Harun Yahya

Hak Din Tarihin İlk Gününden Beri Vardır



Tarihin ve toplumun evrimleştiği aldatmacasını öne sürenlerin bir diğer yanılgıları da, toplumların en önemli değeri olan dinin de evrim geçirdiği iddiasıdır. Bu iddia, 19. yüzyılda ortaya atılmış, materyalistler ve ateistler tarafından hararetle savunulmuş, ancak bu iddiayı destekleyen hiçbir arkeolojik bulgu elde edilemediği için, bir spekülasyon olarak kalmıştır.

İnsanlığın daha eski çağlarda sözde "ilkel", yani çok-tanrılı ve kabilesel dinlere inandığı, tek Allah'a inanma ve tüm insanlığa hitap etme esasına dayalı hak dinin -ki bu din, ilk insan olan Hz. Adem'den bu yana Rabbimiz'in insanlığa vahy ettiği Hak Din'dir- sonradan ortaya çıktığı iddiasının hiçbir dayanağı yoktur. Ne var ki bazı evrimciler, bu iddiayı sanki kanıtlanmış tarihsel bir gerçekmiş gibi göstermeye çalışmakta, ancak bu tutumlarıyla büyük bir hata yapmaktadırlar. Darwin'in biyolojik evrim teorisi nasıl bir aldatmaca ise, ondan ilham alınarak geliştirilen dinlerin evrimi teorisi de bir aldatmacadır.

Dinlerin Evrimi Yanılgısı Nasıl Gelişti?










Tarihin her döneminde Güneş’e tapınan insanlar olmuştur. Günümüzde, son derece modern şartlarda yaşayan insanlar arasında da Güneş’e tapınma gibi batıl inanışlar devam etmektedir. Bu durum, söz konusu insanların ilkel insanlar olduklarını değil, sapkın inanışlara sahip paganlar olduklarını göstermektedir.





Günümüzden yaklaşık bir buçuk asır önce, Charles Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabının henüz ilk baskısının yapıldığı dönemde, evrim kavramı materyalist ve ateist çevrelerden destek almaya başlamıştı. Çağın bazı düşünürleri, insanın çevresinde olup biten herşeyin evrimle açıklanabileceğini sanıyorlardı. Bu yanılgıya göre herşey, sözde ilkelden ve basitten başlıyor, daha sonra gelişerek en mükemmel olana ilerliyordu.

Bu yanılgı pek çok alana uygulanmaya çalışıldı. Örneğin ekonomi alanında Marksizm, evrimsel bir ilerlemenin kaçınılmaz olduğunu ve sonunda tüm milletlerin komünizmi kabul edeceği iddiasını öne sürüyordu. Bunun sadece bir hayalden ibaret olduğu ve Marksizm'in öne sürdüğü iddiaların gerçekleri yansıtmadığı zaman içerisinde yaşanan tecrübelerle kanıtlandı.

Psikoloji alanında Freud, insanın evrimsel olarak ileri bir tür olduğunu, ancak psikolojik olarak hala sözde ilkel atalarının sahip olduğu güdülerle hareket ettiğini söylüyordu. Bu büyük yanılgı, yapılan psikoloji araştırmalarıyla bilimsel olarak tamamen çürütüldü. Freudizm'in temel varsayımlarının hemen hiçbir bilimsel dayanağı olmadığı ortaya çıktı.

Aynı şekilde sosyoloji, antropoloji, tarih gibi bilim dallarında da evrim teorisinin etkisi olmuş, ancak son yüzyılda elde edilen bilgiler ve bulgular bu etkinin ne derece yanlış olduğunu göstermiştir.

Tüm bu evrimsel teorilerin ortak noktası ise Allah inancına karşı olmalarıydı. Dinlerin evrimi yanılgısı da bu amaçla ve bu felsefi temeller üzerinde ortaya atıldı. Bu yanılgının önde gelen savunucularından Herbert Spencer'ın gerçek dışı iddialarına göre, insanlığın ilk dönemlerinde hiçbir dini inanç yoktu. Sözde ilk dinler ise ölülere tapınmayla başlamıştı. Dinlerin evrimi aldatmacasını savunan başka antropologlar daha farklı hikayeler öne sürdüler. Kimisine göre dinin kaynağı animizme (doğaya canlılık atfetme, onda ruh olduğuna inanma), kimilerine göre ise totemizme (sembol olarak seçilen bir insan, grup ya da eşyaya tapma yanılgısı) dayanıyordu. Bir diğer antropolog olan E. B. Taylor'a göre, tarih içinde sırayla animizm (tabiata canlılık atfetme), manizm (atalar kültü), politeizm (çok tanrıcılık) ve son olarak da monoteizm (tek tanrıcılık) geliyordu.








Charles Darwin





Oysa 19. yüzyılın ateist antropologları tarafından masa başında yazılan senaryolarla ortaya atılan ve sonra da sürekli gündemde tutulan bu teori, bir aldatmacadan başka bir şey değildi. Arkeolojik ve tarihsel bulguların da gösterdiği gibi, söz konusu kişilerin öne sürdüklerinin aksine, tarihin ilk gününden beri Allah'ın, peygamberleri aracılığıyla insanlara vahyettiği hak din var olmuştur. Ancak hemen her dönemde hak dinle birlikte, batıl ve sapkın inanışlar da var olagelmiştir. Günümüzde de, Allah'ın Bir ve Tek olduğuna iman eden, Rabbimiz'in indirdiği dine uyan insanlar olduğu gibi, taştan, tahtadan yapılmış putlara, birtakım ruhlara, şeytana, çeşitli hayvanlara, atalarına, Güneş'e, Ay'a, yıldızlara tapma yanılgısına düşen insanlar da vardır. Üstelik bunların önemli bir kısmı da, geri değil tam tersine son derece gelişmiş koşullarda yaşayan kimselerdir.

Öte yandan, tarih boyunca Allah'ın indirdiği hak dinlerin emirlerini, uygulamalarını ve ahlaki değerlerini bozmaya çalışan insanlar da olmuştur. Kuran'da, bazı insanların birtakım batıl inanış ve uygulamaları dine dahil etmeye çalıştıkları, dolayısıyla kendilerine gönderilen hak dini değiştirip bozdukları haber verilmiştir:

Artık vay hallerine; kitabı kendi elleriyle yazıp, sonra az bir değer karşılığında satmak için "Bu Allah Katındandır" diyenlere. Artık vay, elleriyle yazdıklarından dolayı onlara; vay kazanmakta olduklarına. (Bakara Suresi, 79)

Bu durum Allah'ın varlığına ve birliğine inanan ve Rabbimiz'in bildirdiği hükümlere uyan bazı insanların, zaman geçtikçe hak dinden uzaklaşma ve sapkın inanışlara, batıl uygulamalara yönelmelerine neden olmuştur. Böylece, birtakım sapkın inanışlar ve batıl uygulamalar ortaya çıkmıştır. Diğer bir deyişle, bazı kimselerin öne sürdüğü gibi "dinlerin evrimi" diye bir süreç asla yaşanmamış, ancak hak dinin belli dönemlerde insanlar tarafından bozulmasıyla sapkın dinler ortaya çıkmıştır.

Hak Dinin Tahrif Edilmesi










Resimde, Sümerlerin sahte ilahlarından biri olan "şimşek tanrısı" görülmektedir. Bu sahte ilahlar, hak olan tek İlah inancının zaman içinde insanlar tarafından bozulmasıyla ortaya çıkmıştır.





20. yüzyılda dinlerin kökeni hakkında ciddi araştırmalar yapılmaya başlandı. Bu sayede dinlerin evrimi iddialarının hiçbir bilimsel değeri olmayan, hayal ürünü senaryolar olduğu çok geçmeden ortaya çıktı. Andrew Lang, Wilhelm Schmidt gibi antropologların önderliğinde dünya üzerindeki dinlerin incelenmesi ile ortaya çıkan sonuçlar, dinlerin evrim geçirmediklerini, aksine zaman zaman tahrif edildiklerini gösterdi. Schmidt'in önderliğinde yayınlanan ve dinlerin kökeni konusunu ele alan Anthropos isimli dergide bu bilgiler çok ayrıntılı olarak incelendi.

Özellikle 1900-1935 yılları arasında yapılan çalışmalarda dinlerin evrimi iddialarının tamamen yanlış olduklarının anlaşılması, birçok antropoloğun evrimci fikirlerini terk etmesine yol açtı. Ancak tüm bu bilimsel ve tarihsel gerçeklere rağmen, bazı radikal ateistler bu çökmüş senaryoyu savunmaya devam ettiler.

Mezopotamya ve Mısır'da Elde Edilen Arkeolojik Bulgular










Sümer tabletlerinin tercüme edilmesiyle ortaya çıkan gerçek, Babil inanç sistemi içindeki çok sayıdaki sahte ilahın, insanların zaman içerisinde tek bir İlahın sıfatlarını yanlış yorumlamalarından meydana geldiğidir.





Mezopotamya ovası tarihsel kaynaklarda "uygarlıkların beşiği" olarak nitelendirilir. Mezopotamya ovasına çok da uzakta olmayan bir yerde ise Antik Mısır medeniyeti bulunmaktadır.

Bu uygarlıklarla ilgili yapılan arkeolojik çalışmalarda dikkat çeken hususlardan biri, bu toplulukların dini inançlarına dair elde edilen bulgulardı. Elde edilen yazıtlarda sayısız sahte ilahların yaptıkları işler anlatılıyordu. Daha çok bulgu ele geçtikçe ve araştırmacılar bunları çözmekte daha başarılı yöntemler buldukça bu uygarlıkların inançlarıyla ilgili bazı detaylar ortaya çıkmaya başladı. Dikkati çeken en önemli nokta ise bu kavimlerin inandığı batıl ilahların hepsinin üstünde tek bir İlah inancının bulunuyor olmasıydı. Elde edilen tarihi kayıtlar ve bulgular, tarih boyunca hak dinin var olduğunu göstermekteydi. İlerleyen sayfalarda inceleyeceğimiz Mezopotamya, Mısır, Hint, Avrupa medeniyetlerinin yanı sıra Aztek, İnka, Mayalar gibi Amerika medeniyetlerinin de tek İlah inancını bildiklerini, kendilerine hak dini tebliğ eden uyarıcıların geldiğini gösteren deliller elde edilmiştir. Çok tanrılı inancın içinde tek Tanrı inancının gizli olduğunu bulan araştırmacılardan ilki, Oxford Üniversitesi'nden Stephen Langdon'du. Langdon, 1931 yılında elde ettiği bulguları bilim dünyasına duyururken, elde ettiği bilgilerin çok beklenmedik olduğunu söylüyordu, çünkü bu bulguların daha önceki evrimci açıklamalarla tamamen çelişmekte olduğunun farkındaydı. Langdon bulgularını şöyle açıklıyordu:








Babil inanç sisteminde Marduk olarak adlandırılan sahte ilah.





Benim görüşüme göre insanın en eski tarihi, tek tanrı inancından çok sayıda (sözde) tanrının ve kötü ruhların varlığının inancına doğru çok çabuk bir bozulmayı gösteriyor…82

Langdon 5 yıl sonra, The Scotsman adlı dergide ise şunları yazıyordu:

… Tüm deliller, kesinlikle başlangıçta bir "tek Tanrı" inancının bulunduğunu gösteriyor. Semitik kökenli halkların arkeolojik ve edebi kalıntıları da en eski zamanlarda bile bir "tek Tanrı" inancının var olduğunu gösteriyor. Yahudi dininin ve diğer Semitik kökenli dinlerin, totemistik, putlara dayanan bir kökeni olduğu teorisinin tamamen geçersiz olduğu bugün anlaşılmış durumda.83

Günümüzde Tell-Esmar olarak isimlendirilen MÖ 3000 yılına ait bir Sümer şehrinde yapılan kazılarda da Langdon'un söylediklerini tamamen doğrulayacak bulgular elde edildi. Kazı çalışmalarını yöneten Henry Frankfort resmi raporunda şöyle diyordu:

Kazılarımız, tüm değerli bulgulara ek olarak Babil dinleri hakkında çok önemli bazı gerçekleri daha ortaya çıkardı. Bir sosyal sistem içinde dinsel değerlerin nasıl yerleştirilmiş olduğuna ilk defa şahit oluyoruz.

Bir tapınak ve bu tapınakta ibadet etmekte olan kişilerin evlerinin kalıntıları bulundu. Bu sebeple tek başına bir anlam ifade etmeyen bulguları bir bütün olarak değerlendirebilmekteyiz.

Örneğin, mühürlerin üzerindeki resimlerde genel olarak ilahlara yapılan tapınmalar resmediliyor. Ancak bu resimlerin tümünde bu tapınakta sadece tek bir Tanrı inancının olduğu görülmekte. Bu sebeple, en eski zamandaki Sümer-Akad inanç sistemi içinde, bu tek İlah'ın değişik sıfatlarının ayrı ilahlar olarak görülmediği anlaşılıyor. 84








Mısır Kralı Akheneton tek Tanrı'ya inandığını açıklamış ve tüm putları kırdırmıştır. Allah'a olan inancını şu şekilde dile getirmiştir:

Tanrı uludur, birdir, tektir. Ondan başkası yoktur. Bir tanedir, O'dur her varlığı yaratan. Bir ruhtur Tanrı, görünmeyen bir ruh... Ta başlangıçta vardı Tanrı, Tek varlıktı O. Hiçbir şey yokken O vardı. Herşeyi O yarattı...





Frankfort'un bulguları çok önemli bir gerçeği gösteriyordu: Batıl, çok tanrılı inanç sisteminin ortaya çıkış şekli. Birden çok ilaha tapınma sapkınlığı, dinlerin evrimi teorisinin iddia ettiği gibi insanların doğa güçlerini temsil eden bazı kötü ruhlara tapınmalarıyla ortaya çıkmamıştı. Bir ve tek olan İlah'ın farklı sıfatları çeşitli insanlar tarafından zaman içinde değişik yorumlanmışlar ve bir İlah inancında bozulmalar meydana gelmişti. Tek bir İlah'ın değişik sıfatları, zaman içinde birçok ilah inancına dönüşmüştü.








Antropologların yaptıkları araştırmalar, çok tanrılı batıl inanışların tek Tanrılı tevhid inancını taşıyan dinlerin zaman içinde tahrif edilmesiyle ortaya çıktığını göstermektedir. Bu da evrimcilerin iddia ettiği gibi dinlerin evrimi diye bir sürecin yaşanmadığının açık delillerindendir.





Langdon'un Sümer tabletlerinin tercümelerini yayınlamasından bir süre önce, Friedrich Delitzch isimli araştırmacı da benzer bir keşifte bulunmuştu. Bu araştırmacı, Babil inanç sistemi içindeki çok sayıdaki ilahın, gerçekte o dönemde Marduk olarak adlandırılan tek bir İlahın farklı özelliklerinden türediğini ortaya çıkarmıştı. Yapılan araştırmalar, Marduk inancının da hak olan tek İlah inancının zaman içinde bozulmasıyla türediğini gösteriyordu.

Marduk olarak adlandırılan tek İlah'ın çeşitli isimleri vardı. Bunlardan bazıları "Ninib", yani "Güç Sahibi", "Nergal" yani "Savaş Tanrısı", "Bel" yani "Tek İlah", "Nebo" yani "Mesaj Getiren İlah", "Sin" yani "Geceyi Aydınlatan", "Shamash" yani "Adalet Tanrısı", "Addu" yani "Yağmur Tanrısı"ydı. Zaman içinde Marduk'un bu özellikleri, sanki Marduk'tan bağımsız güçlermiş gibi değişik tanrılara dönüştürülmüştü. Aynı şekilde Güneş tanrısı, Ay tanrısı gibi birçok batıl ilahlar hayal gücünün etkisiyle üretilmişlerdi. Görüldüğü gibi, hem Marduk inancı hem de bu sahte ilahın diğer isimleri, bu inancın aslında Allah inancının zaman içinde bazı insanlar tarafından bozulmasıyla ortaya çıktığını göstermektedir.

Benzer bir bozulmanın izlerini Antik Mısır'da da görmek mümkündür. Araştırmacılar Antik Mısır'ın başlangıçta tek Tanrılı bir inanç sistemine sahip olduğunu, daha sonra bu tek Tanrılı inancın bazı kimseler tarafından tahrif edilerek Güneş'e tapan "Sabiilik"e dönüştüğünü bulmuşlardı. Antropolog M. de Rouge bu konuda şunları söyler:

Mısır dininin oluşumu, çok sayıda tanrının elenerek tek Tanrıya dönüşmesiyle olmamıştı. Aksine, Mısır dininin tek Tanrı inancına yakın olduğu zamanlar bu uygarlığın şahit olunan en eski zamanlarına denk geliyordu. Mısır dininin son aşamaları ise tüm Mısır dininin en çok bozulmuş hali olmuştur.85

Antropolog Sir Flinders Petrie de, çok tanrılı batıl inanışların tek Tanrılı tevhid inancını taşıyan dinlerin zaman içinde tahrif edilmesiyle ortaya çıktığını söylemektedir. Üstelik bu bozulma süreci, sadece geçmişte yaşamış topluluklarda değil, günümüzde de gözlemlenmektedir. Petrie şöyle demektedir:

Eski zamanlardaki dinlerde birçok sınıfta tanrıya rastlanır. Ancak günümüzdeki pek çok kültürde de böyle bir yaklaşım sergilenir. Örneğin bir Hindu, sayıları gittikçe artmakta olan tanrı ve tanrıçalar arasında yaşamaktan zevk duyar... Diğerleri ise tanrılara bile tapmazlar, animistik ruhlara, şeytanlara tapınırlar...

Eğer ruhlara tapmak tek bir İlah'a tapmaya uzanan bir evrim sürecinin ilk basamağı olsaydı, bu durumda çok tanrılılığın gittikçe tek tanrılılığa evrimleşmesinin kanıtlarını görmemiz gerekirdi... Bunun tam aksine tek görebildiğimiz, tek Tanrı inancının her zaman ilk basamak olduğudur...

Çok tanrı inancını ilk oluşumuna kadar izleyebildiğimiz her yerde, bunun tek Tanrı inancının bir çeşitlemesi olduğunu görüyoruz...86

Hindistan'da Batıl Çok Tanrılı İnancın Kökeni










Batıl Hindu dini pek çok sahte ilaha sahiptir. Ancak yapılan araştırmalarda Hint kültürünün erken dönemlerinde tek bir İlah inancının hakim olduğu anlaşılmıştır.





Hint kültürü, Ortadoğu kültürleri kadar eski olmasa da, dünyanın eski medeniyetlerden birisi sayılmaktadır.

Hindistan'daki batıl inanışlarda tapılan sözde ilahlar neredeyse sayısızdır. Bu batıl dinleri inceleyen araştırmacılardan bir tanesi ise Andrew Lang'dir. Lang, uzun araştırmaları sonucunda, çok tanrılı dinlerin Ortadoğu'da çıkış sürecinin bir benzerinin Hindistan'da da yaşanmış olduğunu ortaya koymuştur.

Edward McCrady de, Hintlilerin Veda isimli kitaplarını incelerken, Hint kültürünün erken dönemlerinde tanrıların, tek bir üstün İlah'ın değişik özellikleri olarak yorumlandıklarını yazar.87 Veda kitabındaki ilahilerde de, açık olarak tek Tanrılı tevhid inanışının bozuluşunun izlerini görmek mümkündür. Konuyu inceleyen araştırmacılardan Max Müller, başlangıçta tek İlah inancının bulunduğunu kabul etmektedir:

Veda'da tek Tanrı inancının çok tanrı inancından daha önce olduğunu görüyoruz. Sayısız tanrıya dualarında dahi tek bir sonsuz Tanrı’nın zikri, göğü bir sis gibi sarmış olan putperest anlayışın arasından, mavi göğün belirivermesi gibi ortaya çıkıyor.88

Bundan da bir kez daha anlaşılmaktadır ki, dinlerin evrimi değil, hak dine insanlar tarafından birtakım batıl inanışlar eklenerek veya bazı emirler ve yasaklar göz ardı edilerek dini inançların zaman içinde bozulması söz konusudur.

Avrupa Tarihinde Dinlerin Tahrif Edilmesi










Eski Yunan'ın batıl inançları üzerine araştırmalar yapmış olan Axel W. Persson, Tarih Öncesi Yunan isimli eserinde;"İlk baştan beri var olan tek Tanrı inancı, daha sonra Yunan dinsel mitlerinde gördüğümüz sayısız önemli önemsiz tanrısal kişiliklere dönüşmüştür." der.





Tarihi Avrupa toplumlarının inanışlarında da benzer bir bozulmanın izini görmek mümkündür. Örneğin Eski Yunan'ın batıl inançları üzerine araştırmalar yapmış olan Axel W. Persson, Tarih Öncesi Yunan isimli eserinde şöyle der:

İlk baştan beri var olan tek Tanrı inancı, daha sonra Yunan dinsel mitlerinde gördüğümüz sayısız önemli önemsiz tanrısal kişiliklere dönüşmüştür. Benim görüşüme göre bu birçok ilahın varlığı, tek ve bir olan bir Tanrı'yı tanımlayan değişik isimlerin zamanla değişik yorumlanmasına bağlıdır.89

Aynı tahrifatın izlerini İtalya'da da takip etmek mümkündür. Arkeolog Rosenzweig, erken Etrüsk dönemine rastgelen "Iguvine Tabletleri" üzerinde yaptığı incelemelerde "ilahlar ilk olarak sıfatların, değişik özellikler olarak yorumlanmasından ortaya çıkmaktadır" demektedir.90

Kısacası yaklaşık bir yüzyıldır ele geçirilen tüm antropolojik ve arkeolojik bulgular, tarih boyunca toplumlarda önce tek Tanrı inancının var olduğunu, ancak bunun zamanla bozulduğunu göstermektedir. Başlangıçta herşeyi yoktan var eden, herşeyi gören ve bilen, tüm alemlerin sahibi olan Allah'a inanan toplumlar, zamanla Rabbimiz'in sıfatlarını ayrı ayrı ilahlar olarak düşünme yanılgısına düşmüş ve birden fazla batıl ilaha tapınmaya başlamışlardır. Hak ve gerçek olan din, bir ve tek ilah olan Allah'a ibadet edilen dindir. Çok tanrılı dinler ise, Rabbimiz'in Hz. Adem'den beri insanlara vahy ettiği hak dinin insan eliyle bozulması sonucunda ortaya çıkmışlardır.

Allah'ın Vahyettiği Hak Din



Yeryüzünün farklı coğrafyalarında yaşayan veya yaşamış olan toplumların dini değerlerine ve kültürlerine baktığımızda, çok fazla ortak inanç içerdiklerini görürüz. Aralarında kültürel bir alışveriş yaşanmasının mümkün olmadığı toplumların dinlerinde, melek, cin ve şeytan gibi insanla aynı boyutta yaşamayan varlıklardan, ahiret inancına, insanın çamurdan yaratılmasından, yapılan ibadetlere kadar birçok ortak yön bulunmaktadır. Örneğin Nuh Tufanı ile ilgili bilgiler, Sümer kayıtlarından Galler inanışlarına, Çin yazıtlarından antik Litvanya inanışlarına kadar pek çok farklı kültürde bulunmaktadır.

Bu gerçek ise, din ahlakını bir ve tek olan Yüce bir İlah'ın, yani alemlerin Rabbi olan Allah'ın vahy ettiğini gösteren delillerden biridir. Dünyanın dört bir yanındaki farklı kültürler, aynı yüce makamdan gelen, eşi ve benzeri olmayan tek bir İlah'ın varlığını haber veren dinlerle eğitilmişlerdir. Rabbimiz, tarihin her döneminde seçkin ve üstün kıldığı bazı kulları aracılığıyla, Kendisi'ni insanlara tanıtmış ve insanlar için seçtiği dini bildirmiştir. Yüce Allah'ın son vahyi olan Kuran'da, "her topluluk için bir hidayet önderi olduğu" (Rad Suresi, 7) haber verilmiştir. Başka ayetlerde ise, Allah'ın her topluma bir uyarıcı gönderdiği şu şekilde bildirilmektedir:

Kendisi için bir uyarıcı olmaksızın, Biz hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmış değiliz. Hatırlatma (yapılmıştır); Biz zulmedici değiliz. (Şuara Suresi, 208-209)

Bu mübarek elçiler, toplumlarına hep bir ve tek olan Allah'a iman ve kulluk etmeleri gerektiğini öğretmişler, iyiliği emredip kötülükten sakındırmışlardır. İnsanları kurtuluşa ulaştıracak olan da Rabbimiz Katında seçkin ve kutlu olan bu elçilere ve onların miras bıraktıkları İlahi kitaplara uymaktır. Rabbimiz'in alemlere rahmet olarak gönderdiği, son peygamber olan Hz. Muhammed (sav) ve İlahi kitapların sonucusu olan ve sonsuza kadar Yüce Allah'ın koruduğu Kuran-ı Kerim de insanlığın en doğru yol göstericisidir.

 


Footnote



73. Stephen H. Langdon, Semitic Mythology, Mythology of All Races, Vol. V, Archaeol. Instit. Amer., 1931, p. xviii.

74. Stephen H. Langdon, The Scotsman, 18 November 1936. 

75. H. Frankfort, Third Preliminary Report on Excavations at Tell Asmar (Eshnunna): quoted by P. J. Wiseman in New Discoveries in Babylonia about Genesis, London: Marshall, Morgan and Scott, 1936, p.24.

76. P. Le Page Renouf, Lectures on the Origin and Growth of Religion as Illustrated by the Religion of Ancient Egypt, London: Williams and Norgate, 1897, p. 90.

77. Sir Flinders Petrie, The Religion of Ancient Egypt, London: Constable, 1908, pp. 3, 4.

78. Edward McCrady, "Genesis and Pagan Cosmogonies," Transactions of the Victoria Institute, Vol. 72, 1940, p. 55.

79. Max Müller, History of Sanskrit Literature: quoted by Samuel Zwemer, p. 87

80. Axel W. Persson, The Religion of Greece in Prehistoric Times, University of California Press, 1942, p. 124. 

81. Review of Irene Rosenzweig's Ritual and Cults of Pre-Roman Iguvium by George M. A. Hanfmann, American Journal of Archaeology, Vol. 43, No. 1, Jan.-Mar. 1939, pp. 170, 171. 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü