Harun Yahya

19. Bakterilerin Antibiyotiklere Karşi Direnç Kazanmasi Neden Evrim Örneği Değildir?



ALEXANDER Flemming ilk antibiyotik olan penisilini 1928 yılında keşfettiğinde, yeryüzünde artık bakteri kalmayacağı düşünülüyordu. Ancak penisilinin yalnızca belli mikroplara karşı etkili olduğu zamanla anlaşıldı. Yaygın kullanılan penisilinle öldürülen bakterilerden geriye, penisilinin tahrip edemediği bakteriler kaldı. Bu olayın her yeni çıkan antibiyotik için geçerli olduğu ise kısa sürede anlaşıldı.

Bunun nedeni, antibiyotiklerin bakterileri etkileme biçimidir: Antibiyotikler moleküler yapılarından ötürü bakterinin belli bir proteinine kilitlenip işlevini yerine getirememesine sebep olurlar. Böylece bakteri ya ölür ya da çoğalamayarak enfeksiyon kontrol altına alınmış olur. Ancak bilindiği gibi, her canlı türünde olduğu gibi her bakteri türünün de farklı çeşitleri yani varyasyonları mevcuttur. Yeni çıkan bir antibiyotiğe hassas olanlar ölünce geriye antibiyotiğin kilitleneceği hedef proteinleri içermeyen bakteriler kalır. Bu, bakterilerin "geliştirdikleri" bir direnç değildir. Yani bakteriler antibiyotiğin etkisine maruz kalınca, "evrimleşerek" bu ilaca karşı yeni bir savunma mekanizması geliştirmiş değillerdir. "Dirençli" adı verilen bakteriler sadece, baştan beri o antibiyotiğin etki ettiği proteine sahip olmayan, dolayısıyla antibiyotiğin zarar veremediği bakterilerdir. Bu özellik, bu bakterilerde o antibiyotik keşfedilmeden önce de vardır; sonra da olmuştur.

Bakterilerin, evrimcilerin yeni ortaya çıktığını öne sürdükleri özelliklere antibiyotiğe maruz kalmadan önce de sahip oldukları bilinen bir gerçektir. Scientific American dergisi, evrimci bir yayın olmasına karşın, Mart 1998 sayısında bu konuda şöyle bir itirafa yer vermektedir:


Çok sayıda bakteri, daha ticari antibiyotikler kullanılmaya başlamadan önce de direnç genlerine sahipti. Bilim adamları bu genlerin neden evrimleştiklerini ve varlıklarını sürdürdüklerini kesinlikle bilmiyorlar.63





e coli bakterisi



1. E. Coli bakterileri

Dirençli bakteriler antibiyotiklerin keşfinden önce de vardı. Yani bakteriler sonradan antibiyotiğe maruz kalınca direnç özelliği geliştirmemişlerdir.





Görüldüğü gibi, direnç sağlayan genetik bilgi, antibiyotiklerin üretilmesinden önce de vardır. Bu gerçek "direnç gelişmesi" kavramının tamamen yanlış bir ifade olduğunu ortaya koyar. Dirençli bakteriler sonradan kendi kendine, tesadüfen ortaya çıkan canlılar değildir.

Dirençli bakterilerin, antibiyotiklerin keşfinden yıllar önce mevcut olduğu, ciddi bir bilimsel yayın olan Medical Tribune dergisinin, 29 Aralık 1988 sayısında da ilginç bir olay aktarılarak belirtilmektedir: 1986'da yapılan bir araştırmada, 1845 yılında bir kutup keşfi sırasında donarak ölen denizcilerin buzda korunmuş cesetleri bulunur. Bu cesetlerin üzerinde, yaşadıkları çağda yaygın olan bakteriler tespit edilmiş ve bunlar test edildiklerinde, 20. yüzyılda üretilmiş pek çok modern antibiyotiğe karşı direnç özellikleri taşıdıkları hayretle saptanmıştır.

Görüldüğü gibi, bu tür direnç özelliklerinin penisilinin icadından önce de birçok bakteri türünde mevcut olduğu tıp dünyasında bilinen bir gerçektir. Buna rağmen bakterilerdeki direnç özelliğinin hala evrimsel bir gelişme gibi öne sürülmesi, sadece aldatma amaçlı bir iddiadır.

Günümüzde dirençli bakterilerin ortama hakim olmaları ise şöyle olur: Bakteriler belli bir antibiyotiğin etkisine maruz kaldıklarında, ilaca dayanıksız varyasyonlar yok olur; dirençliler ise hayatta kalır ve daha fazla çoğalma imkanına kavuşurlar. Belli bir zaman sonra tamamen yok olan dirençsiz bakterilerin yerini, hızla çoğalan bu dirençli bakteriler doldurur. Bir süre sonra, aynı bakteri türü yalnızca söz konusu antibiyotiğe dirençli olan varyasyondan oluşan bir koloni haline gelir ve artık aynı antibiyotik o bakteri türüne karşı etkisiz kalır. Sonuçta bakteri hep aynı bakteri, tür hep aynı türdür.


Sejumlah mikroorganisme dilengkapi dengan gen-gen yang memberikan kekebalan terhadap antibiotik-antibiotik ini. Kekebalan ini dapat berupa kemampuan merombak molekul antibiotik tersebut, atau mengeluarkannya dari sel … [O]rganisma yang memiliki gen-gen ini dapat memindahkannya ke bakteri lain, sehingga menjadikan bakteri tersebut kebal juga. Walaupun mekanisme kekebalan tersebut bersifat khusus terhadap satu antibiotik tertentu, kebanyakan bakteri patogen telah … berhasil mengumpulkan beberapa perangkat gen yang memberikan bakteri-bakteri tersebut kekebalan terhadap beberapa jenis antibiotik.69


Böceklerdeki Ddt Bağışıklığı



Böceklerde DDT'nin ve diğer böcek ilaçlarının zamanla etkisiz kalması da bakterilerde gözlediğimiz antibiyotik direnciyle aynı mantıkta çalışır. DDT kimyasalı ilk olarak keşfedildiğinde, böceklere karşı çok etkili bir zehirdi. Kullanıldığı ilk yıllarda böcekler kitleler halinde ortadan kaldırılabiliyordu. Ancak yıllar içinde DDT'nin etkili olmadığı böceklerin de bulunduğu saptandı. Bu böceklerde DDT kimyasalı organizmanın hayati fonksiyonlarını durduramıyordu, çünkü bağlanmak üzere aradığı hedef protein bu böceklerde farklıydı. Bunlar her böcek türünün içinden geriye kalan farklı varyasyonlardı. Hayatta kalabilmelerinin sebebi de, DDT'nin kilitleneceği proteinlerin bunlarda olmaması ya da farklı yapıda olmasıydı.


Evrimci biyolog Francisco Ayala; "böcek zehirlerinin en kapsamlı türlerine karşı gösterilen bağışıklık, bu insan-yapımı maddeler böceklere uygulandığında, o böcek türünün çeşitli genetik varyasyonlarında zaten vardı" diyerek bu gerçeği kabul eder.64


Ne var ki böcek popülasyonunda DDT zehiri sonrasında görülen bu değişim, evrim savunucuları tarafından evrime delilmiş gibi sunulur.

Bu örnekte DDT'ye karşı böceklerin kazandığı bir zafer yoktur. Bu yüzden, buna "bağışıklık" demek de son derece yanıltıcı olur. Çünkü bağışıklık, insanda savunma hücrelerinin mikroplara karşı yaptıkları antikor üretimi ve bunun devamında mikropları yenmeleridir. DDT örneğinde ise böyle bilinçli bir etkileşim ve zafer bulunmaz. Bazı böcekler ölür, DDT'nin etki edemediği böcekler ise hayatta kalıp çoğalır ve nesillerini devam ettirirler.

Burada önemli olan gerçek şudur: böceklerin bazı varyasyonları zaten olayın başında farklı proteinlere sahiptir. DDT icat edildikten sonra, bu kimyasal maddeye maruz kalan böceklerden organizması uygun olmayanların nesilleri tükenmiştir. Başta az sayıda olan dirençli bireyler ise çoğalma imkanı bulmuşlardır. Bunun sonucunda aynı böcek türü, tamamen dirençli bireylerden oluşmuş bir topluluk haline gelmiştir. Doğal olarak bütün popülasyon dirençli bireylerden oluşunca, DDT artık o böcek türüne etki edemez duruma gelmiştir.

Gerçekte evrimci kaynaklar, bu direnç ve bağışıklık konularında açık bir yanıltma sergilemektedirler. Özellikle de bu konuyu bazı popüler bilim dergilerinde zaman zaman gündeme getirerek, okuyucuya konuyu derinlemesine açıklama gereği dahi hissetmeden, sanki tartışmasız evrimin bir kanıtı gibi sunmaktadırlar. Görüldüğü gibi, ne bakterilerdeki antibiyotik direncinin ne de böceklerdeki DDT bağışıklığının evrime hiçbir delil sağlamadığı çok açıktır.

 


Dipnotlar



69. Dr. Lee Spetner, “Lee Spetner/Edward Max Dialogue: Continuing an Exchange with Dr. Edward E. Max,” 2001, http://www.trueorigin.org/spetner2.asp

70. Dr. Lee Spetner, “Lee Spetner/Edward Max Dialogue: Continuing an Exchange with Dr. Edward E. Max,” 2001, http://www.trueorigin.org/spetner2.asp

71. Dr. Lee Spetner, “Lee Spetner/Edward Max Dialogue: Continuing an Exchange with Dr. Edward E. Max,” 2001, http://www.trueorigin.org/spetner2.asp

72. Dr. Lee Spetner, “Lee Spetner/Edward Max Dialogue: Continuing an Exchange with Dr. Edward E. Max,” 2001, http://www.trueorigin.org/spetner2.asp

73. Francisco J. Ayala, “The Mechanisms of Evolution,” Scientific American, vol. 239, September 1978, hal. 64, (penekanan ditambahkan)

74. Dr. Lee Spetner, “Lee Spetner/Edward Max Dialogue: Continuing an exchange with Dr. Edward E. Max,” 2001, http://www.trueorigin.org/spetner2.asp

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü