Harun Yahya



Renkteki Tasarım




Bizim için renk, cisimlerin özelliklerini belirtmemize, onları daha iyi tanımlamamıza yarayan bir kavramdır. Etrafındaki cisimlerin renklerini teker teker düşünen insan gerçekte ne kadar detaylı bir renk çeşitliliği ile karşı karşıya olduğunu rahatlıkla görecektir. Canlı-cansız tüm cisimlerin bir rengi vardır.



Gökkuşağı

Allah... O'ndan başka İlah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz.
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur...
(Bakara Suresi, 255)

 








renkler

Renkleri Allah bize bir nimet olarak yaratmıştır. Gökkuşağının, kelebeklerin, çiçeklerin, deniz canlılarının, bulutların kısacası yeryüzündeki her şeyin bir yaratanı olmadığı iddia edilemez. Tüm bunların renginin ve şeklini örneksiz yaratan Allah'tır.



Üstelik dünyanın her yerinde aynı türdeki canlılarda aynı renkler vardır. Nereye giderseniz gidin karpuzun rengi hep kırmızıdır, kiviler hep yeşildir, denizler mavidir ya da mavinin tonlarıdır, kar beyazdır, limonlar sarıdır, fillerin rengi dünyanın her yerinde aynıdır, ağaçların rengi aynıdır hiç değişmez. Yapay olarak elde edilen renklerde de durum değişmez. Dünyanın neresine giderseniz gidin sarı ile kırmızıyı karıştırırsanız kavuniçi, siyah ile beyazı karıştırırsanız gri elde edersiniz. Bu da hiçbir zaman değişmez. İşte bu noktada daha farklı düşünmeye başlamakta fayda vardır.

Öncelikle cisimlerdeki renklerin nasıl oluştuğu sorusunu sorarak düşünelim. Bunu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz. Bir mağazaya girdiğinizi ve burada rengarenk, çeşit çeşit desene ve görünüme sahip, renkleri birbiriyle son derece uyumlu kumaşlarla karşılaştığınızı düşünün. Elbette bu kumaşlar buraya tesadüfen gelmemiştir; bilinçli kişilerce desenleri çizilmiş, renkleri tasarlanmış, gerekli boyama işlemleri yapılmış ve daha pek çok ara aşamadan geçtikten sonra o mağazada sergilenmeye başlamışlardır.
Kısacası bu kumaşların varlığı onları tasarlayan ve yapan kişilerin varlığına bağlıdır. Siz de bunları gördüğünüzde bunlar buraya tesadüfen gelmiş, kumaşların üzerine dökülen boyalar sonucunda tesadüfen bu desenler oluşmuş demezsiniz. Hatta hiçbir akıl sahibi varlık böyle bir iddiada bulunamaz.

Aynı şekilde doğada her an gördüğümüz görüntüleri, kelebekleri, çiçekleri, deniz altındaki rengarenk mekanları, ağaçları, bulutlarla kaplı gökyüzünü ve diğerlerini de tıpkı bu mükemmel kumaşlar gibi karşımıza getiren bilinç sahibi bir İrade vardır. Evrendeki kusursuz çeşitlilik özel bir tasarımın sonucudur. Bu tasarım Güneş’ten gelen ışığın oluşmasından, bu ışığın beynimizde renkli bir tablo görüntüsü halini almasına kadar her aşamada kendisini gösterir. Bu da, renklerdeki tasarımın bir sahibinin yani bir tasarlayıcısının olduğunun en büyük delillerindendir. Elbette ki çok üstün bir akla ve çok üstün bir yaratma gücüne sahip olan Allah evrendeki tüm renkleri ve insanı hayran bırakan desenleri yaratmaktadır.
Renklerin oluşmasında gerçekleşen aşamalar daha önce kısaca maddelendirilmişti. Renkteki üstün tasarım bu bölümde ışık, beyin ve göz sıralamasına bağlı kalınarak, farklı başlıklar altında incelenecektir.





1- Işık, Yaşam ve Renk





Kızıl ötesi ışınları

A. gama ışınları
B. x ışınları
C. ultraviyole


D. kızıl ötesi ışınları
E. radyo dalgaları


Uzaydan gelen ışınlar en uzun dalga boyuna sahip radyo dalgalarından, aşırı kısa dalga boyuna sahip gama dalgalarına kadar çok farklı çeşitlerde olabilmektedir.

0*ğ-

Güneş, evrendeki orta büyüklükteki milyarlarca yıldızdan yalnızca bir tanesidir. Güneş’i bizim için evrendeki en önemli yıldız yapan özellikleri; büyüklüğü, etrafındaki gezegenlerle olan bağlantısı ve yaydığı özel ışınlardır. Güneş’in bu özelliklerinden sadece bir tanesinde bile şu anda var olan ölçülerinden herhangi bir farklılık olması durumunda yeryüzünde yaşam olamazdı. Gerçekten de Güneş, Dünya’da canlı bir yaşamın oluşabilmesi ve devam edebilmesi için gereken en ideal değerlere sahiptir3. İşte bu nedenle bilim adamları Güneş’i, yeryüzündeki canlılığın "yaşam kaynağı" olarak nitelendirmektedirler.

Yeryüzünün en uygun şekilde ısınması ve bitkilerin fotosentez yapabilmesi için tek kaynak güneş ışığıdır. Bilindiği gibi canlı yaşamının var olabilmesi için ısınma ve fotosentez vazgeçilmezdir. Bundan başka yeryüzünde aydınlığın oluşması ve renkli bir dünyanın meydana gelmesi de yine Güneş’ten gelen ışınlar sayesinde gerçekleşir. Bu durumda dünyanın en önemli enerji kaynağı olan bu ışınların nasıl oluştuğu sorusu akla gelecektir? Yeryüzündeki canlı yaşamının anahtarı olarak nitelendirilebilecek olan bu ışınların, bu kadar önemli görevleri yerine getirebilmesi, bunun için gerekli özelliklerin tümüne birden aynı anda sahip olması tesadüflerin eseri olamaz. Bunun nedeni ışığın yapısı incelendiğinde daha iyi anlaşılacaktır.




Manzara

Dünya’da canlı yaşamının var olabilmesi için gereken bütün şartlar dolaylı olarak ya da doğrudan doğruya Güneş'ten gelen ışığa bağlıdır. Güneş ışınlarının yapısında ise çok hassas dengelere bağlı bir düzen vardır.


Uzayda bulunan yıldızların yaydığı enerji uzay boşluğunda dalgalar halinde hareket eder. Güneş’ten de enerji olarak yine dalgalar halinde hem ışık hem de ısı gelir. Yıldızlardan yayılan bu enerjinin hareketi, bir gölün üzerine atılan taşın suda oluşturduğu dalgalara benzetilebilir. Nasıl göldeki dalgaların farklı boyları olabiliyorsa, ısı ve ışık yayılırken de aynı şekilde farklı dalga boyları olur.
Bu noktada evrendeki ışığın farklı dalga boyları hakkında bilgi vermekte fayda vardır. Evrende bulunan yıldızların ve diğer ışık kaynaklarının hepsi aynı türde ışık yaymazlar. Bu farklı ışınların sınıflandırılması dalga boylarına ve frekanslarına göre yapılmaktadır. Evrendeki bu farklı dalga boyları çok geniş bir alana dağılmıştır. Örneğin en kısa dalga boyu, en uzun dalga boyundan tam 1025 kat daha küçüktür. (1025 sayısı 1 rakamının yanına 25 tane sıfır konulmasıyla elde edilen çok büyük bir sayıdır.)




Gama ışınları


A. Gama Işinlari
B. X Işinlari
C. Mor Ötesi Işinlar
D. Görülebilir Işik
E. Kizil Ötesi Işinlar


F. Mikro Dalgalar
G. Radyo Dalgalari
H. Güneş Işiği
a. mavi,
b. kırmızı

Işıkta bilimadamlarını şaşırtan bir düzenleme vardır. Uzaydan çok fazla ışın gelmesine rağmen Güneş ışığı yukarıdaki şematik anlatımda da görüldüğü gibi çok dar bir alana sıkıştırılmıştır. Yaşam için gerekli olan ölçü de budur.


Evrendeki 1025'lik bir genişliğe sahip olan ışın yelpazesinin içinde, Güneş’in yaydığı ışınların tümü çok dar bir bölüme sıkıştırılmıştır. Güneşten yayılan farklı dalga boylarının %70'i, 0.3 mikronla, 1.50 mikron arasındaki çok dar bir sınırın içinde yer alır. Güneş'in ışınlarının neden böyle dar bir aralığa sıkıştırıldığını araştırdığımızda ise karşımıza ilginç bir sonuç çıkar: Dünya üzerindeki canlı yaşamı ve renklerin oluşumunu destekleyecek olan ışınlar, sadece bu aralıkta bulunan ışınlardır.

Energy and the Atmosphere adlı kitabında İngiliz fizikçi Ian Campbell, bu üstün tasarımı "inanılmaz derecede şaşırtıcı" olarak nitelendirerek bu noktaya şöyle dikkat çekmektedir:
Güneş’ten yayılan ışınların, Dünya üzerindeki yaşamı desteklemek için gereken çok dar aralığa sıkıştırılmış olması gerçekten çok olağanüstü bir durumdur. 4
1025'lik elektromanyetik yelpazeden Güneş’in yansıttığı bu bir birimlik ışın aralığının büyük bir kısmı "görülebilir ışık" olarak adlandırılır. Bu birimin hemen altındaki ve üstündeki aralıkta yer alan ışınlar da yeryüzüne kızıl ötesi ve mor ötesi ışınlar olarak ulaşır. Kısaca, bu iki ışın türünün özelliklerini de inceleyelim.



Kızıl ötesi ışınlar ısı dalgaları olarak yeryüzüne ulaşırken mor ötesi ışınlar yüksek enerjili olup canlılar üzerinde zararlı etkiler oluşturabilmektedirler. Kızıl ötesi ışınlar atmosferden geçerek Dünya’yı canlıların yaşaması için elverişli hale getirecek ısıyı sağlarlar. Mor ötesi ışınlar ise sadece belirli bir oranda yeryüzüne ulaşabilirler. Bu oranın biraz daha fazla olması durumunda canlıların dokuları zarar görür ve ölümlere yol açar. Az olması durumunda ise canlıların ihtiyacı olan enerji sağlanamaz.
Bütün bunlar canlı yaşamı için son derece önemli detaylardır. Güneş’ten gelen ışınların fonksiyonlarında da görüldüğü gibi dünyada var olan her sistemde bir düzen ve kontrol vardır. Ne kadar hassas bir dengenin olduğunu kısaca anlattığımız böyle bir sistemin tesadüfen oluşması elbette ki mümkün değildir. Bu kusursuz sistemin başka bir fonksiyonunu daha inceleyerek tesadüfen oluşmasının imkansızlığını bir kere daha görelim.



2- Yeryüzünü Kaplayan Zırh: Atmosfer





Atmosferin katları

Atmosferin Katmanları

1. 250 km
2. F2 Katmanı
3. F1 Katmanı
4. Termosfer
5. E Katmanı
6. Mezospoz
7. Mesozfer
8. D Katmanı
9. Stratopoz
10. Stratosfer
11. Tropopoz
12. Troposfer


Güneş’in ışınlarından bazılarının canlılar için zararlı olabileceğinden daha önce bahsetmiştik. İşte bu zararlı etkinin yok edilebilmesi için bir çözüm bulunması gereklidir.
Gelin bu duruma hep birlikte bir çözüm getirmeye çalışalım ve güneş ışınlarını süzecek kadar etkili bir sistem planlamaya çalışalım. Ancak bu sistemin tüm Dünya’yı Güneş’in zararlı etkilerinden koruyacak, bunun sürekli olmasını sağlayacak, bakım gerektirmeyen, aynı zamanda uzaydan gelebilecek diğer tehlikeleri de anında yok edecek, çok fonksiyonlu bir sistem olması gerektiğini unutmayalım.
Bu durumda muhakkak akla çeşitli alternatifler gelecektir, projeler üretilecektir. Fakat ortaya atılan projelerin hiçbiri şu anda dünya üzerinde var olan filtreli koruma kadar çok yönlü ve etkili olmayacaktır. Bu filtreli koruma atmosferimizdir. Dünya’nın atmosferi zararlı ışınları süzme işleminde % 100 başarılıdır ve Dünya’nın korunması için Allah tarafından özel olarak tasarlanmıştır.

Atmosferin özel katmanları sayesinde bu ışınlardan sadece gereken miktar kadarı yeryüzüne ulaşır. Çünkü atmosfer Güneş’ten gelen ışınların hepsini dalga boylarına göre özel işlemlere tabi tutar. Atmosferimiz bütün bu ışınları süzmek üzere tasarlanmış dev bir arıtma tesisi gibidir. Yeryüzünde tek bir örneği dahi bulunmayan bu dev arıtma sistemi Allah'ın kendisine vermiş olduğu özel yapısı sayesinde bu işlemleri yapabilmektedir. Allah göklerin yaratılışına şöyle dikkat çekmektedir.
Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür. Ancak insanların çoğu bilmezler. (Mümin Suresi, 57)
Güneş'ten gelen ışınlar son derece özel ışınlardır. Bu ışınların yeryüzüne ulaşabilmesi için atmosferden geçecek özelliklere sahip olması da zorunludur. Aynı şekilde atmosferin de bu ışınları geçirecek bir yapıya sahip olması gereklidir. Aksi durumda ne atmosferin varlığı, ne de ışınların yapısının uygunluğu bir anlam ifade etmeyecektir. Atmosferin ışınları geçirme özelliği sayesinde güneşten gelen ışınlar yeryüzüne rahatlıkla ulaşırlar. Yalnız burada üzerinde durulması gereken çok önemli bir nokta vardır.


Atmosfer sadece ve sadece canlı yaşamı için gerekli olan görülebilir ve yakın kızılötesi ışınları geçirirken, yaşam için öldürücü olan diğer ışınların geçişini kesin bir biçimde engellemektedir. Böylece Güneş’ten ve Güneş dışı kaynaklardan yani uzayın diğer bölgelerinden Dünya’ya ulaşan zararlı ışınlara karşı Dünya’nın atmosferi çok önemli bir "süzgeç" oluşturmaktadır. 5 Ünlü astronom Michael Denton bu gerçeği şöyle ifade etmiştir:
Atmosfer gazları, görülebilir ışığın ve yakın kızıl ötesinin hemen dışında kalan tüm diğer ışınları ise çok güçlü bir biçimde yutarlar. Dikkat edilirse, atmosferin, elektromanyetik yelpazenin çok geniş alternatifleri içinde, geçişine izin verdiği yegane ışınlar görülebilir ışık ve yakın kızıl ötesini kapsayan daracık alandır. Neredeyse hiç gama, mor ötesi ve mikro dalga ışını Dünya yüzeyine ulaşmaz. 6
Görüldüğü gibi atmosferin yapısında da çok üstün bir tasarım vardır. Güneş 1025'te 1 ihtimalin arasından sadece bize faydalı olan ve renkli bir Dünya’yı oluşturacak olan ışınları yollamakta, atmosfer de zaten sadece bu ışınların yeryüzüne geçişine izin vermektedir. Bundan başka atmosferin içindeki gazların özellikleri sayesinde güneş ışınları ile doğrudan bağlantı halinde olan canlı gözleri de tehlikelere karşı korunmuş olur. Tüm bu özellikler Allah'ın her şeyi belli bir ölçüyle yarattığının delilleridirler.

Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. (Furkan Suresi, 2)



Ultraviyole ışınları

Güneş



Atmosfer, Dünya'ya sadece gerekli ışınların geçmesine izin verecek, geri kalan zararlı ışınların çoğunu ise geri yansıtacak bir yapıya sahiptir.



1. Güneş2. Atmosfer

A. UVA kısa ışınlar. (Hemen hemen hepsi atmosferden geçiyor)
B. UVB orta uzunluktaki ışınlar. (Atmosfer % 70'ini tutuyor)
C. UVC kısa ışınlar. (Atmosfer % 100'ünü tutuyor)



3- Maddeye Çarpan Işık






1. Beyaz Işık
2. Prizma
Uzaydaki ve atmosferdeki madde yoğunluğu yani atomların yoğunluğu birbirlerinden farklıdır. Bu yüzden uzaydan geçerek gelen ışık atmosfere girince daha çok atoma çarptığı için daha fazla yayılır. İşte canlıların gözü ancak atmosferden kırılarak yani hafifletilerek gelen bu ışınları algılayarak renkli bir dünyayı görebilir. Atmosfersiz bir uzay ortamında ışık gözlere zarar verecek kadar şiddetlidir. Bunun dışında yakın kızıl ötesi ışınlar da aynı şekilde atmosferde yayılarak yeryüzünün ısınmasını sağlar.

Kızıl ötesi ışınlar


Güneş'ten gelen ışık saniyede 300.000 km gibi müthiş bir hızla yol alarak Dünya’ya ulaşır. Işığın bu hızı sayesinde her an renkli bir dünya ile karşılaşırız. Peki bu kesintisiz görüntü nasıl gerçekleşir?
Atmosferi geçerek müthiş bir hızla yeryüzüne ulaşan ışık yeryüzündeki maddelere çarpar. Işık, bu hızla maddeye çarptığında atomları ile etkileşime girerek renkleri oluşturacak dalga boylarına ayrılır. Böylece elinizde tuttuğunuz kitap, kitabın satırları, resimleri, dışarı baktığınızda gördüğünüz manzara, ağaçlar, binalar, arabalar, gökyüzü, kuşlar, kediler kısacası gözün gördüğü her şey renklerini yansıtabilirler.
Bu renklerin yansımasını sağlayan moleküller pigmentlerdir. Yani her maddenin yansıttığı renk, içerdiği pigment moleküllerine bağlıdır. Her pigment molekülünün atom özellikleri farklıdır. Yani bu moleküllerdeki atomların sayısı, çeşidi ve dizilişleri farklıdır. Birbirlerinden bu şekilde farklılaşan pigmentlere çarpan ışık, farklı renk tonlarının yansımasına neden olur. Ama renk kavramının oluşması için bu da yeterli değildir. Yansıyan ve belli bir renk özelliğini taşıyan ışığın, algılanması ve görülmesi için kendisini algılayacak bir göz sistemine ulaşması gerekir.


4- Göze Gelen Işık





Retinadaki sinir hücrelerinin bağlantıları

1. Retina
2. Koroid tabaka, gözakı
3. Göz
4. Retina
5. Göz bebeğinin arkasındaki sulu şeffaf madde
6. Epitel tabaka
7. Çomak gözeleri
8. Çomak hücresi
9. Koni hücresi
10. Yatay hücre
11. İki kutuplu hücre
12. Aksonsuz hücre
13. Görme siniri lifleri
14. Gangliyon hücresi
15. Işık ışınları

Soldaki şekilde retinadaki sinir hücrelerinin bağlantıları görülmektedir. Hücrelerin farklı tabakaları arasındaki karmaşık ara bağlantılar, sinir hücrelerinin birlikte hareket etmesi ve birbirlerini etkilemesine neden olur. Sağdaki resimde ise koni hücrelerinden bir detay görülmektedir. Kısa koni hücreleri dünyayı renkli görmemizi sağlarken, uzun çomak hücreleri şekilleri ve hareketleri görmemizi sağlar.


Maddelerin yansıttıkları ışınların renk olarak algılanmaları için göze ulaşmaları gerekir. Gözün varlığı tek başına yeterli değildir. Işınlar gözden sonra da, gözle uyum içinde çalışan bir beyne ulaşmalıdır.
En yakın örnek olan kendi gözümüzü ve beynimizi düşünelim. İnsan gözü birçok farklı organel ve bölümden oluşmuş, oldukça karmaşık bir yapıya sahiptir.
Bütün bunların aynı anda ve uyum içinde çalışması sayesinde görürüz ve renkleri algılarız. Göz, gözyaşı bezleriyle, korneasıyla, konjonktivasıyla, irisi ve göz bebeği ile, göz merceği ile, retinasıyla, koroidiyle, göz kasları ve göz kapakları gibi doku ve organelleriyle benzersiz bir sistemdir. Bunların yanında beyinle bağlantısını sağlayan muhteşem sinir ağı ve son derece kompleks olan görme alanıyla bir bütün olarak kesinlikle tesadüfen oluşamayacak çok özel bir yapıya sahiptir.
Gözü kısaca tanıttıktan sonra görme olayının nasıl gerçekleştiğine de bir göz atalım. Göze gelen ışık ışınları önce korneadan, sonra göz bebeğinden, ardından da mercekten geçerek retinaya ulaşırlar.
Rengin algılanması retinadaki koni hücrelerinde başlar. Işığın belli renklerine yoğun biçimde reaksiyon veren üç ana koni hücre grubu vardır. Bunlar mavi, yeşil ve kırmızı koniler olarak sınıflandırılırlar. Koni hücrelerinin reaksiyon verdiği kırmızı, mavi ve yeşil; doğada bulunan üç ana renktir. İşte bu üç renge hassas olan koni hücrelerinin farklı oranlarda uyarılmaları sonucunda milyonlarca farklı renk tonu ortaya çıkar.
Koni hücreleri algıladıkları bu renk bilgilerini, sahip oldukları pigmentler sayesinde elektrik sinyallerine dönüştürürler. 7 Bu hücrelere bağlı olan sinir hücreleri de elektrik sinyallerini beyindeki özel bir bölgeye iletirler. İşte hayatımız boyunca gördüğümüz rengarenk Dünyamızın oluştuğu yer beyindeki bu birkaç santimetreküplük bölgedir.


Fotonlar

Güneş'ten gelen ışınlar dalga hareketi yaparak ilerleyen ve "foton" adı verilen parçacıklardan oluşurlar. Fotonlar, yeryüzündeki maddeleri oluşturan atomların elektronlarına çarptığında "renkleri ifade edecek" özel dalga boylarındaki ışığı ortaya çıkarır. Örneğin Güneş ışığı bir yaprağa düştüğünde, ışığın fotonları yaprağın yüzeyindeki pigment moleküllerinin atomlarına çarpmış olur. Bu çarpmadan doğan etkiyle yaprağın atomlarındaki elektronları hareket ettirir. Bu çarpma hareketine tepki olarak atomlar da dışarıya foton gönderirler. Böylece fotonların oluşturduğu "renk", maddenin atomları arasından gözümüze doğru yola çıkar.




5- Karanlık Beynimizdeki Renkli Dünya


Renklerin oluşumunun son aşaması beyinde gerçekleşir. Önceki bölümde belirttiğimiz gibi gözdeki sinir hücreleri elektrik sinyaline dönüştürülen görüntüleri beyne iletir ve dış dünyada gördüğümüz her şey beyindeki görme merkezinde algılanır. Ancak bu noktada karşımıza şaşırtıcı bir gerçek çıkar: Beyin bir et parçasıdır ve içi karanlıktır. İçi kapkaranlık olan beynimizde cisimlerden gelen elektrik sinyalleri deşifre edilmekte ve cisimler, cisimlerin renkleri ve diğer bütün özellikleri algılar şeklinde oluşmaktadır. Burada üzerinde önemle durulması gereken nokta kuşkusuz ki bir et parçasında bu algılama işleminin nasıl olup da gerçekleştiği sorusudur.


Özellikle renklerin algılanmasında pek çok soru işareti mevcuttur. Elektrik sinyallerinin görme sinirleri yoluyla beyne nasıl iletildiği ve beyinde ne gibi fizyolojik etkiler yarattığı sorularına renk bilimciler henüz cevap verememektedirler. 8 Bildikleri sadece renklerin bir gerçeklik biçiminde algılanmasının içimizde yani beynimizdeki görme merkezinde olduğudur. 9 (Detaylı bilgi için bakınız Maddenin Ardındaki Sır bölümü)
Aslında beynin gerçekleştirdiği işlemlerin çok büyük bir çoğunluğu hala tam olarak aydınlatılamamıştır. Bu konuyla ilgili olarak yapılan açıklamalar sadece teorilere dayanmaktadır. Oysa beyin, insan ilk var olduğundan beri bütün fonksiyonlarını aynı bugünkü gibi eksiksiz bir şekilde yerine getirir. İnsanların yaklaşık bir kilogramlık ağırlığa sahip, karanlık bir et parçasının içinde renkleriyle, şekilleriyle, sesleriyle, kokularıyla ve tatlarıyla üç boyutlu bir dünya yaşaması, Allah'ın kusursuz yaratışı sayesindedir. Her insan doğduğunda bu benzersiz yaratılış mucizesini hazır olarak bulur. Ne fonksiyonlarının ortaya çıkmasında, ne bunların sürekliliğinde, ne de başka bir aşamada insanın hiçbir denetimi söz konusu değildir.
Kuran’da Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
De ki: "Siz, Allah'ın dışında taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Bana haber verin; yerden neyi yaratmışlardır? Ya da onların göklerde bir ortaklığı mı var? Yoksa Biz onlara bir kitap vermişiz de onlar bundan (dolayı) apaçık bir belge üzerinde midirler?" Hayır, zulmedenler, birbirlerine aldatmadan başkasını vadetmiyorlar. Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, Kendisi'nden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim’dir, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 40-41)

 


Dipnotlar


3. F.Press, R. Siever, Earth, New York:W.H.Freeman, 1986, s.4
4. Ian M.Camplell, Energy and Atmosphere, London: Wiley, 1977, s.1-2
5. Enyclopedia Britannica, 1994, 15th ed. Cilt.18, s.203
6. Michael Denton, Nature's Destiny, s.55
7. Bilim ve Teknik Dergisi, Sayı: 366, s.81
8. Bilim ve Teknik Dergisi, Ekim 1986, s.6
9. Bilim Teknik Dergisi, Ekim 1986, s.6-9

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü