendilerince açıklamak için bu sefer de mutasyonlara yöneldiler. Bu yeni Darwinist yanılgıya göre bir türün başka bir türe dönüşmesi için mutasyonlar ve doğal seleksiyon olmak üzere iki mekanizma görev görüyordu. Ancak 1960'lı yıllarda yapılan araştırmalar bu görüşün kesinlikle imkansız olduğunu ortaya koydu. Hatta 1980'li yılların bazı evrimci bilim adamları mutasyonların canlılara sadece zarar getiren bir mekanizma olduğunu ve dolayısıyla canlıları geliştiremeyeceklerini gözlemleyerek bu iddiada bulunan diğer evrimciler ile karşı karşıya geldiler.34



Kalıtımsal bir hastalık olan Mongolizm zihinsel ve fiziksel bozukluk meydana getirir.


Canlıları geliştiren yararlı değişikliklerin neden "rastgele mutasyonlar" olamayacağını ve dolayısıyla mutasyonların Sayın Şengör'ün öne sürdüğü gibi evrim teorisini destekleyici yönlerinin bulunmadığını kısaca özetleyelim:

Mutasyonlar, canlı hücresinin çekirdeğinde bulunan ve genetik bilgiyi taşıyan DNA molekülünde, radyasyon veya kimyasal etkiler sonucunda meydana gelen kopmalar ve yer değiştirmelerdir. Mutasyonlar DNA'yı oluşturan nükleotidleri tahrip eder ya da yerlerini değiştirirler. Çoğu zaman da hücrenin tamir edemeyeceği boyutlarda birtakım hasar ve değişikliklere sebep olurlar.

Dolayısıyla evrimcilerin arkasına sığındıkları mutasyon, hiç de sanıldığı gibi canlıları daha gelişmişe ve mükemmele götürmez, hatta onlara sadece zarar verir. Mutasyonların sebep oldukları değişikliklere ancak Hiroşima, Nagasaki veya Çernobil'deki insanların uğradığı türden değişiklikler örnek olarak verilebilir: Yani ölüler ve sakatlar...

Amerikalı genetikçi B. G. Ranganathan bunu şöyle açıklar:

Mutasyonlar küçük, rastgele ve zararlıdırlar. Çok ender olarak meydana gelirler ve en iyi ihtimalle etkisizdirler. Bu dört özellik, mutasyonların evrimsel bir gelişme meydana getiremeyeceğini gösterir. Zaten yüksek derecede özelleşmiş bir organizmada meydana gelebilecek rastlantısal bir değişim, ya etkisiz olacaktır ya da zararlı. Bir kol saatinde meydana gelecek rastgele bir değişim kol saatini geliştirmeyecektir. Ona büyük ihtimalle zarar verecek veya en iyi ihtimalle etkisiz olacaktır. Bir deprem bir şehri geliştirmez, ona yıkım getirir.35

"Evrim, hücrelerle beraber dikkatlice tasarlanmış genetik kodların kökenine dair kabul edilebilir bir bilimsel açıklama getirmekten uzaktır." David A. Kaufman Florida Üniversitesi

İkinci Dünya Savaşı'nın ardından nükleer silahların sonucunda oluşan mutasyonları incelemek için kurulan Atomik Radyasyonun Genetik Etkileri Komitesi'nin (Committee on Genetic Effects of Atomic Radiation) hazırladığı rapor hakkında evrimci bilim adamı Warren Weaver şöyle diyordu:

Çoğu kimse, bilinen tüm mutasyon örneklerinin zararlı olduğu sonucu karşısında şaşıracaktır, çünkü mutasyonlar evrim sürecinin gerekli bir parçasıdır. Nasıl olur da iyi bir etki-yani bir canlının daha gelişmiş canlı formlarına evrimleşmesi-pratikte hepsi zararlı olan mutasyonların sonucu olabilir?36

İnsan için de durum aynıdır. İnsanlar üzerinde gözlemlenen tüm mutasyonlar zararlıdır. Tıp kitaplarında "mutasyon örneği" olarak anlatılan mongolizm, albinizm, cücelik, orak hücre anemisi gibi zihinsel ya da bedensel bozuklukların ya da kanser gibi hastalıkların her biri, mutasyonların tahrip edici etkilerini ortaya koymaktadır. Elbette ki insanları sakat ya da hasta yapan bir süreç, "evrim mekanizması" olamaz.


Materyalistler Darwinizm'den Kurtulmaya mı Çalışıyorlar?





Karl Marx


Sayın Şengör'ün yazısında dikkat çeken bir diğer nokta ise şimdiye kadarki benzerlerinden oldukça farklı olarak, komünizmin kurucusu olan Karl Marx'ın Darwin'in görüşlerine katılmadığı, hatta Das Kapital'in ilk cildini Darwin'e ithaf etmek isteyişinin gerçek olmadığı yönündeki iddiasıdır. Bu, aslında son derece ilginç bir açıklamadır. Çünkü herkes bilmektedir ki, bugün Darwinizm'in hiçbir bilimsel geçerliliği olmamasına rağmen bu kadar geniş çevreler tarafından savunuluyor olmasının ardında yatan neden materyalist çevrelerin Darwinizm konusundaki hassasiyetleridir. Dahası Marx'ın Darwin'in fikirlerine olan hayranlığı bizzat kendi eserlerinde ve mektuplarında yer alan bir gerçektir.

Öyle ki, Karl Marx, Charles Darwin'in yazdığı ve evrim teorisinin temelini oluşturan Türlerin Kökeni adlı kitap için, Engels'e yazdığı 19 Aralık 1860 tarihli mektubunda, "Bizim görüşlerimizin doğal tarihsel temelini içeren kitap budur işte." demiştir. Bu gerçek Natural Science dergisinde David Jorafsky'nin makalesinde yer almıştır. Marx Darwinizm'e verdiği önemi açıkça ifade etmiştir. Engels de Darwinizm'in kendi ideolojileri için ne derece önemli olduğunu kavramış ve Marx'a şöyle yazmıştı: "Şu anda okumakta olduğum Darwin'in çalışması muhteşem."37



Marx, Das Kapital adlı kitabının Almanca baskısına el yazısıyla şunları yazmıştı: "Charles Darwin'e ateşli bir hayranı olan Karl Marx'tan".


Ayrıca Marx, Darwin'in teorisinin, sınıflararası mücadele ve buna bağlı olarak tarihte meydana gelen değişim iddiasını, sözde bilimsel bir zemine oturttuğunu düşünüyordu. Bu nedenle Türlerin Kökeni'ni (Origin of Species) eline alır almaz kitabın önemini anlamıştı. Marx'ın Darwin'in fikirlerini ne derece benimsediği 16 Ocak 1861'de Ferdinand Lassalle'a yazdığı mektupta açıkça ortaya çıkmaktadır:

Darwin'in kitabı (Türlerin Kökeni) çok önemli ve tarihteki sınıf savaşımını doğa bilimi açısından desteklediği için bana çok uygun düşüyor...38

Sahip olduğu evrimci bakış açısı sebebiyle gerçekten de Darwin'in fikirleri Marx'a çok uygundu. Ayrıca ideolojisinin açmazlarını da bu teoriyle yamayabilirdi. Bu nedenle hiç vakit kaybetmeden Darwin'in teorisini programına aldı. Darwinizm tam istenilen zamanda gelmişti; teori ortaya çıkar çıkmaz sosyalistler Darwinizm'le kendi teorilerinin doğrulandığını ve tamamlandığını sandılar. Organik dünyada bile sürekli gelişim (sözde evrim) olduğu fikri onlara göre, Marx'ın sosyal gelişmeyle ilgili teorisinin desteklenmesi anlamına geliyordu. Marx "Bizim teorimiz evrimin teorisidir, ezberlenecek ve mekanik olarak yinelenecek bir dogma değildir."39 derken, Darwinizm'le olan sıkı bağlarını bir kez daha vurguluyordu.

Karl Marx materyalist ve ateist dünya görüşüne sahipti ve evrim teorisi onun bu idelojisini destekler nitelikteydi. Bu nedenle Marx'ın Darwinizm'e sıcak bakmadığı yönündeki iddia kesinlikle inandırıcı değildir ve hatta materyalist ve komünist ideolojilere sahip çevrelerce de kabul edilebilir değildir. Ancak Sayın Şengör'ün bu ilginç iddiası şöyle bir çağrışım yapmaktadır: Acaba evrim teorisinin çökmüş olduğunu gören bazı "ileri görüşlü" Marksistler, bu teorinin çöküşü ile kendi ideolojilerinin de tarihe gömüleceğini anlayarak, bu bilim dışı safsatadan kendilerini kurtarmaya mı çalışmaktadırlar?


Sonuç



Sayın Şengör'ün Charles Darwin ile ilgili yazısındaki yanılgılar, 150 yıldır süregelen evrimci yanılgılardan farklı değildir. Bu konuda yazı yazan bilim adamlarının veya yazarların şimdiye kadar evrim teorisi hakkında yazılan ve söylenenleri ezbere aktarmamaları, konular üzerinde küçük bir araştırma yapıp biraz düşünmeleri bu tür yanılgılarla dolu yazıların oluşmasını engelleyecektir.

"Bizim görüşlerimizin doğal tarihsel temelini içeren kitap budur işte" "Şu anda okumakta olduğum Darwin'in çalışması muhteşem". "Bizim teorimiz evrimin teorisidir, ezberlenecek ve mekanik olarak yinelenecek bir dogma değildir."
Karl Marx

Günümüzde internet veya diğer iletişim araçları sayesinde ülkemizde de dünyanın dört bir köşesindeki bilimsel gelişmelere anında ulaşılabilmektedir. Buna vakit bulamayanlar bu yeni gelişmelerin derlendikleri bazı eserleri takip edebilirler ve en önemlisi gelişmeleri hiçbir önyargı taşımadan değerlendirebilirler. Evrim teorisi bilimin gerçekleri karşısında çökmüştür. Evrim teorisinin temel iddialarını yalanlayan bilimsel gerçekler son derece yalın, açık, anlaşılır ve kesindir. Bu kesinliğe ve açıklığa rağmen halen bazı kimselerin aynı hataları ve yanılgıları okuyucunun karşısına getirebilmeleri pek anlaşılır bir tutum değildir. Küçük bir ilkokul çocuğunun dahi kolaylıkla kavrayabildiği konuları bilgili, tecrübeli ve son derece zeki bazı bilim adamlarımızın kavrayamamaları söz konusu olamayacağına göre, sanırız bu kimselerin tutucu ve önyargılı tavırlarından vazgeçmeleri gerekecektir.


Sn. A.M.C. Şengör'ün "Hurafe ve Yaşamın
Evrimi" Yazısındaki Yanılgılar



11 Mart 2000 tarihli, Cumhuriyet Bilim Teknik dergisinde, Sayın A.M.C. Şengör, "Hurafe ve yaşamın evrimi" başlıklı yazısında, Sayın Mehmet Sakınç'la evrimle ilgili olarak yaptığı bir sohbete yer vermiştir. Bu sohbette birçok yanılgı ve eksik bilgiden kaynaklanan bazı hatalı yorumlar yapılmıştır. Söz konusu yanılgı ve hataların kamuoyunca da bilinmesinde fayda görmekteyiz:


Tüylü Dinozorları Evrimin Delili Sanma Yanılgısı:





Beipiaosaurus'un hayali çizimi


Sayın A.M.C. Şengör, bir öğrencisinin National Geographic'in bir sayısında Çin'de bulunan son tüylü dinozoru gösterdiğini ve bunun evrime muhteşem bir delil olduğunu düşündüğünü yazmıştır. Bu noktada bir yanılgı ve bir bilgi eksikliği bulunmaktadır. Tüylü dinozorlar evrimin gerçekleştiğine dair delil olamayacağı gibi, Sayın Şengör, söz konusu tüylü dinozor haberlerinin bir senaryo olduğunun daha sonra ortaya çıktığından da habersizdir.

Evrimciler her yeni fosil bulgusunda, dinozor-kuş bağlantısı hakkında spekülasyonlar öne sürerler. Ancak detaylı analizler sonucunda bu fosillerin evrime delil olduğu ile ilgili spekülasyonları daima yalanlanmaktadır.

Sayın Şengör'ün öğrencisinin gösterdiği tüylü dinozor haberi, National Geographic dergisinde yer almıştır. Söz konusu yazıda Çin'de bulunan üç theropod dinozoru fosiline yer verilmiş, bu fosiller bir medya propagandası ile evrimin bir delili gibi gösterilmek istenmiş, hatta Türkiye'de dahi bazı medya kuruluşları bu hayali iddialara yer vermişlerdir.

Söz konusu üç fosilden National Geographic dergisinde şöyle söz edilmektedir:


Archaeoraptor

Sinornithosaurus

Beipiaosaurus


National Geographic'in verdiği bilgilere göre her üç fosil de yaklaşık 120 milyon yıl yaşındaydı. Her üçü de theropod dinozorlar sınıfına dahildi. (Theropod dinozorlar, Tyrannosaurus rex ve velociraptor gibi etobur dinozor türlerinin geneline verilen isimdir.) Ancak National Geographic bu dinozorların bazı "kuş-benzeri" özellikler taşıdıklarını öne sürüyordu. Bu özelliklerin en önemlisi ise, iddiaya göre, bu fosil dinozorların kuşlara benzer tüylere sahip olmasıydı.








National Geographic'te yayınlanmış olan bu hayali çizelge evrimcilerin dinozorlardan kuşa geçiş iddiasını özetlemektedir. Ancak böyle bir dönüşüm bilimsel olarak imkansızdır. Evrimcilerin bu konudaki senaryosu bir masaldan farksızdır. Senaryoya göre bazı dinozorlar ön ayaklarıyla sinek avlamaya çalışırken, yavaş yavaş kanatlanmışlardır. Oysa sinek kovalamak canlıyı mutasyona uğratmayacağına göre genlerinde hiç bir değişiklik yapamaz. Canlı herhangi bir sebeple mutasyon geçirse ve bu mutasyon ön ayaklarını etkilese bile, mutasyon tahrip edici etki yapacak ve canlı avantajlı değil dezavantajlı hale gelecektir. Bu senaryo tümüyle hayali olduğu gibi fosil kayıtları açısından da anlamsızdır. Çünkü fosil kayıtlarında tek bir tane bile "yarım kanatlı"ara form yoktur.







Konuya aşina olmayan okurlar belki bu "tüylü dinozor" kavramını ilk kez duyuyorlardı. Oysa gerçekte bu kavram iki yıl kadar önce de gündeme gelmiş ve bilim dünyasının gündemini işgal etmişti. Yine Çin'de bulunan ve Sinosauropteryx adı verilen bir dinozor, tüm dünyaya "tüylü dinozor" olarak tanıtılmış ve pek çok gazetede haber yapılmıştı.








Hayali Archaeopteryx ve Sinornithosaurus rekonstrüksiyonları. Evrimci yayınlarda yukarıdakilere benzer hayali resimlere sıklıkla rastlamak mümkündür. Evrimi kanıtlayacak hiçbir bilimsel delilleri olmayan evrimciler bu gibi propaganda yöntemlerine başvurmaktadırlar. Darwinist ön yargılarla yapılan bu rekonstrüksiyonlar bilimsel temelden yoksundur.







Ancak ilerleyen aylarda Sinosauropteryx üzerinde yapılan detaylı analizler, evrimci araştırmacıların heyecanla "kuş tüyü" olarak tanıttıkları yapıların tüylerle ilgisi bulunmadığını göstermişti. Science dergisinde yayınlanan "Plucking the Feathered Dinosaur" (Tüylü Dinozorun Tüylerini Yolmak) başlıklı bir makalede, evrimci paleontologlar tarafından "tüy" olarak algılanan yapıların gerçekte tüylerle ilgisiz olduğu belirtiliyordu:

Bir yıl kadar önce, paleontologlar "tüylü dinozor"a ait fotoğrafların ortaya çıkmasıyla heyecan yaşamışlardı. Çin'in Yixian bölgesinde bulunan Sinosauropteryx adlı fosil, New York Times'ın ön sayfasında yayınlanmış ve kuşların kökeninin dinozorlar olduğuna dair etkili bir delil olarak sunulmuştu. Ama geçtiğimiz ay Chicago'daki omurgalılar paleontolojisi toplantısında verilen hüküm daha farklı oldu: Fosil örneklerini inceleyen yarım düzine Batılı paleontolog, bu yapıların modern tüyler olmadığını söylediler... Kansas Üniversitesi paleontoloğu Larry Martin, bu yapıların yıpranmış kollagan fiberleri olduğunu ve kuşlarla hiç bir ilişkisi olmadığını belirtti.40








Sinosauropteryx'in hayali çizimi (solda) ve fosili (sağda)







Görünen odur ki, evrimciler, Sinosauropteryx hakkındaki spekülasyonlarının boşa çıkmasının ardından Archaeoraptor, Sinornithosaurus ve Beipiaosaurus adı verilen yeni fosil bulguları üzerinde spekülasyona girişmişlerdir. Evrimi dogmatik bir yaklaşımla ve üzerinde düşünmeden, bir ön kabulle kabullenmek bu tür yanılgıların ve hatalı yorumların oluşmasına neden olmaktadır. Çünkü söz konusu fosiller kuşlarla dinozorlar arasında bir bağlantı kurmamakla birlikte, birçok tutarsızlığı da gündeme getirmektedir. Bu tutarsızlıklardan bazılarını kısaca özetlemek gerekirse;



Evrimciler tarafından spekülasyon konusu yapılmaya çalışılan Archaeopteryx


Kuşların Atası Olarak Öne Sürülen Bu Tüylü Dinozorlar
Archaeopteryx'ten Daha Gençtirler



Çin'de bulunan Archaeoraptor, Sinornithosaurus ve Beipiaosaurus adlı fosil dinozorlar yarı kuş-yarı dinozor olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Fosilleri yorumlayan evrimci paleontolog Chris Sloan, bu canlıların uçamadıklarını, ancak kanatlarını dengeli koşmak için kullandıklarını öne sürmektedir. Yani bu iddialara göre, bu fosilin, henüz uçamayan "kuş ataları" olarak kabul edilmesi gerekir.

İşte bu noktada çok büyük bir çelişki vardır. Çünkü bu fosiller sadece 120 milyon yıl kadar eskidir. Ancak yeryüzündeki bilinen en eski uçabilen kuş olan Archaeopteryx, 150 milyon yıl yaşındadır. Archaeopteryx günümüz kuşlarıyla aynı uçuş yeteneğine sahip olan uçucu bir kuştur. Uçuş için gerekli olan geniş kanatlara, asimetrik ve kompleks tüy yapısına, sternum (göğüs) kemiğine sahiptir. Evrimciler uzun zamandır Archaeopteryx'i kendilerince "kuşların ilkel atası" olarak göstermeye çalışmaktadırlar. Ama karşılaştıkları en büyük sorun, bu canlının zaten tüm kuş özelliklerine sahip ve kusursuz bir biçimde uçabilen bir canlı olmasıdır.

Kısacası Archaeopteryx, eski kuşların bundan 150 milyon yıl önce gökyüzünde uçmakta olduklarının bir kanıtıdır. Bu durumda elbette 120 milyon yıl yaşındaki bazı dinozor fosillerinin, "kuşların henüz uçamayan ilkel ataları" olarak gösterilmesi imkansızdır. Bu durum, Archaeoraptor, Sinornithosaurus ve Beipiaosaurus adlı fosil dinozorlar hakkındaki evrimci iddiaların açık bir çelişki içinde olduğunu göstermektedir.








Evrimciler Archaeopteryx'i kendilerince kuşların atası olarak kabul ettirmeye çalışırlar.Ancak evrimcileri bekleyen çok büyük bir problem vardır. Archaeopteryx uçuş için gerekli olan geniş kanatlara, asimetrik ve kompleks tüy yapısına, sternum (göğüs) kemiğine sahip tam bir kuştur. Bu özellikleri canlının bir ara form değil, gerçek bir kuş olduğunu göstermektedir.







Theropod Dinozorlar ve Kuşlar



Evrimci medyada yer alan spekülatif haberler bir yana bırakılır ve theropod dinozorlar ile kuşların fosil kayıtları ve anatomileri incelenirse, gerçekte ortada hiçbir "evrim" olmadığı görülür. Amerikalı biyolog, Richard L. Deem "Demise of the 'Birds are Dinosaurs' Theory" ("Kuşlar Dinozordur" Teorisinin Sonu") başlıklı makalesinde şöyle yazmaktadır:

Son çalışmaların sonuçları göstermektedir ki, theropod dinozorların elleri (önkol kemiklerindeki) birinci, ikinci ve üçüncü hanelerden türemiştir, ama kuşların kanatları, ikinci, üçüncü ve dördüncü hanelerden türerler.... İkinci bir çalışma göstermektedir ki, theropod dinozorlar, kuşlarınkine evrimleşebilecek bir iskelet ya da akciğer yapısına sahip değildir. (Theropod dinozorlar diyaframlı solunum yapar, kuşların ise diyaframı yoktur.) Theropod bir dinozorun kuşlara evrimleşmesi, diyaframında ciddi bir handikap oluşmasını gerektirecektir, ama bu durum canlının nefes alma yeteneğini çok kritik bir biçimde sınırlayacaktır. Dr. Ruben'in belirttiği gibi, 'buna neden olabilecek bir mutasyonun seçici bir avantaj sağlaması imkansız gözükmektedir.

"Kuşlar dinozordur" teorisiyle ilgili başka problemler de vardır. Theropodların önayakları Archaeopteryx'e kıyasla, vücutlarına göre çok küçüktür. Bu canlıların ağır vücutları da düşünüldüğünde, bir tür "ön-kanat" (proto-wing) geliştirmeleri olası gözükmemektedir. Theropod dinozorların çok büyük bölümü (kuşlarda bulunan) semilunatik bilek kemiğinden yoksundur ve Archaeopteryx'te hiçbir benzeri bulunmayan bazı bilek parçalarına sahiptir. Bütün theropodlarda V1 sinirleri diğer bazı sinirlerle birlikte kafatasını yandan terk eder, kuşlarda ise aynı sinirler kafatasını ön taraftan kendilerine ait bir delikten geçerek terk eder. Bir başka sorun ise, theropodların çok büyük kısmının Archaeopteryx'ten daha sonra ortaya çıkmış olmalarıdır.41








Yukarıda solda theropod dinozorların temsili resmi yanda ise bu canlılara ait fosil kemikleri görülmektedir.







Öte yandan theropod dinozorları kuşlardan ayıran bir diğer önemli fark ise, bu dinozorların kalça kemiklerinin yapısıdır. Dinozorlar, kalça kemiklerinin yapısına göre iki temel gruba ayrılırlar: Saurischian (sürüngen-benzeri kalça kemikliler) ve Ornithischian (kuş-benzeri kalça kemikliler) grupları. Ornithischian grubundaki dinozorların kalça kemikleri kuşlara gerçekten çok benzerdir ve bu nedenle bu ismi almışlardır. Ancak diğer yönlerden kuşlara hiç bir benzerlik göstermezler. Bu yüzden evrimciler, theropodların dahil oldukları Saurischian (sürüngen-benzeri kalça kemikliler) dinozorlarını sözde "kuşların atası" saymak zorunda kalırlar. Oysa, tanımdan da anlaşılacağı gibi, bu dinozorların kalça kemiği yapısı kuşlara benzerlik göstermemektedir.42

Kısacası, kuşların theropod dinozorlardan evrimleşmiş olmaları imkansızdır, çünkü böyle bir evrimi meydana getirecek ve iki canlı grubu arasındaki büyük farklılıkları ortadan kaldırabilecek bir mekanizma yoktur.

Bu gerçek, evrim teorisinin diğer tüm iddialarını da temelinden geçersiz kılmaktadır. Evrimciler, canlılar arasında benzerlikleri bulmaya çalışmakta ve bu benzerliklere dayanarak türlerin birbirlerinden evrimleştiklerini öne sürmektedirler. Ama önemli olan, farklı türleri birbirlerine dönüştürecek mekanizmaların bulunmayışıdır. Öte yandan fosil kayıtları da türlerin aniden belirdiklerini göstermekte, yani yaratıldıklarını ortaya koymaktadır.

Dünya üzerinde yaklaşık 1,5 milyon canlı türü yaşamaktadır ve on milyonlarca farklı türün de soyu tükenmiştir. Kısacası yeryüzünde olağanüstü bir çeşitlilik vardır. Bu çeşitlilik içinde yüzbinlerce farklı sürüngen ya da kuş türü de bulunmaktadır. Kara sürüngenleri, uçan sürüngenler ya da deniz sürüngenleri de vardır. Kuşlara benzeyen sürüngenler vardır, kuşlara benzemeyen sürüngenler vardır, tüylü sürüngenler de olabilir. Bu benzerlikleri göstererek bunları "evrim" kanıtıymış gibi göstermek ise tümüyle temelsiz bir yaklaşımdır ve gerçekte evrimcilerin ön yargılı tutumlarının bir ifadesidir.


Bakterilerin Antibiyotiklere Karşı Dirençli Olmalarını
Evrimin Delili Sanma Yanılgısı



Sayın Şengör yazısında Sayın Sakınç'ın, "Yahu yeni keşiflere ne gerek var evrimi anlamak için? İlaç endüstrisi her gün mutasyon geçiren vücut düşmanlarına ilaç yetiştireceğim diye uğraşmıyor mu?" dediğini aktarmıştır. Bu, uzun süre önce bilimsel araştırmalar neticesinde geçersiz kılınmış bir iddiadır.

Bazı evrimciler, aynı Mehmet Sakınç gibi, bazı bakterilerin antibiyotiklere karşı direnç göstermelerinin evrimin bir delili olduğunu sanırlar.Bazı kimyasal maddelerin bakterilerde mutasyona neden olduğunu ve bunun sonucunda bu antibiyotiğe karşı bir direnç oluştuğunu iddia ederler.

Oysa bakterilerde görülen direnç söz konusu canlıların antibiyotiklere karşı mutasyon sonucunda sonradan geliştirdikleri özellikler değildir. Çünkü bu canlılar söz konusu özelliklere antibiyotiğe maruz kalmadan önce de sahiptirler. Scientific American dergisi Mart 1998 sayısında bu konuya şöyle yer vermektedir:

Çok sayıda bakteri, daha ticari antibiyotikler kullanılmaya başlamadan önce de direnç genlerine sahipti. Bilim adamları bu genlerin neden evrimleştiklerini ve varlıklarını sürdürdüklerini kesinlikle bilmiyorlar.43

Görüldüğü gibi, direnç sağlayan genetik bilginin, antibiyotiklerden önce var olması, evrimciler tarafından açıklanamayan ve teorinin iddiasını geçersiz kılan bir gerçektir.

Dirençli bakterilerin, antibiyotiklerin keşfinden önce mevcut olduğu,bilimsel bir yayın olan Medical Tribune dergisinin, 29 Aralık 1988 sayısında da ilginç bir olay aktarılarak belirtilmektedir: 1986'da yapılan bir araştırmada, 1845 yılında bir kutup keşfi sırasında hastalanarak hayatını kaybeden denizcilerin buzda korunmuş cesetleri bulunmuştur. Bu cesetlerin üzerinde 19. yüzyılda yaygın olan bazı bakteri çeşitleri tespit edilmiş ve bunlar test edildiğinde, 20. yüzyılda üretilmiş pek çok modern antibiyotiğe karşı direnç özellikleri taşıdıkları hayretle saptanmıştır.44








Bakterilerin antibiyotiklere karşı gösterdikleri direnç, evrimcilerin ileri sürdüğü gibi mutasyonların bir sonucu değildir. Bilimsel bulgular, bakterilerin antibiyotiklerle karşılaşmadan önce de direnç özelliklerine sahip olduğunu göstermektedir.







Bu tür direnç özelliklerinin penisilinin icadından önce de birçok bakteri türünde mevcut olduğu tıp dünyasında bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla bakterilerdeki direnç özelliğinin evrimsel bir gelişme gibi öne sürülmesi kesinlikle aldatıcı bir iddiadır.

Peki günlük dilde "bakterilerin bağışıklık kazanması" denen süreç gerçekte nasıl oluşur?

Bakterilerin kendi türleri içinde sayısız varyasyonları (çeşitleri) vardır. Bu varyasyonların bir kısmı ise, yukarıda belirttiğimiz gibi, bazı ilaçlara karşı direnç sağlayacak genetik bilgiye sahiptir. Bakteriler belli bir ilacın etkisine maruz kaldıklarında, ilaca dayanıksız varyasyonlar yok olur; dirençliler ise hayatta kalır ve daha fazla çoğalma imkanına kavuşurlar. Belli bir zaman sonra tamamen yok olan dirençsiz bakterilerin yerini, hızla çoğalan bu dirençli bakteriler doldurur. Bir süre sonra, aynı bakteri türü yalnızca söz konusu antibiyotiğe dirençli olan bireylerden oluşmuş bir koloni haline gelir ve artık aynı antibiyotik o bakteri türüne karşı etkisiz olur. Ancak bakteri yine aynı bakteri, tür yine aynı türdür. Dolayısıyla bir evrim söz konusu değildir, sadece var olan bir bakteri türü, yani söz konusu antibiyotiğe karşı dirençli olan bakteri türü daha fazla çoğalmıştır. Bu durumun evrimle bir ilgisi olmadığı son derece açıktır.


Canlı Türleri İçindeki Çeşitlenmeyi Evrimin Delili Sanma Yanılgısı



Sayın A.M.C. Şengör'ün yazısında aktardığına göre Sayın Sakınç, türler içindeki çeşitliliğin, yani varyasyonların evrimin delili olduğunu sanmaktadır. Oysa bu, geçersizliği çok önceleri anlaşılmış klasik bir evrimci yanılgıdır. (Bakınız. Aktüel dergisi, "Evrimcilerin Çağ Dışı "Efendisi" Charles Darwin" Bölümü)


Fosil Kayıtlarının Evrime Delil Oluşturduğu Yanılgısı



Söz konusu yazıda yine Sayın Sakınç'ın fosil kayıtlarının evrim teorisinin doğruluğunu ispatladığı yönündeki yanılgısına yer verilmektedir. Oysa, fosil kayıtları daha Darwin'in zamanından itibaren evrim teorisinin en büyük sorunlarından biri olmuştur. Fosil kayıtlarının evrimi ispatlaması beklenirken, beklenilen ara geçiş formlarına ait fosiller hiçbir zaman bulunamamıştır, aksine fosil kayıtlarında canlılar hep gelişmiş ve tam halleriyle yer almaktadırlar. (Detaylı bilgi için bakınız. Sabah Gazetesinin "Seçime Darwin Damgası" Başlıklı Haberindeki Yanılgılar" bölümü)

Bir bilim adamının literatürü takip etmesi, araştırması, çağının gerisinde kalmaması gerektiği konusunda Sayın Şengör'e katılıyoruz.

Sayın Şengör söz konusu yazısında evrimin bir hurafe olduğunu söyleyen bir profesörü araştırmacı olmamakla ve çağının gerisinde kalmakla itham etmiştir. Ancak Sayın Şengör'ün yazısından çıkan tablo, bu ithamları kendisi ve Sayın Sakınç için de düşünerek değerlendirmesi gerektiği yönündedir. Çünkü Sayın Şengör'ün ve Sayın Sakınç'ın evrim teorisi ile ilgili iddiaları ve kendilerince delil olarak öne sürdükleri bazı bulgular, bilimsel araştırmalar kapsamında yapılan detaylı analizler sonucunda geçersizlikleri ispat edilmiş, spekülatif bilgiler oldukları açıklanmış ve bilim çevrelerince de yalanlanmış konulardır. Bilimsel literatürü yakından takip eden, çağımıza ait gelişmeleri ilgi ile ve tarafsız bir gözle izleyen herhangi biri tarafından dahi kolaylıkla bilinebilecek bu bilgilerin, bazı kimselerce göz ardı ediliyor olması son derece şaşırtıcıdır.

Evrim teorisi 19. yüzyıla ait bir teoridir ve bu yüzyılın bilimsel seviyesi ile ortaya atılmıştır. Ancak yukarıda verilen bilgilerden de anlaşılacağı gibi aradan geçen 2 yüzyılda bilim alanında çok fazla gelişme ve ilerleme olmuştur. 19. yüzyılda karanlık olan birçok konu aydınlanmış, sayısız yanılgı ortaya çıkmıştır. Sayın Şengör ve Sayın Sakınç'ın bilimsel literatürü daha yakından takip etmeleri ve bugüne kadar edindikleri bilgileri, bilimin yeni buluşlarınının süzgecinden geçirmeleri gerekmektedir.

Aksi takdirde "evrimi anlamak için yeni keşiflere ne gerek var?", "fosillere bakınca türleşmeyi de, ara şekilleri de bal gibi görürüz" gibi sloganvari sözlerle evrim propagandası yapmaktan, demagoji ile insanları ikna etmeye çalışmaktan öteye gidemezler.


Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisindeki
Yanıltıcı Evrim Mesajları



17 Haziran 2000 tarihli Cumhuriyet Bilim Teknik dergisinde, "Atalarımızın Sürpriz Buluşması: Homo sapiens-Neandertal rekabeti" başlıklı bir yazı yayınlanmıştır. Yazının konusu, günümüzden yaklaşık olarak 27.000 yıl önce kaybolmuş olan Neandertal ırkının göçleri, diğer Avupalı ırklarla karşılaşması ve sahip olduğu özellikler ve kültürdür. Bizim burada söz etmek istediğimiz konu ise, bu yazının aralarına yerleştirilmiş olan yanıltıcı ve çelişkili evrim mesajlarıdır.



1909 yılı çizimi (en başta)
1962 yılı çizimi (ortada)
1999 yılı çizimi (solda)

Neandertaller evrimci yayınlarda üsttekine benzer hayali çizimlerle yarı maymun-yarı insan canlılar olarak kabul ettirilmeye çalışılır. Bu çizimler bilimsel bir bulguya değil de, kişisel hayalgüçlerine dayandığı için her biri bir diğerinden farklıdır. Üstelik son bilimsel bulgular Neandertaller'in insanın atası olmadığını, farklı bir insan ırkı olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Bu gerçek 1 Nisan 2000 tarihli Milliyet gazetesinde de "29 bin yıllık sır çözüldü" başlıklı haber ile itiraf edilmiştir.


Özellikle son 50 yıldır, paleontoloji, mikrobiyoloji gibi bilim dallarında kaydedilen gelişmeler ve elde edilen yeni bulgular, yeryüzünde evrim diye bir sürecin kesinlikle gerçekleşmediğini ortaya koymuştur. Bugün evrimcilerin, evrimin herhangi bir aşamasına delil olarak gösterebilecekleri bir tek bulgu veya keşif bulunmamaktadır. Bu yüzden, evrim teorisinin çöküşünü -ideolojik nedenlerden ötürü- bir türlü kabullenmek istemeyenler bilimsel olmayan yöntemlerle bu teoriyi ayakta tutmaya çalışmaktadırlar. Cumhuriyet Bilim Teknik dergisindeki yazı da, bu çabanın tipik bir örneğidir.

Yakın zamana kadar evrimciler, kendi ideolojilerine yakın medyayı çok daha şiddetli evrim propogandaları için kullanıyorlardı. Ve yaklaşık 150 yıldır devam eden evrim propagandasının en önemli özelliği, geçersizliği defalarca ispatlanmış bilgi ve bulguları evrimin delili gibi sunarak anlatmaları ve bu hayali bilgileri yine hayali resimlerle süslemeleriydi. Ancak son birkaç yıldır, Darwinizm'in tüm açıklarının, sahtekarlıklarının ve hayali delillerinin deşifre edilerek, büyük kitlelere ulaştırılmasının etkisiyle, evrimciler, propagandalarında daha ihtiyatlı davranmaya başlamışlardır. CBT'deki Neandertaller'le ilgili yazıda da, doğru bilgilerin arasına sık sık evrimci yanılgılar ve gerçek dışı mantıklar yerleştirilerek bu telkin yöntemi kullanılmıştır.

Söz konusu yazıda Neandertaller'in -kendi ifadeleriyle- "tümüyle kültive olmuş bir insan türü" olduğu birçok bulgu ile desteklenerek anlatılmasına rağmen, satır aralarında Neandertaller''in, henüz Homo sapiens kadar gelişimini tamamlamamış bir hominid (yarı insan yarı maymun) olduğu aldatmacasının mesajları verilmektedir.



Neandertal kafatası


Oysa son 10-20 yılın bilimsel bulguları, Neandertaller'in günümüz insanına göre hiçbir "ilkel" yanı olmayan bir insan ırkı olduğunu ortaya koymaktadır. Hatta bu nedenle bir zamanlar Homo neanderthalensis sınıflamasına dahil edilerek Homo sapiens'ten tümüyle ayrı tutulan Neandertaller, artık evrimciler tarafından bile Homo sapiens neanderthalensis olarak anılmakta ve böylece günümüz insanının bir türü olarak kabul edildiği teyid edilmektedir.

Bu konuda önde gelen bir otorite sayılan ve CBT'deki yazıda da kendisinden alıntı yapılan New Mexico Üniversitesi'nden paleoantropolog Erik Trinkaus şöyle yazar:

Neandertal kalıntıları ve günümüz insanı kemikleri arasında yapılan ayrıntılı karşılaştırmalar göstermektedir ki, Neandertaller'in anatomisinde, ya da hareket, alet kullanımı, zeka seviyesi veya konuşma kabiliyeti gibi özelliklerinde günümüz insanlarından aşağı sayılabilecek hiçbir şey yoktur.45

Zaten CBT dergisinde de 5 sayfa boyunca Neandertaller'in bir insan ırkı olduğu ile ilgili bilgi verilmekte, ancak yine de evrimci aldanışların getirdiği alışkanlıkla olsa gerek, arada bu insan ırkının tam gelişmemiş bir ara geçiş aşaması olduğuna dair bilimsel bir değeri olmayan imalarda bulunulmaktadır.


Evrimcilerin Asla Açıklayamadıkları "İçi Boş" Cümleler



Evrim teorisi ortaya atıldığı günden bu yana, yanıltma amaçlı kullanılan, hiçbir evrimci tarafından açıklanamayan bazı kavramlar ve cümleler evrimci yayınlarda sık sık yer almaktadır. İçi boş ve bilimsel anlam taşımayan bu tür cümleler bu yazıda da kullanılmıştır. Bu cümlelerin kullanılış amacı bilimsel ve mantıksal olarak gerçekleşmesi imkansız olan olayları, insanlara bir nevi telkin yoluyla olmuş gibi göstermektir.
Evrimcilerin bu tür telkin metodlarına bu yazıdan şöyle iki örnek verebiliriz:

İnsanoğlu günümüzden 40.000 yıl önce kültürü keşfettiğinde birden bire takı, müzik ve heykel gibi sanatsal uğraşlar da edinmişti.

Büyük "zeka patlaması" böylece ilk kez bundan 40.000 yıl önce gerçekleştiğinde, insanoğlu birden bire ince ruha sahip ressam veya alet ustası gibi beceriler edinen bir türe dönüşerek "öğrenme/kavrama isteğine ve kültüre dayalı bir devrim yaratmıştı.



J. Hawkes


Evrimciler, evrimin her aşamasını bu şekilde açıklanamaz değişimler olarak açıklarlar. Örneğin yukarıdaki cümlelerde belirtilen değişimin nasıl gerçekleştiğini, zekadan, anlayıştan, estetikten, zevkten, bilinçten ve yetenekten yoksun bir canlının nasıl olup da, düşünen, dinleyen, konuşan, sevinen, sanat eserleri oluşturan, hesap yapabilen, seven, şefkat ve merhamet duyan, heyecanlanan, şevklenen bir canlıya dönüştüğünü kesinlikle açıklayamazlar.

Evrimciler, iki mekanizmanın sözde evrime neden olduğunu iddia ederler. Bunlardan bir tanesi doğal seleksiyondur. Ki doğal seleksiyon vasıtasıyla yeni bir canlı türü meydana gelemeyeceği bugün bilimsel olarak kabul görmüş bir gerçektir. (Bu konudaki detayları Harun Yahya'nın Evrim Aldatmacası kitabında bulabilirsiniz) Evrimcilere göre diğer evrim mekanizması ise, mutasyonlardır. Yapılan araştırmalar mutasyonların canlılara daima zarar getirdiğini, onları hasta veya sakat yaptığını, asla onlara iyi bir özellik kazandıramadığını göstermiştir.

Kaldı ki, ne mutasyonların ne de doğal seleksiyon mekanizmasının, bir canlıya yetenek, zeka, ince düşünce, sanat ve estetik zevki kazandıramayacağı çok açık ve herkesin kabul edeceği bir gerçektir.

Evrimci olmasına rağmen J. Hawkes, New York Times'da yayınlanan bir yazısında evrim mekanizmaları ile ilgili şöyle bir itirafta bulunmuştur:

Kuşları, balıkları, çiçekleri vb. göz kamaştırıcı güzelliği salt doğal seleksiyona borçlu olduğumuza inanmakta güçlük çekiyorum. Dahası, insan bilinci öyle bir düzeneğin ürünü olabilir mi? Nasıl olur da tüm uygarlık nimetlerini meydana getiren insan beyni; Sokrates, Leonardo da Vinci, Shakespeare, Newton ve Einstein gibileri ölümsüzleştiren yaratıcılık "yaşam savaşımı" denen orman yasasının bize bir armağanı olsun?46

Bu tespit doğrudur; doğada var olan hiçbir canlının, şuursuz mekanizmanın veya gücün insana bu özellikleri kazandıramayacağı çok açıktır. Bunu evrimciler de dahil olmak üzere herkes görebilmektedir.








Doğada çok belirgin bir düzen ve estetik vardır. Pek çok evrimci dahi, ön yargısız olarak düşündüklerinde, bu düzen ve estetiğin amaçsız ve bilinçsiz bir "evrim" sürecinin ürünü olamayacağını anlamaktadır. Gerçekte doğa Allah'ın sanatıdır ve bizlere O'nun sonsuz güç ve aklını göstermektedir.







İnsanı, tüm diğer canlılar gibi Allah yaratmıştır ve insan ilk var olduğu andan itibaren "bugünkü gibi" akıl ve şuur sahibi bir varlıktır. Tarihin her döneminde maymunlar maymun, insanlar ise insan olarak var olmuşlardır. İnsanın sahip olduğu özellikleri ona veren ise onu yoktan var eden Allah'tır. Allah insanı yaratmış ve ona ruhundan üflemiştir. İşte insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerinden biri bir ruha sahip olmasıdır. Evrim teorisinin ise, ruhun varlığını, nasıl oluştuğunu açıklayabilmesi kesinlikle mümkün değildir.

21. yüzyılın en önemli gelişmelerinden biri, 150 yıldır anlatılan evrim masalının sona ermesidir. Bugün evrimcilerin teorilerine delil olarak gösterebilecekleri bir tek fosil, bir tek laboratuvar deneyi veya doğada gözlemlenmiş bir olay yoktur. Evrimcilerin kendilerince evrime delil olarak gösterdiklerinin ise evrime kesinlikle delil oluşturmadıkları zaman içinde ortaya çıkmıştır. CBT'de konu edinilen Neandertal insanı da bu örneklerden biridir.


Sn. Rita Urgan'ın Canlılığın Oluşumu
Hakkındaki Önemli Yanılgıları



Cumhuriyet Bilim Teknik dergisinin 15 Temmuz 2000 tarihli sayısında, Rita Urgan'ın "Yaşamın nasıl ortaya çıktığını öğrenebilecek miyiz?" başlıklı bir yazısı yayınlandı. Sayın Urgan bu yazıda, canlılığın oluşumu ile ilgili şahsi düşünce ve duygularını anlatıyordu. Her ne kadar yazının yayınlandığı sayfanın başlığı "21. Yüzyıla Bakış" ise de Sn. Urgan yazısında, 21. yüzyılın tüm bilimsel gelişmelerini ve buluşlarını göz ardı ederek, kulaktan dolma bilgilerle bazı çıkarımlarda bulunmuştur. Yanıltıcı çıkarımlarla dolu bu yazı hakkında bazı önemli gerçekleri hatırlatmakta yarar görüyoruz.

Sn. Urgan'ın "Yaşamın Deneme Sonucu Tesadüfen Ortaya Çıktığını Zannetme" Yanılgısı:

Sayın Urgan yazısında şu cümleyi kullanmaktadır: "Yaşam ne denli büyüleyici ve renkli olursa olsun, bildiğimiz kadarıyla tek bir deneme sonucunda ortaya çıktı." Bu cümlenin hiç düşünülmeden, tamamen evrimci telkinlerle yazıldığı çok açıktır. Sn. Urgan bu cümlesi ile, bazı maddelerin en uygun zamanda ve en uygun şartlarda, yine en uygun miktarlarla tesadüfen biraraya geldiklerini ve olağanüstü çeşitlilikteki canlıları oluşturduklarını ifade etmektedir. Sn. Urgan'a göre bilinçsiz doğa, kör tesadüflerle bir deneme yapmış, o deneme "tutmuş" ve bildiğimiz muazzam çeşitlilikteki canlılığı oluşturmuştur.

Böyle bir iddianın gerçekleşmesinin imkansız olduğu, bugün bilim tarafından defalarca ispatlanmıştır. Bilim adamları, canlılığın oluştuğu dönemdeki koşulları, kontrollü ve son derece gelişmiş laboratuvar ortamlarında meydana getirerek denemeler yapmışlar ancak bunların tümü sonuçsuz kalmıştır. Her ne deneme yapılırsa yapılsın tek bir canlı hücresi dahi üretilememiştir. Ve sonuçta bu denemelerden vazgeçilmiştir. Ancak Sn. Urgan, bilinçsiz ve şuursuz doğadaki atomların, nasıl olduysa bilinçli ve şuurlu insanların başaramadığı bu denemeden başarılı çıktığını iddia etmektedir. Böyle bir iddianın ne kadar mantık dışı olduğunu göstermek için, evrimci bilim adamlarını bir "deneme" yapmaya davet edelim:

Evrimciler, büyük varillerin içine canlılığın yapısında bulunan fosfor, azot, karbon, oksijen, demir, magnezyum gibi elementlerden bol miktarda koysunlar. Hatta normal şartlarda bulunmayan ancak bu karışımın içinde bulunmasını gerekli gördükleri her türlü malzemeyi de bu varillere eklesinler. Karışımların içine, istedikleri kadar (doğal şartlarda oluşumu mümkün olmayan) amino asit, istedikleri kadar da (bir tekinin bile rastlantıyla oluşma ihtimali 10950'de bir olan) protein doldursunlar. Bu karışıma istedikleri oranda ısı ve nem versinler. Bunları istedikleri gelişmiş cihazlarla karıştırsınlar. Varillerin başına da dünyanın önde gelen evrimci bilim adamlarını koysunlar. Bu uzmanlar nöbetleşerek milyarlarca, hatta trilyonlarca sene varillerin başında beklesinler. Bir canlının oluşması için hangi şartların var olması gerektiğine inanılıyorsa hepsini kullanmak da serbest olsun.

Ancak ne yaparlarsa yapsınlar o varillerden kesinlikle bir canlı çıkaramazlar. Zürafaları, aslanları, arıları, kanaryaları, bülbülleri, papağanları, atları, yunusları, gülleri, orkideleri, zambakları, karanfilleri, muzları, portakalları, elmaları, hurmaları, domatesleri, kavunları, karpuzları, incirleri, zeytinleri, üzümleri, şeftalileri, tavus kuşlarını, sülünleri, renk renk kelebekleri ve bunlar gibi milyonlarca canlı türünden hiçbirini oluşturamazlar. Değil burada birkaçını saydığımız bu canlı varlıkları çıkarmak, bunların tek bir hücresini bile elde edemezler. Üstelik akıl ve bilinç sahibi bir insanı bu deneyle asla meydana getiremezler. Kısacası, Sn. Urgan'ın bahsettiği "büyüleyici ve renkli" canlılığı böyle bir varilden kesinlikle çıkartamazlar.

Tüm koşullar evrimcilerin isteklerine göre ayarlansa bile, böyle bir denemenin başarısız olacağı kesinlikle açıktır. Peki, kontrolsüz koşullarda, hiçbir bilincin müdahalesi olmadan böyle bir denemenin başarılı olduğunu iddia etmek mantık dışı değil midir?








Evrimcilerin istedikleri tüm şartlar sağlansa bir canlı oluşabilir mi? Elbette ki hayır. Bunu daha iyi anlamak için şöyle bir deney yapalım. Soldakine benzer bir varile canlıların oluşumu için gerekli olan bütün atomları, enzimleri, hormonları, proteinleri kısacası evrimcilerin istedikleri, gerekli gördükleri tüm elementleri koyalım.Olabilecek her türlü kimyasal ve fiziksel yöntemi kullanarak bu elementleri karıştıralım ve istedikleri kadar bekleyelim. Ne yapılırsa yapılsın, ne kadar beklenirse beklensin bu varilden canlı tek bir varlık bile çıkaramayacaklardır.







Sn. Urgan'ın Olasılık Hesabındaki Önemli Yanılgısı



Sn. Urgan, canlılığın tesadüfen oluşma ihtimalini, ilk kez piyango bileti aldığında en büyük ikramiyeyi kazanma veya 10 kere para attığında her seferinde tura gelmesi ihtimali ile karşılaştırmaktadır. Ve bu nedenle, canlılığın tesadüfen oluşma ihtimalini kendince olası görebilmektedir. Kuşkusuz bu çıkarımlar önemli bir bilgi eksikliğinin ve yanlış bakış açısının izlerini taşımaktadır. Çünkü bilim adamlarının yaptıkları hesaplara göre, değil tüm canlıları oluşturan hücrelerin, hücrenin yapıtaşlarından olan ortalama büyüklükteki bir protein molekülünün tesadüfen oluşma ihtimali dahi 10950'de birdir. Matematikte 1050'de bir ihtimalin "0" (sıfır) olarak kabul edildiğini göz önünde bulundurursak, tek bir protein molekülünün tesadüfen oluşma ihtimali "kesinlikle imkansız" demektir.



Chandra Wickramasinghe


Sn. Urgan'ın, kendi matematiksel hesapları yerine, canlılığın tesadüfen oluşmasının imkansızlığı ile ilgili bilim adamlarının hesaplamalarını ve karşılaştırmalarını kullanması, kuşkusuz daha gerçekçi ve güvenilir olacaktır. Canlı hücrelerinin yapıtaşı olan proteinlerin oluşumu ile ilgili uzun yıllardır araştırma yapan pek çok bilim adamı vardır. Ve bu çalışmalarından çıkan sonucun, değil bir hücrenin, tek bir proteinin bile tesadüfen oluşmasının imkansız olduğunu defalarca ifade etmişlerdir.

Örneğin, Cambridge Üniversitesi'nden matematikçi ve astronom Fred Hoyle bir materyalist olmasına rağmen, tesadüfler sonucu canlı bir hücrenin meydana gelmesiyle, bir hurda yığınına isabet eden kasırganın savurduğu parçalarla tesadüfen bir Boeing 747 uçağının oluşması arasında bir fark olmadığını belirtir.47

Amerikalı jeolog William Stokes ise hücre için gereken bir proteinin tesadüfen oluşmasının imkansızlığını şöyle tarif eder:

Eğer milyarlarca yıl boyunca, milyarlarca gezegenin yüzeyi gerekli amino asitleri içeren sulu bir konsantre tabakayla dolu olsaydı bile yine (protein) oluşamazdı.48

New York Üniversitesi kimya profesörü ve DNA uzmanı Robert Shapiro, sadece basit bir bakteride bulunan 2000 çeşit proteinin rastlantısal olarak meydana gelme ihtimalini hesaplamıştır. Elde edilen rakam, 10 üzeri 40.000'de 1 ihtimaldir. Cardiff Üniversitesi'nden Uygulamalı Matematik ve Astronomi Profesörü Chandra Wickramasinghe bu rakam karşısında şu yorumu yapar:

Bu rakam (10 üzeri 40.000) Darwin'i ve tüm evrim teorisini gömmeye yeterlidir. Bu gezegenin ya da bir başkasının üzerinde hiçbir zaman (hayatın doğabileceği) bir ilkel çorba olmamıştır ve yaşamın başlangıcı rastlantısal olarak gerçekleşemeyeceğine göre, amaçlı bir aklın ürünüdür.49

Bu açıklamaların sonucunda anlaşılmalıdır ki; canlılık için, "nasıl olduysa oldu, bir şekilde kendiliğinden ve tesadüfler sonucunda oluştu" demek, tamamen evrimci ön yargıların, bilgi yetersizliğinin ve gelişen bilimi takip etmemenin sonucudur. Çünkü bugün bilim, canlılığın kökeninde tesadüflere yer olmadığını kesin olarak ispatlamıştır. (Detaylı bilgi için bkz. Hayatın Gerçek Kökeni, Harun Yahya)


Sn. Urgan'ın, Fosil Kayıtlarının Evrim Teorisini
İspatlayacak Düzenliliğe Sahip Olduğunu Sanma Yanılgısı



Fosil kayıtları Sn. Urgan'ın zannettiği gibi evrimciler açısından "tutarlı" değildir. Aksine evrim açısından büyük ve çözülemez çelişkilerle ve boşluklarla doludur. Fosil kayıtları, canlıları birbirlerinden ayrı olarakAllah'ın yarattığı gerçeğini bir kez daha teyid etmektedir. (Detaylı bilgi için bakınız. "Sabah gazetesinin "Seçime Darwin Damgası" Başlıklı Haberindeki Yanılgılar" Bölümü)

Sonuç olarak, 21. yüzyılda ulaşılan bilgi seviyesi ve teknolojik imkanlar, 19. yüzyıla ait köhne bir teori olan evrim teorisinin ne kadar bilim dışı olduğunu açık ve kesin olarak göstermektedir. Aynı şekilde 21. yüzyıl bilimi, evreni ve tüm canlıları Yüce Allah'ın yoktan yarattığını da teyid etmektedir. Canlılığın kökenine yaratılış gerçeği dışında bir açıklama aramak, büyük bir zaman kaybı ve yanılgıdan başka bir şey değildir.


Evrimcilerin "Maymun"
Saplantılarının Anlamsızlığı



Cumhuriyet Bilim Teknik dergisinin 29 Temmuz 2000 tarihli sayısında, Darwinist bir yazıya yer verildi. "Yok birbirimizden farkımız" başlıklı yazıda, maymunların insanlara benzer birçok davranışlarının bulunduğu öne sürülerek, insanla maymunun arasında sanıldığından daha az bir fark olduğu yanılgısı ifade ediliyordu. Sadece evrim propagandası amacının güdüldüğü açıkça belli olan yazıdaki taraflı yorumları ve çarpıtmaları sırayla açıklayalım.

Maymunların, insanlarda da görülen bazı davranışlara sahip oldukları bir gerçektir. Ancak, doğada insanla benzer davranışlar gösteren, hatta eğitimli bir insanın dahi gösteremeyeceği, zekice tavırlar sergileyen birçok hayvan vardır. Hatta bazı hayvanlarda, insanlara has şefkat, merhamet, eşine veya çocuklarına düşkünlük, fedakarlık gibi tavırları görmek de mümkündür. Ancak nedense, sadece maymunlardaki benzerlikler bazı çevreleri müthiş bir heyecana kaptırmaktadır. Oysa doğayı tarafsız ve evrimci saplantılardan uzaklaşmış bir gözle inceleyen her insan, pek çok canlının insanı hayrete düşürecek derecede zekice tavırlara sahip olduğunu görecektir.

Söz gelimi, kendisine oldukça gelişmiş teknik altyapıya sahip bir yuva ve yuvasının uygun koşullarda bulunmasını sağlayan bir baraj inşa eden kunduz, bir maymundan çok daha zekice tavırlar sergilemekte, çok daha önemli ve kompleks kararlar almaktadır.








Doğadaki pek çok canlı insanlardakine benzer davranışlar gösterir. Örneğin kunduzlar çok başarılı bir şekilde yuva kurar, barajlar (yanda) inşa ederler. İşçi arılar yavruların bakımı için olağanüstü bir fedakarlık gösterirler. Bu canlıların davranışları insanla benzerlik kurulmaya çalışılan maymunlara göre çok daha zekicedir.







Arıların ise, petek inşasındaki yetenekleri, altıgen petek seçiminin önemi, bu altıgen petekleri kusursuzca, aralarında hiçbir boşluk bırakmadan tamamlayabilmeleri, nektar bulma yöntemleri ve değerlendirmeleri her biri zeka ürünü davranışlardır. Özellikle petek inşasında yaptıkları matematik hesaplar evrim teorisinin kurucusu Charles Darwin'i bile hayrete düşürerek şunları söyletmiştir: "Arıyı, büyük matematikçilerin (peteğin yapısındaki ince hesapları) buluşlarından çok önce petek gözlerini yapmaya yönelten içgüdü için ne diyeceğiz?"



Erkek penguenler yavrularını tüylü ayaklarında koruma altına alırlar. Aksi takdirde yavrular kuzey kutbunun dondurucu soğuğunda öleceklerdir. Aylarca hiç kımıldamadan durarak yavrularını koruyan penguenlerin sahip oldukları şuurun kaynağı Allah'ın ilhamıdır.


Kuzey kutbunda yaşayan bir erkek penguenin, aylarca kımıldamadan yavrusunu ayaklarının arasında tutarak donmasını engellemesi, bu esnada dişi penguenin denize ulaşarak birkaç ay boyunca yavrusuna yiyecek bulmak için tehlikeli bir yolculuğa çıkması ve dönüşünde binlerce birbirinin aynı görünen penguen arasından eşini ve yavrusunu tanıyabilmesi de şuur gerektiren davranışlardır.

Maymunlar ise, birçok hayvanın insan davranışlarına olan benzerliğinden çok daha az bir benzerliğe sahiptir. Ancak, bir maymunun başını kaşıması, yavrusunun başını okşaması veya elini çırparak sevinç ifade etmesi evrimcileri müthiş heyecana kaptırmaktadır. Çünkü evrimciler, insanların maymunlarla ortak bir atadan evrimleştiği yalanına inanırlar, dolayısıyla maymunların insanlara benzer tavır göstermelerini sözde akrabalıklarının bir sonucu olarak görmek isterler. Ama bu esnada doğanın geri kalanını göz ardı ederler. Çünkü ne yukarıda bazı davranış örneklerini verdiğimiz kunduzları, penguenleri veya arıları, ne de karınca, örümcek, yunus, gibi diğer hayvanları, insanlara benzer birçok davranışa sahip olmalarına rağmen, insanın akrabası olarak gösteremeyeceklerini bilirler. Özellikle arı, karınca, örümcek, termit gibi böceklerin insanlar gibi akıl ürünü işler yapmaları evrim açısından çok büyük bir sorundur, çünkü bu canlılar sözde "evrimsel akrabalık" şemasında insanla tamamen bağlantısızdırlar.

Sonuç olarak maymunların insanlarla benzer davranışlar göstermeleri, bu canlıların insanların sözde evrimsel akrabaları olduğunu kesinlikle göstermez.

Canlılardaki, akıl ve bilinç ürünü davranışların ise tek açıklaması vardır. Kunduzların veya arıların kusursuz mimari yapılar inşa etmeleri, ne kendisi de bilinçsiz olan doğanın bir armağanıdır, ne de bu canlıların kendi iradeleriyle sahip oldukları özelliklerdir. Müstakil bir akla ve bilince sahip olmayan bu canlılar, kendilerini yaratan Allah'ın ilhamı ile hareket ederler. Allah, Kuran'da balarısını örnek vererek, bu gerçeği bizlere bildirmiştir:

Rabbin balarısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)








Kör tesadüflerin bir maymunu sanat eserleri ortaya çıkaran ya da teknolojik makinalar üreten insanlar haline getirmesi elbette ki mümkün değildir.







Kaldı ki, evrimcilerin iddia ettikleri gibi, mutasyonlar ve doğal seleksiyon, hiçbir maymunu evrimleştirerek bir insana dönüştüremez. Çünkü insan, bir ruha, bilince ve akla sahiptir. Bu nasıl bir mutasyon olacaktır ki, bir maymuna hissetmeyi, düşünmeyi, önemli konularda karar vermeyi, renkleri, desenleri, gölgeyi en güzel ve en uyumlu şekilde kullanarak bir sanat eseri oluşturmayı, trigonometri hesapları yapmayı, Sultan Ahmet Camisi'ni, Taç Mahal'i, Eyfel Kulesi'ni inşa etmeyi, beyin ameliyatı yapmayı, en üstün teknoloji ile donatılmış hayalet uçakları tasarlayarak uçurmayı öğretecektir?. J. Hawkes, evrimci bir bilim adamı olmasına rağmen bu önemli gerçeği şöyle açıklamıştır:

Kuşları, balıkları, çiçekleri vb. göz kamaştırıcı güzelliği salt doğal seleksiyona borçlu olduğumuza inanmakta güçlük çekiyorum. Dahası, insan bilinci öyle bir düzeneğin ürünü olabilir mi? Nasıl olur da tüm uygarlık nimetlerini meydana getiren insan beyni; Sokrates, Leonardo da Vinci, Shakespeare, Newton ve Einstein gibileri ölümsüzleştiren yaratıcılık "yaşam savaşımı" denen orman yasasının bize bir armağanı olsun?50

Evrimci Roger Lewin ise evrim teorisinin insan ruhunun oluşumu hakkında büyük bir çıkmaz içinde olduğunu şöyle itiraf eder:

Fiziksel anlamda, insanın evrimi hakkındaki herhangi bir teorinin, güçlü çeneleri ve iri kesici dişleri olan ve bizden dört kat hızlı koşan maymun benzeri bir atanın nasıl yavaş yavaş, iki ayaklı bir hayvana dönüştüğünü açıklaması gerekir. Bu güçlere aklı, konuşmayı ve ahlakı ekleyin, bunların hepsi evrim teorisine baş kaldırmaktadır.51

Doğada, insanın sahip olduğu ruhu ona verebilecek hiçbir güç yoktur. Bu ruhu, insana Allah vermiştir. Kuran'da bildirildiği gibi Allah insana ruhundan üflemiştir. Bu, Darwinistler'in asla açıklama getiremeyecekleri ve tamamen yenilgiyi kabul ettikleri bir gerçektir. "Maymunlarla birbirimizden hiçbir farkımız yok" sloganları ile yazdıkları yazılar ise, Darwinizm'e olan körü körüne bağlılıklarını gösteren bir delil olmaktan öteye gitmemektedir.


DİPNOTLAR



24- Fred Spoor, Bernard Wood, Frans Zonneveld, "Implication of Early Hominid Labryntine Morphology for Evolution of Human Bipedal Locomotion", Nature, cilt 369, 23 Haziran 1994, s. 645-648

25- Holly Smith, American Journal of Physical Antropology, Cilt 94, 1994, s. 307-325

26- Coates M. 1991. New palaeontological contributions to limb ontogeny and phylogeny. In: J. R. Hinchcliffe (ed.) Developmental Patterning of the Vertebrate Limb 325-337. New York: Plenum Press; Coates M. I. 1996. The Devonian tetrapod Acanthostega gunnari Jarvik: postcranial anatomy, basal tetrapod interrelationships and patterns of skeletal evolution. Transactions of the Royal Society of Edinburgh 87: 363-421

27- Denton, Michael, Evolution: A Theory in Crisis (Bethesda, MA: Adler &Adler, 1985), p. 151, 154

28- Fix, William, The Bone Peddlers: Selling Evolution (New York: Macmillan Publishing Co., 1984), s. 189

29- Stephen Jay Gould, "The Return of Hopeful Monsters", Natural History, cilt 86, Temmuz-Ağustos 1977, s. 28

30- Colin Patterson, "Cladistics", Brian Leek ile Röportaj, Peter Franz, 4 Mart 1982, BBC

31- Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 184

32- B.E. Bishop, "Mendel's Opposition to Evolution and to Darwin," Journal of Heredity 87 (1996): pp. 205-213; ayrıca bkz. L.A. Callender, "Gregor Mendel: An Opponent of Descent with Modification," History of Science 26 (1988): s. 41-75

33- SBS Vital Topics, David B. Loughran, Nisan 1996, URL: http://www.rmplc.co.uk /eduweb/sites/sbs777/vital/evolutio.html

34- Gary Parker, Creation: The Facts of Life. San Diego: CLP Publishers, 1980

35- B. G. Ranganathan, Origins?, Pennsylvania: The Banner Of Truth Trust, 1988

36- Warren Weaver, "Genetic Effects of Atomic Radiation", Science, Cilt 123, 29 Haziran, 1956, s. 1159

37- "Evolution, Marxian Bıology and the Social Scene", Zirkle Conway, University of Pennsylvanıa Press, 1959, s. 527

38- Karl Marx-Friedrich Engels, Seçme Yazışmalar 1, 1844-1869, Sol Yayınları, 1. Baskı, Kasım 1995, s. 141

39- Karl Marx-Friedrich Engels, Seçme Yazışmalar 2, 1870 - 1895, Sol Yayınları, Birinci Baskı, Ekim 1996, Ankara, Çev.: Yurdakul Fincancı (Kitabın orjinali Moskova 1975 basımı), s. 214

40- Ann Gibbons, "Plucking the Feathered Dinosaur", Science, volume 278, Number 5341 Issue of 14 Nov 1997, pp. 1229 – 1230

41- http://www.yfiles.com/dinobird2.html

42- Duane T. Gish, Dinosaurs by Design, Master Books, AR, 1996. s. 64-65

43- Stuart B. Levy, "The Challange of Antibiotic Resistance", Scientific American, Mart 1998, s. 35

44- Medical Tribune, 29 Aralık 1988, ss. 1, 23

45- Erik Trinkaus, "Hard Times Among the Neanderthals", Natural History, cilt 87, Aralık 1978, s. 10; R. L. Holloway, "The Neanderthal Brain: What Was Primitive", American Journal of Physical Anthropology Supplement, Cilt 12, 1991, s. 94.

46- J. Hawkes, "Nine Tentalizing Mysteries Of Nature," New York Times, no.33, 1957

47- Fred Hoyle, The Intelligent Universe, Dorling Kindersley Limited, 1983, s. 19

48- W. R. Bird, The Origin of Species Revisited, Nashville, Thomas Nelson Co., 1991, s. 305

49- F.Hoyle, C.Wickramasinghe, Evolution from Space, Simon and Schuster, s.148

50- J. Hawkes, "Nine Tentalizing Mysteries Of Nature," New York Times, no.33, 1957

51- John Peet, The True History of Mankind, www, pages.org/uk/org/bcs

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü