Harun Yahya


İkinci Kitap: Risale-i Nur'da Batıni Tefsir Tehlikesi


Ahir Zaman ve Mehdiyet Konusunda Yapılan Batıni Tefsirler Nelerdir? Bediüzzaman Ne Demektedir? Tefsirciler Ne Demektedirler? 2/2



4-Bediüzzaman "Hz. İsa gelecektir" demektedir; tefsircilerin bir kısmı, "Hz. İsa geldi, öldü, hatta gömüldü" demekte, diğer bir kısım tefsirciler de "Hz. İsa şahs-ı manevidir" demektedir.



Bediüzzaman'a göre:



Bediüzzaman eserlerinde Hz. İsa'nın bir şahıs olarak ikinci kez yeryüzüne geleceğini pek çok delil vererek açıklamıştır. Bediüzzaman'ın bu açıklamalarına göre Hz. İsa yeryüzüne tekrar geldiğinde, önceki gelişinde olduğu gibi yine ona yakın kişilerden oluşan bir cemaati olacak ve başlarında da Hz. İsa olacaktır. Bu cemaat Hz. İsa'nın şahs-ı manevisini oluşturacak, ancak tarih boyunca gönderilmiş olan tüm elçilerde olduğu gibi, başlarında da bir lider olarak Hz. İsa bizzat bulunacaktır.

Bediüzzaman, bu konuyu açıklayan sözlerinden birinde Hz. İsa'nın bir şahs-ı manevi değil, bir şahıs olduğunu şöyle ifade etmektedir:

... alem-i semavatta (gökler aleminde) CİSM-İ BEŞERİSİYLE (insani cismiyle) bulunan ŞAHS-I İSA ALEYHİSSELAM, o din-i hak cereyanının (Hak dinin) başına geçeceğini.... (Mektubat, sf.60)

Bediüzzaman Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne insani bedeniyle geleceğini ve hak dinin başına bizzat geçeceğini ifade etmektedir. Bunun yanı sıra Bediüzzaman, Hz. İsa'nın Deccal ile olan mücadelesini anlattığı sözlerinde de bir şahs-ı manevi ile bir diğer şahs-ı manevi arasında yaşanacak bir konudan değil; Hz. İsa'nın direk şahsıyla Deccal'in şahsına karşı yapacağı bir mücadeleden bahsetmektedir:

... Elcevap: Hadîs-i sahihte (doğruluğu kesin olan hadiste) rivayet edilen: "Hazret-i İsa Aleyhisselam'ın geleceğini ve Şeriat-ı İslamiye ile amel edeceğini, Deccal'ı yok edeceğini" imanı zaîf (zayıf) olanlar istib'ad ediyorlar (ihtimal vermiyorlar, uzak görüyorlar, olmayacak sanıyorlar). Onun hakikatı izah edilse, hiç istib'ad (uzak görünecek) yeri kalmaz. (Mektubat, sf.58-59)

Bir başka sözünde ise Bediüzzaman Deccal'in etkisinin ancak mucize sahibi bir peygamber tarafından ortadan kaldırılabileceğini belirterek, Hz. İsa'nın bir şahs-ı manevi değil, "mucizeler gösterecek özelliklere sahip bir şahıs olacağını" bir kez daha açıkça ifade etmiştir:

... ancak harika ve MU'CİZATLI (mucizeler sahibi) VE UMUMUN MAKBULÜ (umumun kabul ettiği) BİR ZAT olabilir ki: O ZAT, en ziyade alakadar ve ekser (birçok) insanların peygamberi olan HAZRETİ İSA ALEYHİSSELAM'dır..... (Şualar, sf.463)

Batın tefsircilerine göre:



Bediüzzaman Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne gelişini birçok sözünde açıkça müjdelemiştir. Ancak kimi çevreler çeşitli nedenlerden dolayı Hz. İsa'nın bir şahıs olarak geleceğini kabullenmek istememekte ve bu amaçla Bediüzzaman'ın sözlerini tefsir adı altında yanlış şekillerde yorumlamaya çalışmaktadırlar. Tefsircilerin bir kısmı, "Hz. İsa geldi, öldü, hatta gömüldü", bir kısmı da "Hz. İsa şahs-ı manevidir" demektedirler.

Bilindiği gibi Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde Hz. Mehdi'nin ve Hz. İsa'nın aynı dönemde ortaya çıkacakları ve biraraya gelecekleri haber verilmektedir. Hz. İsa ve Hz. Mehdi, Deccal'in kurduğu inkara dayalı fikir sistemine karşı birlikte mücadele edecek, yedi sene birlikte hüküm sürecek ve İslam ahlakını tüm dünyaya birlikte hakim kılacaklardır. Hz. Mehdi'nin geçmişte çıktığını iddia eden ya da Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi olduğunu öne süren bazı kimseler ise, bu konuya açıklık getirmekte bazı zorluklarla karşılaşmaktadırlar. Çünkü Hz. İsa henüz ortaya çıkmamıştır. Hadislerde ve Bediüzzaman'ın eserlerinde belirtildiği şekilde birlikte namaz kılmamışlardır. Ancak bu kimseler, Hz. Mehdi'nin geçmişte çıkmış ve vefat etmiş olduğunu öne sürdükleri için, böyle tarihi bir buluşmanın gerçekleşmesi hiçbir şekilde söz konusu olmayacaktır. Dolayısıyla hiçbir delile dayanmayan bu iddianın desteklenebilmesi ve tevil edilebilmesi için, Hz. İsa ile ilgili de "batıni tefsir" adı altında gerçek dışı birtakım iddialar ortaya atılmaktadır. "Hz. İsa'nın yalnızca bir ruh olarak geleceği, Hristiyanlığı temsil eden bir şahs-ı manevi olacağı ya da Bediüzzaman hayatta iken geldiği ve vefat edip gömüldüğü" gibi asılsız fikirler öne sürülmektedir. Oysa ki Bediüzzaman eserlerinde çok açık bir dille ve pek çok kez, Hz. İsa'nın -cismi bedeniyle- "bir şahıs" olarak yeryüzüne geleceğini ifade etmiştir. Hz. İsa'nın "Hristiyan ruhanileriyle ittifak edeceğini, Deccal ile mücadele ederek onu fikren etkisiz hale getireceğini" belirtmiştir.

Bediüzzaman'ın Hz. İsa'nın gelişi ile ilgili çok açık sözlerine rağmen öne sürülen bu gibi iddialar, büyük bir İslam aliminin yazmış olduğu kitapların tamamını kuşkulu hale getirecek çok yanlış uygulamalardır. Bu gibi yanlış girişimlerin önlenmesi ise, - kendisinin de pek çok kez vurguladığı gibi- Bediüzzaman'ın gerçek fikirlerini öğrenebilmek için yalnızca Risaleleri esas almanın önemini vurgulamakla mümkün olacaktır.

5-Bediüzzaman "İslam ahlakı dünyaya hakim olacaktır" demektedir; tefsirciler, "bu zaten olmuş durumda" demektedirler. Bir kısmı da, "Hz. Mehdi'nin şahs-ı manevisi bunu yapacaktır" demektedir. "Peki bu olduğunda Müslüman aleminin başına bir kişi geçmiş midir?" dendiğinde, "Hayır, aynı anda çok kişi lider olabilir, şahs-ı manevi lider olabilir, lidere gerek yoktur" türünden Hz. Mehdi'yi red için çeşitli itiraz, tevil ve bahaneler üretmektedirler.



Bediüzzaman'a göre:



İslam ahlakının yeryüzüne hakim olacağı, Kuran-ı Kerim'de bildirilmiş olan hak bir vaaddir. Kuran'da İslam ahlakının hakimiyetiyle ilgili bildirilmiş olan ayetler son derece açıktır. Bunlardan bazıları şöyledir:


Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara vadetmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, ONLARI DA YERYÜZÜNDE GÜÇ VE İKTİDAR SAHİBİ KILACAK, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir... (Nur Suresi, 55)

Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, Kendi nurunu tamamlayıcıdır; kafirler hoş görmese bile. Elçilerini hidayet ve hak din üzere gönderen O'dur. ÖYLE Kİ ONU (HAK DİN OLAN İSLAM'I) BÜTÜN DİNLERE KARŞI ÜSTÜN KILACAKTIR; müşrikler hoş görmese bile. (Saf Suresi, 8-9)

Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor. Müşrikler istemese de O DİNİ (İSLAM'I) BÜTÜN DİNLERE ÜSTÜN KILMAK İÇİN ELÇİSİNİ HİDAYETLE VE HAK DİNLE GÖNDEREN O'DUR. (Tevbe Suresi, 32-33)


Kuran'da bildirildiği gibi, İslam ahlakının hakimiyeti Allah'ın bir vaadidir. Rabbimiz bu vaadini muhakkak yerine getirecektir. Ayrıca Kuran'da, mümin toplulukların mutlaka başlarında bir lider bulunduğu bildirilmektedir. Her peygamber, nebi veya elçi, gönderildikleri topluma önderlik yapmıştır. Tarih boyunca tüm örneklerinde görüldüğü gibi, hakimiyet döneminde de Müslümanların başlarında onlara yol gösterecek bir liderleri mutlaka olacaktır. Peygamberimiz (sav)'in mütevatir hadislerinde, bu dönemde İslam ahlakının hakimiyetinde müminlerin liderinin "Hz. Mehdi" olacağı haber verilmiştir.

Bediüzzaman da Risale-i Nur Külliyatı'nda, Allah'ın Kuran ayetlerinde bildirdiği bu müjdeye geniş yer vermiş, İslam ahlakının Hz. Mehdi vesilesiyle hakim olacağını belirtmiştir. Bediüzzaman'ın İslam ahlakının tüm dünyaya hakim olacağını ifade ettiği sözlerinden bazıları şöyledir:

1)

İkinci vazifesi: HİLAFET-İ MUHAMMEDİYE (A.S.M.) ÜNVANI İLE (Peygamberimiz (sav)'in halifesi ünvanı ile) ŞEAİR-İ İSLAMİYEYİ (İslam ahlakının esaslarını) İHYA ETMEKTİR (yeniden canlandırmaktır) ALEM-İ İSLAM'IN VAHDETİNİ (İslam aleminin birliğini) NOKTA-İ İSTİNAD EDİP (dayanak noktası yapıp) beşeriyeti (insanlığı) maddi ve manevi tehlikelerden ve gadab-ı İlahi'den (Allah'ın azabından) kurtarmaktır... (Emirdağ Lahikası, sf.259)

Bediüzzaman'ın açıklamalarına göre Hz. Mehdi, İslam dünyasının lideri vasfıyla halihazırda çeşitli gruplar halinde dağınık olarak bulunan Müslümanları birleştirecek, İslam ahlak ve faziletini, Peygamberimiz (sav)'in gerçek sünnetlerini canlandıracaktır. İslam aleminin birliğini oluşturacak, bu vesileyle insanlığı maddi ve manevi tehlikelerden kurtaracak ve insanların Allah'ın gazabından sakınmalarına vesile olacaktır. Bediüzzaman'ın burada kullandığı "İHYA ETMEK" kelimesi son derece önemlidir. Bu kelime "yeniden hayata kavuşturmak" anlamındadır. Hz. Mehdi bu görevi yerine getirerek İslam ahlakının dünya çapında yaşanmasına vesile olacaktır.

2)

O ZATIN İKİNCİ VAZİFESİ, ŞERİATI (Kuran ahlakının esaslarını ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetini) İCRA VE TATBİK ETMEKTİR (uygulamak ve yerine getirmektir). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf.9)

Bediüzzaman, bu sözünde de Hz. Mehdi'nin ikinci görevinin Kuran ahlakının esaslarının tam olarak yaşanmasına vesile olmak olduğunu açıklamaktadır. "İCRA VE TATBİK ETMEK", "uygulamak, yürürlüğe sokmak, yerine getirmek" demektir. Bediüzzaman da bu ifadeleriyle Hz. Mehdi'nin, Kuran ahlakının gerekliliklerini ve esaslarını ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetini tüm insanlar arasında uygulamaya koyacağını ve hayata geçireceğini belirtmektedir.

3)

... KADİR-İ ZÜLCELAL (herşeye muktedir olan Yüce Allah) HZ. MEHDİ İLE DE, ALEM-İ İSLAM'IN (İslam aleminin) ZULÜMATINI (zulüm devrini, karanlığını) DAĞITABİLİR. VE VA'DETMİŞTİR VAADİNİ ELBETTE YAPACAKTIR. (Mektubat, sf.411-412)

Bediüzzaman, Celal ve Kudret sahibi olan Rabbimiz'in, ahir zaman alametlerinin şiddetlendiği dönemde Allah'ın, insanların kurtuluşuna vesile olması için Peygamberimiz (sav)'in soyundan nurani bir şahıs olan Hz. Mehdi'yi göndereceğini ve onun ile dinsizlik ve zulüm devrini ortadan kaldıracağını belirtmiştir. Hz. Mehdi, Allah'ın izniyle İslam dünyasının karşı karşıya kaldığı zulüm ve zorluklara son vermekle görevli kişi olacak ve çalışmalarıyla Kuran ahlakını dünya çapında hakim kılacaktır. Bediüzzaman, Allah'ın bu vaadinin hak olduğunu ve vaadini mutlaka gerçekleştireceğini ifade etmiştir.

4)

... ahir zamanda şeriat-ı Muhammediyeyi (Peygamberimiz (sav)'in sünnetini) ve hakikatı Furkaniyeyi (Kuran'ın esası ve mahiyeti) ve Sünneti Ahmediyeyi (Peygamberimiz (sav)'in sünnetini) ihya ile (yeniden canlandırmakla) ilan ile (herkese duyurmayla) icra ile (tatbik etmekle) başkumandanları olan Büyük Mehdi'nin kemal-i adaletini (yüksek adaletini) ve hakkaniyetini (hak ve adalete uygunluğunu, doğruluğunu) dünyaya göstermeleri gayet makul olmakla beraber gayet lazım ve zaruri ve hayat-ı içtimaiyeyi insaniyedeki (insanların toplum hayatındaki) düsturların muktezasıdır (kuralların gereğidir). (Şualar, sf.456)

Bediüzzaman bu sözünde Hz. Mehdi'nin, başkumandanlık görevini üstlenerek ve Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen Ehli Beyt'in yardımıyla tüm dünyaya adalet ve hakkaniyet getireceğini bildirmektedir. Kuran hakikatlerinin ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetinin gereği gibi yaşandığı dönem, Allah'ın izniyle Hz. Mehdi'yle birlikte başlayacak, İslam ahlakı Hz. Mehdi vesiyesiyle tüm dünyada hakim olacaktır.

Bediüzzaman'ın burada kullandığı "İHYA" kelimesinin anlamı, "YENİDEN CANLANDIRMA"dır. Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, Hz. Mehdi ahir zamanda Kuran'dan uzaklaşmış olan insanların yeniden Kuran ahlakına göre yaşamalarına vesile olacaktır.

"İLAN" kelimesinin anlamı ise, "HERKESE DUYURMA"dır. Bediüzzaman'ın açıklamalarına göre Hz. Mehdi, Kuran'ın hakikatlerini ve Kuran ahlakını herkesin görebileceği, ulaşabileceği şekilde duyuracaktır. Kitle iletişim araçlarını ve teknolojiyi çok iyi kullanacağı anlaşılan Hz. Mehdi, İslam gerçeklerini çok çeşitli ve hikmetli yöntemler kullanarak tüm dünyaya açıkça gösterecek ve ilan edecektir.

"İCRA" kelimesinin anlamı da, "UYGULAMA"dır. Bediüzzaman bu sözleriyle de Hz. Mehdi'nin, Kuran ahlakını tüm dünyada hakim edeceğini ve tüm toplumlarda yaşanır hale getireceğini belirtmektedir.

Bediüzzaman'ın burada Hz. Mehdi'nin faaliyetleri hakkında üzerinde durduğu büyük çaplı hizmetler, tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşecek olaylardır. Bediüzzaman bunların hiçbirinin kendisi hayatta iken gerçekleşmemiş olduğuna dikkat çekmekte, ancak bu alemetlerin gerçekleşmesine vesile olan kişinin Hz. Mehdi olabileceğini belirtmektedir.

5)

Birinci vazife, maddi kuvvetle değil, belki kuvvetli itikad (güçlü ve samimi bir iman) ve ihlas (yalnızca Allah'ın hoşnutluğunu gözetme) ve sadakatle (kalpten bağlılıkla) olduğu halde, BU İKİNCİ VAZİFE, GAYET BÜYÜK MADDİ BİR KUVVET VE HAKİMİYET LAZIM Kİ, O İKİNCİ VAZİFE TATBİK EDİLEBİLSİN (yerine getirilebilsin). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf.9)

Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin ikinci görevini ancak "BÜYÜK BİR MADDİ KUVVET VE HAKİMİYETLE" gerçekleştirilebileceğini vurgulamıştır. Bu güce sahip olacak tek kişi Hz. Mehdi'dir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin bu vazifesini dünya çapında gerçekleştireceğini hatırlatarak, onun sahip olacağı maddi kuvvet ve hakimiyetin de çok büyük boyutlarda olacağına dikkat çekmiştir. Peygamberimiz (sav)'in döneminden bu yana böyle bir güç ve hakimiyet sağlanamamıştır. Bediüzzaman'ın da dikkat çektiği gibi buradaki "hakimiyet" kavramı, Hz. Mehdi'nin tüm Müslümanların manevi lideri olarak İslam ahlakını bütün dünyaya hakim kılacağını ifade etmektedir.

6)

Böyle bir cemaat-ı azime (Peygamber Efendimiz (sav)'in soyundan gelen büyük seyyidler cemaati) içindeki mukaddes kuvveti tehyic edecek (harekete geçirecek) ve uyandıracak hadisat-ı azime (büyük olaylar) vücuda geliyor (meydana geliyor). Elbette O KUVVET-İ AZİMEDEKİ (büyük kuvvetteki) BİR HAMİYET-İ ALİYE (yüce bir gayret) FEVERAN EDECEK (harekete geçecek) ve HAZRETİ MEHDİ BAŞINA GEÇİP, TARİK-I HAK (hak yola) VE HAKİKATE (gerçeğe) SEVK EDECEK. (Mektubat, sf.473)

Bediüzzaman ahir zamanda Müslümanların çok zorlu olaylarla karşı karşıya kalacağını bildirmiştir. Bu ortam günümüzde yani ahir zamanda meydana gelmektedir. Dünyanın birçok yerinde İslam'a ve Müslümanlara karşı oluşturulan zorlu ortamlar, Müslümanlar arasında İslami hamiyet duygusunu artırmakta ve bu da Müslümanları çözüm yolları aramaya sevk etmektedir. Bediüzzaman da bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin çıkışından önce gerçekleşecek olan bu durumu hatırlatmaktadır.

Bediüzzaman, Müslümanlarda oluşan İslam'ı koruma gayretinin artması sonucunda, Hz. Mehdi'nin Müslümanların önderliğini üstlenerek, İslam ahlakını tüm dünyada hakim kılacağı ve insanları "TARİK-I HAK VE HAKİKATE" yani "HAK YOLA VE GERÇEĞE" yönelteceğini bildirmiştir.

7)

O ZATIN üçüncü vazifesi, hilafet-i İslamiye'yi (İslam halifeliğini) ittihad-ı İslam'a bina ederek (İslam Birliği üzerine kurarak), İsevi ruhanileriyle (dindar Hristiyanlarla ve Hristiyan alimleriyle) ittifak edip (iş birliği ve dayanışma içerisine girerek) din-i İslam'a (İslam dinine) hizmet etmektir. BU VAZİFE, PEK BÜYÜK BİR SALTANAT VE KUVVET ve milyonlar fedakarlarla (milyonların fedakarane katılımıyla) TATBİK EDİLEBİLİR (yerine getirilebilir). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf.9)

Bediüzzaman, İslam Birliği ile Müslüman ve Hristiyan dünyasının hak din adına ittifak etmesi gibi büyük bir olayın ancak üç şartın oluşmasıyla gerçekleşebileceğine dikkat çekmiştir. Bediüzzaman "PEK BÜYÜK BİR SALTANAT VE KUVVET" sözleriyle bu şartlardan ikisini açıklamaktadır. "Saltanat" kavramı, güç ve yetki ifade eden bir kelimedir. "KUVVET" kavramı ise "istediği şeyi icra edebilme gücü yani yetki"yi tanımlamaktadır. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin İslam Birliği'ni oluşturup bu birliğin liderliğini üstleneceğini ve "pek büyük bir kuvvet ve yetkiye sahip olacağını" bildirmiştir. Bediüzzaman'ın "PEK BÜYÜK" sözleri, Hz. Mehdi'nin sahip olacağı bu kuvvetin ve saltanatın çapının büyüklüğünü ifade etmektedir. Bediüzzaman bu sözleriyle Allah'ın izniyle Hz. Mehdi'nin İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılacağını belirtmektedir.

8)

EVET ÜMİTVAR OLUNUZ! ŞU İSTİKBAL İNKILABI İÇERİSİNDE EN YÜKSEK GÜR SADA, İSLAM'IN SADASI OLACAKTIR. (Tarihçe-i Hayat sf.133), (Hizmet Rehberi sf.239)

Bu sözünde de Bediüzzaman yine İslam ahlakının tüm dünyada hakim olacağını söylemekte, tüm Müslümanları bu tarihi olay ile müjdelemektedir.

Batın tefsircilerine göre:



Bediüzzaman, burada sadece bir kısmına yer verdiğimiz sözlerinde, İslam ahlakının Hz. Mehdi vesilesiyle tüm dünyada hakim olacağını açıkça bildirmektedir. Batın tefsircileri ise Bediüzzaman'ın bu önemli müjdelerini göz ardı etmekte ve bu konuyu çeşitli şekillerde tevil etmektedirler. Hiçbir delile dayandırılmaksızın öne sürülen bu konudaki fikirlerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

1-Batın tefsircileri "İslam ahlakının hakimiyeti zaten oluşmuş durumdadır" demektedirler:

Batın tefsircileri ‘dünyanın her yerinde isteyen herkes namaz kılabilmekte, isteyen herkes hacca gidebilmektedir’ demekte ve bu durumu da İslam ahlakının hakimiyetinin oluşmuş olduğuna bir delil olarak öne sürmektedirler. Oysa ki İslam ahlakının tüm dünyaya hakim olması gibi tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşecek bir durum ne Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde ne de ondan önceki müceddidlerin döneminde gerçekleşmemiştir. Allah'ın tüm insanları yaşamakla yükümlü kıldığı Kuran ayetleri sadece namaz kılma, hacca gitme gibi belirli bazı hükümleri içermemektedir. Kuran'da Allah’ın hükümlerini bildiren 6000’in üzerinde ayet vardır. İslam ahlakının hakim olduğundan bahsedebilmek için ise, "dünya çapında insanların ekseriyetle, Kuran’ın hükümlerini ve İslam ahlakını yaşıyor olması" gerekir. Böyle bir durum ise herkesçe açıkça bilindiği gibi söz konusu değildir.

Allah’ın Kuran’da bildirdiği adalet anlayışı, sevgi, şefkat, barış, huzur ve refah ortamı henüz dünyaya hakim olmamıştır. Dünyanın pek çok yerinde savaşlar, çatışmalar, terör eylemleri devam etmekte; insanlar zulüm ve işkence görmekte ve adaletsiz uygulamalara tabi tutulmaktadır. Yoksulluk, açlık, sefalet dünyanın pek çok yerinde hüküm sürmektedir ve tüm bu duruma karşı genel itibari ile büyük bir umursuzluk, duyarsızlık hakimdir.

Dünyada hakim olan, İslam ahlakının getirdiği ‘huzur, barış ve güzel ahlaktan’ uzak bu ortam tüm toplumların gözleri önündedir. Buna rağmen ‘İslam ahlakının zaten hakim olmuş olduğu’nu söyleyebilmek, Kuran’ın pek çok hükümünü görmezden gelmek olur ki, bu da hiçbir şekilde söz konusu değildir. Dolayısıyla bu düşüncenin Kuran ile açıkça çelişiyor olması da, bu fikri öne süren kimselerin büyük bir yanılgı içerisinde olduklarını açıkça ortaya koymaktadır.

2-"Peki İslam ahlakı hakim olduğunda Müslüman aleminin başına bir kişi geçmiş midir?" dendiğinde, "Hayır, aynı anda çok kişi lider olabilir, şahs-ı manevi lider olabilir ya da lidere gerek yoktur" türünden Hz. Mehdi'yi red için çeşitli itiraz, tevil ve bahaneler üretmektedirler:

İslam ahlakının dünya hakimiyetinin gerçekleştiğini öne süren bu kimseler, elbette ki açıklamakta zorlandıkları bir hususla karşı karşıyadırlar. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde ve bugüne kadar gelmiş geçmiş tüm ehl-i sünnet alimlerinin izahlarında, bu hakimiyetin başında bir lider olarak Hz. Mehdi'nin bulunacağı haber verilmektedir. Bediüzzaman'ın açıklamalarında da bu konu aynı şekilde izah edilmiştir. Bu durum aynı zamanda Allah'ın Kuran'da bildirdiği adetullahının da bir gereğidir. Tarih boyunca yaşamış olan her Müslüman topluluğun başında bir lider olmuştur. Hiçbir elçi ya da peygamber, müceddid ya da müçtehid bir şahs-ı manevi olmamıştır. Her biri Allah'ın görevlendirdiği birer şahıs olarak insanları din ahlakını yaşamaya davet etmişlerdir. Ahir zamanda da Allah'ın bu adetullahı değişmeyecek, Hz. Mehdi de hadislerde ve İslam alimlerinin eserlerinde bildirildiği gibi bir şahıs olacaktır.

Tüm bu bilgiler, bir kısım şahısların öne sürdükleri "lidere gerek yoktur" ya da "şahs-ı manevi lider olacaktır" gibi tevillerin geçersizliğini açıkça ortaya koymaktadır.

3-Batın tefsircileri "bu görevi Hz. Mehdi'nin şahs-ı manevisi yapacaktır" demektedirler:

Bediüzzaman'a Mehdilik zannıyla yaklaşan kimseler, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde, Bediüzzaman'ın da eserlerinde açıklamış olduğu Hz. Mehdi'nin ikinci ve üçüncü görevlerinin yerine getirilmemiş olması konusuna bir açıklama getirememektedirler. Zira Bediüzzaman ömrünü İslam'a hizmete adamış, bu uğurda her türlü fedakarlığı göze alarak imani yönde çok büyük bir hizmette bulunmuştur. Ancak hayatta olduğu sırada tüm Müslümanların manevi lideri vasfını taşımamış, İslam Birliği'ni kurmamış, Hristiyan dünyasıyla ittifak yapmamış, Hz. İsa ile biraraya gelmemiş, birlikte namaz kılmamış ve İslam ahlakının tüm dünyaya hakim olmasına vesile olmamıştır. Sözlerinde açıkladığı gibi, siyaset ve saltanat aleminde Mehdilik görevini üstlenmemiştir. Tüm dünyaya adalet ve hakkaniyet getirmemiş, tüm Müslüman dünyası üzerindeki zulüm ve haksızlıkların ortadan kaldırılmasına vesile olmamıştır. işte Bediüzzaman'a Mehdiyet konusunda hüsn-ü zan besleyen kimseler de bu gerçeklerin farkında oldukları için bu konuyu kendilerince açıklamaya çalışmaktadırlar. Bunun için de Bediüzzaman'ın sözlerine 'batıni tefsir' adı altında birtakım yorumlar getirerek, tüm bu görevleri Hz. Mehdi'nin değil, onun şahs-ı manevisinin yani talebelerinin ve eserlerinin yapacağını savunmaktadırlar.

Oysa bu bölümün 3. maddesinde Bediüzzaman'ın sözleriyle delillendirilerek açıklandığı gibi, Bediüzzaman eserlerinin hiçbir yerinde "Hz. Mehdi bir şahs-ı manevi olacaktır" şeklinde bir söz kullanmamıştır. Tam aksine Hz. Mehdi'den her bir sözünde "zat ya da şahıs" gibi ifadeleler ile bahsetmiştir. Ayrıca Hz. Mehdi'nin Hz. İsa'yla birlikte namaz kılacaklarını belirtmiştir. Bediüzzaman'ın bu açıklamaları görmezden gelinerek, "Hz. Mehdi bir şahs-ı manevi olacaktır ve İslam'ın hakimiyetini de bu şahs-ı manevi sağlayacaktır" şeklinde bir çıkarım yapabilmek hiçbir şekilde mümkün değildir.

6-Bediüzzaman, talebelerinin kendisine hüsn-ü zanlarının bir hata ve karıştırma olduğunu gerekçeleriyle izah etmiştir; tefsirciler, "tevazu ediyor, kasten öyle söylüyor" demektedirler.



Bediüzzaman'a göre:



Ve ONUN ÜÇ BÜYÜK VAZİFESİ OLACAK. (Emirdağ Lahikası, sf.260)

Bediüzzaman eserlerinde "Hz. Mehdi'nin bir veya iki görevi değil, tam olarak ÜÇ GÖREVİ olduğunu" bildirmektedir. Bu üç görevi birarada yerine getirmeyen şahısların ise ahir zamanın Büyük Mehdisi olamayacağını ifade etmiştir.

Bediüzzaman'ın bu konudaki detaylı açıklamalarına rağmen, bu önemli gerçek göz ardı edilerek Bediüzzaman'ın Mehdi olabileceği yönünde bazı fikirler öne sürülmektedir. Halbuki Bediüzzaman eserlerinde bu konuya bizzat açıklık getirmiş, Mehdi olmadığını sayfalar boyunca delilleriyle birlikte açıklamıştır. Bu konudaki tüm bu açık beyanlarına rağmen Risale-i Nur'a ve bu eserin yazarı olarak kendisine Mehdilik konusunda hüsn-ü zan besleyenlere ise, bu düşüncelerinin "karıştırmadan kaynaklanan bir yanlışlık olduğunu" söylemiştir:

"Risale-i Nur'un şahs-ı manevisini (cemaatini) haklı olarak Hz. Mehdi telakki ediyorlar (şahsi bir görüş olarak kabul ediyorlar). O şahs-ı manevinin de bir mümessili (temsilcisi), Nur şakirdlerinin (talebelerinin) tesanüdünden (dayanışmasından) gelen bir şahs-ı manevisi ve o şahs-ı maneviden bir nevi mümessili (temsilcisi) olan BİÇARE TERCÜMANINI ZANNETTİKLERİNDEN, BAZEN O İSMİ (Hz. Mehdi ismini) ONA VERİYORLAR. Gerçi BU, BİR İLTİBAS (karıştırma) BİR SEHİVDİR (hatadır, yanılmadır), fakat onlar onda mes'ul değiller. ÇÜNKİ ZİYADE HÜSN-Ü ZAN, ESKİDEN BERİ CEREYAN EDİYOR VE İTİRAZ EDİLMEZ. Ben de o kardeşlerimin pek ziyade hüsn-ü zanlarını bir nevi dua ve bir temenni ve Nur talebelerinin kemal-i itikadlarının (imanlarının faziletinin) bir tereşşuhu (yansıması) gördüğümden onlara çok ilişmezdim... (Tılsımlar Mecmuası, sf.201) (Emirdağ Lahikası, sf.248)

Bediüzzaman Risale-i Nur'un şahs-ı manevisinin ve bu eserlerin yazarı olarak kendisinin kimi zaman Hz. Mehdi olabileceğinin düşünüldüğünü, ancak bunun bir karıştırma ve hata olduğunu belirtmiştir. Bir başka sözünde ise bu düşünceye sahip olan kimselerin iman hakikatlerini anlatma konusu yönünde bir değerlendirme yaptıklarını, ancak Hz. Mehdi'nin diğer iki vazifesi olan "İslam Birliği'nin sağlanması, tüm İslam dünyasının lideri olunması ve Hz. İsa ile birlikte İslam ahlakının dünyaya hakim kılınmasının kendisinde görünmediği hususunu dikkate almadıklarını" söylemiştir. Bundan dolayı da Risale-i Nur'a ve kendisine yapılan Mehdilik yakıştırmasının yalnızca bir "zan"dan ibaret olduğunu belirtmiştir:

... O GELECEK ZATA DAİR HABERLERİ VE İŞARETLERİ, RİSALE-İ NUR'UN ŞAHS-I MANEVİSİNE HATTA BAZEN TERCÜMANINA DA TATBİKE (uydurmaya) ÇALIŞMIŞLAR ve Şeriatı ihya (Kuran ahlakının esaslarını hatırlatarak yeniden hayata geçirme) ve hilafeti tatbik olan ÇOK GENİŞ DAİREDE HÜKMEDEN BU MÜHİM VAZİFESİNİ NAZARA ALMAMIŞLAR (göz önünde bulundurmamışlar). (Tılsımlar Mecmuası, sf.168)

Bediüzzaman, bu sözüyle Hz. Mehdi'ye dair haber ve işaretlerin Risale-i Nur cemaatiyle özdeşleştirilmeye çalışıldığını, ancak bu benzetmenin Hz. Mehdi ile ilgili verilen bilgilere uygun düşmediğini belirtmiştir. Bediüzzaman bu benzetmeyi yapan kimselerin Hz. Mehdi'nin iki büyük ve önemli vazifesini göz ardı ettikleri için böyle yanlış bir kanaate vardıklarını ifade etmektedir. İslam Birliği'nin sağlanması ve Hz. Mehdi'nin tüm Müslümanların liderliğini üstlenmesi, Hristiyanlarla ittifak sağlanması ve Hz. İsa ile birlikte Kuran ahlakının tüm yeryüzüne hakim olması şu ana kadar henüz gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman da dahil olmak üzere, Peygamberimiz (sav)'den sonraki dönemlerde gelen müceddidlerin hiçbiri bu büyük görevleri yerine getirebilmiş değildir. Dolayısıyla Bediüzzaman da bu gerçeği dile getirerek Risale-i Nur'un şahs-ı manevisini Mehdilikle vasıflandıranların yanıldıklarını ifade etmektedir. Nitekim bir konuda bir kişiye hüsn-ü zan beslenmesi, bu düşüncenin gerçeği yansıttığını gösteren bir delil değildir. Zaten Bediüzzaman da Risaleler'inde bunu dile getirmiştir.

Bunun yanı sıra Bediüzzaman sözlerinde Hz. Mehdi'nin ayırt edici bir özelliği olarak "ÇOK GENİŞ DAİREDE HÜKMETMESİ"ne dikkat çekmiştir. Hz. Mehdi'nin bu özelliği son derece önemlidir. Hz. Mehdi görevlerini sadece belirli bir bölgede yerine getirmeyecek, onun etki alanı çok geniş bir dairede, yani dünya çapında olacaktır. Bediüzzaman, "dar daire" olarak ifade ettiği "küçük çaplı" uygulamaların Müslümanları yanıltmaması gerektiğini belirtmektedir. Hz. Mehdi'nin ikinci ve üçüncü görevlerini geniş dairede gerçekleştireceğini hatırlatarak, kendi şahsına ve Risale-i Nur'un şahs-ı manevisine yapılan Mehdilik yakıştırmasının yanlışlığını delilleriyle birlikte açıklamaktadır.

Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'nin yerine getireceğini belirttiği görevler konusunda "ÇOK GENİŞ ÇAPLI BİR HÜKMETME" yani "DÜNYA ÇAPINDA" bir sonuç ise, daha önceden de belirttiğimiz gibi, bugüne kadar gerçekleşmiş değildir. Bu da Hz. Mehdi'nin geçmiş dönemde ortaya çıkmış bir şahıs olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Söz konusu üç görevin dünya çapında yerine getirilmesi, Allah'ın izniyle Hz. Mehdi'nin en önemli alametlerinden olacak ve onu tüm insanlara tanıtacaktır.

Bediüzzaman sözlerinde pek çok kez, ne önceki yüzyıllarda gelen müceddidler zamanında ne de kendi yaşadığı dönemde, Hz. Mehdi'nin üç görevinin birarada yerine getirilemediğini ve bunu ancak Hz. Mehdi'nin gerçekleştirebileceğini belirtmiştir. Bediüzzaman'ın bu konuyu açıklayan sözlerinden biri şöyledir:

Gerçi her asırda hidayet edici, bir nevi Hz. Mehdi ve müceddid geliyor ve gelmiş. Fakat HER BİRİ ÜÇ VAZİFELERDEN BİRİSİNİ BİR CİHETTE(açıdan) YAPMASI İTİBARIYLA(nedeniyle) AHİR ZAMANIN BÜYÜK MEHDİSİ ÜNVANINI ALMAMIFILAR. (Emirdağ Lahikası, sf.260)

Batın tefsircilerine göre:



Bediüzzaman sözlerinde kendisine ve Risale-i Nur'a Mehdilik yakıştırmasında bulunan kimselerin yanıldıklarını belirtmekte ve bunun nedenlerini delillendirmektedir. Ancak Bediüzzaman'ın bu konuya açıklık getiren bu sözleri göz ardı edilmekte ve çeşitli tevil yöntemleriyle tefsir edilmeye çalışılmaktadır. Bediüzzaman'ın kendisine yöneltilen Mehdilik yakıştırmasını kabul etmemesinin tevazudan kaynaklandığı ya da bunun, Bediüzzaman'ın Mehdiliğini gizlemek için kasıtlı olarak yaptığı bir taktik olduğu öne sürülmektedir.

Ancak bu konuda pek çok yanılgı söz konusudur. Herşeyden önce Bediüzzaman'ın, sadece tevazu için, inanmadığı bir şeyi Risaleleri'ne koydurtması mümkün değildir. Üstelik inanmadığı ve tüm Müslümanların yanlış bilgilendirilmesine neden olacak böyle bir konuyu gizleyebilmek için, sadece taktik amaçlı olarak, yüzlerce sayfa boyunca yazı yazması, Hz. Mehdi olmadığını anlatabilmek için onlarca delil vermesi söz konusu değildir. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri'nin dürüstlüğü ve doğru sözden asla ayrılmayışı onun tüm hayatına hakim olan çok önemli bir özelliğidir. Allah korkusu son derece şiddetli olan Bediüzzaman gibi samimi bir şahsın, yalan söyleyerek tüm toplumu yanılttığını söylemek, hiçbir şekilde kabul edilebilir bir yaklaşım değildir. Bediüzzaman, mahkemelerde bile doğru söylemesiyle ve dürüstlüğüyle bilinmektedir. İstiklal Mahkemeleri'nde bile bu özelliğinden hiçbir şekilde ayrılmamış, daima doğruları söylemiştir. Doğru söylediği için karşılaşabileceği hiçbir zorluktan korkmadığını ise mahkeme müdafaalarında geçen bir sözünde "... Başım gövdemden ayrılmadıkça veya boynuma ip takılıp asılmadıkça bu teklifinizi bana tatbik edemezsiniz!" (Bediüzzaman ve Talebelerinin Mahkeme Müdafaaları, sf.379) diyerek ifade etmiştir.

7-Bediüzzaman, "Hz. Mehdi ileride gelecek" demektedir; tefsirciler, "geldi geçti" demektedirler.



Bediüzzaman'a göre:



Bediüzzaman, Risale-i Nur Külliyatı'nın çeşitli bölümlerinde, "Hz. Mehdi'nin ileride gelecek bir şahıs olduğunu" açıkça ifade etmiştir. Bediüzzaman'ın bu konuyu açıklayan sözlerinden bazıları şöyledir:

1)

İSTİKBAL-İ DÜNYEVİYEDE (dünyanın geleceğinde) 1400 SENE SONRA GELECEK BİR HAKİKATİ ASIRLARINDA KARİB (yakın) ZANNETMİŞLER. (Sözler, sf.318)

Bediüzzaman bu sözüyle, İslam tarihinde daha önce de birçok kişinin, Hz. Mehdi'nin geliş tarihi ile ilgili çeşitli kanaatlere kapıldıklarını ve bu mübarek zatın "kendi yaşadıkları yüzyıla yakın" bir tarihte ya da kendi dönemlerinde geleceğini sandıklarını belirtmiştir. Ancak Bediüzzaman "KARİB (YAKIN) ZANNETMİŞLER" diyerek söz konusu kişilerin Hz. Mehdi'nin önceki tarihlerde çıkmış olabileceğini düşünmekle yalnızca bir "zanda bulunduklarını" ancak yanıldıklarını hatırlatmıştır. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin Peygamberimiz (sav)'den "1400 SENE SONRA" geleceğini haber vermiştir.

Dikkat edilirse Bediüzzaman burada "Hz. Mehdi geldi ya da gelmiş" dememekte, "gelecek zaman" belirten bir kelime kullanmakta ve "GELECEK" demektedir. Ayrıca ne 1373, ne 1378 ne 1398 ne de başka bir tarih vermemiş tam olarak 1400 yıl sonrasından bahsetmiştir. Bu tarih Miladi 1980 yılına denk gelmektedir. Hicri 13. yüzyılın müceddidi olarak Hicri 14. yüzyıla kadar müceddidlik görevini yerine getiren Bediüzzaman, Hicri 1379 yani Miladi olarak 1960 yılında vefat etmiştir. Dolayısıyla Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin gelişi için kendi yaşadığı dönemden çok ileriki bir tarihi belirtmektedir. Bediüzzaman bu açıklamasıyla, açık ve kesin bir tarih vererek kendisinin Hz. Mehdi olmadığını ifade etmekte, Hz. Mehdi'nin kendi vefatından yaklaşık 20 sene kadar sonra geleceğini müjdelemektedir.

Bediüzzaman bu sözüyle ayrıca, Hz. Mehdi'nin gelişinden önce Mehdi olduğu sanılan şahısların aksine, "1400 sene sonra gelecek olan Mehdi'nin bir HAKİKAT" olacağını belirtmiştir. Yani bu kutlu zatın, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde müjdelediği tüm özelliklere sahip olan "GERÇEK MEHDİ" olacağını ve bu özellikleriyle Mehdi sanılan kişilerden ayırt edilip tanınacağını hatırlatmıştır.

Bediüzzaman ayrıca Risaleleri'nde Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayanarak "her yüz yıl başında bir müceddid gönderileceğini" hatırlatmıştır. Bediüzzaman "1400 YIL SONRA" tarihini vererek aynı zamanda "14. ve 15. yüzyıllar arasında görev yapacak olan müceddidin de Hz. Mehdi olduğunu" haber vermektedir.

2)

Hem şu sırdandır ki; MEHDİ, SÜFYAN GİBİ AHİR ZAMANDA GELECEK EŞHASLARI çok zaman evvel hatta tabiin (Peygamberimiz (sav)'i sağ iken görmüş olan müminlerle, yani Ashab'la görüşmüş ve onlardan ders almış olan salih Müslümanlar) zamanında onları beklemişler yetişmek emelinde bulunmuşlar." (Sözler, sf.358)

Bediüzzaman bu sözünde kullandığı, gelecek zaman belirten bir fiil olan "gelecek" kelimesiyle Hz. Mehdi'nin "ilerideki bir tarihte gelecek bir şahıs olduğunu" bir kez daha vurgulamıştır. Bediüzzaman bu yolla, yaşadığı dönemde Hz. Mehdi'nin henüz gelmemiş olduğunu açık bir şekilde ifade etmektedir.

3)

Hakiki beklenilen ve BİR ASIR SONRA GELECEK O ZAT dahi bu zamanda gelse... (Kastamonu Lahikası, sf.57)

Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin henüz gelmediğini; Müslümanlar tarafından beklendiğini ve kendi yaşadığı devirden bir asır sonra geleceğini bildirmektedir.

Bediüzzaman, "HAKİKİ BEKLENİLEN" sözleriyle Hz. Mehdi'nin "HENÜZ BEKLENDİĞİNİ" ifade etmektedir. Kuşkusuz ki eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin kendi yaşadığı dönemde gelmiş olduğunu düşünüyor olsaydı, bu ifadeyi kullanmazdı. "Hakiki beklenilen" yerine "gelmiş olan" veya "gelen" derdi. Ancak böyle bir sözü Risaleler'in hiçbir bölümünde kullanmamıştır. Tam aksine Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin henüz gelmediğini ve gelmesinin tüm İslam alemi tarafından beklendiğini açıkça ifade etmektedir. Açıktır ki Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin kendisinden sonraki bir dönemde ve mutlaka geleceği konusunda kesin bir kanaat taşımakta ve bunu ısrarla dile getirmektedir.

Bunun yanı sıra Bediüzzaman burada kullandığı "HAKİKİ" kelimesiyle de Hz. Mehdi'nin gelişinin ne kadar kesin bir gerçek olduğunu belirtmektedir.

Ayrıca Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin sadece ileride geleceğini belirtmemekte, bir de bu mübarek şahsın geliş zamanını da müjdelemektedir. Hz. Mehdi'nin "KENDİSİNDEN BİR ASIR SONRA, YANİ HİCRİ 1400'LÜ YILLARDA" ortaya çıkacağını haber vermektedir.

Kuşkusuz ki eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin kendi döneminde yaşadığını düşünseydi, böyle uzak bir tarih vermez, aksini açıkça ifade ederdi. Demek ki Bediüzzaman'ın bu konudaki kanaati hiçbir itiraza yer bırakmayacak kadar kesindir.

4)

O İLERİDE GELECEK ACİB (şaşılan, hayret uyandıran, benzeri görülmeyen) ŞAHSINbir hizmetkarı ve ona yer hazır edecek bir dümdarı (yardımcı kuvveti) ve o büyük kumandanın pişdar bir neferi (önden giden bir askeri) olduğumu zannediyorum. (Barla Lahikası, sf.162)

Bediüzzaman bu sözünde de bir kez daha Hz. Mehdi'nin kendisinden sonraki bir tarihte geleceğini belirtmiştir. Kendisinin, Hz. Mehdi'den önceki devirde yaşadığını ise, kendisini "Hz. Mehdi'nin öncüsü" olarak niteleyerek ifade etmiştir.

Bediüzzaman burada da yine "gelmiş" veya "geldi" gibi kendi dönemini ve öncesini kasteden ifadelere yer vermemiştir; "ileride gelecek" diyerek Hz. Mehdi'nin kendi yaşadığı dönemden sonra geleceğini açıklamıştır.

Bediüzzaman bu sözüyle, kendi yaptığı çalışmaların, Hz. Mehdi'ye zemin hazırlayacağını ifade etmekte, kendisini bu mübarek zatın "HİZMETKARI" olarak nitelendirmektedir. Kuşkusuz ki bu son derece kesin bir açıklamadır. Eğer Bediüzzaman'ın, kendisinin Hz. Mehdi olduğu yönünde bir kanaati olsaydı, kendisini "Hz. Mehdi'nin hizmetkarı" olarak nitelendirmezdi. Çünkü "bir kişinin aynı anda hem Hz. Mehdi hem de onun hizmetkarı olabilmesi" mümkün değildir. Dolayısıyla bu ifade açıkça ortaya koymaktadır ki Bediüzzaman burada çok açık bir şekilde Hz. Mehdi olmadığını belirtmiştir.

Bunun yanı sıra "DÜMDAR" kelimesi "yardımcı kuvvet" anlamına gelmektedir. Bediüzzaman, bu sözüyle kendisini, asıl mücadeleyi yürüten zata imkan hazırlayan yardımcı kuvvetlere benzetmiştir. Bu şekilde kendisinden sonra gelecek olan ve yapacağı büyük fikri mücadele ile İslam ahlakının getirdiği tüm güzellikleri yeryüzüne hakim edecek olan Hz. Mehdi'nin bir yardımcısı olduğunu ifade etmektedir. Eğer Bediüzzaman kendisinin Hz. Mehdi olduğunu düşünseydi kuşkusuz ki burada kendisini "Hz. Mehdi'nin yardımcısı" olarak tanımlamazdı. Çünkü "Hz. Mehdi'nin ve yardımcısının", "birbirinden farklı, iki ayrı kişi" olduğu çok açıktır. Eğer Bediüzzaman "yardımcısıyım" diyorsa, bu onun, kendisinin Hz. Mehdi olmadığını belirttiği çok açık bir ifadedir.

Bediüzzaman'ın burada kullandığı "PİŞDAR BİR NEFER" ifadesi, "ÖNDEN GİDEN ASKER" anlamını taşımaktadır. Bediüzzaman bu sözüyle kendisini önden giden öncü kuvvetlere benzetirken, Hz. Mehdi'nin kendisinden sonra geleceğini bir kez daha vurgulamıştır. Eğer Bediüzzaman kendisinin Hz. Mehdi olduğunu belirtmek isteseydi, kuşkusuz ki böyle bir ifade kullanmazdı. Çünkü bu ifade aksi yönde öne sürülebilecek tüm iddiaları geçersiz kılmakta ve konuya kesin bir açıklık kazandırmaktadır. Bediüzzaman "kendisini ÖNDEN GİDEN" bir kişi olarak nitelendirmekle, "Hz. Mehdi'nin kendisinden SONRA GELEN" bir kimse olduğunu netleştirmektedir.

Bediüzzaman burada ayrıca "BİR NEFER" yani asker kelimesini kullanarak, kendisinin Hz. Mehdi değil, onun bir yardımcısı ve ona hizmet eden bir görevli olduğunu bir kez daha ifade etmektedir. Bediüzzamanın kendisini bir "HİZMETKARI, ÖNCÜSÜ" olarak vasıflandırdığı ve bu kadar övgüyle, saygıyla bahsettiği Hz. Mehdi, tüm İslam alemi tarafından asırlardır beklenmektedir. Bediüzzaman da bu açıklamalarıyla, Hz. Mehdi'nin ahir zamanda, Allah'ın izniyle, muhakkak ortaya çıkacağını müminlere müjdelemektedir.

5)

... Bu hakikatdan anlaşılıyor ki; SONRA GELECEK O MÜBAREK ZAT RİSALE-İ NUR'U BİR PROGRAMI OLARAK NEŞR VE TATBİK EDECEK (yazma ve dağıtma yoluyla yayacak ve uygulayacak). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf.9)

Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin, önceki müceddidlerin ve Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemlerde gelmediğini söylemiş; bu mübarek zatın bunların hepsinden "SONRA" geleceğini ifade etmiştir. Ayrıca Bediüzzaman bu durumu, yalnızca gelecek zaman ifade eden bir fiil kullanarak değil, bunu bir de "SONRA" kelimesiyle destekleyerek çok kesin bir üslupla açıklamıştır.

Bediüzzaman bu sözünde de Risale-i Nur Külliyatı'nın, Hz. Mehdi'nin, tebliğinde kullanacağı bir ön hazırlık olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman, ortaya çıktığında Hz. Mehdi'nin, Risaleleri hazır yazılmış olarak bulacağını ve imanı kurtarma vazifesinde Risaleler'den faydalanacağını belirtmiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle kendisinin Hz. Mehdi olmadığını, Hz. Mehdi'nin "KENDİSİNDEN SONRAKİ DÖNEMDE GELECEK BİR ŞAHIS OLDUĞUNU" bir kez daha açıklığa kavuşturmuştur.

6)

TA AHİR ZAMANDA, HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE (dünya çapında) ASIL SAHİPLERİ, YANİ MEHDİ VE ŞAKİRTLERİ (talebeleri), CENAB-I HAKK'IN İZNİYLE GELİR, O DAİREYİ GENİŞLETİR ve O TOHUMLAR SÜMBÜLLENİR. BİZLER DE KABRİMİZDE SEYREDİP ALLAH'A ŞÜKREDERİZ. (Kastamonu Lahikası, sf.99)

Bediüzzaman bu sözünde bir kez daha Hz. Mehdi'nin kendisinden sonraki bir dönemde ve ileriki bir tarihte geleceğini belirtmektedir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi ve talebelerini, Risale-i Nur'un asıl sahipleri olarak nitelendirmekte, Risale-i Nur'un dar dairede yani sınırlı bir kesim içerisinde başlattığı hizmeti, daha ileriki bir tarihte gelecek olan bu mübarek şahsın tamamlayacağını ve bunu dünya çapında bir hizmete dönüştüreceğini müjdelemektedir.

Bediüzzaman burada kullandığı "TA AHİR ZAMANDA" sözleriyle Hz. Mehdi'nin geleceği zamanı belirtmektedir. Bediüzzaman bu ifadesiyle öncelikle Hz. Mehdi'nin kendisinden "İLERİKİ BİR TARİHTE" geleceğini dile getirmektedir. Bediüzzaman'ın burada kullandığı "TA" kelimesi ise bu konuya açıklık getiren önemli bir ifadedir. "TA" kelimesi uzaklık ifade eden bir kelimedir. Bediüzzaman bu ekle, "ahir zamanın, kendi yaşadığı dönemin çok daha ilerisinde, daha uzakta bir zaman olduğunu" ifade etmektedir.

Bediüzzaman, Hz. Mehdi'den önce gelmiş, insanların Allah'ın dininden uzaklaştığı bir ortamda Kuran ahlakı ve iman hakikatleri üzerinde durarak çok büyük bir imani hareket başlatmıştır. "O TOHUMLAR SÜMBÜLLENİR" sözleriyle, bu büyük fikri mücadelesini tohum ekmeye benzetmektedir. Sonradan Hz. Mehdi zamanında bu iman tohumlarının sümbülleneceğini, yani Hz. Mehdi'nin Bediüzzaman'ın başlattığı bu imani çalışmaları genişleteceğini ve sonuca ulaştıracağını ifade etmektedir. Bediüzzaman bu örneklendirmesiyle kendisinin Hz. Mehdi'den önceki bir dönemde yaşadığını, Hz. Mehdi'nin gelişinin ise kendisinden sonraki bir dönemde gerçekleşeceğini açıkça ifade etmektedir.

Bediüzzaman, "BİZLER DE KABRİMİZDEN SEYREDİP" sözleriyle, ektiği iman tohumlarının sümbülleneceği yani Hz. Mehdi'nin Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim kılacağı dönemde, kendisinin vefat etmiş olacağını belirtmiştir. Bediüzzaman bu sözüyle bir kez daha kendisinin Hz. Mehdi olmadığını, onun gelip görevine başladığı dönemde kendisinin hayatta olmayacağını hatırlatarak ifade etmiştir.

Batın tefsircilerine göre:



Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin kendisinden ileriki bir tarihte geleceğini pek çok kez ve çok açık ifadelerle açıklamıştır. Ancak Bediüzzaman'ın sözlerinin anlaşılabilmesi için Risaleler'deki sözlerin yeterli olmadığını düşünenler, bu konuyu Risaleler'de anlatıldığı şekilde kabul etmemektedirler. Hz. Mehdi'nin çoktan geldiğini ve görevlerini yerine getirdiğini öne sürmektedirler. Oysa bu düşünce hem Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde verdiği haberlerle hem de Bediüzzaman'ın Risaleler'de anlattıklarıyla tümüyle çelişmektedir. Bir kişinin Hz. Mehdi'nin geçmiş dönemlerde çıkmış olduğundan bahsedebilmesi için; bu şahsın Müslümanların halifesi yani manevi lideri vasfıyla tüm dünya Müslümanları arasında İslam Birliği'ni kurduğundan, bu birlik vesilesiyle Hristiyan dünyasıyla dinsizliğe karşı ittifak yaptığından ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetlerini canlandırıp, dini tüm batıl inanç ve uygulamalardan arındırıp, Hz. İsa ile birlikte, İslam ahlakını tüm yeryüzüne hakim kıldığından da bahsedebilmesi gerekir. Ancak bu olayların hiçbiri henüz gerçekleşmediğine göre, bu iddiayla ortaya çıkan kimselerin yanıldıkları da çok açık bir şekilde görülmektedir.

8-Bediüzzaman, "Mehdi'nin siyaset aleminde de görevi olduğunu" söylemektedir; tefsirciler, "Mehdi siyaset aleminde olmayacak" demektedirler.



Bediüzzaman'a göre:



Bediüzzaman hadislerde verilen bu bilgilere dayanarak, ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi'nin üç ayrı alanda birden Mehdilik yapacağını yani, hem "SİYASET MEHDİSİ" hem "SALTANAT MEHDİSİ" hem de "DİYANET MEHDİSİ" olacağını belirtmiştir. Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'nin bu önemli özelliğini açıkladığı sözlerinden biri şöyledir:

Büyük Mehdi'nin çok vazifeleri var. Ve SİYASET ALEMİNDE, DİYANET ALEMİNDE, SALTANAT ALEMİNDE, MÜCADELE ALEMİNDE çok dairede icraatları olduğu gibi..." (Şualar, sf.590)

Bediüzzaman bu sözleriyle, Hz. Mehdi'nin siyaset aleminde önemli görevler üstleneceğini belirtmektedir. Hz. Mehdi'nin, "Peygamberimiz (sav)'in halifesi" yani "Müslümanların manevi lideri" vasfını taşıyarak tüm dünya Müslümanları arasında İslam Birliği'ni kuracağını, Hristiyan alemiyle ittifak oluşturacağını ve Hz. İsa ile birlikte, İslam ahlakını tüm dünyada hakim kılacağını bildirmektedir. Bediüzzaman'ın detaylı olarak açıkladığı Hz. Mehdi'nin üstleneceği tüm bu görevler, Hz. Mehdi'nin "Peygamberimiz (sav)'in halifesi yani tüm dünya Müslümanlarının manevi lideri" vasfını taşıyacağını ve "idareci" konumunda olacağını açıkça ortaya koymaktadır.

Müslümanları ilgilendiren her konuda çözüm getirecek kişi olarak manevi liderleri Hz. Mehdi olacaktır. Hz. Mehdi'nin üstleneceği bu görevin ne şekilde adlandırıldığı önemli değildir. Hz. Mehdi'nin ilgileneceği siyaset, 'Kuran ahlakı içerisindeki siyaset' olacaktır. Önemli olan Hz. Mehdi'nin yerine getireceği bu vazifenin "Kuran'ın bir hükmü" olmasıdır. Kuran ahlakına uygun siyaset"in anlamı "güzel ahlaklı, şefkatli, merhametli olmak, adaletli davranmak, müminler arasında birlik ve kardeşliği, barışı ve sosyal adaleti sağlamak, adaletsizliği gidermek, zenginlik ve refahı sağlamaktır. Kuran'da Hz. Mehdi'nin yerine getireceği bu görev "İslam ahlakının hakimiyeti" olarak müjdelenmektedir:


Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir... (Nur Suresi, 55)


Hz. Mehdi de Kuran'ın bu hükmü gereği, tüm Müslümanların huzurunu, birlik ve beraberliğini sağlayacak, İslam ahlakının güzelliğini tüm dünyada yerleşik kılacaktır. Bediüzzaman'ın da siyaset ve saltanat kavramlarıyla kastettiği ana konu budur: "Hz. Mehdi'nin tüm dünya Müslümanlarının liderliğini üstlenmesi ve Kuran'da belirtilen bu hükme uygun olarak İslam dünyasının menfaatleri yönünde faaliyetlerde bulunması"dır. Tüm bunlar Kuran ahlakının ve Kuran ayetlerinin bir gereğidir. Bediüzzaman'ın "o zatın ikinci vazifesi, şeriatı (Kuran ahlakının esaslarını ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetini) icra ve tatbik etmektir" (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf.9) sözleriyle belirttiği gibi, Hz. Mehdi de, Kuran ahlakının gerekliliklerini uyguladığında, İslam Birliği'nin oluşmaması, Hz. Mehdi'nin idareci vasfını taşımaması, yetki sahibi olmaması ya da lider konumunda olmaması söz konusu değildir. Zira tüm bunlar Allah'ın bütün Müslümanları yaşamakla yükümlü kıldığı hükümlerdir. Nitekim Bediüzzaman da Hz. Mehdi'nin bu vasıfları taşıyacağını "Hilafet-i Muhammediye (A.S.M.)(Peygamberimiz (sav)'in halifesi) ünvanı ile şeair-i İslamiyeyi(İslam ahlakının esaslarını) ihya etmektir(yeniden canlandırmaktır)." (Emirdağ Lahikası, sf.259) sözleriyle ifade etmektedir.

Bir ayette Allah Müslümanlara, içlerindeki "emir sahiplerine" uymalarını şöyle bildirmektedir:


Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir. (Nisa Suresi, 59)


Bu ayet gibi Kuran'da, Müslümanların, Allah'ın kendilerini dünyada ve ahirette kurtuluşa ulaştırması için göndermiş olduğu elçilere uymalarıyla ilgili çok fazla ayet yer almaktadır. İşte Bediüzzaman'ın, "siyaset aleminde, diyanet aleminde, salatanat aleminde ve mücadele aleminde çok dairede icraatları olduğu gibi" sözleriyle Hz. Mehdi için kastettiği siyaset anlayışı da budur. Bediüzzaman bu sözlerinde yer alan "siyaset ve saltanat" kavramlarıyla Hz. Mehdi'nin, Kuran'ın bu hükmünü ne şekilde yerine getireceğini açıklamaktadır.

Nitekim Risaleler'deki Hz. Mehdi'nin görevlerinin açıklandığı sözler dikkatlice incelendiğinde, Bediüzzaman'ın bu sözleriyle ne kastetmiş olduğu kolaylıkla anlaşılmakta; Hz. Mehdi'nin siyaset ve saltanat alanında pek çok görev üstleneceği açıkça görülmektedir.

Batın tefsircilerine göre:



Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin siyaset alanında önemli görevleri olacağını açıkça ifade etmiştir. Batın tefsircileri ise, Bediüzzaman'ın bu açık ifadelerini kabul etmemektedirler. Hz. Mehdi'nin siyaset alanında bir görev üstlenmeyeceğini, yalnızca iman hakikatleri üzerine faaliyetlerde bulunacağını öne sürmektedirler.

Oysa ki hiçbir delile dayandırılmayan bu düşünce, Bediüzzaman'ın Risaleler'de yüzlerce sayfa boyunca anlattığı bilgilerle tamamen çelişmektedir. Zira önceki satırlarda açıklandığı gibi Bediüzzaman, eserlerinde Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç büyük görev hakkında geniş bilgi vermiş ve Hz. Mehdi'nin "siyaset alanında Mehdilik görevini ne şekilde yerine getireceğini" detaylı olarak anlatmıştır. Bu sözlerinde Hz. Mehdi'nin "İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılacağını, Müslümanların manevi liderliğini üstlenerek İslam Birliği'ni sağlayacağını, Hristiyan dünyasıyla ittifak yapacağını" ayrıntılı olarak açıklamıştır. Bediüzzaman'ın tüm bu izahları hiçbir tartışma ya da tevile yer bırakmayacak kadar açıktır.

Çok açıktır ki eğer Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin sadece iman hakikatleri yönünde bir hizmet yapıp, siyaset ya da saltanat alanlarında görev yapmayacağını düşünseydi, Risaleler'de böyle bir açıklamaya yer vermez, Hz. Mehdi'nin bu yöndeki görevlerini Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayanarak bu kadar uzun ve ayrıntılı olarak izah etmezdi. Zira Bediüzzaman gibi derin imanlı büyük bir müceddidin, eserlerinde, düşündüğü ve inandığı şeylerin tam tersine açıklamalarda bulunması hiçbir şekilde söz konusu değildir.

9-Bediüzzaman, "Mehdi'nin İslam dünyasının başında olacağını" söylemektedir; tefsirciler, "Mehdi böyle bir makam sahibi olmayacak" demektedirler.



Bediüzzaman'a göre:



Allah, Kuran'da "İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılacağını, inanan kullarını güç ve iktidar sahibi kılacağını" vaad etmiş ve bu vaadinin kesin olduğunu bildirmiştir. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde, bütün büyük İslam alimlerinin ve Bediüzzaman'ın sözlerinde de bu duruma "Hz. İsa ile Hz. Mehdi'nin vesile olacakları" belirtilmiştir. Rabbimiz'in bu vaadi doğrultusunda İslam ahlakı bir gün mutlaka hakim olacak ve bir kişinin Müslümanların önderliğini üstlenmesi gerekecektir. Bediüzzaman böyle dünya çapında bir hakimiyetle karşılaşmamış ve tüm dünya Müslümanlarının liderliğini üstlenmemiştir. İslam dünyasının başında, tüm Müslümanları biraraya getirecek şekilde bir lider uzun süredir yoktur. Müslümanların bu lideri, 1400 senedir müjdelendiği gibi Hz. Mehdi olacaktır. Yeryüzünden zulmü ve karanlığı kaldıracak, İslam ahlakının güzelliğinin tüm insanlar tarafından yaşanmasına vesile olacaktır. Bediüzzaman da eserlerinde bu gerçeği dile getirmiş ve Hz. Mehdi'nin "Peygamberimiz (sav)'in halifesi yani Müslümanların manevi lideri vasfını taşıyacağını" bildirerek tüm Müslümanları bu büyük hidayet önderinin gelişiyle müjdelemiştir.

Bediüzzaman Risaleler'de Hz. Mehdi'den bahsettiği sözlerinin birçoğunda, Hz. Mehdi'nin "İslam dünyasının lideri" vasfını taşıyacağını belirtmiştir. Bu sözlerinden bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:

1)

İkinci vazifesi: HİLAFET-İ MUHAMMEDİYE (a.s.m.) ÜNVANI İLE (Peygamberimiz (sav)'in halifesi ünvanı ile) şeair-i İslamiyeyi (İslam ahlakının esaslarını) ihya etmektir (yeniden canlandırmaktır). (Emirdağ Lahikası, sf.259)

Hz. Mehdi, halihazırda çeşitli gruplar halinde dağınık olarak bulunan Müslümanları birleştirecek, İslam ahlak ve faziletini, Peygamberimiz (sav)'in gerçek sünnetlerini canlandıracaktır. İslam aleminin birliğini oluşturacak, bu vesileyle insanlığı maddi ve manevi tehlikelerden kurtaracak ve insanların Allah'ın rızasına uygun bir hayat yaşayarak Allah'ın azabından sakınmalarına vesile olacaktır.

Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu ikinci görevini "Peygamberimiz (sav)'in halifesi" yani "Müslümanların manevi lideri" sıfatıyla yerine getireceğini belirtmiştir. Kuşkusuz ki Hz. Mehdi'nin, "İslam toplumunun lideri vasfıyla" İslamiyet'i yeniden canlandırması, milyonları bulan bir topluluğun maddi ve manevi gücüyle hareket ederek tüm yeryüzünde İslam Birliği'ni sağlaması" özellikleri, onun lider vasfını taşıyacağınıaçıkça ortaya koymaktadır.

2)

O ZATIN üçüncü vazifesi, HİLAFET-İ İSLAMİYE'Yİ(İslam halifeliğini) İTTİHAD-I İSLAM'A BİNA EDEREK(İslam Birliği üzerine kurarak), İSEVİ RUHANİLERİYLE(dindar Hristiyanlarla ve Hristiyan alimleriyle) İTTİFAK EDİP(iş birliği ve dayanışma içerisine girerek) DİN-İ İSLAM'A(İslam dinine) HİZMET ETMEKTİR. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakarlarla (milyonların fedakarane katılımlarıyla) tatbik edilebilir (yerine getirilebilir). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf.9)

Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin bir başka görevinin de İslam toplumunu birleştirmek ve Hristiyan alemiyle ittifak etmek olduğunu bildirmiştir. Hz. Mehdi'nin bu görevini, iman sahiplerinin, Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen fedakar seyyidlerin ve diğer tüm Müslümanların desteğiyle gerçekleştireceğini bildirmiştir.

Bediüzzaman bu sözüyle, "Hz. Mehdi'nin dünya çapında tüm Müslümanların halifesi görevini üstleneceğini" bir kez daha belirterek, "Hz. Mehdi'nin İslam dünyasının başında lider vasfıyla bulunacağını" açıklamıştır.

Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi ile ilgili izahlarında defalarca tekrarladığı Hz. Mehdi'nin bu özelliğini görmezden gelerek, yalnızca iman hakikatleri yönünde faaliyet yapacağını iddia edebilmek hiçbir şekilde söz konusu değildir. Bediüzzaman çok açık delillerle Hz. Mehdi'nin bu alanlarda çeşitli faaliyetlerde bulunacağını açıklamış ve tüm bunların Hz. Mehdi'nin tanınmasındaki en önemli alametlerden olacağını belirtmiştir.

3)

... Hazret-i Mehdi'nin, o vazifesini bizzat kendisi görmeğe vakit ve hal müsaade edemez. Çünkü HİLAFET-İ MUHAMMEDİYE (ASM) (Peygamberimiz (sav)'in halifeliği) CİHETİNDEKİ (yönündeki) SALTANATI, ONUN İLE İŞTİGALE (ilgilenmeye) VAKİT BIRAKMIYOR. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife (topluluk) bir cihette (yönüyle) görecek. O zat, o taifenin (topluluğun) uzun tedkikatı ile (incelemelerle) yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak... (Emirdağ Lahikası, sf.259)

Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin çalışmalarından önce, Hz. Mehdi'nin birinci vazifesi olan iman hakikatlerini yayma ve materyalizmi fikren yıkma yönünde kullanacağı ilmi malzemeleri hazırlayacak olan bir topluluk olacağından bahsetmektedir. Bediüzzaman "bir cihette" yani "bir yönüyle" sözleriyle ise bu ilmi topluluğun, materyalizmi fikren etkisiz hale getirilmesi çalışmalarını yalnızca bir açıdan yürüteceklerini, dolayısıyla "Hz. Mehdi'nin de kendisine program yaparak bu topluluğun çalışmalarından bu yönüyle faydalanacağını" belirtmektedir. Önceki sayfalarda da belirtildiği gibi, materyalist felsefenin "tam anlamıyla etkisiz hale getirilmesi" ise ancak Hz. Mehdi'nin yerine getireceği hizmetler neticesinde gerçekleştirilecektir.

Bediüzzaman Hz. Mehdi için burada "o vazifesini bizzat kendisi görmeğe vakit ve hal müsaade edemez" sözlerini kullanmıştır. Bunun nedeninin ise, "Hz. Mehdi'nin dünya çapında tüm 'Müslümanların manevi lideri' olarak 'siyaset ve saltanat alanında gerçekleştireceği büyük görevleri' nedeniyle vakti olmaması olduğunu" belirtmiştir.

Bediüzzaman'ın bu açıklamaları "Hz. Mehdi'nin tüm dünya Müslümanlarının manevi lideri olarak siyaset ve saltanat alanlarında dünya çapında pek çok hizmette bulunacağını" açıkça ortaya koymaktadır.

4)

... Ahir zamanda şeriat-i Muhammediyeyi (Peygamberimiz (sav)'in yolunu, Kuran ahlakını) ve hakikat-i Furkaniyeyi (Kuran ahlakının esaslarını, hakikatlerini) ve sünnet-i Ahmediyeyi (ASM) (Peygamberimiz (sav)'in sünnetini) ihya ile (yeniden canlandırma ile), ilan ve icra ile (herkese duyurarak ve uygulayarak), BAŞKUMANDANLARI OLAN "BÜYÜK MEHDİ"NİN kemal-i adaletini (yüce adaletini) ve hakkaniyetini (haktan ve doğruluktan ayrılmayışını, doğruluğunu) dünyaya göstermeleri gayet makul olmakla beraber, gayet lazım ve zaruri ve hayat-i içtimaiye-i insaniyedeki düsturların (cemiyet hayatına ait kuralların) muktezasıdır (gereğidir)..." (Şualar, sf.456)

Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde de bildirildiği gibi, Hz. Mehdi'nin İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılmasıyla birlikte yeryüzünde görülmemiş bir adalet, huzur ve barış ortamının yaşanacağını belirtmektedir. Hz. Mehdi'nin bu yüce adaletine ve hakkaniyetine tüm dünya şahit olacaktır. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin dünya çapında gerçekleştireceği bu görevi "başkumandanlık" sıfatıyla gerçekleştireceğini ifade etmiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin "tüm dünya Müslümanlarının liderliğini" üstleneceğini bir kez daha açıklamaktadır. Bu konuda sorulacak birkaç soruya verilecek cevaplar, Hz. Mehdi'nin bu özelliğinin çok açık bir şekilde anlaşılmasını sağlayacaktır:

-Hz. Mehdi'nin "başkumandanlık" sıfatını taşıması ne anlama gelmektedir?

Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu sıfatını hatırlatarak, Hz. Mehdi'nin tüm dünya Müslümanları üzerinde "yönetici" konumunda olacağını bir kez daha açıkça ifade etmektedir.

-Hz. Mehdi'nin tüm dünyaya kemal-i adaletini ve hakkaniyetini göstermesi nasıl gerçekleşecektir?

Yüce bir adalet anlayışının ve haktan ayrılmayışın tüm dünyaya gösterilmesi ancak "dünya çapında bir idare gücüyle" söz konusu olabilir. Tüm insanların Hz. Mehdi'nin adalet anlayışına şahit olmaları, Hz. Mehdi'nin "adalet sağlayabilecek yetkilere sahip bir konumda olacağını" göstermektedir.

Batın tefsircilerine göre:



Bediüzzaman'ın burada yer verilen birkaç sözü dahi, Hz. Mehdi'nin İslam dünyasının lideri olacağı konusunda Bediüzzaman'ın çok açık ifadeleri olduğunu ortaya koymaktadır. Buna rağmen Bediüzzaman'ın sözlerinin çeşitli şekillerde tevil edilerek Hz. Mehdi'nin bir makam sahibi olmayacağı fikrinin öne sürülmesi, Bediüzzaman'ın Risaleler'deki anlatımlarıyla tümüyle çelişmektedir. Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'nin yerine getireceğini bildirdiği yukarıda sayılan dünya çapındaki görevlerin her biri, Hz. Mehdi'nin bu lider vasfıyla gerçekleştireceği vazifelerdir.

Büyük mütefekkir Bediüzzaman, şüphesiz 13. asrın müceddididir. Ancak kendisinin de Peygamberimiz (sav)'in hadisleri doğrultusunda açıkladığı gibi, "TÜM MÜSLÜMANLARIN LİDERİ" vasfını taşıması söz konusu olmamıştır. Allah'ın izniyle tüm İslam alemi için büyük müjdeler içeren bu olaylar, ahir zamanda Hz. Mehdi vesilesiyle yaşanacak ve bu ünvanı da Hz. Mehdi taşıyacaktır. Bediüzzaman, bu konuyu tüm bu delilleriyle birlikte anlatarak, kendisinin ahir zaman Mehdisi olmadığını açık bir şekilde ifade etmiştir.

Bugün dünyada 1 milyarın üzerinde Müslüman yaşamaktadır. Dünya tarihinde ilk defa Müslümanlar sayıca bu kadar çokturlar. Bu büyüklükte bir kitleye önderlik tarihte kimseye nasip olmamıştır. Bediüzzaman'ın da müjdelediği gibi, bu şerefli vasfı Allah'ın izniyle ahir zamanın "Büyük Mehdisi" taşıyacaktır.

10- Bediüzzaman, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişini delilleriyle birlikte müjdelemektedir; tefsirciler, 'Bediüzzaman da bir insandır, hata yapabilir' diyerek Bediüzzaman'ın tüm bu açıklamalarında yanıldığını öne sürmektedirler.



Bu bölüme kadar anlatılanlar Bediüzzaman'ın, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin ahir zamanda ortaya çıkacakları ve İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılacakları konusundaki kesin kanaatini delilleriyle birlikte ortaya koymaktadır. Ancak Hz. Mehdi'nin geçmişte geldiği ya da hiç gelmeyeceği gibi düşüncelerle hareket eden bazı kimseler, Bediüzzaman'ın tüm bu sözlerini çeşitli şekillerde tevil etmeye çalışmaktadırlar. Bu amaçla ortaya atılan asılsız açıklamalardan biri de, ‘Bediüzzaman'ın da bir insan olduğu, dolayısıyla yapmış olduğu tüm bu açıklamalarda yanılmış ve hata yapmış olabileceği’ şeklindedir. Her insanın geleceğe yönelik bazı tahminlerde bulunabileceği, ancak bunların doğru çıkmamasının son derece olağan bir durum olduğu söylenmekte; dolayısıyla da, Bediüzzaman'ın bu açıklamalarının daha fazla üzerine gitmenin ve incelemenin gereksiz olduğu öne sürülmektedir. Bediüzzaman'ın sözlerini bu şekilde tevil etme yoluna giden kimselere, ‘Bediüzzaman'ın hata yaptığının nereden anlaşıldığı’ ya da ‘buna dair bir delil olup olmadığı’ sorulduğunda ise, hiç kuşkusuz ki ‘bu yanlış kanaati destekleyecek hiçbir açıklama ortaya konamamaktadır’.

Nitekim Bediüzzaman'ın sözleri konusunda böyle bir tevil öne sürülürken gözardı edilen çok önemli bir gerçek vardır. Bediüzzaman Hazretleri, eserlerindeki ahir zamana yönelik açıklamalarını yalnızca kendi şahsi kanaatlerine dayandırmamaktadır. Bediüzzaman, Allah’ın Kuran’da vadettiği İslam ahlakının hakimiyetini müjdeleyen ayetleri ve Peygamberimiz (sav)'in, bu hakimiyetin Hz. İsa ve Hz. Mehdi vesilesiyle gerçekleşeceğini bildiren sahih hadisleri doğrultusunda açıklamalar yapmaktadır. Allah, Kuran ayetlerinde iman edenlere, kendilerini uyarıp korkutacak ve hidayete yöneltecek bir lider göndereceğini bildirmiş, Peygamberimiz (sav) de ahir zamanda bu şahsın Hz. Mehdi olacağını müjdelemiştir. Allah’ın, ‘İslam ahlakını tüm yeryüzüne hakim kılacağı’ vaadi haktır. Allah’ın izniyle bu vaad gerçekleşecektir. Allah’ın adetullahında bu hakimiyette mümin topluluğunun başında bir manevi lider olması gerekmektedir. Bu şahsa da Mehdi denmiştir. İşte Bediüzzaman da, eserlerinde Allah’ın bu adetullahını açıklamıştır. Dolayısıyla Bediüzzaman'ın bu doğrultudaki sözlerinde yanıldığını öne sürmek, hiç kuşkusuz ki Allah’ın bu vaadini haber veren pek çok Kuran ayetini ve Peygamberimiz (sav)'in tüm Ehl-i sünnet alimleri tarafından ittifakla tevatür olarak kabul edilen hadislerini de gözardı etmek anlamına gelir ki bu da hiçbir Müslümanın kabul etmeyeceği bir durumdur. Dolayısıyla bu da Bediüzzaman'ın sözleri hakkında öne sürülen söz konusu fikrin yanlışlığını açıkça gözler önüne sermektedir.

Diğer yandan Bediüzzaman'ın sözlerinin bu şekilde tevil edilmeye çalışılması, Hz. Mehdi'nin çıkışından yana şüphe duyulmasından kaynaklanmaktadır. Bazı kimseler, Hz. Mehdi'nin çıkacağı inancına sahip olmalarına rağmen, zaman geçtikçe bu inançlarında zayıflık göstermekte ve Hz. Mehdi'nin çıkışına yönelik bir endişeye kapılmaktadırlar. “Ya Mehdi çıkmazsa, o zaman ne yaparız?” korkusu söz konusu kişileri Bediüzzaman'ın bu konudaki açık sözlerini tevil ve tefsir yoluyla değiştirmeye yöneltmektedir. Böyle bir durumda Bediüzzaman'ın eserlerinin güvenilirliğinin zedeleneceğini ya da bu doğrultuda yapılan çalışmaların zarar göreceği düşünülmektedir. Eğer Hz. Mehdi çıkmazsa, hem kendilerinin hem de diğer Müslümanların imanlarının zedeleneceği yönünde endişelere kapılınmaktadır. Oysa ki bu endişe ve korkularının tümü yersizdir. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, bu düşüncede olup Hz. Mehdi'nin gelişini reddeden kimselerin imanlarının zayıf olduğunu söylemektedir. Özellikle de bu kişilerden kendilerini alim bilip, akıllarına güvenenlerin de büyük bir enaniyete sahip olduklarını ifade etmektedir:

"Kıyamet alâmetlerinden ve âhir zaman vukuatından (olaylarından) ve Bâzı a'malin (amellerin) fazilet ve sevablarından bahseden hâdîs-i Şerife güzelce anlaşılmadığından, akıllarına güvenen bir kısım ehl-i ilim (ilim sahibi), onların bir kısmına zaîf (zayıf) veya mevzu (hadis) demişler. İMANI ZAYIF VE ENANİYETİ KAVİ BİR KISIM DA, İNKARA KADAR GİTMİŞLER." (Sözler, s. 355)

İnsanların vicdanlarıyla doğruyu gördükleri halde, sırf büyüklenmeleri nedeniyle doğru olandan yüz çevirdikleri Kuran'da da bildirilen bir durumdur:


Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler. Artık sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak. (Neml Suresi, 14)


Ehl-i sünnet itikadına göre kesin bir haber olan Hz. İsa'nın ve Hz. Mehdi'nin gelişi, böyle yanlış bir bakış açısından uzak olan samimi müminler için ise, büyük bir müjdedir ve heyecanla beklenmektedir.

11-Bediüzzaman, ‘Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişinin tüm Müslümanların beklediği bir müjde olduğunu’ bildirmektedir; tefsirciler, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'yi beklemeye gerek olmadığını, herkesin yalnızca kendi vazifesini yerine getirmekle yükümlü olduğunu’ söylemektedirler.



Bilindiği gibi Bediüzzaman, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişini müjdelemiş ve iman edenleri, ahir zamanın bu iki büyük önemli olayı için hazırlık yapmaya yöneltmiştir. Bediüzzaman'ın bu konudaki sözleri göz ardı edilerek ortaya atılan tevillerden bir diğeri ise, ‘Hz. İsa ve Hz. Mehdi'yi beklemenin önemli olmadığı; önemli olanın kişilerin kendi vazifelerini yerine getirmesi olduğu’ şeklindedir.

Oysa ki bu düşünce, son derece yanlış bir bakış açısını yansıtmaktadır. Çünkü Kuran’da, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde ya da İslam alimlerinin izahlarında, böyle bir açıklama yapılmasını gerektirecek, aksi bir hüküm ya da söz zaten yer almamaktadır. Hz. İsa ve Hz. Mehdi beklentisi, kişilerin kendi vazifelerini yapmalarına, ibadetlerini yerine getirmelerine hiçbir şekilde bir engel değildir.

Peygamberimiz (sav), Hz. İsa gibi mübarek bir peygamberin ve Hz. Mehdi gibi bir velinin gelişini önemli görmüş; müminleri de bu mübarek insanların gelişini beklemeye teşvik etmiştir. Fakat Peygamberimiz (sav) hadislerinde aynı zamanda da, 6000’in üzerindeki Kuran ayetlerinin tümünün birden uygulanmasını söylemektedir. Nitekim Kuran'da müminlerin tüm bu ayetlerin hepsini birden yaşamakla sorumlu oldukları bildirilmektedir. Kuran’ın bu hükümlerinden biri de ‘zulmün ortadan kalkması ve İslam ahlakının tüm dünyaya hakim olması için çaba harcamaktır’. Bu konuda çaba gösterirken, Müslümanların Kuran’ın diğer hükümlerini uygulamaması gibi bir durum zaten söz konusu değildir. Hz. Mehdi de ortaya çıktığında tüm insanları Kuran’a uymaya ve İslam ahlakını eksiksiz olarak yaşamaya çağıracaktır. Dolayısıyla Hz. İsa ve Hz. Mehdi konusunda böyle bir açıklama yapmaya hiçbir şekilde gerek yoktur.

Dahası eğer Müslümanların böyle bir beklenti içerisine girmemesi gerekseydi, Peygamberimiz (sav) de hadislerinde bu konuyu müjdelemez, insanları bu mübarek şahısları beklemeye teşvik etmezdi. Peygamberimiz (sav) bu konuyu açıklayan bir hadisinde “Hz. Mehdi ile müjdelenin. O Kureyş’ten ve Ehl-i Beyt’imden bir kişidir.” (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Ahir Zaman, s.13) sözleriyle, bu konunun önemini açıkça ortaya koymuştur.

Hz. İsa ve Hz. Mehdi, Hırıstiyan ve Müslüman Aleminin Birlik Olması İçin Mühim Bir Vesile Olarak Geleceklerdir



Hz. Mehdi'nin müjdelenmesinin mühim bir sebebi, ahir zamanda Müslümanların manevi lider seçmede ve birlik olmada güçlük çekecek olmalarıdır. İslam alemi hiçbir manevi lider etrafında toplanmamakta ve toplanmayı da düşünmemektedir. Böyle bir durumda Müslümanlar başlarında manevi bir lider olmamasından ve bölünmüşlükten dolayı ezilecek ve çeşitli sıkıntılarla karşı karşıya kalacaklardır. Bilindiği gibi seçimle başa gelen bir kişiyi kabul etme konusunda yıllardır sorun yaşanmakta; Müslümanlar böyle bir mantıkla lider seçmeyi kabul etmemektedirler. Bu sebeple seçim mümkün olmayacak ve herhangi bir kişi etrafından toplanmaları da mümkün olmayacaktır.

Dolayısıyla Müslümanların tek bir liderin önderliğinde birlik olabilmeleri için ‘tek çözüm, Allah’ın belirlediği ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde haber verdiği bir kişinin seçilmesi’ olacaktır. Hadislerde bildirilen bir şahıs, lider olarak kabul edebilecekleri tek kişi olacak, Müslümanlar bu kişiye uymada zorlanmayacaklardır. Hz. Mehdi, Bediüzzaman Said Nursi'nin "... Ahir zamanın en büyük fesadı zamanında; elbette en büyük BİR MÜÇTEHİD (içtihad eden büyük İslam alimi), hem en büyük BİR MÜCEDDİD (her yüzyıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük İslam alimi, yenileyen, yenileyici), hem HAKİM, hem MEHDİ, hem MÜRŞİD (doğru yolu gösteren kişi), hem KUTB-U A'ZAM (Müslümanların kendisine bağlandıkları büyük evliyalardan, zamanın en büyük mürşidi) olarak BİR ZAT-I NURANİYİ gönderecek ve O ZAT da Ehl-i Beyt-i Nebevîden (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) olacaktır." (Mektubat, s. 411-412) (Mektubat, s. 441) sözlerinde belirttiği özelliklere sahip olacak ve "en büyük müçtehid" olarak mezhepleri ortadan kaldıracak ve tüm Müslümanlar arasında mezhep birliği sağlayacaktır. Dini Peygamberimiz (sav)'in döneminde yaşandığı gibi özüne döndürecektir. Hiç kimsenin etrafında toplanmayı kabul etmeyen İslam alemi, "en büyük mürşid ve en büyük kumandan" vasıflarını taşıyacak olan Hz. Mehdi'ye kolaylıkla tabi olacaklardır.

Aynı şartlar Hıristiyan alemi için de söz konusu olacaktır. Hıristiyan dünyası da birlik olmada zorluk çekecek ve bundan dolayı ezileceklerdir. İslam'ı kabul etmede ve Kuran'a tabi olmada güçlük çekeceklerdir. Hz. İsa ve Hz. Mehdi de, Müslüman ve Hıristiyan dünyasında yaşanacak bu güçlükleri çözmek için gelecek ve bu durumu kolaylaştıracaklardır.

Tüm bunlar, engellenebilecek gelişmeler değildir; kaderde zaten gerçekleşmiştir. Peygamberimiz (sav), kaderde fiziksel özellikleriyle, üstün ahlakıyla, yapacağı faaliyetlerle Hz. Mehdi'yi müjdelemiştir. Hz. Mehdi de kaderde ortaya çıkmış, İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılmış, yeryüzüne barış, huzur ve adalet getirmiştir. Yine kaderde tüm insanlar ondan razı olmuş, Allah onun muhabbetini tüm insanların kalbine yerleştirmiştir. Hadislerde bildirildiği gibi “uyuyan uykusundan uyandırılmamış, kimsenin kanı akıtılmadan”, fikri mücadelesiyle Deccaliyet’i etkisiz hale getirmiştir. Bazı alimler Hz. Mehdi'ye karşı çıkmış, ancak buna rağmen Hz. Mehdi, dini tüm bidat ve hurafelerden arındırıp özüne döndürmüştür. İstanbul’u manen fethetmiş, Hz. İsa ile biraraya gelmiş, namazda Hz. İsa'ya imamlık yapmış, Hz. İsa'yla birlikte Hıristiyan dünyasıyla ittifak ederek onların da İslam’a tabi olmasına vesile olmuştur. Tüm dünyada “Altınçağ” adı verilen benzersiz bir dönem yaşanmış, Hz. Mehdi görülmemiş bir bolluk ve bereketin yaşanmasına vesile olmuştur. İhtiyaç içerisinde olan kişi Hz. Mehdi'ye gelmiş malı istemiş, Hz. Mehdi de ona malı dağıtmıştır. Peygamberimiz (sav) hadislerinde, gelecekte yaşanacak olayları değil, ‘kaderde olmuş bitmiş ve tamamlanmış olayları’ haber vermiştir. Bunların her biri kaderde olduğu için gerçekleşecektir. Bu nedenle her ne kadar ‘Hz. İsa'yı ve Hz. Mehdi'yi beklemeye gerek yoktur’ densede, bu olacaktır. Bu mübarek şahıslar gelecek ve kaderde kendilerine verilen görevlerini yerine getireceklerdir.

Bunun yanı sıra, ‘Hz. İsa ve Hz. Mehdi'yi beklemeye gerek yoktur’ şeklinde bir üslup kullanmak Allah’a, Peygamberimiz (sav)'e, ayetlere ve hadislere karşı saygıya ve sevgiye uygun bir üslup da değildir. Allah’ın Kuran’da müjdelediği tarihi olaylara vesile olacak, Peygamberimiz (sav)'in sevgiyle anarak müjdelediği mübarek şahıslara yönelik böyle bir yaklaşım doğru değildir. Tam tersine Müslümanların böyle bir müjdeden büyük sevinç duymaları, ‘Allah inşaAllah nasip eder, yakın zamanda gelirler, heyecanla bekliyoruz’ demeleri gerekir. Ayrıca böyle söylemenin ‘kadercilik’ olacağını söylemek de aynı şekilde yanlıştır. Bu olayların yaşanması zaten kaderdedir. Allah Kuran’da İslam ahlakının hakimiyetini vadetmiştir. Bu kaderin dışına kimse çıkamaz. Hatta bunun kadercilik olacağını söylemesi de yine o kişinin kaderindedir.

Bu nedenle, Peygamberimiz (sav)'in ve Bediüzzaman'ın bu büyük müjdelerinin, tüm bu gerçekler unutulmadan değerlendirilmesi gerekir. Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişi hakkında her ne söylenirse söylensin, Allah’ın izniyle kaderde olan mutlaka gerçekleşecektir.

Hz. İsa ve Mehdi'nin Gelişinin Reddedilmesi, Sonucu Değiştirmeyecek; -Allah’ın İzniyle- Kaderde Olan Gerçekleşecektir



Hz. İsa’nın ve Hz. Mehdi’nin gelişi, Peygamber Efendimiz (sav)’in tevatür derecesindeki rivayetleri doğrultusunda İslam aleminde yüzyıllardır beklenen en önemli konulardan biridir. Müslümanlar, bu iki mübarek insanın vesile olmasıyla, İslam medeniyetinin yeniden yükselmesini ve Kuran ahlakının dünyaya hakim olmasını ümitle ve şevkle beklemektedirler. Müslümanlar, Hz. İsa gibi Kuran’da övülen büyük ve mucizatlı bir peygamberi ve Hz. Mehdi gibi, Peygamber Efendimiz (sav)’in vekili olan en büyük mürşidi elbette ki çok sevmekte ve kendi nefislerinden evla görmektedirler.

Ancak kimi insanlar, kitabın başından bu yana anlatılan çeşitli sebeplerle Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişini tevil etmektedirler. Bu amaçla gerektiğinde, ‘Hz. İsa ya da Hz. Mehdi ile ilgili hadislerin ya yanlış olduğunu’ ya da ‘daha önceden çıkmış olduğunu’ savunmaktadırlar. Bu kişiler, Bediüzzaman Hazretleri gibi ‘ahir zaman ile ilgili rivayetleri en iyi açıklayan müceddidlerin izahlarını tefsir yoluyla değiştirmeye’ yönelmekte ve bu fikirleri insanlar arasında bir inanç olarak yerleşik kılmaya çalışmaktadırlar. Hadislerde, Hz. Mehdi’nin yaşından fiziksel özelliklerine kadar tüm özellikleri anlatıldığı ve Bediüzzaman da Hz. Mehdi’nin en büyük müceddid olarak İslam dünyasının önderi olacağını belirttiği halde; ‘Mehdi diye bir şahıs gelmeyecek’ fikrini savunmaktadırlar. Ya da ‘Mehdilik sadece bir şahs-ı manevi, bir ruhtur’ gibi sözlerle, Mehdiyet konusunu pratik hayatta var olmayan şekle getirmeye çalışmaktadırlar. Hatta daha da ileri gidilerek önceki bölümde açıklandığı tarzda, ‘Bediüzzaman da insandır; hata yapmıştır’, ‘Bediüzzaman Mehdi’dir ve bu konu bitmiştir’, ‘İslam ahlakı hakim olmuştur biz zaten islamı yaşıyoruz; herkes istediği yerde namaz kılabilmekte, isteyen istediği gibi hacca gidebilmektedir. Dolayısıyla bu konu kapanmıştır’ gibi izahlar öne sürmektedirler.

Oysa bilindiği gibi, Kuran’da 6000’in üzerinde ayet yer almaktadır. Sadece belirli bazı ibadetlerin yerine getirilmesi, İslam ahlakının hakim olduğu anlamına gelmemektedir. Allah Kuran ahlakının yeryüzüne hakim olacağını Nur Suresi’nin 55. ayetinde müjdelemiştir. Elbette ki bunun gerçekleşmesine vesile olacak bir kişi olacaktır. Allah’ın adetullahı böyledir ve tarihte de hep böyle olmuştur. Allah'ın müminlere bu müjdeyi bildirdiği ayetlerden bazıları şöyledir:


Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da YERYÜZÜNDE 'GÜÇ VE İKTİDAR SAHİBİ' KILACAK, KENDİLERİ İÇİN SEÇİP BEĞENDİĞİ DİNLERİNİ KENDİLERİNE YERLEFIİK KILIP SAĞLAMLAFITIRACAK ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)

ÖYLE Kİ ONU (HAK DİN OLAN İSLAM'I) BÜTÜN DİNLERE KARŞI ÜSTÜN KILACAKTIR; müşrikler hoş görmese bile. (Saf Suresi, 8-9)


Bu ayetlere göre, İslam ahlakı yeryüzüne hakim olacaktır. Bu hakimiyetin başında da manevi bir lider olacaktır. Bu kişi de Hz. Mehdi’dir. ‘Gelmeyecek’ dense de, denmese de, Allah’ın adetullahına göre bu gerçekleşecektir.

Bunun yanı sıra, Allah Kuran’da İslam ahlakının hakim olacağını bildirmektedir ama bu sonuca ulaşılabilmesi için müminlerin Kuran’da bildirilen ayetlerin tümünü samimiyetle yaşamaları ve bu hakimiyetin oluşması için çaba harcamaları gerekmektedir. Allah Kuran’ı bir bütün olarak göndermiştir. Kuran’a göre iman edenler bu ayetlerin hepsinden sorumludur. Peygamberimiz (sav) de, Hz. Mehdi'nin geleceğini ve İslam ahlakını yeryüzüne hakim kılacağını bildirmiştir ancak, bir yandan da tüm Müslümanları Kuran ayetlerinin tümünü yaşamak için samimi çaba harcamaya çağırmıştır. Bu nedenle, insanın Allah’ın ve Peygamberimiz (sav)'in bu vaadine güvenerek, yalnızca kendi işlerine yönelip bu yönde hiçbir gayret sarfetmeden beklemesi son derece yanlıştır. İslam ahlakının hakimiyeti için gayret etmek her Müslümanın vazifesidir.

İslam dini, tüm sıcaklığıyla ve canlılığıyla Peygamberimiz (sav)'in döneminden bu yana tarif edildiği ve kaderde olduğu şekilde yaşanmakta; olaylar tam Kuran’da ve hadislerde haber verildiği şekilde birebir gerçekleşmektedir. Allah’ın Kuran’da işaret ettiği ve hadislerde bildirilen ahir zaman ise halihazırda tüm alametleriyle yaşanmaktadır. Pek çok insan yıllarca, kitap boyunca açıklanan yanlış bakış açılarıyla hareket etmiş ve başkalarının da yanlış bilgilendirilmesine neden olmuş olabilir. Elbette ki tüm bunların iyi niyete dayalı çeşitli makul açıklamaları da olabilir. Ancak önemli olan, ahir zamanın tüm açıklığıyla yaşandığı ve Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin çıkışına dair pek çok önemli alametin birbiri ardınca gerçekleştiği bu dönemde bu yanlıştan dönülmesidir. ‘Bediüzzaman'ın yüzlerce sayfa boyunca tüm İslam ümmetini aldattığı’ şeklindeki yakışıksız ithamdan vazgeçilmesi ve bu büyük İslam alimine atılan iftiranın son bulması gerekmektedir. Allah’ın Kuran’daki vaadine, Peygamberimiz (sav)'in de hadislerde verdiği haberlere mutabık olarak Bediüzzaman Said Nursi de, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişini açıkça müjdelemiştir. Buna rağmen asılsız tevillerle Mehdi beklentisini yok etmeye çalışmak son derece yersiz bir girişimdir. Allah’ın izniyle kaderde takdir edlidiği şekilde Hz. Mehdi çok yakın bir zamanda ortaya çıkacak ve Allah’ın Kuran’daki vaadine ve hadislerdeki haberlere uygun olarak Hz. İsa ile birlikte görevini yerine getirecektir.

 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü