Harun Yahya


Mars'tan Gelen Yaşam Yanılgısı



Yaşamın Mars'tan Dünya'ya gelmiş olabileceği senaryosu, milyarlarca yıl önce Mars'tan kopup gelen meteorların bazı bakteriler taşıdığını, yeryüzünde hayatın tohumlarını bu bakterilerin attığını varsaymaktadır. Oysa bilimsel kanıtlar değerlendirildiğinde bu iddiaların tutarsız olduğu ortaya çıkmaktadır.

Mars'tan gelen yaşam yanılgısı

Hürriyet Gazetesi, 31 Mart 2000
Hayatın kökeninin "uzay", hatta "uzaylılar" olabileceği yönündeki iddialar, aslında birer bilim kurgu senaryosundan başka bir şey değildir. Nitekim bu konudaki yorum ve haberlerde de hiçbir somut kanıttan söz edilmez, sadece "olmuş olabilecek" ihtimaller anlatılır. Oysa "ihtimal" denen bu senaryolar da imkansızdır. Dünyaya meteorlar yoluyla bazı organik bileşikler geldiği varsayılsa dahi, bu bileşiklerin kendi kendilerine hayat oluşturmasının imkansız olduğu kimyasal, fiziksel ve matematiksel bir gerçektir. Dünya'daki hayatın "uzaylılar" tarafından var edilmiş olabileceği yönündeki fantezi ise, hayatın tesadüfle açıklanamayacağını gören, ancak Allah'ın varlığını kabul etmek istemeyen evrimcilerin kaçış çabasıdır. Oysa bu çaba da anlamsızdır, çünkü "uzaylılar" tezi, sadece soruyu bir kademe geriye götürmekte ve "Uzaylıları kim yarattı?" sorusuna dönüşmektedir.
Akıl ve bilim, bizi, tüm canlıları yaratmış olan, ancak Kendisi yaratılmamış, sonsuzdan beri var olan bir Mutlak Varlık'a götürmektedir. Bütün bu sayılanlar, herşeyin Yaratıcısı olan Yüce Allah'ın sıfatlarıdır.


İngiltere'deki Kent Üniversitesi'nden Dr. Mark Burchell hayatın meteorlarla seyahat eden bakterilerle başladığı teorisini ele alanlardan biridir. Burchell, bu teoriyi ispatlamak için çalışmalar yürütüyor olmasına karşın daha ilk başta bir bakterinin meteor üzerine nasıl geçmiş olabileceği sorusunun bile cevapsız olduğunu itiraf etmektedir. Kendisiyle yapılan bir ropörtajda uzayda hayat konusunun içinde bulunduğu bilinmezliği şu şekilde ifade etmektedir:


"Uzayda yaşam üzerinde çalışmak daima zor olmuştur. Uzayda yaşamın var olduğuna dair elimizde herhangi bir kanıt yoktur ve biz henüz kendi gezegenimizdeki yaşamın kökeni hakkında bile emin değiliz."83


Burada hemen belirtmek gerekir ki, bakterilerin Mars'tan Dünya'ya seyehat ettiği ve yeryüzünde hayatın bu şekilde başladığı senaryosu, yaşamın 'nasıl' ortaya çıktığına dair hiçbir cevap verememektedir. Sadece soruyu, "yaşam Mars'ta nasıl ortaya çıkmış olabilir?" şekline dönüştürmektedir. Evrimcilerin, ilk olarak, uzayda var olduğunu iddia ettikleri bakterilerin kökenini açıklamaları gerekmektedir. Fakat yaşamın nasıl başladığına dair her soru karşısında olduğu gibi evrimciler bu soru karşısında da açıklamasızdırlar.

Burchell, güneş radyasyonları, kozmik ışınlar ve başka faktörlerin uzayda bakteri için son derece zorlu bir ortam oluşturduğunu ifade etmektedir. Bunların yanı sıra meteorun atmosfere girdikten sonra yanmaya başlaması, tamamen yanmadan yere ulaşsa bile saniyede 16 kilometreye varan hızlarla yeryüzüne çarpıyor olması, bakterilerin hayatta kalmasını imkansız kılmaktadır.

Korur ve Gould, kanatların kademeli gelişimi modelinin açmazları konusunda gayet haklıdır. Ancak burada vurgulanması gereken çok önemli bir nokta daha vardır. Evrim teorisinin iddialarına göre bir özelliğin seçilmesi için o özelliğin fonksiyonel olması gerekir. En önemlisi, rastlantısal değişimlerin aşama aşama gelişmesi sürecinde canlının yaşamını sürdürebilen "fonksiyonel bir bütün" olması şarttır.

Tüm bunların ötesinde, hayatın meteorlarla yeryüzünde başladığı iddiasını temelden çürüten faktör, böyle bir bakteri uzaydan gelmiş olsa bile, bakterinin başka türlere dönüşmesinin mümkün olmadığıdır.

Genetik ve moleküler biyoloji bilimleri, bir bakterinin DNA'sına mutasyon yoluyla bilgi eklenerek daha karmaşık yapıda organizmaların oluşmasının mümkün olmadığını ortaya koymuştur.

meteor çukuru, Arizona

Dünya'ya düşen meteorların atmosfere girdikleri anda başlayan yüksek ısı ve çarpma anındaki şiddet nedeniyle Dünya’ya canlı bir organizma taşımaları mümkün değildir. Üstte Arizona'daki büyük meteor çukuru görülmektedir. Öte yandan, Dünya dışında canlı varlıklar olduğu varsayılsa bile, evrim teorisinin bunların kökenine de açıklama getirmesi gerekmektedir. Fakat elbette evrim teorisi bu konuda da açıklamasızdır. Hayatın kökenine, Dünya'da veya uzayda olsun, yaratılış dışında bir açıklama getirmek imkansızdır.


Bu varsayıma sunulan hiçbir sözde kanıt yoktur. Örneğin Grönland'da bulunan ve yaşları 3.8 milyar yıllık olarak hesaplanan fosillerin Mars'tan gelmiş olabileceği ileri sürülmektedir. Oysa bu fosillerin gerçek bakterilere ait olduğu kesin olarak doğrulanmış bir bulgu değildir. Gerçek bakterilere ait olsa da, dünya üzerinde bulunmuş olan bu fosillerin uzaydan gelmiş olduğunu kanıtlayan veya bu iddiayı destekleyen hiçbir bilimsel delil bulunmamaktadır. Bilim dünyasında bu iddianın geçerli olup olmadığı hala tartışma konusudur.

Hayatın meteorlar yoluyla uzaydan gelmiş olduğunu savunanlar, meteor üzerinde rastladıkları mikroskobik parçacıklarla, dünyada rastladıkları organizmaların kalıntıları arasında benzerlikler kurmaktadırlar. Örneğin Mars'tan geldiği tahmin edilen bazı meteorlarda karbon kürecikler ya da magnetit kristaller bulunduğu ileri sürülmüş ve bunların meteor üzerinde yaşamış organizmalara ait kalıntılar olduğu iddia edilmiştir. Ancak bu benzerlikler kanıtlanmış değildir. NASA'nın Johnson Uzay Merkezi'nden Everett Gibbson bu konuda şunları söylemektedir:


"Yeryüzü mikrofosilleri, biyofilmleri ve üç Mars meteorunda rastlanan özellikler arasındaki benzerlikler ilgi çekicidir ancak kesin şekilde ispatlanmamıştır."84


Ayrıca çarpışma sırasında yaklaşık 65000C gibi yüksek bir ısı ortaya çıkması bu karbon küreciklerin canlı organizmalara ait olma ihtimalini ortadan kaldırmaktadır. 1996 yılında jeolojik mikro yapıların analizinde uzman bir ekip tarafından yapılan araştırmada, Mars'tan geldiği ileri sürülen bir meteor üzerindeki minerallerin oluşabilmesi için 65000C sıcaklık ortaya çıkması gerektiği ve bu kadar yüksek ısılara hiçbir organizmanın dayanamayacağı hesaplanmıştır.85

Bu yöndeki iddialara dayanak olarak 1911 yılında Mısır'ın Nakhla köyüne düşen bir meteorit öne sürülmekte, bunun üzerinde yaşam kalıntıları bulunduğu iddia edilmektedir. Ancak bu kalıntıları inceleyen bilim adamları, 2001 yılında PNAS (Proceedings of the National Academy of Sciences) dergisinde yayımlanan bir makalelerinde bu meteora bakarak Mars'ta yaşam olduğu sonucuna varmayı doğru bulmadıklarını belirtmişlerdir:


"Önceki açıklamaların aksine mevcut kristalografik ve morfolojik kanıtların, Mars'ta geçmişte yaşam bulunduğu tezini desteklemeye yeterli olmadığı görüşündeyiz."86


Sonuç:



"Mars'tan gelen hayat senaryoları" bilimsel kanıtlardan yoksundur. Evrimcileri bu hayali senaryolara sarılmaya iten şey, yaşamın yeryüzünde tesadüfen başladığı iddialarını delillendirmede tamamen çaresiz oluşlarıdır.

Yaratılışçı Phillip Johnson, yaşamın kökenlerini uzayda arama çabasının aslında "çözümü imkansız bir problemi, çözülmüş olduğu izlenimi verecek şekilde uzaya göndermek"ten ibaret olduğunu yazmıştır.87

Yaşamın kökenini, gezegenler arası seyahat eden bakterilerde aramak anlamsızdır. Dahası, çeşitli gezegenlerde bakterilerin varlığı, yine evrimciler açısından açıklamasızdır. Yaşamın gerçek kökeni yaratılıştır. Allah, yeryüzündeki milyonlarca canlıyı yoktan var etmiştir. Evrimciler, bu gerçeği kabul etmek istemedikleri sürece, tüm bilimsel veriler kendi aleyhlerinde olacaktır.

Yüce Allah Kuran'da şöyle bildirir:







İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka İlah yoktur. Herşeyin Yaratıcısıdır, öyleyse O'na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir. Gözler O'nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder. O, latif olandır, haberdar olandır.(Enam Suresi, 102-103)







Mars'ta Yaşamın Muhtemel Varlığı, Evrim Teorisini Neden Desteklemez?



Evrimci medyanın 'ideolojik heyecan' ürettiği zamanlar vardır. Darwinistler böyle dönemlerde, kendi dünya görüşleri açısından heyecanlı buldukları bir bilimsel gelişme söz konusu olduğunda bunu yüksek sesle ve evrimci yorumların eşliğinde duyururlar. Meseleyi soğukkanlılıkla değerlendiren bir göz, yapılan yorumlarla bulgunun niteliği arasında bir uyuşmazlığın bulunduğunu, evrimcilerin, hayalci ve abartılı bir üslupla konuya yaklaştığını kolaylıkla görebilir. Mars'ta yaşamla ilgili spekülasyonlar da böyledir. Gezegende suyun varlığına dair haberler söz konusu olduğunda evrimci medya bunu derhal, "Buz! Demek ki, su! Demek ki, hayat! " tipinde manşetlerle vermekte, yaşamın sadece Dünya'ya has olmayabileceği, Mars'ta bir şekilde evrimleşerek meydana gelmiş olabileceği yönünde iddialar ortaya koyabilmektedir. Oysa ihmal ettikleri en büyük gerçeklerden biri, Mars'ta yaşamın muhtemel varlığının, evrim teorisi için bilimsel kanıt sağlamamasıdır.






Darwiniz'in akıl ve bilim dışı formülü


 



Darwinizm'in Akıl ve Mantık Dışı Formülü
Bol çamurlu su + Uzun zaman + Bol tesadüf = Medeniyet





Darwinizm'in akıl dışı formülü basittir: Çamurlu su+zaman+tesadüfler. Darwinistler, bunların birleşimi sonucunda birbirinden çeşitli hayvanların, bitkilerin, kuşların, ağaçların, insanların, jetlerin, uçakların, gökdelenlerin, profesörlerin, bilim adamlarının, Londra'nın, İstanbul'un, şu an dünya üzerinde var olan üstün medeniyetin ortaya çıktığını iddia ederler. Bunun nedeni, Darwinistlerin yaratılmış mükemmellikler üzerinde düşünmemeleri, Yaratılış Gerçeğini kabul etmek istememeleri ve dolayısıyla Dünya'yı ve yaşamı çok basitçe açıklama eğiliminde olmalarıdır. Kuşkusuz ki aklını kullanabilen hiçbir insan, bu basit mantığın geçerliliğine inanmayacak, Darwinist propagandalara artık kanmayacaktır.






Öncelikle belirtmek gerekir ki, 'su = yaşam' şeklinde özetlenebilecek bakış açısı bilimsel değildir, yanlıştır. Su, yaşam için çok gerekli bir madde olmasına rağmen yaşamın dayandığı tek madde değildir. Yaşam için gerekli çok sayıdaki şartı tamamen gözardı ederek, son derece karmaşık yapıdaki canlılığı, suyun bulunduğu her yerde kolayca ortaya çıkabilecek bir olgu olarak sunmak bilimsel değil, bilgisizce ortaya atılmış ideolojik bir bakış açısının göstergesidir.

Amerikalı astronom Dr. Hugh Ross, 'Mars'ta Su; Bu Ne Anlama Geliyor?' başlıklı yazısında şunları yazmıştır:

Mars'ta yaşam

Bir gezegende canlılık olabilmesi için çok fazla şartın birarada olması gerekir. Bu nedenle evrimcilerin Mars'ta yaşam iddiaları masaldan öteye gidememektedir.



'[Mars'ta yaşam spekülasyonlarıyla ilgili] İdeolojik heyecanın sebebi, 'Sıvı su eşittir yaşam' şeklindeki popüler (ama mantığa aykırı) fikirdir. Suyun, yaşam için gerekliliği tartışılır olmamasına rağmen, bilim, sıvı suyun yaşam için çok sayıdaki gereklilikten sadece biri olduğunu göstermiştir, tek gereklilik olduğunu değil. Araştırmacılar, bir gezegen sistemindeki bir gezegende yaşamın var olması için yüzden fazla, sudan bağımsız, farklı gereklilik tanımlamışlardır. Bu gerekliliklerin çoğu, sıvı suyun yansıttığından çok daha fazla ölçüde hassasayar yansıtır.

Tüm diğer gereklilikler sağlanmış olsa bile, sıvı su yaşamı desteklemek için yeterli değildir. Canlılar, yaşamlarını sürdürebilmek için suyun her üç halde (gaz, sıvı ve buz) uzun süre bulunmasına ihtiyaç duyarlar. Kara yaşamı, bunlara ilaveten, bol miktarda ve sabit bir su döngüsüne ihtiyaç duyar ki Mars Global Surveyor[*], bunun Mars'ta hiç bulunmadığını göstermektedir'.88


Ross'un sözleri, evrimcilerin heyecanının yersizliğini çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Ancak Mars'ta yaşam spekülasyonlarıyla ilgili belirtilmesi gereken bir nokta daha vardır. Uzayda suyun, hatta yaşamın varlığı kanıtlansa da, bu durum nedeniyle ideolojik bir heyecan hisseden kesimlerin görüşlerine bilimsel bir kanıt oluşturmayacaktır. Yaşamın uzayda var olması sadece yaşamın, dünya dışında da mevcut olduğunu gösterecektir, yaşamın bu gezegende rastlantıların ürünü olarak evrimleştiğini değil.

Mars'ta yaşam formları bulunsa bile bunların Dünya'dan Mars'a yolculuk etmiş olması gerekmektedir. Nitekim "Başka gezegenlerde yaşam var mı?" sorusunu soran bir New Scientist makalesinde, 'Mars'ta yaşam bulunsa bile bu yönde herhangi bir sonuca varılamayacağı, çünkü Kızıl Gezegen ile Dünya arasında kaya alışverişinin düzenli olarak sürdüğü' belirtilmiştir.89

Pathfinder uzay aracı

Pathfinder uzay aracı tarafından 1997 yılında çekilen görüntüler, Mars'ın yüzeyinin büyük ölçüde demir mineralleri ile kaplı olduğunu ve yaşama elverişsiz bir atmosferi olduğunu göstermiştir.


Dolayısıyla gelecekte bir gün, Mars'ta yaşamın varlığı kanıtlanırsa, evrimci yorumlara başvuranlar hayalci ve abartılı bir yaklaşım sergilemiş olacaklardır. Örneğin deniz seviyesinden beşbin metre yüksekte bulunan bir dağ zirvesinde bir otomobilin bulunması küçük bir ihtimaldir. Ama gerçekten bulunacak olursa bu otomobilin doğa kuvvetleri ve tesadüflerin etkisiyle yüz milyonlarca yıllık bir süreçte orada kendi kendine var olduğunu ilan etmek akılcı olmayacaktır. Otomobilde bulunan ve tesadüfleri reddeden tasarım dolayısıyla bunun oraya nasıl gelmiş olabileceği üzerinde düşünmeye başlamak daha gerçekçi bir tavır olacaktır. Böyle yapan birisi, örneğin, otomobilin o bölgedeki bir jandarma kurtarma birliğinin aracı olduğunu görebilecektir. Yaşamın Mars'ta evrimleşmiş olabileceğine dair spekülasyonların, bu hikayede otomobilin dağ başında kendiliğinden ortaya çıktığını iddia etmekten daha akıl dışı olduğu bilinmeli, medyanın bu propagandaya verdiği primin ideolojik sebepli olduğu akılda tutulmalıdır.

_____________________________________

[*] Mars Global Surveyor: 1997 yılında, Mars etrafındaki yörüngesine oturtulan uzay aracıyla gerçekleştirilen altı aşamalı araştırma görevi.


Darwinistler'in Yanıltıcı Etiketi: Yakınsak Evrim



yakınsak evrim, homoloji tezi

Bir uçan sürüngenin, bir kuşun ve bir yarasanın kanatları. Aralarında evrimciler tarafından hiçbir ilişki kurulamayan bu kanatlar, benzer yapılara sahiptirler. Farklı canlılar arasındaki bu benzerlik, evrim teorisi ile kesin olarak açıklanamamaktadır.


Yakınsak evrim' terimi, canlılardaki benzer yapıların benzer çevresel ihtiyaçlara bağlı olarak birbirinden bağımsız süreçlerde gerçekleştiği varsayılan hayali evrimi tanımlamak için Darwinistler tarafından kullanılır. Örneğin, evrimcilerce yakınsak evrimle ortaya çıktığı varsayılan yapılardan birisi, kanattır. Bir memeli olan yarasada kanat vardır, kuşlarda kanat vardır, sineklerde de kanat vardır, ayrıca geçmişte yaşamış bazı uçan sürüngenlerde de kanat vardır. İşte bu gibi genel hatlarıyla benzeyen yapıları evrimciler, evrim delili gibi kullanmaya çalışırlar. Ancak bu son derece yanıltıcıdır.

Evrim teorisine göre, canlılardaki benzer yapılar ortak atadan kalıtımın ürünü kabul edilir (homoloji tezi). Oysa kuş, yarasa, uçan sürüngen ve sinekler birbirinden derin fizyolojik ve morfolojik farklılıklarla ayrılan, hayali evrim ağacında bile birbirlerine çok uzak canlılardır. Ve bu dört farklı sınıfın, evrimcilerce önerilebilmiş hayali de olsa ortak bir atası bulunmamaktadır.

Peki nasıl olup da, evrim teorisinin iddialarına göre bile birbirlerinden on milyonlarca, yüz milyonlarca yıl önce ayrılmış olan bu canlıların soylarında böylesine çarpıcı benzerlik ortaya koyan yapılar gelişebilmiştir?

Açıktır ki, burada homoloji teziyle açıkça çelişen bir durum söz konusudur. Evrimciler işte bu noktada "yakınsak evrim" hikayesine başvurmakta, kanatın bu canlıların ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde birbirinden bağımsız olarak, dört defa evrimleşmiş olduğunu iddia etmektedirler. Ancak bunu yaparken tarihsel bir gerçekten söz eder gibi bir anlatım ortaya koymakta fakat bilimsel bir delil getirememektedirler. Görünürde kendinden emin olan bu anlatım şekline profesyonel bilim dergilerinin sayfalarında sık sık rastlamak olasıdır.

Ancak bu durum yanıltıcı olmamalıdır. 'Yakınsak evrim' tamamen hayali bir süreçtir, bilimsel olarak açıklanmış bir süreç kesinlikle değildir. Evrimciler, yakınsak evrim gibi hayali bir süreci kullanarak doğadaki birtakım benzerlikleri açıklar gibi bir görünüm vermek isterler. Aslında yaptıkları şey teorilerini açıkça reddeden birtakım benzerlikleri hasıraltı etmektir. Yakınsak evrimle ilgili aşağıda açıklanan gerçekler okunduğunda, bunun evrim teorisini ayakta tutmak için kullanılan bilim dışı bir araç olduğu anlaşılacaktır.


1. Aralarında evrimsel ilişki kurulamayan canlılarda görülen benzerliklere iki çarpıcı örnek:



Evrim teorisine göre, keseliler ile plasentalı memelilerin 100 milyon yıl kadar önce birbirlerinden ayrılmış olduğu varsayılmaktadır. Ancak ne gariptir ki, evrime göre birbirlerinden bu kadar derin zaman dilimleriyle ayrılan bu canlılardan bazıları neredeyse aynı özelliklerde yapılara sahiptir.

Plasentalı ve keseli memeliler arasındaki ilginç benzerliklerden biri, Kuzey Amerika kurdu ile Tazmanya kurdu arasındadır. Bu canlılardan ilki plasentalılar, ikincisi ise keseliler sınıflamasına dahildir. Evrimci biyologlar, bu iki farklı canlı türünün tamamen ayrı birer evrim tarihine sahip olduklarına inanırlar.90 (Avustralya kıtasının ve çevresindeki adaların Antartika'dan ayrılmasından itibaren, keseli ve plasentalı memelilerin ilişkilerinin kesildiği varsayılır ve bu dönemde hiçbir kurt türü yoktur.) Ancak ilginç olan, Tazmanya kurdu ile Kuzey Amerika kurdunun iskelet yapılarının neredeyse tamamen aynı olmasıdır. Özellikle kafatasları, yan sayfadaki şekilde görüldüğü gibi, birbirlerine olağanüstü derecede benzerdir.

 

Bir diğer çarpıcı örnek, farklı canlıların gözlerindeki şaşırtıcı benzerlik ve yapısal yakınlıktır. Mürekkep balığı ve insan, aralarında hiçbir evrimsel bağlantı kurulamayan, son derece farklı canlılardır. Fakat her ikisinin de gözleri, yapı ve fonksiyon bakımından birbirine çok yakındır. Evrimcilerce insanla mürekkep balığının benzer gözlere sahip ortak bir atası olarak önerilebilen hiçbir aday bulunmamaktadır, çünkü ikisi birbirine biyolojik olarak son derece uzaktır.

 


2. Yakınsak evrim, bilimsel olarak açıklanmış bir süreç değildir



Evrimciler, Tazmanya kurdu ile Kuzey Amerika kurdu arasındaki kafatası anatomisi benzerliğini; mürekkep balığı ile insan arasındaki göz anatomisi benzerliğini ya da sinek, yarasa, uçan sürüngen ve kuş arasındaki kanat anatomisi benzerliğini yakınsak evrimin ürünü kabul etmektedirler. Ancak bu gibi benzerlikleri profesyonel bilim dergilerinde açıklar görünen bilim adamlarının, yakınsak evrimden tarihsel bir gerçekmiş gibi söz etmeleri yanıltıcı olmamalıdır. Bu kendinden emin üslup herhangi bir bilimsel veriye dayanmamakta, sadece söz konusu bilim adamlarının evrime olan dogmatik bağlılığını kanıtlamaktadır.



HOMOLOJİ TEZİNE MEYDAN OKUYAN MEMELİLER
homoloji tezi

1: Kuzey Amerika kurdunun kafatası, 2: Tazmanya kurdunun kafatası.

TAZMANYA KURDU VE KUZEY AMERİKALI BENZERİ
Keseli memeliler ile plasentalı memeliler arasında "ikiz" türlerin bulunması, evrimcilerin homoloji tezine çok büyük bir darbedir. Örneğin üstteki keseli Tazmanya kurdu ile, Kuzey Amerika'da yetişen plasentalı kurt, birbirlerine olağanüstü derecede benzerdir. Yanda, bu iki canlının birbirlerine çok benzeyen kafatasları yer alıyor. Hiçbir "evrimsel akrabalık" öne sürülemeyen iki canlı arasında bu denli benzerlik olması, evrimci homoloji tezini temelsiz bırakmaktadır.

DEV DİŞLERE SAHİP İKİ İLGİSİZ MEMELİ
Plasentalı ve keseli memeliler arasındaki olağanüstü derecede benzer "ikiz"lerin bir diğer örneği, her ikisi de dev ön dişlere sahip yırtıcı birer memeli olan Smilodon (üstte sağda) ve Thylacosmilus'dur. (üstte solda) Aralarında hiçbir evrimsel bağlantı kurulamayan bu canlıların kafatası ve diş yapılarının olağanüstü derecede benzer oluşu, benzer yapıların evrime delil oluşturduğu yönündeki homoloji tezi anlayışını bir kez daha açmaza sokmaktadır.


Evrimcilerin bir dogma olarak doğru kabul ettikleri yakınsak evrimin nasıl gerçekleşmiş olabileceği sorusu, aslında evrimciler için tamamen cevapsızdır. Örneğin, İngiliz bilim dergisi New Scientist "Yaşamın Gizemleri" başlığıyla yayınladığı bir makalede evrimci Frans de Waal'dan şu sözleri aktarmaktadır:


"Yakınsak evrimle ilgili büyük problemlerden biri, yaşamın aynı probleme birden fazla kez birbirine sıradışı derecede benzer olan çözümlerle geldiği bulgusudur. Kamera tipi göz, buna iyi bir örnektir. Peki, yaşamı belli çözümlere yönlendiren şey nedir? Yaşamın üzerinde hareket etmeye zorlandığı bir tür 'temel zemin', daha derin bir prensipler grubu veya modeli var mıdır?"91


Waals, kamera tipi gözün sözde yakınsak evrimin hangi prensiplerine göre gerçekleşmiş olabileceği konusunu bilimin en büyük soruları arasında anmaktadır. Evrimci Frank Salisbury ise bu soruyu düşünmenin başını ağrıttığını yazmaktadır:


"Göz kadar kompleks bir organ bile farklı gruplarda ayrı ayrı ortaya çıkmıştır. Örneğin ahtapotta, omurgalılarda ve artropodlarda. Bunların bir defa ortaya çıkışlarını açıklamak yeteri kadar problem oluştururken, modern sentetik (neoDarwinist) teoriye göre, farklı defalar ayrı ayrı meydana geldikleri düşüncesi başımı ağrıtmaktadır."92


mürekkep balığı gözü ve insan gözü

Mürekkep balıkları, evrimcilerin ortaya attıkları hayali "hayat ağacı"na göre insana en uzak canlılardan biridir. Ancak mürekkep balığı gözü ile insan gözü son derece benzer bir yapıya sahiptir. Bu durum, benzer yapıların hayali evrime delil olmadığının bir göstergesidir.


Buradan anlaşıldığı gibi evrimci Waals ve Salisbury gözün yakınsak evrimle ortaya çıktığına inanmakta ancak kendilerine sorulacak "nasıl?" sorusuna verecek hiçbir cevapları olmadığını ifade etmektedirler.

Darwinizm'in etkili eleştirmenlerinden Cornelius G. Hunter, evrimcilerin yakınsak evrimle ilgili iddialarını detaylarıyla araştırmış bir bilim adamıdır. Hunter, evrimcilerin yakınsak evrim açıklamasının bilimsel değeri hakkında şunları ifade etmektedir:


"Kuşkusuz evrim teorisyenleri tüm bunları [aralarında evrimsel ilişki kurulamayan canlılardaki benzerlikleri] kendilerince açıklayabilir ama açıklamalar, evrimin 'süreç içinde belli bir çevresel koşullar kümesinde hayvan veya bitki hayatı için en verimli yapıyı nasıl seçtiği' hakkında kapsamlı genellemelerin ötesine geçmemektedir."93


Kısacası evrimcilerin bunları açıklamada yaptığı şey, söz konusu organların faydasına bakarak, bunların hayvana bu faydayı kazandıracak şekilde evrimleştiği ve bunun birden fazla kez gerçekleştiği masalını anlatmaktan ibarettir. Ve yakınsak evrime dair evrimci yargılar, her ne kadar kendinden emin görünürlerse görünsünler, birer bilimsel açıklama değil, evrimi bir dogma olarak kabul etmiş bilim adamlarının inanç ifadeleridir.


3. Benzerliklerin homoloji ürünü mü yoksa yakınsak evrim ürünü mü olduğu açıklaması, ön yargıya dayalı bir tercihin sonucudur. Ve bu tercihle ilgili belirsizlikler "gerçekten endişe vericidir".



homolog organlar

Darwinistler, hayali ortak ataya sahip olan canlıların homolog organlar geliştirdiğini iddia ederler. Bu doğrultuda hareket ederek, şempanze kolu ile yunus yüzgecinin de ortak bir evrimleşme sürecinden geçtiklerini öne sürerler. Oysa bu iddia büyük bir yalan, kapsamlı bir aldatmacadır. Evrimcilerin aralarında akrabalık ilişkisi kuramadıkları canlılar arasındaki benzer organların açıklaması, birkaç sonuçsuz evrimci çaba ile karşılaşmış, ama hala Darwinistler tarafından yapılamamıştır. Darwinistlerin açmazlarından birini oluşturan homolog organlar, her türlü spekülasyona rağmen, evrimi inkar etmeye devam etmektedir.


Evrimcilerin homoloji tezi, benzer morfolojilere (yapılara) sahip tüm canlılar arasında evrimsel bir ilişki kurma mantığına dayanır. Oysa evrimcilerin hayali sınıflandırmalarına göre, aralarında yakın akrabalık ilişkisi kurulamayan canlılar arasındaki benzerliklere sık sık rastlanmaktadır. NeoDarwinizm'in önemli eleştirmenlerinden moleküler biyolog Michael Denton, homolojiyle açıkça çelişen bu durumu şöyle ifade eder:


"Doğa, yakınsaklığın örnekleriyle doludur: balinaların, ihtiyozorların ve balıkların genel şeklindeki benzerlik; balina ve ihtiyozorun yüzgeçlerinin kemik yapısındaki benzerlik; bir katır ile bir böcek türü olan katır çekirgesinin ön bacaklarındaki benzerlik; omurgalılar ve kafadan bacaklıların göz tasarımındaki büyük benzerlik ve kuşlar ile memelilerin kulak salyangozundaki benzerlik. Tüm bu örneklerde benzerlikler, oldukça çarpıcı olmalarına karşın, yakın biyolojik ilişki göstergesi değildirler."94


Bu durum karşısında, evrimciler bu organların "homolog" (yani ortak bir atadan gelen) organlar değil, "analog" (aralarında evrimsel ilişki olmadığı halde birbirine çok benzeyen) organlar olduğunu söylerler. Örneğin insan gözü ile ahtapot gözü onlara göre analog bir organdır. Ancak bir organı homolog kategorisine mi, yoksa analog kategorisine mi dahil edecekleri sorusu, tamamen evrimcilerin ön yargılarına göre cevaplanır. Elbette bu cevaplar evrimciler arasında süregelen tartışmaları hiçbir zaman sonuçlandırmamaktadır. Hatta bu durum evrimciler açısından endişe verici bir boyut taşımaktadır. Darwinizm'in günümüzdeki en bilinen savunucularından Richard Dawkins bunu şöyle itiraf eder:


"Eğer taksonomistler akrabalık derecesini ölçmede benzerlikleri kullanıyorlarsa neden bu hayvan çiftlerini birleştirir görünen esrarengiz yakınlıklara aldanmamışlardır? Veya, soruyu daha endişe verici bir şekilde sorarsak, taksonomistler bizlere iki hayvanın - örneğin tavşanın ve yaban tavşanının gerçekten yakından bağlantılı olduğunu söylediklerinde, muazzam bir yakınsaklıkla aldanmadıklarını nasıl bilebiliriz? Bu soru gerçekten endişe vericidir çünkü taksonomi tarihi, taksonomistlerin geçmiş meslektaşlarının tam da bu nedenden ötürü yanıldıklarını ilan ettikleri örneklerle doludur... Gelecek nesil taksonomistlerin, fikirlerini bir kez daha değiştirmeyeceklerini kim söyleyebilir ki? Yakınsak evrim, yanıltıcı benzerlikleri böylesine etkili şekilde aldatıcı kıldığına göre, taksonomiye nasıl bir güven besleyebiliriz?"95


Bu sözlerden de anlaşıldığı gibi evrimciler bir organın homolog değil analog ya da analog değil homolog olduğuna dair iddialarını savunmada, henüz kendilerini bile ikna edici derecede sağlam görünür kriterlere sahip değildirler.


4. Evrimcilerin, teorilerinin aleyhindeki kanıtları örtbas etme yöntemi: Yakınsak evrim



Yukarıda anlatılanlar, yakınsak evrimin herhangi bilimsel bir dayanaktan yoksun, tamamen hayali bir açıklama olduğunu açıkça göstermektedir. Ancak evrimciler, tüm bilimsel yetersizliğine rağmen bu hayali açıklamaya sıklıkla başvurmaktadırlar. Neden? Çünkü bu hayali açıklama, bilimsel araştırmaların önlerine koyduğu ve evrimciler açısından son derece rahatsız edici bazı gerçekleri örtbas etmelerine yardımcı olmaktadır.

Denton'ın da belirttiği gibi doğada, aralarında biyolojik ilişki kurulamayan canlıların son derece benzer yapılara sahip olması sık rastlanır bir durumdur. Buna dair her örnekte, evrimcilerin "benzerlikler ortak atadan kalıtımın delilidir" şeklinde özetlenebilecek homoloji tezi sarsılmaktadır. Bu durumda bilimsel olarak uygun tutum, oldukça fazla ve somut bulgu tarafından reddedilen homoloji tezinin yanlışlığının kabul edilmesidir. Ancak evrimciler, homoloji tezinin aldığı yaraları konu edecekleri yerde, ortadaki toz bulutunu, hemen yakınsak evrimi sahneye davet ederek perdelemeye çalışmaktadırlar. Böylece ortak atadan kalıtım tezini reddeden bilimsel bulgulara, yakınsak evrim etiketi kullanılarak, evrimle açıklanmış izlenimi verilmektedir.

San Diego Üniversitesi'nde görev yapmakta olan Casey Luskin, bu benzerliklerin bir plan sonucu ortaya çıktığını savunan bir bilim adamıdır. Luskin, evrimcilerin yakınsak evrim açıklamalarının, teoriyi reddeden kanıtları 'halı altına süpürmekten' farksız olduğunu belirttikten sonra şöyle demektedir:


"Ancak aleyhteki bu örnekler bir yere gitmemektedir ve kanıtların tutarsız bir şekilde ele alınması, bilimde hayatta kalmak için uzun vadede uygun bir davranış değildir".96


5. Yakınsak evrim akla aykırı bir senaryodur



Biyoloji hakkında biraz bilgi sahibi olan bir kişi, yakınsak evrim iddiası üzerinde düşündüğünde, bunun akla tamamen aykırı bir senaryo olduğunu görebilir. ?imdi bunu kısaca açıklayalım.

Kanat, kafatası ve gözdeki benzerlik örnekleri, canlıların dış görünümüyle yani morfolojileriyle ilgilidir. Canlıların morfolojisi yani dış görünümü de DNA'daki genetik bilgiye göre belirlenir. Bu yüzden yakınsak evrim senaryosu, bu yapıların moleküler seviyede bir evrimin ürünü olduğunu varsaymaktadır. Bu iddiaya göre bunları üreten moleküller birbirlerinden bağımsız yollardan, benzer yapıları geliştirecek şekilde, yani yakınsak evrimle evrimleşmiş olmalıdır. Ancak bu senaryo, bilimsel bulgular karşısında gerçekdışı bir hayal olmaktan öte anlam taşımamaktadır. Bunu açıkça ortaya koyan bir örnek, evrimci Paul Erbich'in çalışmasıdır.

1969 yılında yapılan bir bilimsel keşif, hemoglobinin çok değişik canlı kategorilerinde tamamen aynı yapı ve fonksiyonda bulunduğunu ortaya koyarak homoloji tezi (ortak atadan kalıtım) iddiasına öldürücü bir darbe vurmuştur. Evrimci Paul Erbich, 1985 yılında yayınlanan bilimsel makalesinde, çok farklı canlı kategorilerinde paylaşılan hemoglobin molekülünün rastlantısal evriminin ihtimal hesabını yapmıştır. Erbich, bu molekülün farklı farklı kollardan evrimleşme senaryosunu matematiksel olarak irdelediği yazısında şunları yazmıştır:


"Yaklaşık olarak aynı yapı ve fonksiyona sahip (homolog) proteinler filogenetik olarak [hayali hayat ağacı üzerindeki bağlantıları açısından] farklı olan hatta uzak olan kategorilerde ortaya çıkarılmaktadır (örneğin omurgalılarda, bazı omurgasızlarda ve hatta belli bitkilerde bulunan hemoglobin molekülleri)... Yaklaşık olarak aynı yapı ve fonksiyona sahip iki proteinin yakınsak evrimle ortaya çıkma ihtimali makul sayılamayacak kadar azdır, böyle bir yakınsaklığın gerçekleşme ihtimalini görünürde artırabilecek olan mevcut tüm şartlar sağlanmış olsa bile. Buna göre, iki farklı ancak fonksiyonel olarak bağlantılı proteinin rastlantısal evriminin makuliyet derecesi daha fazla görünmemektedir". 97


Erbich'in matematiksel incelemeye dayalı bu yorumu, sadece iki protein düzeyinde yakınsak evrimin olasılığı hakkındadır. Örneğin, insan ve mürekkep balığında paylaşılan göze dair yakınsak evrim senaryosunda ise, yapısal ve fonksiyonel olarak çok geniş bir çeşitlilik ortaya koyan miktarda protein söz konusudur. Erbich'in yorumlarına göre gözün yakınsak evrimi senaryosunun tamamen ihtimal dışı ve akla aykırı bir senaryo olduğu açıktır.






gözün yapısı




Retinanın optik bölümü







Koroid







Koroidi saran boşluk







Sklera







Tenon kapsülü







Episkleral boşluk







Sarı benekteki oluk







Optik sinirin dış kılıfı







Aracknoidaltı boşluğu







Skleradaki delikli bölge







Merkezi retinal atardamar ve toplardamar







Optik sinir (II)







Camsı kanal







Camsı cisim







İç yan rektus kası







Dişli çizgi







Siliyal işlemler







İridokorneal açı







Arka kamera







Ön kamera







Kornea







Mercek kapsülü







Mercek







İris







Merceğin asıcı bağı







Skleral kemik







Schlemm kanalı







Siliyal yapı ve siliyal kas







Retinanın siliyal bölümü







Yan rektus kas tendonu





Evrimcilerin yakınsak evrim senaryolarına göre, mükemmel komplekslikteki göz yapısının farklı canlılarda farklı farklı evrimleşmiş olması gerekmektedir. Bu göz yapısının henüz insanda nasıl evrimleşmiş olabileceğine açıklama getirememiş olan Darwinistlerin, aynı yapının mürekkep balığında hatasız şekilde yeniden nasıl evrimleşebileceğini açıklamaları imkansızdır.






Bunun akla ne derece aykırı olduğunu göstermek için şöyle bir örnek verilebilir:

Birbirlerinden habersiz olarak ve farklı ortamlarda çalışan ve mimar, mühendis ve işçilerden meydana gelen iki kalabalık gruptan birer "şehir" tasarlayıp imar etmelerinin istendiğini farz edelim. Ve bu şehir tren istasyonu, hastaneleri, parkları, konutları, yolları ile eksiksiz bir şehir olsun.

Bu iki grubun uzun bir süre çalıştığını ve ürettikleri şehirleri incelediğimizi farzedelim. Acaba bunların birbirlerine neredeyse tıpatıp benzer olma ihtimali olabilir mi? Elbette olamaz ve bunu iddia etmek akla aykırıdır.

Üstelik yakınsak evrim senaryosuna inanmak, bu iki şehrin birbirine son derece benzer olacağına inanmaktan daha da akıl dışıdır. Çünkü verdiğimiz örnekte, bir amaca yönelik olarak hareket eden bilgi ve yetenek sahibi işçiler çalışmaktadır. Evrimcilerin senaryosunda ise tesadüflere dayalı, hiçbir aklı bulunmayan, planlama ve ileriyi görme yetenekleri bulunmayan mutasyonların çalıştığı varsayılmaktadır. Kısaca hatırlayacak olursak, bilimsel gözlemler, mutasyonların genetik bilgiyi tahrip ettiğini, canlı için yıkıcı nitelikte olduğunu ortaya koymuştur.

Buna göre, yakınsak evrimi savunan evrimcilerin inancı; mevcut yapı malzemelerinin ardı ardına gelen depremlerle organize olacağı ve ortaya birbirine neredeyse tamamen benzer iki şehir çıkarabileceği inancı kadar kör bir inançtır.


6. Analog organların gerçek kökeni Yaratılış'tır



uçak motorları

Farklı uçak fabrikaları, uçakların motorunu, uçak motoru üreten belli bir fabrikadan seçip alabilirler. Farklı uçak tiplerinin aynı motora sahip olması, motorun üç ayrı defa farklı uçaklara uygun şekilde evrimleştiğinin göstergesi değildir. Biyolojik yapılar ise, uçak motorlarından çok daha kompleks yapılardır. Bunlarda benzer organların tesadüfen ortaya çıktığını iddia etmek hem mantığa aykırıdır, hem de bilimsel yönden geçersizdir. Canlılardaki ortak özellikler ortak yaratılışın birer göstergesidirler. Canlılardaki kusursuz biyolojik yapıları yaratan ise, üstün güç sahibi olan Allah'tır.


Evrimci ön yargılara körükörüne bağımlı olmayan birisi için, "Analog olarak nitelenen organların kökeni nedir?" sorusuna verilebilecek akılcı cevabın yaratılış' olduğu açıktır. Bu yazıda örnek verilen kanat, kafatası ve göz gibi organlar, kendi içlerindeki kompleks organizasyonlarıyla açık bir olağanüstülük ve komplekslik ortaya koymaktadırlar. Dahası, bu organlar canlıların hayatlarını çevreye uyum sağlamış şekilde sürdürmelerine katkılarıyla da bir amaç ve dolayısıyla bir plana göre yaratılmışlardır.

Ayrıca bu organların her biri 'kompleks morfolojik yenilikler'dir. Fosil kayıtlarında kanatın da, kafatasının da, gözün de kademeli olarak geliştiğini gösteren deliller mevcut değildir. Bunlar kusursuz yapılarıyla aniden ortaya çıkarlar. Bu organların, doğa tarihinde yaşamış canlılarda geniş bir yayılım ortaya koyması ve aniden ortaya çıkmaları, tüm bu donanımların her bir canlı için ayrı olarak yaratılmış, ancak temelde ortak bir düzen ortaya koyan yapılar olduğunu göstermektedir.

Örneğin, birbirlerinden bağımsız olarak hareket eden farklı farklı uçak fabrikaları, mümkün olabilecek tüm tasarım tercihleri açısından birbirlerinden farklı uçaklar üretiyor olsalar da uçaklarının motorunu, sadece motor üreten belli bir fabrikadan seçip tamamen aynı motoru kullanabilirler. Kargo, askeri veya yolcu taşıma amacıyla üretilen bu farklı uçakların aynı motora sahip olması, motorun üç ayrı defa tesadüflerle ortaya çıktığının göstergesi değildir.

Motorda açık bir tasarım vardır. Ancak biyolojik yapılar çok daha büyük ve kompleks bir yapıya sahiptirler. Canlılardaki kusursuz biyolojik yapıları üstün güç sahibi olan Allah yaratmıştır.

Nitekim modern bilimin, gözün genetik altyapısıyla ilgili ortaya koyduğu bulgular da Darwinizm'i yıkmakta, Yaratılış Gerçeğini doğrulamaktadır. Darwinizm'in önemli eleştirmenlerinden matematik doktoru David Berlinski bu gelişmenin teoriyi geçersiz kılışını şöyle açıklar:

trilobit gözü

Yaklaşık 530 milyon yıllık Kambriyen katmanları arasında bulunan trilobit gözü, çok hücreli canlılar arasında evrensel olan ey geninin varlığının yarım milyon yıl öncesine dayandığını göstermektedir. Gözün gelişimini kontrol eden genin ilk çok hücreli canlıların ortaya çıkışından beri var olması, evrimcilerin yakınsak evrim senaryolarını tamamen ortadan kaldıran önemli bir delildir.



"Gözün kökeniyle ilgili kanıtlar için 'yeni ve hayret verici kanıtlar' diyen Mr. Gross'a katılıyorum. Şimdi, gerçeklere bakalım. Halder, Callaerts ve Gehring'in İsviçre'deki araştırma grubu Drosophilia'daki ey geninin fare ve insanda gözün gelişimini kontrol eden genlerle tıpatıp aynı olduğunu keşfetti. Uzun bir süredir yerleşmiş bir Darwinci açıklama olan yakınsak evrim şimdi artık gitgide karanlığa doğru gidiyor. Aynı grubun daha yeni olan "Induction of Ectopic Eyes by Targeted Expression of the Eyeless Gene in Drosophila" (Science 267, 1988) başlıklı makalesi, ey geninin, su fıskiyesi (Ascidians), kafadan bacaklılar ve Nemertean'larda (renkli su solucanlarının oluşturduğu bir filum, kategori) karşılığı olan göz geniyle oldukça benzer olmasını göstermesiyle biyoloji tarihindeki en çarpıcı makaleler arasında yer alıyor.

Bu durum, ey geninin fonksiyonunun çok hücreli canlılar arasında evrensel olduğuna ve bu canlıların gözün temel tasarımını yarım milyar yıldır paylaştıklarına dair kuvvetli delil oluşturuyor. Ey geni açıkça, son derece farklı organizmalara genel talimatlar verebilen bir ana kontrol mekanizması. Bu gerçeklerin bilgisine sahip hiç kimse bunların Darwinci teoriyi desteklediğini hayal edemez. Nasıl olur da rastlantısal varyasyon ve doğal seleksiyon mekanizmaları, morfolojik gelişimin seyrini önceden tahmin etme ve oldukça farklı organizmalarda bunun ifadesini kontrol etme kapasitelerine sahip bir araç üretmiş olabilir?"98


Bu durum, gözün gelişimini kontrol eden bu genin yüz milyonlarca yıldır hiçbir değişikliğe uğramadığını ve söz konusu filumların doğa tarihi kadar eski olduğunu ortaya koymaktadır.

Dahası, bilinen ilk hayvan grupları 530 milyon yıl kadar önce Kambriyen döneminde aniden ortaya çıkmışlardır ve temel göz yapısının beşyüz milyon yıllık bir geçmişe sahip olması, böylesine kompleks bir genin hayvan tarihinin henüz başında bir dönemde aniden ortaya çıktığını göstermektedir. Elbette bu kompleks yapının böylesine farklı filumlarda aynı anda ortaya çıkışı ve yüz milyonlarca yıl değişime uğramaması Darwinizm'i kesin olarak yıkmaktadır. Bunun tek geçerli açıklaması, göz geninin bu canlılarla birlikte, ilk anda yaratıldığıdır.

Yaratılış, modern bilimin gösterdiği gerçektir ve analog organların gerçek kökeni Yüce Allah'ın kusursuz yaratmasıdır. Rabbimiz ayetlerinde şöyle buyurmaktadır:







Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı (nuru) kılan Allah'adır. (Bundan) Sonra bile, inkar edenler, Rablerine (birtakım varlıkları ve güçleri) denk tutuyorlar. Sizi çamurdan yaratan, sonra bir ecel belirleyen O'dur. Adı konulmuş ecel, O'nun Katındadır. Sonra siz (yine) kuşkuya kapılıyorsunuz. Göklerde ve yerde Allah O'dur. Gizlinizi ve açığınızı bilir; kazandıklarınızı da bilir. (Enam Suresi, 13)













ayetler, manzara resmi


 



Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O'nun elçisi, rüku' ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü'minlerdir.
(Maide Suresi, 55)






 



Kim Allah'ı, Resûlü’nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır.
(Maide Suresi, 56)











Bencil Gen Yanılgısı



Bencil gen yanılgısı, ateizm propagandasının en yaygın ancak bir o kadar da akıldışı olan iddialarından biridir. Bu tez, Oxford Üniversitesi'nde görevli evrimci bir zoolog ve aynı zamanda ateist olan Richard Dawkins tarafından ortaya atılmıştır.


Genlerin bencilliğine inanmak, aklı bir yana bırakmakla aynı şeydir



genler

Genleri bencilleştirmek, bir sofra tuzunun çıkarcı olduğunu iddia etmekten farksızdır. Genleri kişileştirerek bunu bir propaganda malzemesi olarak sunmak, Darwinizm'i savunma uğruna aklı ve mantığı devreden çıkarmak anlamına gelmektedir.


Dawkins, "The Selfish Gene" (Bencil Gen) adlı kitabında tüm canlıların aslında "bencil, çıkarcı ve sadece kendisini çoğaltarak varlığını korumaya çalışan genlerden ibaret olduğunu" ileri sürmüştür. Bu doğrultuda genlerin cansız moleküllerden bir araya geldikleri, yaşam başladıktan sonra, organizmaları kendilerini kopyalayıp yaymak için bir araç olarak kullandıklarına dair hikayeler geliştirmiştir.

Oysa bu iddia son derece çürük ve akıldışı bir varsayıma dayanmaktadır: Genlerin bir aklı, bilinci ve hatta "karakteri" olduğu varsayımına...

Bu varsayımın saçmalığını görmek içinse, genlerin ne olduğuna bakmak yeterlidir: Genler, birbirine eklenmiş ve özel bir "katlama ve paketleme" yöntemi ile sıkıştırılmış DNA parçalarıdır. DNA, bir canlı hakkındaki tüm kalıtsal bilgilerin kodlanmış olduğu bir şifreleme sistemidir. DNA, "baz" adı verilen dört farklı molekülün bir zincir boyunca birbirine eklenmesiyle oluşur. Adenin, timin, sitozin ve guanin adlı bu moleküllerin sıralanış biçimi, bir tür kod oluşturmakta ve böylece DNA canlı hakkındaki tüm fiziksel özelliklerin bilgisini saklamaktadır.

Genleri 'bencilleştirmek', onları soylarının devamını 'amaçlayan' varlıklar olarak anlatmak, sofra tuzunun ya da su molekülünün bencil ve çıkarcı olduğunu anlatmaktan farksızdır. 'Bencil sofra tuzu', 'bencil su molekülü' gibi kavramlar ne kadar bilimselse, 'bencil gen' de o kadar bilimsel bir kavramdır.


Bilimsel terimlerle süslenmiş propaganda masalları



penguenlerin fedakarlığı

Erkek ve dişi penguenler, yavrularını adeta "ölümüne" korurlar. Dawkins'in bencil olarak nitelendirdiği genlerin bileşiminden oluşan bu üstün varlıklarda ve diğer canlı türlerinde "fedakarlığın" nasıl ortaya çıktığı Darwinistler için açıklanması gereken bir sorudur. Ancak Darwinistler, tüm iddialarında olduğu gibi bu konuda da açıklamasızdırlar.


Dawkins, bencil gen tezini savunurken, bilimin değil edebiyatın yöntemlerine dayanmaktadır. Bencil gen tezini "kişileştirme" üzerine kurması da bunun açık bir göstergesidir. Kişileştirme, cansız varlıklara, hayvanlara veya doğa kuvvetlerine insan özelliklerinin atfedilmesini ifade eder. Edebiyatta okuyucunun "hayal gücüne" hitap eden, gerçeklik aleminin dışında gezinen hikayelerde sıklıkla kullanılır. Bu özelliği dolayısıyla bir propaganda taktiği olarak da işlev görür.

Bilimde ve mantıkta ise bu tür yöntemlere yer yoktur. Nitekim Dawkins, bilimsellik ve masalcılık arasındaki sınırı korumadığı için bilim dünyasının eleştiri oklarını üzerine çevirmiştir.

Avustralyalı bilim adamı Lucy G. Sullivan, Dawkins'i, "yazdıklarının sahtebilimsel teorilerin palazlanmasına ve daha çok edebiyatın konusu olabilecek ilgi alanlarının bilime girmesine yol açtığı" için eleştirmiştir.99

Harvard Üniversitesi'nden evrim genetikçisi Richard Lewontin, Dawkins'i 'piyasada satan hikayelerinde doğrulanmamış veya gerçeğe aykırı iddialara yer veren' yazarlar arasında saymıştır:


"Yeterli kanıta dayanmayan iddialar, bilim literatürünü, özellikle popüler bilim yazarlığı literatürünü doldurmaktadır. Carl Sagan'ın "bilimin popülerleşmesine katkıda bulunan en iyi çağdaş yazarlar listesi, E. O. Wilson, Lewis Thomas ve Richard Dawkins'i içermektedir, ki bunların her biri, piyasada sattıkları hikayelerinin içinde, doğrulanmamış veya gerçeğe aykırı iddialara yer vermişlerdir.100


Bizzat Dawkins'in kendisi, yaptığının bir taraftarlık olduğunu, tezinin bilimsel bir tez olmadığını itiraf etmekle tüm bunları propaganda amaçlı olarak sürdürdüğünü de gözler önüne sermektedir. The Extended Phenotype (Genişletilmiş Fenotip) isimli kitabının birinci sayfasında Dawkins şunları yazmaktadır:


Bu çalışmam, utanmazca bir taraftarlık. Hayvan ve bitkilere bakmak ve yaptıklarını neden yaptıklarını merak etmek için belli bir yöntemi savunmak istiyorum. Taraftarlığını yaptığım şey, yeni bir teori, doğrulanabilir veya yanlışlanabilir yeni bir hipotez ya da öngörüleriyle değerlendirilebilir bir model de değil.101


Sonuç:



Eski çağlarda Allah inancından yüz çevirmiş olan insanlar, tahtadan taştan oyma putların önünde bel büküp eğilirlerdi. Dawkins gibi ateistler de şuursuz moleküllerden medet ummakta, genlerden bir araya gelmelerini, bencilce planlar yapmalarını, kendi varlıklarının devamı için organizmaları kullanmalarını ve nihayet bu hikayeyi yazacak bilim adamlarını yaratmış olmalarını istemektedirler. Oysa genler de, tahtadan taştan putlar gibi aciz birer varlıktır. Her şeyin Yaratıcısı olan tek İlah, Yüce Allah'tır.







O'nun dışında, hiçbir şeyi yaratmayan, üstelik kendileri yaratılmış olan, kendi nefislerine bile ne zarar, ne yarar sağlayamayan, öldürmeye, yaşatmaya ve yeniden diriltip-yaymaya güçleri yetmeyen birtakım ilahlar edindiler. (Furkan Suresi, 3)







Evrimcilerin "İçgüdü" Aldatmacası



Doğadaki canlılarda görülen birçok özellik evrim teorisi için çok büyük bir açmazdır. Arıların ve karıncaların büyük topluluklar halinde yaşayarak, sosyal yaşamın en güzel ve en disiplinli örneklerini göstermeleri, arıların mimarlık harikası petekleri inşa etmeleri, örümceklerin teknolojinin ancak taklitle erişebildiği kalitede ürettikleri ağlarla inşa ettikleri yapılar, en vahşi hayvanın dahi yavrusuna veya diğer canlılara gösterdiği fedakarlık örnekleri ve daha sayılamayacak kadar çok akıl, muhakeme, karar alma gibi ancak insana mahsus özellikleri göstermeleri evrimin öne sürdüğü hiçbir mekanizma tarafından açıklanamaz.

balarısı

Arılara milyonlarca yıldır aynı kusursuzlukta altıgen petekler yapmayı ilham eden Allah'tır.


Evrimciler bu yaşam şekillerinin ya da davranışların, canlıların içlerinden gelen bir dürtüyle meydana geldiğini söylerler. Ancak bu dürtünün nasıl bir şey olduğunu kendileri de açıklayamazlar.

Darwinistler, canlıların davranışlarına büyük bir "gücün" etki ettiği gerçeğini kabul ederler. Bir başka deyişle, canlılar arasındaki fedakarlığın, iş bölümünün ve mükemmel organizasyonun kaynağını bir gücün yönlendirmesine bağlarlar.

Ancak bu güce yalnızca "içgüdü" adını verip konuyu kapatırlar. İçgüdü dedikleri gücün gerçek sahibini de "tabiat ana" adını verdikleri klişeleşmiş bir kalıpla açıklarlar.

Oysa bugüne kadar hiçbir evrimci, içgüdü diye adlandırdığı şeyin canlıların bedenlerinde bulunduğu ana merkezi gösterebilmiş değildir. Eğer canlıya ait içgüdü diye hayali bir gücün varlığına inanıyorlarsa, bu dürtünün canlıların vücudunun neresinde olduğunu açıklamaları gerekmektedir. Acaba bu dürtü birkaç yüz gramlık et parçasından oluşan beyinde midir, yoksa vücudu oluşturan protein ve aminoasitlerin herhangi bir köşesinde mi?

Peki tabiat ana olarak adlandırdıkları şey nerededir ve nasıl bir güçtür? Nasıl bilinçli bir gücü vardır ki, her şeyi yönlendirmekte, canlılara fedakarlık, mimarlık yeteneği ve muhakeme yargı özelliği verebilmektedir? Darwinistler, eğer "içgüdü"yü, bilinçli bir güç olarak tanımlıyorlarsa, bu sorulara mutlaka cevap vermeleri gerekmektedir. Ama evrimciler, yaşamın başlangıcı ve hayali gelişimi ile ilgili her soruya oldukları gibi bu sorular karşısında da suskundurlar.

Canlıların vücudunu açıp baktığımızda, içgüdü adı verilen bu bilgi kaynağının canlıların neresinde olduğunu bulamayız. Çünkü içgüdü, manayı ifade eden ve maddesel karşılığı bulunmayan bir histir. Bu da her şeyin maddeler yığınından oluştuğu görüşünü savunup "manayı reddeden" Darwinistler ve materyalistler açısından büyük bir çelişki oluşturmaktadır.

İçgüdülerin evrim teorisinin bütününü tehdit eden bir bilmece oluşturabileceğini ilk olarak ifade eden isim ise şaşırtıcıdır. Bu kişi teorinin kurucusu Charles Darwin'dir. Darwin bu konuda şunları yazmıştır:


'İçgüdüler Doğal Seçmeyle kazanılabilir ve değişikliğe uğrayabilir mi? Arıyı büyük matematikçilerin buluşlarını çok önceden uyguladığı petek gözlerini yapmaya yönelten içgüdü için ne diyeceğiz?102

'İçgüdülerin birçoğu öylesine şaşırtıcıdır ki, onların gelişimi okura belki teorimi tümüyle yıkmaya yeter güçte görünecektir'.103

'Bir tek kuşakta alışkanlıkla birçok içgüdü edinildiğini ve sonra bunu izleyen kuşaklara soyaçekimle iletildiğini varsaymak ağır bir yanılgı olur. Bildiğimiz en şaşırtıcı içgüdüler, örneğin balarısının ve karıncaların birçoğunun içgüdüleri, alışkanlıkla kazanılmış olamaz'.104


Evrim teorisinin açmazlarından biri olan içgüdü problemi Darwin'den bu yana aynen sürmektedir. Canlılardaki hayranlık uyandırıcı davranışları 'içgüdü' olarak niteleyip bu noktada duraksamakla hiçbir şey açıklanmış sayılmayacaktır. Yapılması gereken şey, içgüdünün kaynağını anlamaya çalışmaktır. Bu yapıldığında görülecektir ki, eğer bir canlıda içgüdü varsa, onu güden, ona neler yapması gerektiğini gösteren, ilham eden bir güç var demektir. Ve açıktır ki bu güç, evrenin tek sahibi ve hakimi olan Allah'tır. Bilim adamlarının içgüdü olarak algıladıkları davranışlar, Allah'ın canlılara ilhamından başka birşey değildir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:







... Hayır, göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur, tümü O'na gönülden boyun eğmişlerdir.(Bakara Suresi, 116)










Canlıların tesadüfen oluşamayacağını açıkça ortaya koyan sayısız örnekten bazıları şöyledir:

timsah

Hayvanlar arasında en vahşilerinden biri olarak bilinen timsahlar, 3 ay boyunca yumurtalarının başından bir an bile ayrılmadan onları korurlar.

albatroslar

Göç eden kuşlardan olan albatroslar, her zaman kendi doğdukları yerde çiftleşirler. Bu nedenle üreme zamanlarında koloniler halinde bir araya gelerek toplanırlar. Dişiler gelmeden haftalar önce, erkekler gelip burada daha önceden bulunan yuvaları tamir ederek dişi ve yavrular için mükemmel bir konfor sağlar.


penguen

Erkek penguen kutup kışında kuluçkaya yatarken, dişi yiyecek aramaya çıkar. Isının -40°C'ye düştüğü kış boyunca buzullar gittikçe büyür ve besine ulaşmak zorlaşır. Tek bir yumurta bırakan dişi penguenler hemen denize dönerler. Erkek, kuluçkaya yattığı dört ay boyunca kutup fırtınalarına karşı koymak zorundadır. Hiçbir şey yemeden yumurtaları koruyan erkek bu zaman zarfında yarı yarıya kilo kaybeder. Ama asla yumurtayı terk etmez. Dört ay sonunda yumurtalar kırılmaya başladığında dişi de gelir. Anne yüzlerce penguenin arasından eşini ve yavrusunu hemen bulur. Kursağındakileri boşaltarak yavrunun bakım işini üstlenir. Her yerin buzlarla kaplı olduğu ortamda yuva yapma olanağı yoktur. Anne ile baba, yavruyu soğuktan korumak için ayaklarının üstüne koyup, karınlarıyla ısıtırlar.




"Evrimsel Silahlanma Yarışı Masalı"



aslan ve zebra

Bir zebraya saldıran aslan, onu avlayabilmek için güçlü pençelerini ve dişlerini kullanır. Buna karşılık zebra ise, avcıdan kaçmak için bacaklarının kuvvetinden faydalanır. Canlıların bu gibi özellikleri, onlara Allah'ın verdiği birbirinden farklı ve etkili donanımlardır. Bu özellikleri evrime bağlamak, sonuçsuz bir Darwinist çabadan başka bir şey değildir.


Beslenme zincirindeki av ve avcı türler, sahip oldukları saldırı ve savunma sistemleriyle silahlarla donanmış gibidirler. Bir zebraya saldıran aslan, avını yakalayıp etkisiz hale getirmede güçlü pençelerini ve sivri dişlerini kullanır. Buna karşın zebra, avcıdan kaçmada bacaklarının kuvvetine dayanır. Veya gökyüzünde süzülmekte olan bir kartalın gözleri bir tür radar, arazideki tavşanın kamuflaj sağlayan kürkü ise bir tür antiradar kalkan görevi görür. Çarpıcı bir diğer örnek de bazı bitki türleri ile bu bitkiler üzerinde parazit bir yaşam sürdüren böceklerle ilgilidir. Bitkiler parazit böceklerin saldırısına uğradıkları zaman zehirli salgılar salgılayarak kimyasal bir savaş başlatırlar.

Bu özellikleri düşünüldüğünde canlılar arasındaki rekabet ile askeri alandaki savunma sistemleri arasında benzer bir durum olduğu görülmektedir. Bu benzerlik, hayvanlardaki üstün yaratılışın açık bir delilidir. Doğada olağanüstü kompleks yapılar bulunduğu gerçeğini inkar eden evrimciler ise, canlılardaki bu donanımları "evrimsel silahlanma yarışı" başlığı altında yorumlamaktadırlar. Böylelikle canlılardaki bu mükemmel yapıların evrimsel bir süreçte ortaya çıktığı izlenimini vermeye çalışmaktadırlar. Halbuki bu, hiçbir bilimsel dayanağı olmayan, yanıltıcı bir kelime oyunundan ibarettir.

Hatta 1999 yılında Nature dergisinde yayınlanan bir çalışma, bu yöndeki evrimci iddianın tam aksi yönde bulgular ortaya koymuştur. Bu çalışmayı gerçekleştiren araştırmacılar, vardıkları sonucu "silahlanma yarışı varsayımını reddediyoruz" şeklinde ilan etmişlerdir.105

Arabidopsis thaliana

Arabidopsis thaliana


Söz konusu çalışmada, ABD'deki Chicago Üniversitesi'nden Eli A. Stahl ve ekibi, Arabidopsis thaliana isimli bitki türünün, bakterilerin meydana getirdiği çürümeye karşı direnç genlerini incelemiş, ancak hiçbir 'yarış' izine rastlamamışlardır. A. thaliana'nın, Hindistan'dan Kazakistan'a kadar 26 ayrı bölgeden toplanmış örneklerini, Pseudomonas bakteriyel çürümesine karşı başlattığı fizyolojik tepkiyi kontrol eden genler açısından inceleyen bilim adamları, sadece 12 popülasyonda rpm1 ismi verilen direnç genine rastlamışlardır. Direnç geninin popülasyon içinde oldukça az bir oranda bulunması, evrimsel silahlanma yarışı tezinin bir hayalden ibaret olduğunu ortaya koymuştur.

Ulusal Okyanus ve Atmosfer İşletmesi'nden çevrebilimci Peter M. Kareiva ise söz konusu bulgular üzerindeki yorumunda "Tırmanan silahlanma yarışının herhangi bir çeşidine dair yeterli deneysel kanıt bulunduğunu düşünmüyorum. Bu fikrin etkisi büyük ölçüde benzetmenin kuvvetinden meydana geliyor olmalı" sözlerine yer vermiştir.106

Bu bilgilerin ortaya koyduğu gibi, evrimcilerin, canlılardaki silahlanma örneklerine bakarak anlattıkları evrim masallarının doğada bir karşılığı bulunmamaktadır. Evrimsel silahlanma yarışı doğanın gerçeklerinde değil, evrimcilerin hayallerinde yaşamaktadır.

Diğer yandan, doğada evrim teorisini 'kalbinden vuran' silahlanma örnekleri mevcuttur. Bunlardan biri, Microstomum isimli su kurdunun bir tatlı su polipi olan Hydra'dan aldığı hayret verici bir sisteme dayanmaktadır. BBC'nin eski editörü Gordon Rattray Taylor, "evrim teorisini kalbinden vuran ve bilim tarafından açıklanamamış bir taktik" olarak tanımladığı bu sistemi Büyük Evrim Gizemi başlıklı kitabında ele alır ve Darwinist dogmanın çöküşünün çarpıcı bir örneği olarak anlatır.

Hydra

Hydra


Hydra, boyu yaklaşık 1.2 cm'ye kadar uzayabilen ve sualtı bitkilerine tutunarak yaşayan bir canlıdır. Bu canlı, etrafında yiyecekleri ağzına doğru yönlendiren kolların bulunduğu bir tüp ve bitkilere tutunmasını sağlayan bir ayaktan oluşmaktadır. Dikkat çekici bir özelliği, takla (parende) atarak ilerlemesidir. Önce başını tutunmuş olduğu yüzeye doğru eğer ve sonra ayağını atarak yer değiştirir.

Hydra'nın bazı türleri nematokist olarak bilinen ısıran hücrelere sahiptirler. Bu hücrelerin her birinde patlayıcı güç ile fırlatılabilen kıvrımlı, zehirli tüycükler bulunmaktadır. Bir başka duyusal tüycük ise hücrenin dışına doğru büyür ve herhangi bir şeye dokundukları anda nematokistlerin deşarjını sağlayan tetikleyici mekanizma olarak görev yapar. Bu tip hücreler Hydra'ların yüzeyinde gruplar halinde bulunmaktadır.

Hydra'nın bu savunma sistemi başlı başına ilgi çekicidir ama daha da dikkat çekici olan, Hydra'ları yiyerek beslenmelerini çeşitlendiren Microstomum denilen su kurtlarının bundan faydalanma şeklidir. Bu su kurdu Hydra'ları yediğinde nematokistleri ya da geliştiklerinde bunları oluşturacak olan genç hücreleri sindirmez. Ancak bir şekilde bu hücreleri vücudundan geçirir ve ısıran noktaları dışarı gelecek şekilde yüzeyine - yani derisine yerleştirir. Sonra bir düşman yaklaştığında bu nematokistleri deşarj eder: Microstomum'un bir başka çeşidi ise, düşmanın yaklaşıp dokunmasını bile beklemeden zehirli küçük oklarını bir mermi veya roket gibi firlatır.

Microstomum

Microstomum


Microstomum, silahlarıyla tamamen donandıktan sonra, Hydra'larla beslenmeyi keser ve normal beslenmesine döner. Ancak bütün cephanesini kullandıktan sonra yeniden silahlanmak için tekrar Hydra'larla beslenir. Bu olağanüstü programı uygulayabilmek için Microstomum'un üç değişik dokusunun işbirliği yapması gerekmektedir: Endoderm, parankim ve epiderm. Peki ama Microstomum bu kompleks yapıyı nasıl edinmiştir? Beslenmesini bu şekilde ayarlamayı nasıl öğrenmiştir?

En çarpıcı nokta, bunların hepsinin beyni ya da sinir sistemi olmayan küçücük bir canlıda meydana gelmesidir. Buna rağmen bu canlı, bir hafıza ortaya koyabilmektedir.107

Tesadüflerin nematokist hücresi üretmesi, bir kısım tesadüflerin bunları bazı canlılar için zararlı kılması, bir başka kısım tesadüflerin Microstomum'un zarar görmemesini, diğer tesadüflerin de bunları sırtına yerleştirmeyi sağlaması kesinlikle imkansızdır ve buna inanmanın akıl dışı bir kabul olacağı da açıktır.

Canlılardaki silahların bir 'amaç' ortaya koyduğu, tesadüfleri ve şuursuz doğa olaylarını dayanak alan evrimcileri açıklamasız bıraktığı bir gerçektir. Nitekim Gordon Rattray Taylor kitabında, evrim teorisinin, doğal seçilim ve rastlantısal varyasyonların, bu kadar koordinasyon gerektiren bir programı nasıl meydana getirebildiğini açıklamakta tamamen yetersiz kaldığını belirttikten sonra şunları yazmaktadır:


Fizyologlar da Hydra'dan alınan hücrelerin Microstomum'un vücudunda nasıl göç ettiğini açıklayamamaktadırlar. Normalde, memelilerin fertilize olmuş [döllenmiş] yumurtası embriyo haline gelirken çok benzer bir şekilde göç eder. Örneğin embriyoda hücre kümesinin çeşitli yerlerinden gelen hücreler, kalbi oluşturmak üzere bulunmaları gereken yerde bir araya toplanırlar, sanki kaderlerinin "kalp"ten başka bir şey olmamak olduğunu biliyorlarmış gibidirler. Burada Darwinistlerin inanmayı reddettikleri türden bir amaçlılığın bir başka örneğini görmekteyiz.108


Elbette ne Hydra ne Microstomum ne de diğer canlılar, bedenlerindeki silah sistemlerini kendileri akledip tasarlamış ve bu sistemleri bedenlerinde üretmeyi amaçlamışlardır. Bütün bunları, bu canlılara veren üstün bir Yaratıcı vardır. Kuşkusuz bu Yaratıcı, tüm canlıların Rabbi olan Allah'tır.







Yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O'dur; bu O'na göre pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce misal O'nundur. O, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.(Rum Suresi, 27)













ayetler, manzara resmi


 



Göklerin ve yerin gaybı Allah'ındır, bütün işler O'na döndürülür; öyleyse O'na kulluk edin ve O'na tevekkül edin. Senin Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.
(Hud Suresi, 123)






 



De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler."
(Tevbe Suresi, 51)











Maymunların Zeki Davranışları, İnsanın Maymunlardan Evrimleştiğini Göstermez?



karga

Maymunlarda çeşitli zeki ve sosyal davranışlar görülür. Evrimciler, maymunların başarıyla taklit ettikleri insan davranışlarına dikkat çekerek arada benzerlikler kurarlar. Maymunların zeka açısından insana en yakın canlı olduğunu iddia ederek, bu benzerlikleri insanın maymundan evrimleştiği iddiasına dayanak gösterirler. Oysa maymun zeka ve davranışlarının evrime kanıt olduğu iddiası geçersizdir. Çünkü doğada, evrimcilerin hayali ağacında insana çok uzak olarak düşündükleri pek çok canlı, insani davranışlara oldukça yakın özellikler göstermektedir.

İnsanlardaki bazı davranışları taklit edebilen canlılara bazı örnekler şunlardır:

balarısı, arılar

Arılar, sembolik lisana sahip yegane canlıdır ve maymunların yapamayacağı matematiksel hesaplamalar yaparlar. Bu yönleriyle insana maymundan çok daha benzer özellik göstermektedirler.


1. Pasifik adalarından New Caledonia'da yaşayan Corvus moneduloides türü kargalar alet yapımında şempanzelerden çok üstündür. 2002 yılının sonlarına doğru keşfedilen bir karganın bu alandaki yeteneği bilim adamlarını şaşkına uğratmıştır109.BBC, "Betty, en yakın akrabalarımızı utandırdı" yorumunu yaparak şempanzelerin insandan sonra en zeki canlılar olduğu tezinin geçersiz olduğunu vurgulamıştır110. 2003 yılında kargaları New Caledonia adasındaki doğal ortamlarında inceleyen araştırmacılar, bu canlıların kişisel yetenekleriyle geliştirdikleri aletlerin bilgisini, bireyler ve nesiller arasında aktararak 'teknolojik ilerleme' ortaya koyduğu sonucuna varmıştır.111

2. İnsan dışında sembolik lisana sahip tek canlı bal arılarıdır.112 Bir arı, diğer arıların hiç görmediği bir yiyecek kaynağını yüzlerce metre uzakta olmasına karşın, adeta koordinat verircesine özel bir dans ile diğer arılara anlatabilir.

3. Arılar hiçbir maymunun yapamayacağı matematiksel hesaplamalar yaparlar. Örneğin peteklerini, alan/çevre oranı açısından optimum geometrik şekilde, altıgenler halinde üretirler.113

yaprak kesici karıncalar

4. Termitler gözleri görmemesine rağmen mükemmel havalandırma sistemlerine sahip dev yuvalar yapabilirler. Bu durum gözü görmeyen insanların bir araya gelip 960 metrelik dev gökdelenler yapması anlamına gelir. Ayrıca kunduzlar da inşaat teknikleri uygulayabilir ve nehirlerin akıntısını kesen barajlar inşa edebilirler.

5. Schwarzula isimli yaban arısı veya yaprak kesici karıncalar çok daha karmaşık bir kültürü, çiftçilik kültürünü uygulamaktadırlar. Schwarzula, toplayıp yuvasında biriktirdiği bir tür larvanın salgılarını kullanarak 'hayvancılık' yapmakta 114, yaprak kesici karıncalar ise mantar yetiştirerek 'tarım' yapmaktadırlar.


Maymun Davranışlarına Dair Zorlama Yorumlar



Evrimciler şempanzeleri; yüz ifadesini ve duygusal durumu anlama ile iletişim yeteneği açısından da insanlara benzetir ve propagandalarına malzeme yaparlar. Ancak şempanzelerin bu yetenekleri de evrimcilerin iddiaları açısından bir anlam ifade etmez. Çünkü bunun gibi karmaşık sosyal davranışlar sergileyen daha birçok canlı vardır. Örneğin kargalar, akrabaları söz konusu olduğunda başka kargaların yiyeceğini çalarken farklı davranır; imparator penguenleri ise uzun bir dönem sonunda yanına döndükleri ailelerini binlerce penguen arasından kolaylıkla tanıyabilirler...

maymun

Darwinistler, maymunların taklit yeteneklerini ve bazı sosyal davranışlarını öne sürerek insanlarla maymunlar arasında bağlantı kurarlar. İnsan davranışlarını çeşitli şekillerde taklit edebilen başka canlıların da olması, onların bu teorilerini çürütmektedir.


İnsan, akıl sahibi bir varlık olarak davranışlarını çeşitli değerler açısından değerlendirebilir, doğru ve yanlışa dair kanaatlere varabilir. Bu özelliği, akla, vicdana ve ahlaki değerlere sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Evrimciler ise, insanın bedenen ve zihnen hayali evrim sürecinde ortaya çıkmış olan bir canlı olduğu masalını bir dogma olarak benimsemişlerdir ve çeşitli gazete ve dergilerde insan ahlakının sözde evrimsel kökenlerine dair spekülasyonlar ortaya koymaktadırlar.

Bu alanda yaptıkları çalışmaların çoğunluğunu, insanın en yakın akrabası olduğunu ileri sürdükleri maymunlar üzerinde gerçekleştirirler. Maymunlar, evrimci araştırmacılar için adeta birer sembol haline gelmişlerdir. Bu canlılara baktıklarında sözde evrimsel tarihlerini gördükleri zannına kapılır, hayali maymun adamların insanlarla ne gibi benzer davranışlar ortaya koymuş olabileceğini kurgularlar. Bu kurgulamalar zamanla öylesine yoğun bir hal alır ki, bir süre sonra deney maymunlarını kendi istedikleri yönde yönlendirdiklerinin farkına bile varmaz, maymunlara 'yaptırdıkları numaralar'ın, varsayımlarını doğruladığı zannına kapılırlar.

Örneğin, Minnesota Üniversitesi'nden Jeffrey Stevens'ın maymun ahlakıyla ilgili zorlama yorumlar içeren çalışması bunlardan biridir. Stevens, bir mağaraya yerleştirdiği, bir tanesi aç olan bir grup maymuna bir miktar yiyecek verdikten sonra, yiyecek paylaşımının nasıl gerçekleştiğini incelemiştir. Araştırmacı, primatların aç arkadaşlarına nadiren yiyecek verdiklerini, ama çalma veya dövüşme olasılığında yiyecek paylaşımının oldukça sık gerçekleştiğini görmüştür.

Stevens'ın bu durumdan yaptığı çıkarım oldukça ilginçtir. Stevens, maymunların huzur elde etmek için yiyeceklerini verdiklerini ve bu davranışın bir ebeveynin çocuğuna susması için oyuncak almasına benzediğini söylemektedir. Ayrıca yiyeceklerin küçük lokmalar halinde olması durumunda maymunların komşularını daha çok rahatsız ettiklerini belirtmekte, bunu da bir dilencinin sadaka verenin cebini boşaltmaya eğilimli olmasına benzetmektedir.

Ancak elbette bu benzetmeler sadece araştırmacının hayalini yansıtmakta, evrim teorisine hiçbir bilimsel destek sağlamamaktadır. Maymun olmayan çok sayıda türün, yiyecek paylaşımı açısından incelenmesi, bu bakış açısı ile çeşitli insan davranışlarına benzetilebilir. İnsanlar kimi durumda bencil davranmakta kimi durumda cömertlik gösterebilmektedirler. Bu bozuk mantığa göre kuşların, sırtlanların ya da herhangi bir canlı türünün paylaşımıyla insan davranışları arasında benzerlikler kurulabilecek; insanla kuşların ahlakının ya da insanla sırtlanın ahlakının benzeştiği söylenebilecektir.

sarı çiçek

Bu benzetmeler Darwinizm'e körükörüne bağlı bir araştırmacının dilediği yönde, dilediği miktarda kurguladığı hayallerden ibarettir. Yukarıda belirtildiği gibi, söz konusu araştırmacı, maymunların mağarada küçük lokmalara odaklanmalarını dilencinin sadaka verenin cebini boşaltmasına benzetmektedir. Bu araştırmacı bir başka deney ortamında yiyeceğini cömertçe paylaşan bir maymunla karşılaşabilir ve bunu yine kendi istediği şekilde yorumlayabilir.

Bu benzetmeler her şekilde mümkündür ve bilimsel kanıt oluşturmaktan bütünüyle uzaktırlar. Bunların sürekli tekrarı yoluyla ise insan ve maymunlar arasındaki sözde benzerliklerin zihinlerde yerleşmesi ve bunların tek taraflı yorumuyla evrim teorisine suni bir destek sağlanması umulmaktadır. Bir hafta saldırganlık; bir hafta fedakarlık; bir diğer hafta ise kıskançlık açısından benzerliklerin -teoriye destek sağlıyormuşçasına- karşımıza çıkarılmasından umulan budur. Geçersiz bir dünya görüşünü yaygınlaştırmak ve kitleleri bu yönde düşünmeye alıştırmak...

İnsan ahlakının kökenini tesadüfi ve amaçsız bir süreçte aramanın anlamsızlığı ortadadır. Darwinistlerin hayallerinde yaşayan evren, şuursuz tesadüflere dayandırdıkları, hiçbir varlık amacı olmayan bir evrendir. Oysa kainattaki her detay evrimcilerin bu iddialarını yalanlamaktadır; bu detayların başında insanın vicdanlı, şuurlu, iyi ve kötü kavramını bilen, ahlak sahibi bir varlık olması gelmektedir. İnsan yaratıldığı ilk günden beri insandır ve yaratıldığı ilk günden beri ahlaki değerlerin bilincindedir. Doğru ve yanlış arasında ayrım yapmamızı sağlayan faktör, ahlak kurallarıdır. Ahlak kurallarının varlığı da bu kuralları koyan bir Yaratıcı'nın varlığını kanıtlar. İnsanı yaratan, ona doğruyu ve yanlışı gösteren Yüce Allah'tır.







Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir.(Enfal Suresi, 29)







Sonuç:



Doğada, yetenekleri olan ne kadar canlı olursa olsun, onların bu özelliklere sahip olmaları söz konusu canlıların insanla akraba olduğunu göstermez. Dolayısıyla maymunlardaki "insan benzeri" davranışlar da insanın evrimi senaryolarına bir dayanak değildir. Evrimciler kendi önyargıları doğrultusunda hayali benzerlikler kurmakta, şempanzelerin insana benzer yönlerini çarpıtıp evrim propagandasında kullanmaktadırlar. Halbuki propaganda amacıyla sürdürdükleri iddia kendi teorilerine de aykırıdır: Çünkü hayali evrim ağacında insana çok uzak olarak belirtilen canlılar, insanın en yakın akrabası olarak gösterilen şempanzeden çok daha zeki davranışlar gösterebilmektedirler. Kısacası şempanze zekasının insanınkine en yakın olduğu; bunun da evrim kanıtı olduğu iddiası temelsiz bir aldatmacadan ibarettir.


DİPNOTLAR



83. Morris Jones, Bacterial Blasting Across Space, 4 Kasım 2002 - http://www.spacedaily.com/news/life-02zx.html

84. Gibson, E.K. Jr., D.S. McKay, K.L. Thomas-Keprta, et al. (2001), 'Life on Mars: Evaluation of the Evidence Within Martian Meteorites ALH84001, Nakhla, and Shergotty,' Precambrian Research, 106:15-24

85. Bradley, J.P., R.P. Harvey, and H.Y. McSween Jr. (1996), 'Magnetite Whiskers and Platelets in ALH84001 Martian Meteorite: Evidence of Vapor Phase Growth,' Geochimica et Cosmochimica Acta, 60:5149-5155

86. Buseck, P.R., R.E. Dunin-Borkowski, et al. (2001), 'Magnetite Morphology and Life on Mars,' Proceedings of the National Academy of Sciences, 98:13490-13495, 20 Kasım

87. Phillip E. Johnson, Darwin on Trial, InterVarsity Press,1993 (2nd edition), s. 110

88. Hugh Ross, 'Water on Mars: What Does It Mean?' , Connections 2000 - Volume 2, Number 3, http://www.reasons.org/resources/connections/2000v2n3/index.shtml

89. Michael Brooks, "The Mysteries of Life", New Scientist, sayı 2473, 4 Eylül 2004, s.24

90. Dean Kenyon, Percival Davis, Of Pandas and People, s. 117

91. Michael Brooks, "The Mysteries of life", New Scientist vol 183 issue 2463 - 04 Eylül 2004, s. 24

92. Frank Salisbury, "Doubts About the Modern Synthetic Theory of Evolution," American Biology Teacher, Eylül 1971, s. 338

93. Cornelius G. Hunter, Darwin'in Tanrısı, Gelenek Yayıncılık, İstanbul, 2003, s. 43

94. Denton M., Evolution: A Theory in Crisis,1985, Burnett Books, s. 178

95. Dawkins R., The Blind Watchmaker, 1991, s. 269

96. Casey Luskin, "Icons Still Standing: Jonathan Wells Comes Up Clean Despite Harsh Criticism", http://www.arn.org/docs/wells/cl_iconsstillstanding.html

97. Paul Erbrich, "On the Probability of the Emergence of a Protein with a Particular Function," Acta Biotheoretica, Vol. 34 (1985), s. 53-80

98. Berlinski D., "Denying Darwin: David Berlinski and Critics," Commentary, Eylül 1996, s. 28,30

99. Phil. Trans. R. Soc. Lond. B 349 (1995): 215-218; and Richard Dawkins, "Reply to Lucy Sullivan," Phil. Trans. R. Soc. Lond. B. 349 (1995): 219-224 100 Lewontin R., "Billions and Billions of Demons", review of "The Demon-Haunted World: Science as a Candle in the Dark" by Carl Sagan, New York Review, Ocak 9, 1997, ss.28-32, s.30-31

100. Lewontin R., "Billions and Billions of Demons", review of "The Demon-Haunted World: Science as a Candle in the Dark" by Carl Sagan, New York Review, Ocak 9, 1997, ss.28-32, s.30-31

101. Richard Dawkins, The Extended Phenotype, N.Y.; W. W. Norton, s. 1

102. Charles Darwin, Türlerin Kökeni, Onur Yayınları , Beşinci Baskı , Ankara 1996, s. 186

103. Charles Darwin, Türlerin Kökeni, Onur Yayınları , Beşinci Baskı , Ankara 1996, Türlerin Kökeni , s. 273

104.  Charles Darwin, Türlerin Kökeni, Onur Yayınları , Beşinci Baskı , Ankara 1996, Türlerin Kökeni , s. 275

105. Eli A. Stahl, et al, Dynamics of disease resistance polymorphism at the Rpm1 locus of Arabidopsis, Nature 400, 667 - 671, 12 Ağustos 1999

106. S. Milius, The mustard war wasn't so racy after all, Science News, 14 Ağustos 1999

107. Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution Mystery, Secker & Warburg, London, 1983, s. 14-15

108. Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution Mystery, Secker & Warburg, London, 1983, s. 14-15

109. http://www.mercek.org/index.php/article/articleview/382/1/30/

110. http://news.bbc.co.uk/1/hi/sci/tech/2178920.stm

111. "Crows Better at Tool Building Than Chimps, Study Says", John Pickrell, 23 Nisan 2003 : http://news.nationalgeographic.com/news/2003/04/0423_030423_crowtools.html

112. "A beeline for the data": http://www.guardian.co.uk/online/science/story/0,12450,870853,00.html

113. http://www.harunyahya.org/html/bilim/hy_balarisi_mucizesi/arib.html

114. http://www.mercek.org/index.php/article/mailtofriend/449/1/38/


 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü