Harun Yahya

Kuran'ı Yanlış Yorumlama Nedenleri



Ön Yargı, Art Niyet ve Samimiyetsizlik



İnsan, art niyetli ve tek taraflı olarak Kuran'a yaklaştığında onu anlaması mümkün değildir. Bu, Allah'ın bir kanunudur. Bir kişi ne kadar zeki ne kadar kültürlü olursa olsun, samimiyetsiz ve art niyetli bir bakış açısıyla Kuran'ı değerlendirdiğinde onu gereği gibi anlayamaz, doğru yorumlayamaz ve pek çok çelişkiye düşer. Bu yüzden, Kuran'a ön yargılı, peşin fikirli, içten pazarlıklı yaklaşan bir kişinin bu art niyetli tutumu, kendisiyle Kuran arasında -ayetlerde bildirildiği üzere- "görünmez bir perde" oluşturacaktır. Bu da Kuran'ı anlamasını ve kavramasını engelleyecektir. Bu gerçek, İsra Suresi'ndeki ayetlerde şöyle ifade edilir:

Kuran okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez bir perde kıldık. Ve onların kalbleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kuran'da sadece Rabbini "bir ve tek" (ilah olarak) andığın zaman, 'nefretle kaçar vaziyette' gerisin geriye giderler. (İsra Suresi, 45-46)

Kuran tüm insanlığı doğruya çağıran bir davettir, ancak Kuran'ı sadece iman edenler gereği gibi kavrayabilirler. Müminlerin Kuran'ı anlamalarındaki en önemli vasıfları ise vicdan ve samimiyetleridir. Müminlerden farklı bir ruh haline ve karaktere sahip din ahlakından uzak kimselerin Kuran'ı anlayamamaları da gayet doğaldır.

Kuran, son derece açık, sade ve anlaşılır bir dile sahiptir, ama dediğimiz gibi ancak samimi ve vicdanlı kimselerin anlayabilecekleri özellikte bir Kitaptır. Henüz İslam'la tanışmamış, iman etmemiş herhangi bir insan, açık bir kalple, ön yargısız ve samimi olarak yaklaştığında, taşıdığı bu mümin vasıfları nedeniyle Kuran'ın Yüce Allah'ın sözü olduğunu vicdanıyla fark edecektir. Zira, gerek üslubundaki heybet, mükemmellik ve sadelik, gerekse içerdiği üstün ilim ve hikmetle Kuran'ın bir insan sözü olmadığını, ilahi bir Kitap olduğunu her vicdanlı kişi kabul eder. Bu vicdanlı kişi iman edip saygı ve samimiyet ile yaklaştığı takdirde ise Kuran'ın hikmetli manaları kendisine açılmaya başlar.

Kuran kendisine samimi, tevazulu bir kalple yaklaşan kişi için bir hidayet rehberi olduğu gibi, art niyetle, düşmanca yaklaşanlar için de bir sapma vesilesi olabilir. Etraftan duyduğu yanlış bilgiler, çarpık yorumlar, dogmalar, yalanlar ve ön yargılar ile birlikte kendi yanlış prensiplerini, dünya görüşünü ve yaşam felsefesini de ölçü alarak Kuran'ı taraflı bir biçimde değerlendirmek isteyen bir kimse, elbette ki ne Kuran'ı anlayabilir ne de ondan istifade edebilir. Tam aksine, Kuran böyle bir kimsenin sapkınlığının ve şaşkınlığının artmasına vesile olur. Kuran'ı anlayamadığı gibi, Kuran hakkında akılsız ve mantıksız itirazlar getirir, çarpık ve saçma yorumlar yapar. "Oysa o (Kuran), zalimlere kayıplardan başkasını artırmaz" (İsra Suresi, 82) ayetinde bildirildiği gibi Kuran'dan ve imandan uzaklaşır.

Bu tür akılsız kimselerin çeşitli Kuran ayetleri hakkında yaptıkları akılsızca yorumların ve bu ayetlerin gerçek anlam ve yorumlarını örnekleriyle birlikte ileriki bölümlerde inceleyeceğiz.

Müteşabih Ayetlerle Muhkem Ayetleri Karıştırmak



Kuran'daki hükümler, iman edenler tarafından rahatlıkla anlaşılabilecek ve uygulanabilecek biçimde açık ve sade bir üslupla anlatılmıştır. Bunlara muhkem ayetler adı verilir. Muhkem ayetler, Kuran'da bildirildiği üzere "Kitabın anası" yani temelidir. Muhkem ayetler dışında Kuran'ın bir de müteşabih ayetleri vardır. Müteşabih ayetler, çeşitli teşbih ve benzetmeli anlatımlar içeren ayetlerdir. Müteşabih ayetler, Kuran hakkında bilgisi olmayan ya da art niyetli kişiler tarafından tamamen çarpıtılıp, olmadık manalarda yorumlanabilir. Bu durum Kuran'da şöyle açıklanır:

Sana Kitabı indiren O'dur. O'ndan, Kitabın anası olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimizin Katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Al-i İmran Suresi, 7)

Müteşabih ayetlerin anlamları Allah Katındadır. Tarih boyunca Kuran'daki müteşabih ayetleri çeşitli çarpık amaçları ve beklentileri doğrultusunda yorumlayan sapkın kişiler, mezhep ve akımlar çıkmıştır. Bunun fitne olduğu ve ancak kalplerinde kayma olan yani doğru yoldan sapan, imandan çıkan kimselerin bu yola başvurdukları ayette bildirilmiştir. Ayrıca ayette, müteşabih ayetlerin yorumunu ancak Allah'ın bildiği de belirtilmiştir. Allah dilediğine bu ayetlerin yorumuyla ilgili ilmi verebilir. Ancak iman edenler kendilerine ilmi gelmeyen müteşabih ayetlerin tümüne inanırlar, kalplerinde eğrilik olanların ve fitne çıkaranların yaptıkları gibi ayetler hakkında sapkın yorumlar getirmeye tevessül etmezler.

Bediüzzaman Said Nursi'nin Müteşabih Ayet ve Hadislerle İlgili Açıklamaları



Bediüzzaman Said Nursi, ayetlerdeki müteşabih anlamları ağacın yerin altındaki görünmeyen köklerine benzetmekte ve bu açıklamaların sonsuz hikmet sahibi olan Rabbimiz'in insanlara büyük bir lütfu olduğunu söylemektedir:

Kuran'ın ayetlerinin içiçe girmiş daireler halinde genişleyen manaları vardır. Bunlar birbirini kesen değil, merkezleri aynı olan dairelerdir. Tıpkı durgun bir havuza atılan taşın etrafında gitgide genişleyen halkaların oluşması gibi. Asıl merkezi mana sarih (açık) mana olup, diğerleri genişleyen maksatlar durumundadır. Yahut onlar ağacın genişleyen halkaları gibidirler. Ağaç ne kadar geniş gövdeli olursa o kadar kıymetli olur. Bir ağaca dışarıdan baktığımızda onun gövdesini ve dallarını görürüz. Oysa derinde onun kalın kökleri, daha ötede binlerce kılcalları vardır. Kuran ayetlerinin de sathi (görünüşe göre), derinliği, kökleri ve kılcalları vardır. (Mektubat, 502)

Bediüzzaman'ın da dediği gibi Kuran'daki ve hadislerdeki bu üstü kapalı anlatımlar çok farklı şekillerde açıklanabilir, İslam alimleri tarafından yorumlanabilir. Bediüzzaman Said Nursi'nin en çok önem verdiği konulardan birisi ayet ve hadislerdeki benzetmelerin insanlara türlü şekillerde açıklanmasıdır. Risale-i Nur'larda hem ayetler detaylı olarak tefsir edilir, hem de hadisler farklı şekillerde açıklanır. Hatta Said Nursi tek bir hadisi bazen 15-20 farklı şekilde tefsir eder. Bediüzzaman'ın şu sözleri müteşabih ilmi açısından önemlidir:

... Fakat hadisin Kuran gibi müteşâbihâtı (kapalı, birçok anlama gelen anlatımlar içeren ifadeler) var, ancak havas (ileri gelenler, seçkinler) onların manalarını bulabilir. (Mektubat, 513)

Müteşâbihât dahi ince ve müşkil (zor, çekin) istiarelerin (eğretileme, bir kelimenin anlamını güçlendirmek için başka anlamda kullanma) bir kısmıdır. Zira müteşâbihât, ince hakikatlere sûretlerdir (varlığın görünen yönü). (İşaretü-l İcaz, 170)

Bediüzzaman Said Nursi bu sözleriyle Kuran ayetlerinin ve hadislerin İslam alimleri tarafından farklı şekillerde yorumlanmasının ne kadar önemli ve gerekli bir görev olduğuna dikkat çekmektedir. Bediüzzaman Risale-i Nur'larda müteşabih ayet ve hadislerin anlaşılması konusunda İslam alimlerine çok önemli görevler düştüğüne sık sık dikkat çekmektedir. Bediüzzaman Mektubat'ta yer alan aşağıdaki sözünde, Kuran ayetlerinin içiçe girmiş, katmanlı anlamları olduğunu söylemekte ve bu ifadelerin İslam alimleri, müfessirler ve arif kimseler tarafından açıklanması gerektiğini ifade etmektedir:

Kuran-ı Hakimin cümleleri birer manaya muhasır (kuşatan, saran) değil. Belki nev’i beşerin umum tabakalarına (çeşitli insan sınıflarının tümüne) hitap olduğu için her tabakaya karşı birer manayı tazammun eden (kapsayan, içeren) bir külli (bütün) hükmündedir. Beyan olunan (açıklanan) mânâlar, o küllî kaidenin cüz'iyatları (bir bütünün parçaları) hükmündedirler. Her bir müfessir, her bir ârif, o küllîden bir cüz'ü zikrediyor. Ya keşfine, ya deliline, veyahut meşrebine (feyz alınan yol) istinad edip (dayanıp), bir mânâyı tercih ediyor... Bunlar umumen murad ve maksud (niyet edilen, istenen) olabilir ve onun hakikî ve mecazî mânâlarıdır. (Mektubat, 315)

Bediüzzaman'ın da ifade ettiği gibi kapalı anlamda olan ayet ve hadisler İslam alimlerinin ve diğer ilim sahibi kişilerin yorumuyla yeni bir hayat bulmakta, ancak her bir anlam bir bütünün parçaları olarak kabul görmektedir.

Bediüzzaman Said Nursi bir sözünde Kuran ayetlerinde geleceğe ve bilimsel gelişmelere dair birçok işaretler de bulunduğunu söylüyor. Rabbimizin bu işaretleri kapalı şekilde verdiğini, ancak İslam alimlerinin yorumlarıyla tam olarak açıklanabileceğini ifade ediyor:

Kuran'ın bu kabil ifadeleri kullanmasındaki hikmeti anladım. Fakat insanları tevhide irşad gayesi güderken, kâinattaki gerçeklere de işaret etmesi gerekmez miydi? Kuran ehl-i tahkiki (alimler) hakikate ulaştırmak için, karine (işaret) ve emareler (belirtiler) koymuştur. Meselâ dünyanın döndüğünü açıkça bildirmemekle beraber, başka âyetlerde küre şeklinde olup, döndüğüne dair işaretler yerleştirmiştir.

... Elfaz-ı Kur'âniye (Kuran'ın sözleri) öyle bir tarzda vazedilmiştir ki, her bir kelamın, her bir kelimenin, her bir harfin ve hatta bazen bir sûkununun çok vücuhu (yüzü) bulunuyor. Her bir muhatabına ayrı bir kapıdan hissesini verir. (Sözler, 355)

Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi Kuran ayetlerinde yer alan bilimsel mucizelerin büyük bir bölümü kapalı anlatımlarla tarif edilmektedir. Bu mucizelerin yorumlanması ise İslam alimleri tarafından yapılmakta, böylece ancak günümüzde ortaya çıkan birçok bilimsel gelişmenin günümüzden 1400 yıl önce Kuran'da yer aldığı anlaşılmaktadır.

Elmalılı Hamdi Yazır'ın Müteşabih Ayet ve Hadislerle İlgili Açıklamaları



Büyük İslam alimi ve müfessir Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır da yazılarında müteşabih ayetlerin yorumlanmaları üzerinde çok fazla durmaktadır. Müteşabih ifadelerin ne kadar çok anlamlar içerdiğini, bir konuyu anlatmada ne kadar önemli ve değerli olduklarını bir sözünde şöyle anlatmaktadır:

Müteşabih, mühmel (bakılmamış) bir şey, anlamsız bir söz değildir. Aksine çok sayıda manalar ihtiva ettiği (içerdiği) için asıl maksadı ayırt etmemiz mümkün olmadığı için bazılarına mübhem (belirsiz) gelmektedir. Müteşabih aslında, beyan nevilerinin (farklı açıklamaların) bir çoğunu kendinde toplayan bir ifadedir. Hakiki ve mecazi mana, sarih ve kinaye, temsil (örnek) ve tahkik (soruşturma), zahir ve hafı (gizli) gibi neviler bunlar arasındadır... Bilindiği üzere bazen anlatımda ibham (belirsizlik), belagatın en değerli tezahürlerinden (görünüşlerinden) sayılır. Her kişi, her söze muhatab olamadığı gibi beşeriyet de umumiyetle, ilmi-i ilahinin külliyetini (Allah'ın ilminin tamamını) anlamaya güç yetiremez. (M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul, 1935, 1,48)

Kuran'ı Yorumlamayı Bilmemek



Kuran insanlar için gereken her türlü bilgiyi içinde barındıran mucizevi bir kitaptır. Bu da Kuran'daki sonsuz ilahi hikmetten kaynaklanır. Belirli sayıdaki ayetlerin içine sınırsız bir ilim, üstün bir hikmetle yerleştirilmiştir. Ayetler kendi içlerinde zahiri, batıni, iç içe geçmiş ve katlanmış pek çok anlam içerdikleri gibi ayetlerin birbirleri arasındaki bağlantılardan da sayısız anlamlar çıkar. Kimi zaman tek bir ayetin açıklaması bile müstakil bir kitap konusu olabilir. Bu sebeple, Kuran'ı yorumlamak için herşeyden önce Kuran'ın geneline hakim olmak şarttır.

Ayetleri doğru yorumlayabilmek, asıl manayı anlayabilmek için, Kuran'ın geneline hakim olmanın yanı sıra, İslam alimlerinin bu konuda izledikleri yolları da bilmek gereklidir. Bu yolların en önemlilerinden biri, bir ayeti Kuran'da bulunduğu yere göre değerlendirmektir. Kuran'da çoğu zaman bir ayetin anlamı o ayetin içinde geçtiği konu bütünlüğünden anlaşılır. Ayetin gelişi ve devamındaki ayetler o ayetteki anlamın net olarak anlaşılmasını sağlar. Bu durum İslami literatürde, ayetin "siyak ve sibakı" yani "gelişi ve gidişi" olarak adlandırılır. Bu nedenle, pek çok ayeti bulunduğu yerden ayırarak, başını sonunu dikkate almadan, yalnızca içinde geçen kelimelere göre yorumlamaya kalkmak çok yanlış anlamlar çıkmasına sebep olabilir.

Pek çok dönemde, bazen cehalet sonucu bazen de maksatlı olarak, ayetlerin bu şekilde hatalı tefsir edilmesi, Kuran'ın yanlış anlaşılmasına ve Kuran hakkında art niyetli çevreler tarafından çeşitli iftiralar atılmasına yol açmıştır.

Bir diğer önemli yol da ayetlerde geçen kelimelerin anlamlarını yine ayetleri esas alarak anlamaya çalışmaktır. Pek çok kelime Kuran'da özel anlamlarda kullanılır. Kuran'ın belli bir yerinde kullanılan bir tabirin hangi anlamda kullanıldığı çoğu zaman o tabirin Kuran'ın başka bir yerinde kullanılma şeklinden anlaşılır. Kimi zaman bir kelimenin birden fazla anlamı olabilir. Böyle bir kelimenin, yer aldığı ayette hangi anlamda kullanıldığı, o kelimenin Kuran'ın başka yerlerinde hangi anlamda kullanılmış olduğundan anlaşılır. Yoksa sözlüğü açıp Kuran'da gördüğü her kelimeyi ilk manasıyla ele almak çok yanlış, hatta bazen tam tersi anlam ve yorumlar çıkarmaya sebep olabilir. Bundan da anlaşıldığı gibi, Kuran kendi kendini açıklayan bir kitaptır. Bir ayetin tefsiri, açıklaması bazen bir başka ayetin veya birkaç ayetin anlamında saklı olabilir.

Ayetleri doğru yorumlamanın önemli şartlarından biri de Kuran'ın ruhunu kavramış olmaktır. Kuran'ın ruhunu kavrayabilmek için de Kuran'ın geneline hakim olmak gereklidir. Allah'ın sonsuz merhamet, şefkat ve adaletinin Kuran'ın pek çok ayetindeki tecellisi (yansıması) görülüp anlaşılmalı ve Kuran'ın geneli bu bakış açısına göre değerlendirilmelidir.

Son derece önemli olan bir konu da, Müslümanların kendi yorum ve değerlendirmelerine göre Kuran'dan hüküm çıkarmamalarıdır. Salih bir Müslüman bu konuda büyük İslam alimlerinin yorumlarına tabi olmalı, onların ilmihallerde yaptıkları açıklamalara göre hareket etmelidir.

Kuran ilahi bir Kitap olduğu için elbette diğer kitaplara benzemez ve onlarla kıyaslanamaz da. Kuran'ın kendine has özel bir üslubu vardır. Kuran'ı -özelikle de Kuran'ın müteşabih ayetlerini- doğru ve gereği gibi yorumlayabilmek için aynı zamanda Kuran'ın genel üslubunu, temel ruhunu hakkıyla kavramış olmak gereklidir. Kuran'ın ruhuna uygun bir bakış açısına sahip olmak Allah'ın Kuran'la bildirdiği çeşitli ilimleri gereği gibi anlayabilmek için önemli bir şarttır.

Arapça Bilmemek



Allah, Kuran'ı Arapça bir kitap olarak indirdiğini bildirir. Elbette Türkçe ve diğer yabancı dillere yapılan çevirileri de Kuran'ın ayetlerini anlamak, Allah'ı tanımak, imani esasları, ibadetlerin temel hususlarını öğrenmek, öğüt alıp tefekkür etmek için gereklidir. Ancak bu diller, hiçbir zaman Kuran'ın aslı ile birebir aynı olmaz. Kelime kelime yapılan bir Kuran çevirisinde dahi pek çok eksiklik ve anlam kaybı olması kaçınılmazdır. Çünkü Arapçadaki pek çok kelimenin, dilbilgisi açısından cümle yapısının başka bir dile birebir çevirisini yapmak mümkün değildir. Dolayısıyla, "meal" adı verilen Kuran tercümeleri orijinal ayetlerin tam anlamlarını karşılayamaz ancak yakın ve genel bir anlam aktarılmasına yardımcı olurlar.

Bu nedenlerden dolayı, Kuran'da yer alan pek çok hikmetin anlaşılması ancak onun orjinal dilinde incelenmesiyle mümkündür. Dolayısıyla Kuran'ın her ayetini, herhangi bir dildeki mealindeki karşılığına bakarak yorumlamak her zaman isabetli sonuç vermeyeceği gibi, çarpık yorumlamalara da sebep olabilir. Meallerde tek ya da yakın anlamları kullanılan kelimelerin Arapçadaki orjinal ve farklı anlamlarını bilmemek, o ayeti gereği gibi anlayamamaya ya da bütünüyle yanlış ve zıt anlamlar çıkarmaya yol açabilir.

Az önce de bahsettiğimiz gibi, Kuran'ın yabancı bir dile tam anlamıyla her ayetinin birebir, kelime kelime çevrilmesi teknik olarak mümkün değildir. Fakat ayetlerin açıklamaları, tefsirleri, yorumlamaları elbette yabancı bir dilde olabilir ve bu açıklamalardan Kuran'ı anlamak, ayetlerin yorumlarını öğrenmek mümkündür. Bunun için Müslümanların başvuracağı kaynak, büyük İslam alimleri tarafından hazırlanmış olan mealler ve tefsirlerdir.

Arapça dünyanın en köklü ve zengin dillerinden biridir. Çok üstün bir anlatım tekniği ve kelime dağarcığı vardır. Ancak bu durumu çarpıtarak, Kuran'ı Araplara indirilmiş bir kitap, Arapları seçilmiş bir kavim olarak göstermeye çalışmak da Kuran ahlakına aykırı bir yorum olacaktır. Çünkü daha en başta Kuran'da, insanların üstünlüklerinin ancak Allah korkusu ve Allah'a yakınlık yani takva ile ölçülebileceği, bunlardan başka hiçbir ölçünün geçerliği olmadığı belirtilir. Ayrıca Kuran'ın "tüm alemlere bir zikir" olarak indirildiği Sad Suresi'nin 87. ayetinde haber verilir. Bu tür yorumlar çeşitli zamanlarda kendi akıllarınca Kuran'a ve İslam'a zarar vermek isteyenler tarafından cahil kitleleri etkilemek amacıyla kullanılır. Elbette bu beyhude bir çabadır. Ayrıca bu tür safsataların ne derece asılsız ve art niyetli olduğunu anlamak için Kuran'ı okumak yeterlidir.

Allah Katından Bir Akıl ve Anlayış Verilmemesi



Kuran'ın anlaşılması için Allah Katından özel bir akıl, anlayış ve kavrayış verilmiş olması gerektiği, Allah'ın Kuran ayetlerinde bildirdiği bir gerçektir. Kuran'ın tümünü bilmek, doğru yorumlayabilmek ve Arapça bilgisine sahip olmak Kuran'ı anlamada gereken özelliklerdir. Fakat tüm bu özelliklere sahip olmakla birlikte Yüce Allah'ın anlayış vermemesi, kişinin Kuran'dan hiçbir nasibi olmamasına neden olur. Bu nedenle yalnızca teknik birtakım özelliklere sahip olmak Kuran'ı gereği gibi anlayıp yorumlamada yeterli değildir. Tarih, görünürde pek çok ilmi vasfa sahip oldukları halde Kuran'ı sapkın bir biçimde yorumlayıp dalalete düşenlerin örnekleriyle doludur. Pek çok sapkın akımın ve mezhebin kurucuları bu tür alim gibi görünen fakat Allah Katından bir akıl ve anlayış verilmemiş kimselerdir. Bunlar hem kendilerinin hem de kendilerine tabi olan cahil ve akılsız kitlelerin İslam'dan uzaklaşmalarına sebep olmuşlardır.

Nitekim Peygamberimiz (sav) zamanında, Kuran'ı anlayamayıp inkar eden Mekke müşriklerinin durumu, Kuran'ı anlamak için yalnızca Arapça bilmenin yeterli olmadığının da somut bir göstergesidir.

Allah Katından bir anlayış verilmesinin en önemli şartlarından biri Allah korkusu ve samimiyettir. Heva ve hevese tabi olmak ise bu anlayışın kazanılmasını engeller. Bu nedenle, Kuran'a olumsuz bir ruh haliyle, Allah'ın beğenmediği bir niyet ve bakış açısıyla yaklaşılması Kuran'ı yanlış anlamaya ve yorumlamaya yol açar. Heva ve hevesine uymak kişinin aklının kapanmasına yol açacağı için, böyle bir kişinin Kuran'ın sırlarını, inceliklerini, derinliklerini kavraması düşünülemez. Heva ve hevesine tabi olan kişi akletme kabiliyetine sahip olmadığı için ayetleri kaba ve yüzeysel bir bakış açısıyla yorumlar, Kuran'daki ilahi hikmetleri göremez.

Ayrıca hevasına uyan kişi Kuran'ı da kendi nefsinin isteklerine ve çıkarlarına uygun biçimde yorumlamak isteyeceğinden, ayetlerde Allah'ın bildirdiği anlamları görebilmesi mümkün olmaz. Hevasına uyan kişinin aklını kullanamadığı ayetlerde şöyle bildirilmektedir:

Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar. (Furkan Suresi, 43-44)

Böyle kişiler Kuran'ı anlayamadıkları gibi, normal akla sahip insanların kolaylıkla kavrayabilecekleri konuları dahi anlamakta güçlük çekerler. Ayetlerle ayetler, ayetlerle olaylar arasındaki bağlantıları kuramazlar. Sonuçta da kendi akılsızlıkları sebebiyle ayetleri kendilerince çelişkili sanırlar. Akılları o derece kapanmıştır ki bu bakımdan hayvanlardan dahi aşağı konuma gelirler.

Düşünmemek



Kuran'ı doğru anlamak ve yorumlamak için iyiden iyiye düşünmek gerektiği Kuran'da bildirilmiştir. Sınırsız bir ilim hazinesi olan Kuran'ı yüzeysel bir gözle, düşünmeden herhangi bir kitap gibi okumak Kuran'dan gereği gibi istifade edilmesini önleyecektir. Yüce Allah Kuran'da insanları sürekli olarak akıllarını kullanmaya, düşünmeye davet eder. Düşünmek, aklını kullanmak, Kuran'ın anlamlarını, inceliklerini, sırlarını ve hikmetlerini görmeye gayret etmek Kuran'ı hakkıyla anlayabilmek için gereklidir. Allah Kuran'da, insana kendi nefsini, yaratılış amacını, dünyanın gerçek mahiyetini, insanın etrafında olup biten olayların hikmetini ve bunun gibi insanın kendisi ve çevresi ile ilgili pek çok konuyu açıklar. Dolayısıyla insanın kendi nefsi, çevresi ve yaşadığı olayları Kuran ayetlerinin ışığında değerlendirerek bu olaylardaki hikmetleri görerek ve bunlar hakkında derin derin düşünerek Kuran'ı anlamaya çalışması gerekir. Ayetlerde Kuran'ın düşünenler için açıklandığı bildirilmektedir:


Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur. Öğüt alıp düşünmesini bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıkladık. (Enam Suresi, 126)

… Düşünen bir topluluk için Biz ayetleri böyle birer birer açıklarız. (Yunus Suresi, 24)


Ayetler düşünen insanlar için açıklandığına göre, düşünmeyen kimseler ayetlerdeki anlamı kavrayamazlar, dolayısıyla düşünmeyen kimseler Kuran'ı anlayamazlar.

Gerçekte insanın kendi içinde ve kendi dışında yaşadığı her olayda alması gereken pek çok ibret vardır. Allah Kuran'ı, insanın bunları nasıl yorumlaması ve yorumladıktan sonra ne şekilde davranması gerektiğini gösteren bir rehber olarak indirmiştir. Yani Kuran insanın yaşadığı her anı açıklayan ve düzenleyen bir yol göstericidir. İnsanın her anını kuşatan ve sonsuz ilim ve hikmet sahibi Allah'ın gönderdiği bu mübarek Kitabı gereği gibi anlamak da elbette Kuran'ı Allah'ın şanına yakışır bir biçimde düşünerek ve aklederek okumakla olur. Nitekim, "(Bu Kur'an) ayetlerini iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır" (Sad Suresi, 29) ayetiyle de Kuran'ın ciddi bir biçimde üzerinde düşünülmesi ve öğüt alınması gereken bir Kitap olduğu haber verilmektedir. Kuran'ı gereği gibi düşünmenin önemi bir başka ayette de şöyle vurgulanır:

Onlar, yine de o sözü (Kuran'ı) gereği gibi düşünmediler mi, yoksa onlara, geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi? (Müminun Suresi, 68)

Kuran'ı alemlerin Rabbi olan Allah indirmiştir. Bu nedenle sınırsız ve üstün bir ilim içerir. Kuran'daki ilim, Allah'ın sıfatlarından yaratılışın hikmetlerine, insan ruhunun inceliklerinden dünyanın, evrenin ve ahiretin gerçeklerine ve sırlarına kadar sayısız konuyu kapsar. Dolayısıyla son derece sade ve özlü bir anlatım içinde yer alan bu bilgileri kavramak da ancak derin bir düşünme, açık bir şuur, keskin bir dikkat, samimi bir kalp ve temiz bir vicdan ile olur.

Kibir ve Büyüklenme



Kişinin kibirli olması da Kuran'ı anlaması karşısında çok büyük bir engeldir. Çünkü kibirli bir insan kendini herkesten üstün gördüğü için, Kuran'a gereken tevazu ve kulluk bilinci içinde yaklaşamaz. Kuran'da kendisine kulluğunu, acizliğini, sahip olduğu herşeyi ve her özelliği Allah'ın verdiğini hatırlatan ayetleri görmeye tahammül edemez. Öğüt almaya, Allah'ın emirlerine karşı boyun eğmeye, yasaklarına itaat etmeye, teslimiyetli davranmaya yanaşamaz. Bunları kibirine ve gururuna yediremez. Tüm bunlardan ötürü de Kuran'ı, kibir ve gurur üzerine kurulu şahsiyeti için bir engel olarak görür. Onu yalanlayabilmek için var gücüyle mücadele eder, ayetler hakkında alabildiğine tartışır durur. Büyüklenenlerin ayetleri anlayamayacakları Kuran'da şöyle haber verilmiştir:

Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu, gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır. (Araf Suresi, 146)

Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdiklerini unutandan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde, kulaklarına bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulamazlar. (Kehf Suresi, 57)

Kibirli bir insan, kendi aklını, kültürünü, bilgisini herkesten üstün görür. Bu nedenle sahip olduğu akademik kariyer, kültür, bilgi gibi özellikler, söz konusu kişinin Kuran'dan iyice uzaklaşmasına sebep olur. Bilim adamı veya aydın bir insan olarak görünüp de Kuran hakkında akılsızca iddialar ortaya atanların bu durumu da, kibirin, her kim olursa olsun Kuran'ı anlamaktan alıkoyduğunu gösteren canlı bir örnektir. Bu tür kişilerin durumu ayetlerde şöyle tarif edilmektedir:

Şüphesiz, kendilerine gelmiş bulunan hiçbir delil olmaksızın, Allah'ın ayetleri konusunda mücadele edenlere gelince; onların göğüslerinde kendisine ulaşamayacakları bir büyüklük (isteğin)den başkası yoktur. Artık sen Allah'a sığın. Şüphesiz O hakkıyla işiten, hakkıyla görendir. (Mümin Suresi, 56)

Kendisine Allah'ın ayetleri okunurken işitir, sonra müstekbirce (inatla büyüklük taslayarak) sanki işitmemiş gibi ısrar eder. Artık sen onu acı bir azabla müjdele. (Casiye Suresi, 8)

Tüm bu ayetlerden, Kuran'ı doğru anlayabilmek için büyüklenmeyen, mütevazi, Allah'a karşı tam teslim olmuş, boyun eğen, Yüce Allah'ın sonsuz kudreti karşısında bir "hiç" olduğunun bilincinde bir yapıya sahip olmak gerektiği anlaşılmaktadır.

Kuran'ı, Kuran'a ve Sünnete Uygun Olmayan Hurafe ve Bidatlarla Yorumlamaya Kalkmak



İnsanların düştüğü en büyük hatalardan biri, kulaktan dolma, babadan dededen duyma, Kuran'da ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetinde hiç yeri olmayan, din adına uydurulmuş birtakım uydurma sözler, bidatlar ve hurafelerle Kuran'ı yorumlamaya kalkmaktır. Bu tarz insanlar gerçekte Kuran'a değil, batıl inanışlara uyarlar, Kuran'ı da bu çarpık inanışlarına, kendi akıllarınca uydurmaya çalışırlar. Bu kimselerin çarpık mantıkları Kuran'da şöyle tarif edilmiştir:

"Ne zaman onlara: "Allah'ın indirdiklerine uyun" denilse, onlar: "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız derler. Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?" (Bakara Suresi, 170)

Toplumun bazı kesimlerinde rastlanan bu yanlış yorumlama, Kuran'da bildirilen ahlaktan tamamen farklı ve zıt bir ahlak ortaya koyar. Kimi zaman İslam adına ortaya atılan bu modelin Peygamberimiz (sav)'in uyguladığı, Kuran'da bildirilen din, ahlak anlayışı ve yaşam biçimiyle hiçbir ilgisi yoktur.

Bu yapıdaki insanların yorumlarında Kuran'la hiçbir biçimde bağdaşmayan, Peygamberimiz (sav)'in sünnetinde yeri olmayan, Kuran'a tamamen aykırı fikirler, yorumlar, hükümler ve uygulamalar güya Kuran kaynaklıymış gibi gösterilmeye çalışılır. Ancak bu asılsız iddialara hiçbir mantıklı açıklama getirilemez. Yapılmaya çalışılan bazı zorlama izahların da ne kadar mantıksız ve gülünç olduğunu akıl ve şuur sahibi olan herkes rahatlıkla görür.

Bilgisizce yapılmış yorumlarla insanları saptırmaya çalışan, Yüce Rabbimiz Allah'ın ayetlerini kavrama yeteneğinden uzak insanların durumu Kuran'da şöyle haber verilmiştir:

İnsanlardan öyleleri vardır ki, bilgisizce Allah'ın yolundan saptırmak ve onu bir eğlence konusu edinmek için sözün 'boş ve amaçsız olanını' satın alırlar. İşte onlar için aşağılatıcı bir azab vardır. Ona ayetlerimiz okunduğunda, sanki işitmiyormuş ve kulaklarında bir ağırlık varmış gibi, büyüklük taslayarak (müstekbirce) sırtını çevirir. Artık sen ona acı bir azap ile müjde ver. (Rum Suresi, 6-7)

Kuran'ın Bilimsel Ayetlerini Kavrayamamak



Kuran'da pek çok bilimsel gerçeğe açık ya da dolaylı olarak işaret edilir. Evrenin meydana gelişinden insanın yaratılış aşamalarına, yağmurun oluşumundan kıtaların hareketine kadar birçok konudan Kuran'da, Allah'ın yaratmasındaki üstünlüğün ve eşsizliğin örneği olarak bahsedilir. Ancak Kuran elbette bir bilim kitabı değildir. Kuran'da çoğu zaman açık ve net bir üslupla bahsedilen bilimsel konular zaman zaman da benzetmeler, işaretler, örtülü anlatımlarla ele alınır. Bilimsel konular ve gelişmeleri hakkında fazla bilgisi ve alt yapısı olmayan, ince bir kavrayıştan uzak bazı ön yargılı kimseler ise bu tür ayetlerin hikmetini kavrayamadıklarından kendilerince Kuran'a birtakım itirazlar getirirler.

Oysa bugün 21. yüzyıl insanı, Kuran'da dikkat çekilen birçok bilimsel gerçeğin, en son teknolojinin gözlem, deney ve verileriyle mucizevi bir biçimde doğrulandığına şahit olmuştur. Öyle ki geçersizlikleri daha son iki asırda anlaşılan hurafeler yüzlerce yıldır bilim dünyasına hakim iken, Kuran'da, 1400 yıl öncesinden günümüzde tespit edilmiş ve kanıtlanmış bilimsel gerçeklere dikkat çekilmişti.

Büyük Patlama, evrenin genişlemesi, zamanın göreceli oluşu, kıtaların hareket etmesi vs. gibi pek çok bilimsel konu, daha Kuran'ın indirildiği 1400 yıl öncesinden haber verilmiştir. (Detaylı bilgi için bkz. Kuran Mucizeleri, Harun Yahya) Bu bilimsel ayetlerin sırrı yüzyıllar boyu bunları okuyan Müslümanlar için gizli kalmıştır. Fakat Müslümanlar Kuran'ın Allah'tan gelen bir hak olduğuna hiçbir kuşkuya kapılmadan inandıkları için henüz açıklamasını bilmedikleri bu ayetlerin de hak olduğuna ve pek çok sır ve hikmet içerdiğine iman etmişlerdir. Yani aklını kullanan ve derin düşünme yeteneğine sahip olan insanlar için her ayet, Allah'ın sonsuz ilminin bir parçasıdır. Yalnızca henüz sırrı açılmamış, yorumu insanlara bildirilmemiştir. Bu tür ayetler müminler için bir şevk ve heyecan kaynağı olur. Allah'ın sonsuz ilmiyle herşeyi kuşatıp sardığını hissetmelerini sağlar.

Mevcut bilim ve teknoloji düzeyiyle henüz açıklanmamış ayetleri itiraz konusu yapmak ise art niyetli kimselerin bir özelliğidir. Kuran'da bu kişilerden şöyle söz edilir:

Nihayet geldikleri zaman, (Allah) der ki: "Siz benim ayetlerimi, bilgi bakımından kavramadığınız halde yalanladınız mı? Yoksa ne yapıyordunuz?" (Neml Suresi, 84)

Kuran'a ön yargı ile yaklaşan böyle bir kimsenin, amacı zaten kendince Kuran'da çelişki aramak olduğundan, o anda aklının ermediği, bilgisinin yetmediği herhangi bir ayeti, kendi düşük akıllarınca Kuran'ın açmazı zanneder. Oysa Kuran'da, indirildiğinden beri yüzlerce yıldır anlamı gizlenmiş ve ancak günümüzde anlaşılmış bilimsel ayetler olduğu gibi, daha ileriki tarihlerde anlaşılacak, bugün henüz anlamı açığa çıkmamış bilimsel ayetler de olabilir. Örneğin Kuran'da madde nakli ve koku nakli olabileceğine işaret edilmektedir. Bugünün teknolojisiyle henüz mümkün olmasa da bu iki konu, bilim-kurgunun gündeminde, geleceğin teknolojisi olarak çoktan yerini almıştır. Bunlarla ilgili Kuran'daki ayetler şöyledir:

- Hz. Süleyman'ın yanındaki ilim sahibi bir şahsın Sebe Melikesi Belkıs'ın tahtını yüzlerce kilometre uzaktaki sarayından bir anda getirmesi:


(Süleyman:) "Ey önde gelenler, onlar bana teslim olmuşlar olarak gelmeden önce, sizden kim onun tahtını bana getirebilir?" dedi.

Cinlerden ifrit: "Sen daha makamından kalkmadan, ben onu sana getirebilirim, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce sahibim." dedi.

Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: "Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim." Derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti). Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiçbir şeye ve kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerim olandır. (Neml Suresi, 38-40)


- Hz. Yakup'un oğlu Hz. Yusuf'un kokusunu yine kilometrelerce uzaktan duyması:

Kafile (Mısır'dan) ayrılmaya başladığı zaman, babaları dedi ki: "Eğer beni bunamış saymıyorsanız, inanın Yusuf'un kokusunu (burnumda tüter) buluyorum." (Yusuf Suresi, 94)

Kıyamete kadar geçerli olacak, tüm zamanları kapsayan üstün bir ilmin saklı bulunduğu Kuran'ın bazı ayetlerinin işaret ettiği manaları bugünün bilim düzeyiyle anlayamamak son derece doğaldır. Günümüzün bilim ve teknolojisi henüz yeterli seviyeye gelmemiştir, bilim geliştikçe Kuran ayetlerindeki bilimsel gerçeklere işaret eden "katlanmış manalar" daha da iyi anlaşılmaktadır.

İçinde Yaşadığı Düzenin Yanlış Ölçülerine Göre Kuran'ı Yorumlamak



Bir kısım insanlar da içinde yaşadıkları zaman ve toplumun şartlarını kendilerine ölçü alır ve çoğunluğun kabul edip uyguladığı kuralları mutlak doğrular sanarak Kuran'ı değerlendirmeye kalkarlar. Bu tür kimseler Kuran'a itiraz getirmeye kalkışanların bilgi, anlayış ve kültürel seviye bakımından en alt, ancak en kalabalık kesimini oluşturur.

Bunlara, her türlü meslek grubunda ve sosyal çevrede rastlamak mümkündür. Fazla düşünmeyen, herhangi bir dünya görüşü olmayan, gününü gün etmeye ya da hayatını kazanmaya çalışan geniş bir kesimi oluştururlar. Küçük hesaplar, basit zevkler ve çıkarlar peşinde koştuklarından, kendi düşük akıllarınca, Kuran'ı çıkar ve zevklerini engelleyecek, sözde keyiflerini kaçıracak, sözde özgürlüklerini kısıtlayacak, basit yaşam ve beklentilerini değiştirecek, alışılmış kurulu düzenlerini bozacak zannederler ve ilkel mantıklarla Allah'ın ayetlerine karşı çıkmaya çalışırlar.

Bu kesimin mensupları Kuran ya da din hakkında, genellikle kendileri düşünüp bulmadıkları fakat sağdan soldan duyup benimsedikleri klasik akıl dışı kalıpları öne sürerler. Çoğunlukla, "21. yüzyılda…", "bu devirde…", "uzay çağında…", "batıda…" vs. gibi kalıplarla başlayan cümleler kurarak Kuran hakkında akılsız ve cahilce yorumlar yaparlar.

Günümüzün hayat şartları ile Kuran'da bildirilen yaşam modelinin uyuşmadığını öne sürerek Kuran'ın hükümleri hakkında gerçek dışı çarpık yorumlar yaparlar. Örneğin, günlük yaşam temposuyla oruç tutmanın, günümüz ekonomi anlayışıyla faizin haram olmasının, modern kadın-erkek ilişkileri ile zinanın yasaklanmasının bağdaşmadığı gibi akıl ve mantık dışı iddialar öne sürerek Kuran'ın hükümlerini kendilerince eleştirmeye kalkarlar.

Kuran'da belirtilen ibadetler, hükümler, yasaklar hakkında cahilce ve yüzeysel mantıklar kullanırlar. Hikmetlerini anlamadıkları hükümler, anlamlarını kavramadıkları ayetler hakkında akılsızca tartışmalar açar ve hiçbir tutarlı mantık içermeyen iddialarını ısrarlı biçimde savunurlar.

"Hayatın gerçekleri" adını koydukları toplum genelinin yaşam tarzı ve dünya görüşünü mutlak doğru kabul eder ve bunları ölçü alarak kendilerince Kuran'da hata veya eksik aramaya kalkışırlar. Oysa ölçü aldıkları bu kavramların ne bilimsel ne de mantıksal hiçbir değeri yoktur. Mutlak doğrular, hayatın gerçekleri, asrın gerekleri zannettikleri kavramlar, topluluk psikolojisiyle birbirlerini avuttukları, kendi kendilerini kandırdıkları içi boş kuruntulardır.

Bütün gücünü çoğunluk olmaktan alan, çoğunluğa uymakla doğru yolda olduğunu sanan bu bilinçsiz kesimin gerçekte ne kadar sapkın bir yolda olduğu Kuran'da bize haber verilmektedir:

Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminle yalan söylerler.' (Enam Suresi, 116)

 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü