Harun Yahya


UBA'nın Türleşme Konusundaki Yanılgıları



Bilim ve Yaratılışçılık kitabında, evrimcilerin klasik yanılgılarından biri olan türleşme konusu da yer almaktadır (Bilim ve Yaratılışçılık, s. 10). Bilim ve Yaratılışçılık kitabına göre, bilim insanları yeni türlerin oluşum sürecini anlayabilmişlerdir. Buna göre, coğrafi izolasyona maruz kalan, yani birbirinden coğrafi sınırlarla ayrılan canlılar mutasyon, doğal seçilim ve diğer süreçlerin sonucunda genetik olarak diğer ayrıldıkları gruptan farklılaşmakta ve bunun sonucunda yeni türler ortaya çıkmaktadır. Oysa, burada sözü edilen süreç, yeni türlerin ortaya çıkması değil, varyasyon yani bir tür içinde farklı çeşitlerin meydana gelmesidir. Evrimcilerin bu konudaki kullandıkları yanıltma, gerçekte tartışmalı bir kavram olan türü, kendi teorilerinin gerektirdiği şekilde kullanmalarıdır.

Biyolojinin farklı alanlarından çeşitli uzmanların öne sürdükleri pek çok tür tanımı vardır. Biyolog John Endler, bu farklı tanımların yol açtığı karışıklık için şu yorumu yapar:


Türler, organik çeşitliliği tanımlamak için oluşturulmuş araçlardır. Değişik amaçlar için yapılmış çeşitli ekskiler olduğu gibi, farklı amaçlara en uygun farklı tür kavramları vardır... Değişik organizma grupları üzerinde çalışan farklı insanların 'tür' ile farklı şeyleri ifade etmek istemeleri yüzünden sık sık karışıklık ve anlaşmazlık meydana gelmektedir.1


Darwinizm'in Türkiye'deki önde gelen sözcülerinden Ali Demirsoy da, söz konusu gerçek hakkında şunları dile getirir:


Hayvanların ve bitkilerin sınıflandırılmasında temel birim olarak alınan türün, diğer türlerle ayrılımı hangi sınırlarda olmalıdır sorusu, yani 'Tür Tanımı', biyolojinin en zor yanıtlanabilen sorularından biridir. Hayvan ve bitki gruplarının tümü için geçerli olabilecek bir tür tanımı vermek, bugünkü bilgilerimizle olanaksız görülmektedir.2


'Tür' dendiğinde insanların aklına çoğu zaman köpek, at, örümcek, yunus, elma gibi 'canlı tipleri' gelir. Evrim teorisinin 'türlerin kökeni' iddiası ise, insanlara bu canlı tiplerinin kökenini çağrıştırır. Oysa biyologlar tür kavramını biraz daha farklı tanımlarlar. Çağdaş biyolojiye göre en genel anlamıyla bir canlı türü, kendi içinde çiftleşen ve çoğalabilen bireylerden oluşan bir popülasyondur. Bu tanım, günlük hayatta sanki tek bir tür gibi söz ettiğimiz canlı tiplerini çok daha fazla türlere ayırır. Örneğin örümceklerin yaklaşık 34 bin türü tanımlanmıştır.3

Evrimin türleşme aldatmacasını anlamak içinse, önce 'coğrafi izolasyon'u belirtmek gerekir: Her canlı türü içinde, genetik varyasyondan kaynaklanan farklılıklar vardır. Eğer bu türe ait canlıların arasına dağ, nehir, deniz gibi coğrafi bir engel girerse, yani birbirlerinden 'izole' olurlarsa, o zaman birbirinden kopmuş olan bu iki grubun içinde büyük olasılıkla farklı varyasyonlar ağır basmaya başlar.4 Örneğin, bir grupta, daha koyu renkli ve uzun tüylü olan A varyasyonu ağırlık kazanır, diğerinde ise daha kısa tüylü ve açık renkli olan B varyasyonu baskın çıkar. Bu popülasyonlar ne kadar ayrı kalırlarsa, A ve B karakterleri de o kadar keskinleşir. Aynı türe ait olmalarına rağmen, aralarında belirgin morfolojik farklar bulunan bu gibi varyasyonlara 'alt tür' adı verilir.






örümcek türleri

Örümceklerin yaklaşık 34 bin türü tanımlanmıştır.







Türleşme iddiası buradan sonra devreye girer. Bazen, coğrafi izolasyon yoluyla birbirlerinden kopmuş olan A ve B varyasyonları, bir şekilde yeniden biraraya getirildiklerinde, birbirleri ile çiftleşmezler. Çiftleşmedikleri için de, modern biyolojinin 'tür' tanımlamasına göre, 'alt tür' olmaktan çıkıp, 'ayrı türler' haline gelmiş olurlar. Buna 'türleşme' (speciation) adı verilir.

Evrimciler ise, bu kavramı alıp hemen şu çıkarımı yaparlar: 'Doğada türleşme var, yani yeni canlı türleri doğal mekanizmalarla oluşuyor, demek ki tüm türler bu şekilde oluşmuş'. Oysa bu çıkarımda çok büyük bir aldatmaca gizlidir.

Bu aldatmacanın iki önemli noktası şöyledir:


1) Birbirlerinden izole olan A ve B varyasyonları, biraraya geldiklerinde çiftleşmiyor olabilirler. Ama bu olgu çoğu zaman 'çiftleşme davranışı'ndan kaynaklanır. Yani A ve B varyasyonuna ait bireyler, diğer varyasyon kendilerine yabancı göründüğü için, onu 'kendilerine yakın bulmadıkları' için çiftleşmezler. Ancak çiftleşmelerini engelleyecek bir genetik uyumsuzluk yoktur. Dolayısıyla aslında genetik bilgi açısından hala aynı türe aittirler. (Nitekim bu nedenle 'tür' kavramı biyolojide tartışma konusu olmaya devam etmektedir.)

2)Asıl önemli nokta ise, söz konusu 'türleşme'nin, bir genetik bilgi artışı değil, aksine genetik bilgi kaybı anlamına gelmesidir. Ayrışmanın nedeni, varyasyonlardan birinin veya her ikisinin yeni bir genetik bilgi edinmiş olmaları değildir. Böyle bir genetik bilgi eklenmesi yoktur. Örneğin iki varyasyondan herhangi biri yeni bir proteine, yeni bir enzime, yeni organa kavuşmuş değildir. Ortada bir 'gelişme' yoktur. Aksine, daha önceden farklı genetik bilgileri aynı anda barındıran popülasyon (örneğimize göre, hem uzun hem de kısa tüy özelliğini, hem koyu hem de açık renk özelliğini barındıran popülasyon) yerine, şimdi genetik bilgi yönünden daha fakirleşmiş iki ayrı popülasyon vardır.


Dolayısıyla 'türleşme'nin evrim teorisini destekler hiçbir yönü yoktur. Çünkü evrim teorisi, canlı türlerinin hepsinin basitten komplekse doğru rastlantılar yoluyla türediği iddiasındadır. Dolayısıyla bu teorinin dikkate alınabilmesi için, ortaya 'genetik bilgiyi artırıcı mekanizmalar' koyabilmesi gerekir. Gözü, kulağı, kalbi, akciğeri, kanatları, ayakları veya diğer organ ve sistemleri olmayan canlıların, nasıl bunları kazandıklarını, bu organ ve sistemleri tanımlayan genetik bilginin nereden geldiğini açıklayabilmesi gerekir. Zaten var olan bir canlı türünün genetik bilgi kaybına uğrayarak ikiye bölünmesi, kuşkusuz bununla hiçbir ilgisi olmayan bir olgudur.






hayvanlar

Canlı tipleri ilk başta nasıl oluşmuştur? Monera, protista, mantarlar, bitkiler ve hayvanlar alemleri yeryüzünde nasıl ortaya çıkmıştır? Türlerin daha üst kategorileri olan filumlar, sınıflar, takımlar, aileler (örneğin memeliler, kuşlar, omurgalılar, yumuşakçalar gibi temel kategoriler) ilk başta nasıl meydana gelmiştir? Evrimcilerin asıl açıklamaları gereken konular işte bunlardır.







Bu ilgisizlik aslında evrimciler tarafından da kabul edilir. Bu nedenle evrimciler, bir türün kendi içindeki varyasyonlarını ve 'ikiye bölünerek türleşme' örneklerini 'mikro evrim' olarak tanımlarlar. Mikro evrim, zaten var olan bir türün içindeki çeşitlenmeler anlamında kullanılmaktadır. Ancak bu tanımda 'evrim' ifadesinin geçirilmesi bütünüyle maksatlı olarak yapılmış bir aldatmacadır. Çünkü mikro bile olsa ortada evrim gibi bir süreç yoktur. Durum, o türün gen havuzunda var olan genetik bilginin farklı bireylerdeki dağılımından, değişik kombinasyonlarından ibarettir.

Cevaplanması istenen sorular ise şunlardır: Canlı kategorileri ilk başta nasıl oluşmuştur? Monera, protista, mantarlar, bitkiler ve hayvanlar alemi yeryüzünde nasıl ortaya çıkmıştır? Türlerin daha üst kategorileri olan filumlar, sınıflar, takımlar, aileler (örneğin memeliler, kuşlar, eklem bacaklılar, yumuşakçalar gibi temel kategoriler) ilk başta nasıl meydana gelmiştir? Evrimcilerin asıl açıklamaları gereken konular işte bunlardır.

Evrimciler bu gibi temel kategorilerin kökeniyle ilgili teorilerine 'makro evrim' derler. Aslında evrim teorisi derken kastedilen ve tartışılan kavram da makro evrimdir. Çünkü mikro evrim denen genetik çeşitlenmeler, gözlemlenen ve herkes tarafından kabul edilen biyolojik bir olgudur ve yukarıda da belirttiğimiz gibi bu olgunun -evrimciler her ne kadar tanımın içine 'evrim' ifadesini yerleştirmişlerse de- evrimle hiçbir ilgisi yoktur. Makro evrim iddiasının ise ne gözlemsel biyoloji ne de fosil kayıtları açısından hiçbir kanıtı bulunmamaktadır.

İşte burada çok önemli bir 'püf nokta' vardır. Konu hakkında yeterli bilgisi olmayanlar, 'mikro evrim kısa bir zaman dilimi içinde gerçekleştiğine göre, on milyonlarca yıl içinde de makro evrim gerçekleşir' gibi bir yanılgıya kapılırlar. Bazı evrimciler  de aynı yanılgıya düşer veya bu yanılgıyı kullanarak insanları evrim teorisine inandırmaya çalışırlar. Charles Darwin'in Türlerin Kökeni'nde öne sürdüğü tüm sözde 'evrim delilleri' bu şekildedir. Ondan sonra gelen evrimcilerin öne sürdükleri örnekler de bu doğrultudadır. Tüm bu örneklerde evrimcilerin 'mikro evrim' diye tanımladıkları genetik çeşitlenmenin, yine 'makro evrim' diye tanımladıkları teorinin delili olarak kullanılması söz konusudur.

Bu yanılgının mantığını anlatmak için bir örnek verelim. Eğer birisi size şöyle bir mantık kursa, ne düşünürsünüz: Bir tabancadan havaya doğru sıkılan kurşun, saatte 400 kilometre hızla ilerler. Dolayısıyla kısa süre sonra atmosferden çıkıp Ay'a varacak, ilerleyen haftalarda ise Mars gezegeninin yüzeyine ulaşacaktır.

Eğer birisi size böyle bir iddiada bulunursa, bunun çok basit bir aldatmaca olduğunu anlarsınız. İddiayı öne süren kişi, sadece çok dar bir gözlemi (kurşunun tabancadan çıkış hızını) dile getirmekte, buna karşılık kurşunun ilerlemesini sınırlandıran yerçekimi ve havanın sürtünmesi gibi iki temel gerçeği kasten gizlemektedir. İşte evrimciler de tüm 'mikro evrimden makro evrime delil çıkarma' girişimlerinde aynı yöntemi kullanırlar.






kurşun






Tüm bu mikro evrim-makro evrim tartışmasının ve evrimci 'türleşme' hikayelerinin özet sonucu ise şudur: Canlılar, yeryüzünde birbirinden farklı yapılara sahip 'tipler' olarak ortaya çıkmışlardır. (Fosil kayıtları bunu kanıtlamaktadır.) Bu tiplerin içinde, genetik havuzlarının zenginliği sayesinde farklı varyasyonlar ve alt türler oluşabilmektedir. Örneğin 'tavşan' tipinin kendi içinde, beyaz tüylü, gri tüylü, uzun kulaklı, daha kısa kulaklı gibi çeşitlenmeleri olmakta ve bu farklı çeşitlenmeler, kendilerine hangi doğal şartlar uygunsa dünyaya o şekilde yayılmaktadırlar. Ama tipler hiçbir zaman birbirlerine dönüşmemektedir. Bunu yapabilecek, yeni tipler tasarlayabilecek, bunlar için yeni organlar, sistemler, vücut planları oluşturacak bir doğal mekanizma yoktur. Her tip, kendi özgün yapısıyla yaratılmıştır ve Allah tümünü zengin bir varyasyon potansiyeli ile var ettiği için, her tip kendi içinde zengin ama sınırlı bir çeşitlenme ortaya çıkarmaktadır.


Evrimcilerin Türleşme Hakkındaki İtirafları




Theodosius Dobzhansky

Theodosius Dobzhansky



Konu hakkında sadece yüzeysel bir bilgiye sahip olan 'amatör' evrimciler ve Ulusal Bilimler Akademisi ve TÜBA gibi gözü kapalı evrimciler hariç, Darwinistlerin hemen hemen tamamı kendileri açısından asıl sorunun ne olduğunun çok iyi farkındadırlar: Yeryüzündeki canlı tiplerinin, türlerin ve tür zenginliğinin kökenini açıklamak. Neo-Darwinizm'in mimarlarından Theodosius Dobzhansky'nin Genetik ve Türlerin Kökeni adlı kitabının önsözünde yazdığı gibi, evrim açısından başlıca sorun, hayatın çeşitliliğini açıklamaktır.5

Charles Darwin ve takipçilerinin asıl aydınlatması gereken konu işte budur. Darwin Türlerin Kökeni adlı kitabında, konuya ilişkin tek bir somut delil sunamamış, sadece spekülasyon yapmıştır. Charles Darwin, oğlu Francis Darwin tarafından yayımlanan Charles Darwin'in Hayatı ve Mektupları adlı kitapta yer alan bir mektubunda, bu gerçeği şöyle itiraf etmiştir:


Bir türün diğerine değişimine ilişkin hiçbir kayıt yoktur... Tek bir türün değiştiğini kanıtlayamayız. 6


Darwin zaman içinde ve bilimsel araştırmaların ilerlemesiyle, söz konusu sorunun yanıtlarının bulunacağını, tür oluşumunun delillendirileceğini umuyordu. Ama aksine, bilimsel bulgular Darwin'i yalanladı. Aradan geçen yaklaşık 150 yılda evrimcilerin tüm çabalarına rağmen, evrimsel mekanizmalarla türleşme, delil ve dayanaktan yoksun bir iddia olarak kaldı.






türler







Richard Harrison

Richard Harrison



Burada bazı evrimcilerin konuya ilişkin itiraflarına yer verilecektir.

Cornell Üniversitesi Profesörü Richard Harrison, 2001 yılında Nature dergisinde yayınlanan bir makalesinde, bu konudaki yüzyıllık evrimci geçmişi şöyle özetler:


Doğal topluluklar çok büyük bir tür çeşitliliğini barındırır... Peki ya çeşitliliğin kökeni? Türleşme işlemi evrimsel biyolojinin merkezi olmasına rağmen, yeni türlerin nasıl ortaya çıktığına ilişkin çok az şey yazıldı. 7


Aslında bu konuda 'çok az şey yazılması' şaşırtıcı değildir. Zira bilimsel bulgular, bir türden başka bir türe dönüşümün mümkün olmadığını, değişimin sadece tür içinde ve belirli sınırlar dahilinde gerçekleştiğini ortaya koymuştur. Bugüne kadar evrimsel mekanizmalarla elde edilmiş hiçbir gözlenebilir türleşme örneği yoktur.                         

Pittsburgh Üniversitesi Antropoloji Profesörü Jeffrey Schwartz, 2000 yılında yayınlanan Ani Başlangıçlar: Fosiller, Genler ve Türlerin Ortaya Çıkışı isimli kitabında, bu gerçeği şöyle vurgular:


Bununla birlikte, durum hala şöyledir: Dobzhansky'nin yeni bir meyve sineği türüne dair iddiası (ki bu da bir varyasyon örneğidir) hariç tutulursa, herhangi bir mekanizma ile yeni bir türün oluşumu hiçbir zaman gözlemlenmemiştir. 8



meyve sineği

Meyve sinekleri ya da bakteriler gibi yaşam süreleri çok kısa olan ve dolayısıyla tek bir bilim adamının bile binlerce neslini gözlemleyebildiği canlılarda da hiçbir türleşme vakası görülmemiştir.



Bu gerçekler karşısında, bazı evrimciler: 'Evrim yoluyla türleşmeyi gözlemleyemiyoruz, çünkü evrimsel mekanizmalar ancak çok uzun zaman içinde etkili olur. Bu yüzden türleşme, doğada veya laboratuvarda gözlemlenemez' gibi bir açıklama öne sürerler. Ancak bu da hiçbir bilimsel temeli olmayan bir avuntudan başka bir şey değildir. Çünkü meyve sinekleri ya da bakteriler gibi yaşam süreleri çok kısa olan ve dolayısıyla tek bir bilim adamının bile binlerce neslini gözlemleyebildiği canlılarda da hiçbir türleşme vakası görülmemiştir. Bugüne kadar çeşitli mikroorganizma ve hayvan türleri üzerinde yapılan sayısız deney ve araştırma, evrimcilerin hayallerini yerle bir etmiştir. Bir evrimci olan, Wired dergisi editörü ve All Species Vakfı Başkanı Kevin Kelly bunu şöyle anlatır:


Yoğun bir gözleme rağmen, kayıtlı tarihte, doğada hiçbir yeni türün ortaya çıktığına tanık olmadık. Ayrıca, işin en ilginci, hayvan yetiştiriciliğinde hiçbir yeni hayvan türünün ortaya çıktığını da görmedik. Türleşmeyi sağlamak için sinek popülasyonlarına küçük ve büyük baskıların kasten uygulandığı meyve sineği araştırmalarında, yüz milyonlarca nesilde hiçbir yeni meyve sineği türünün oluşmaması da buna dahildir... Doğada, yetiştiricilikte ve yapay hayatta, varyasyonun ortaya çıkışını görürüz. Ancak büyük değişimin yokluğu ile birlikte, varyasyon limitlerinin dar bir alanda ve çoğu kez türün kendi içinde sınırlanmış olarak göründüğünü de açıkça fark ederiz.9


Türleşmeyi kanıtlamak için, yaklaşık yetmiş yıldır meyve sinekleri yetiştirilmiş, bunlar sürekli olarak mutasyona uğratılmış; ancak hiçbir evrimsel değişim yaşanmamış, hiçbir türleşme vakasına rastlanmamış, meyve sineği yine meyve sineği olarak kalmıştır.10 Aynı şekilde, Escherichia coli bakterisi üzerinde yıllardır yapılan deney ve araştırmalarda, başka bir bakteri türü veya çok hücreli bir canlı türü ortaya çıkmamış; Escherichia coli yine Escherichia coli olarak kalmıştır.11

Kaldı ki evrimcilerin sıkıntısı bu gibi gözlem ve deneylerle de sınırlı değildir: Fosil kayıtları da türleşme kavramını kesinlikle reddetmektedir. Fosil kayıtlarında, Darwinizm'e göre yaşamış olması gereken sayısız 'ara tür'e ait hiçbir belirti yoktur. Bu fosillerin ileride bulunabileceğini düşünen Darwin'in görüşünün yanlış olduğu kesinlikle anlaşılmıştır. Evrimciler günümüzde 'türleşme fosil kayıtlarında görülemeyecek kadar hızlıdır' şeklinde bir bahane ileri sürmekte; daha doğrusu böyle bir avuntunun arkasına saklanmaktadırlar.






akrep

Solda yaklaşık 300 milyon yıllık Paraisobuthus (akrep) fosili, günümüzdeki akreple arasında
herhangi bir farklılık görülmemektedeir.








İngiliz biyologlar Paul Pearson ve Katherine Harcourt-Brown, türleşmenin fosil kayıtlarında görülmediğini üstü kapalı olarak şöyle ifade ederler:


Türleşmeyi, biyolojik anlamda, fosil kayıtlarında teşhis etmek oldukça güçtür... Fosil kayıtları türleşme işlemlerine dair anlayışımıza az miktarda katkıda bulunmaktadır. 12



kevin kelly

Kevin Kelly ve kitabı Out of Contol: The New Biology of Machines



Kısacası, türlerin kökeni, tür oluşumu ve hayatın çeşitliliği gibi konular, evrim teorisinin iddia ettiği gibi doğal süreçler ve rastlantısal etkilerle açıklanamaz. Dahası, bilimsel bulgular Darwinizm'in bilim dışı ve gerçek dışı bir teori olduğunu kanıtlamaktadır. Günümüzde pek çok bilim adamı bunun bilincindedir. Ancak bilim dünyasından dışlanmak korkusuyla, az sayıda biyolog görüşlerini açıkça dile getirmektedir. Bunlardan biri Massachusetts Üniversitesinden tanınmış bir profesör olan Lynn Margulis'tir. Margulis Darwinizm'in konuya ilişkin iddialarının 'tamamen yanlış' olduğunu belirtmektedir. Margulis'in bu konudaki görüşlerine Kevin Kelly'nin Out of Control: The New Biology of Machines (Kontrol Dışı: Makinaların Yeni Biyolojisi) isimli kitabında şöyle yer verilmiştir:


Açık sözlü biyolog Lynn Margulis, son hedefi olan Darwinist evrim dogması hakkında şunları söyledi: 'Tamamen yanlış. Pasteur'den önce bulaşıcı hastalık tedavisinin yanlış olduğu gibi yanlış. Frenolojinin (bir kişinin karakter ve zekasının kafatası yapısından anlaşılacağına dair geçersizliği kanıtlanmış bir teori) yanlış olduğu gibi yanlış. Her temel ilkesi yanlış.' Margulis yeni türlerin, aşamalı, bağımsız ve tesadüfi varyasyonların kesintisiz sıralanmasının sonucunda oluştuğuna inanan asırlık Darwinizm teorisinin çağdaş kurgusunun hatalarını ortaya koymaktadır. Margulis, Darwinist teori cephesine meydan okurken yalnız değil, ancak bu kadar açık konuşan az sayıda kişi var. 13


Minnesota Üniversitesi Ekoloji, Evrim ve Davranış Bölümü Profesörü David Tilman'ın, 11 Mayıs 2000 tarihli Nature dergisinde yayınlanan şu sözü konuyu çok iyi özetlemektedir: 'Dünyadaki muazzam tür çeşitliliğinin varlığı bir sır olarak kalmaktadır.'14


Darwin'in İspinozları Aldatmacası



ispinozBilim ve Yaratılışçılık kitabında, 'türleşmenin özellikle güçlü bir örneği, Galapagos adalarında Darwin tarafından incelenmiş olan 13 ispinoz türünü kapsar' denmektedir (Bilim ve Yaratılışçılık, s. 10). Oysa Darwin'in ispinozları türleşmenin değil, çeşitlenmenin (varyasyonun) örneğidir.

Darwin, Beagle adlı gemi ile yaptığı gezisinde, Galapagos Adalarındaki farklı ispinoz türlerini incelemiş, bu ispinozlar arasındaki gaga büyüklüğü ve beslenme alışkanlıkları farklılıklarını, evrime dayandırmıştır. Galapagos Adalarında 13 ispinoz kuşu türü, Galapagos'un yaklaşık 600 kilometre kuzeydoğusundaki Cocos Adası'nda da 1 ispinoz türü yaşamaktadır. Bu kuşlar her ne kadar 14 ayrı tür olarak sınıflandırılsalar da birbirlerine çok benzerler; benzer vücut şekline, renklere ve alışkanlıklara sahiptirler. Bilim ve Yaratılışçılık  kitabında, bu kuşların Güney Amerika'dan gelen bir türden evrimleştiği öne sürülmektedir. Darwin'den bu yana evrimciler, bu kuşları doğal seleksiyon yoluyla evrimleşmenin bir örneği olarak tanıtır ve evrimin en bilinen delili gibi sunarlar. Bu bölümde, ispinoz kuşlarının farklı türlerinin evrime hiçbir delil oluşturmadığı, evrimcilerin bulguları yanlış yorumlayarak bu kuşları evrimin delili gibi göstermeye çalıştıkları açıklanacaktır.


Neden İspinoz Kuşları?




14 farklı ispinoz türü

14 farklı ispinoz türü



Darwin Türlerin Kökeni adlı kitabında, doğal seleksiyon yoluyla yeni türlerin ortaya çıkışının çok ağır işleyen bir süreç olduğunu; dolayısıyla bunun gözlemlenemeyeceğini ancak çıkarım yapılarak anlaşılabileceğini yazmıştı. Bu durum ise gelişen bilim standartlarınca kabul edilebilir bir şey değildi. Neo-Darwinistler evrim teorisinin bilimsel olduğu iddialarını sürdürebilmek için yeni 'delil' arayışları içine girdiler. İşte bu noktada Galapagos ispinozları hikayesi onlara kurtarıcı gibi göründü.

Böylece bu kuşlar kapsamlı araştırmaların odak noktası oldular. Çeşitli evrimciler gözlemlerine dayanarak açıklamalar yaptılar. Kuşbilimci David Lack, Nisan 1953 tarihli Scientific American dergisindeki makalesinde, Galapagos'taki kuşların evriminin yakın geçmişte gerçekleştiğini, hatta türler arasındaki ayrışmanın kanıtının hala görülebildiğini, iddia etti.15 Bir başka evrimci, Peter Grant ise, Galapagos ispinozlarının evriminin halen devam ettiğini öne sürdü.16

Söz konusu ispinozlar hakkındaki makale ve yazıların çoğunda Peter Grant ve eşi Rosemary Grant isimlerine rastlamak mümkündür. Nitekim Bilim ve Yaratılışçılık kitabında da ispinozlar hakkındaki iddialar Peter ve Rosemary Grant'in çalışmalarına dayandırılmaktadır. Bu iki araştırmacı 'evrimin ispinozlar üzerindeki etkilerini' görmek amacıyla ilk defa 1973 yılında Galapagos Adalarına gitmiş ve yıllar boyunca çok detaylı gözlem ve araştırmalar yapmışlardır. Bu nedenle 'Darwin ispinozları uzmanları' olarak anılırlar.17


Peter ve Rosemary Grant'in Yanılgıları



ispinozPrinceton Üniversitesi Ekoloji ve Evrimsel Biyoloji Bölümünden Peter Grant ve eşi, Galapagos'ta yıllarca 'orta yer ispinozu' olarak adlandırılan türün bireylerini incelediler ve farklı nesillerden yaklaşık yirmi bin ispinozu düzenli olarak takip ettiler. Bunlara ek olarak adaya düşen yağış miktarını sürekli olarak ölçen Peter-Rosemary Grant ve ekibi, farklı iklimlerin kuşlar üzerindeki etkilerini de incelediler.

Bu noktada Galapagos'taki iklim şartlarından kısaca bahsetmek gerekir. Bu adalarda genellikle Ocak'tan Mayıs'a kadar sıcak ve yağmurlu bir mevsim yaşanır; diğer aylarda ise daha serin ve daha kuru bir mevsim hüküm sürer. Bununla birlikte sıcak ve yağmur mevsiminin başlangıcı ile, toplam yağış miktarı seneden seneye büyük farklılıklar gösterebilir. Ayrıca bölgede 2 ile 11 yıl arasında düzensiz aralıklarda, değişik şiddetlerde meydana gelen ve 'El Nino' olarak adlandırılan atmosferik olay da iklim dengelerini değiştirir. El Niño döneminde Galapagos'a aşırı derecede yağmur yağar; bunu takip eden seneler ise çoğunlukla yağışsız ve kurak geçer.

Yağış miktarı, tohumlarla beslenen yer ispinozları açısından hayati bir önem taşır. Bol yağış alan senelerde, yer ispinozları gelişmek ve üremek için gereksinim duydukları tohumları rahatlıkla temin edebilirler. Ancak kurak yıllarda adadaki bitkilerin ürettiği tohum miktarı sınırlı ve yetersiz kalabilir; bunun sonucunda da bazı ispinozlar besin bulamayarak ölürler.


ispinoz

Solda, Orta Yer İspinozu.
Sağda, Kaktüs İspinozu.




Grant ve çalışma arkadaşları Galapagos'taki Daphne Major Adasının 1976'da normal, 1977'de ise bunun sadece beşte biri oranında yağış aldığını ölçtüler. 1976'nın ortasından Ocak 1978'de yağışlar tekrar başlayana kadar geçen 18 aylık kurak dönemde, adadaki tohumların büyük ölçüde azaldığını ve pek çok yer ispinozunun ortadan kaybolduğunu fark ettiler. Öyle ki yer ispinozu popülasyonu bir önceki senenin %15'i oranına düşmüştü. Yok olan kuşların büyük bölümünün öldüğünü, az bir kısmının ise göç ettiğini varsaydılar.

Grant ve ekibi ayrıca kuraklığın ardından hayatta kalan ispinozların normalden biraz daha büyük vücutlara ve biraz daha geniş gagalara sahip olduklarını kaydettiler. Adadaki yer ispinozlarının 1977'deki ortalama gaga derinliği, yani gaganın gövdeye birleştiği noktada, gaganın en altı ile en üstü arasındaki mesafe, 1976'daki ortalamaya göre yaklaşık yarım milimetre, yani %5 daha büyüktü. Adı geçen araştırmacılar buradan hareketle, doğal seleksiyonun yalnızca küçük tohumlarla beslenen ispinozları ayıkladığını; büyük ve sert tohumların kabuklarını kırarak açabilen büyük gagalı ispinozların ise hayatta kaldığını öne sürdüler.

Peter Grant, Ekim 1991 tarihli Scientific American dergisindeki makalesinde, söz konusu araştırmanın evrimin doğrudan doğruya bir kanıtı olduğunu ilan etti. Grant'a göre, orta yer ispinozunu büyük yer ispinozuna dönüştürmek için 20 seleksiyon vakası yeterliydi; kuraklığın on yılda bir gerçekleştiği varsayılırsa da, bu dönüşüm 200 yıl gibi çok kısa bir sürede meydana gelebilirdi. Tahminine hata payını da ekleyerek bunun 2000 yıl da sürebileceğini, ancak kuşların adalarda olduğu süre göz önüne alınırsa bu rakamın bile çok kısa olduğunu savundu. Doğal seleksiyonun orta yer ispinozunu kaktüs yer ispinozuna dönüştürmek için ise, daha uzun zamana ihtiyaç duyacağını öne sürdü.18 Grant sonraki makalelerinde de iddialarını yineledi; ispinozların, Darwinizm'i doğruladığına ve doğal seleksiyonun canlıları evrimleştirdiğinin bir kanıtı olduğuna dair iddialarını ısrarla sürdürdü.19






galapagos

Galapagos adalarından bir görünüm







Bu açıklamalar, evrimci çevrelerde bir kurtuluş olarak görüldü; deney ve gözlemler karşısında daima başarısızlığa uğrayan doğal seleksiyonla evrimleşme teorisinin delili olarak sunuldu. Grant'lerin araştırmaları, Jonathan Weiner'in İspinozun Gagası adlı Pulitzer ödülü alan kitabının teması oldu. Bu kitap ile birlikte Peter ve Rosemary Grant, Darwinizm'in birer kahramanı haline geldiler.

Profesör Grant ve ekibinin Galapagos Adalarındaki çalışmalarına büyük emek verdikleri bir gerçektir. Ne var ki saha çalışmalarındaki özen ve titizliği, sonuçları değerlendirme aşamasında göstermemişlerdir. Bulguları bilime göre değil de, evrimci ön kabullere göre yorumlamaya kalkıştıkları için büyük hataya düşmüşlerdir.

Şimdi Profesör Grant ve Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi başta olmak üzere evrimcilerin konuya ilişkin yanılgılarını ele alalım.


İspinozların Gagalarındaki Değişimi Yanlış Yorumlama Yanılgısı



Daha önce de belirttiğimiz gibi, El Nino özellikle Kuzey ve Güney Amerika'nın batı bölgelerinde her birkaç yılda bir etkili olur ve bu dönemlerde Galapagos Adalarına bol miktarda yağış düşer. Bu durum adalardaki bitkilerin gelişimine ve bol tohum meydana getirmesine yol açar. Böylece yer ispinozları ihtiyaç duydukları tohumları kolaylıkla temin ederler. İspinozlar böyle yağışlı dönemlerde sayıca çoğalırlar.

Grant ve çalışma arkadaşları 1982-1983'te buna benzer bir duruma şahit olmuşlardır. Yağışlarla birlikte tohumlar bollaşmış ve yer ispinozlarının gaga büyüklüğü ortalaması 1977 kuraklığı öncesindeki değere geri dönmüştür. Bu durum, gaga büyüklüğünün düzenli bir artış göstereceği beklentisi içinde olan evrimci araştırmacıları şaşırtmıştır.

duvar saatiGalapagos ispinozlarının gaga büyüklüğü ortalamasındaki değişim şundan ibarettir: Tohumların az olduğu kuraklık yıllarında, normalden biraz daha büyük gaga ölçüsüne sahip kuşlar, daha güçlü gagalarıyla kalan sert ve büyük tohumları açabilmektedir. İspinoz popülasyonu içindeki küçük gagalı ve güçsüz bireyler, çevre şartlarına uyum sağlayamadığı için ölmekte; böylelikle gaga büyüklüğü ortalaması artmaktadır. Küçük ve yumuşak tohumların bol olduğu yağışlı dönemlerde ise bu durum tersine dönmektedir; bu kez daha küçük gagalara sahip olan yer ispinozları ortama daha iyi uyum sağlamakta ve sayıca çoğalmaktadır; böylece gaga büyüklüğü ortalaması normale geri dönmektedir. Nitekim Peter Grant ve öğrencisi Lisle Gibbs, Nature dergisinde 1987 yılında yayımlanan makalelerinde bu durumu kabul etmişlerdir.20

Kısacası, bulgular evrimsel değişim diye bir şeyin olmadığını açıkça göstermektedir. Gaga büyüklüğü ortalaması mevsimlere göre sabit bir değerin etrafında bazen biraz artmakta, bazen de biraz azalmakta, diğer bir deyişle dalgalanmaktadır. Sonuç olarak ortada net bir değişim söz konusu değildir.

Bu gerçeği fark eden Peter Grant, 'doğal seleksiyona maruz kalan popülasyonun (duvar saati sarkacı gibi) ileri ve geri salınım yaptığını' ifade etmiştir.21 Bazı evrimci araştırmacılar da doğal seleksiyonun birbirine zıt iki yönde de hareket ettiğini dile getirmektedirler.22

South Carolina Üniversitesinden Astronomi ve Fizik Profesörü Danny Faulkner, ispinoz gagalarındaki bu dalgalanmanın evrimin bir delili olamayacağını şöyle ifade eder:


Eğer bir yönde mikro evrim varsaymışsanız ve daha sonra durum tam tamına başladığı eski haline geri dönerse, bu evrim değildir, olamaz.23


İşte Galapagos ispinozları gaga ortalamasının besin kaynaklarına göre azalması veya artmasının, bundan hiçbir farkı yoktur. Evrimci araştırmacıların ispinoz gagalarındaki dalgalanmadan yola çıkarak evrim teorisine bir kanıt bulduklarını sanmaları tamamen ideolojiktir.

Grant ve ekibi'nin 1970'li yıllardan 1990'lara kadar binlerce orta yer ispinozunu (Geospiza fortis) incelemesi sonucunda, gaga büyüklüğünde net bir artış veya azalış eğilimi yoktur. Dahası, hiçbir yeni tür veya özellik oluşmamış, belirli bir yönde net bir değişim olmamıştır. İşte gözlemlenen bundan ibarettir. Objektif bir bilim adamına düşen görev, spekülasyon veya çarpıtma yapmadan bu gerçeği aktarmaktır. Bir olguyu sadece evrime delil üretmek uğruna abartmak veya gerçek anlamından saptırmak kabul edilemez. Ne var ki Profesör Grant bulgularıyla taban tabana zıt bir yorum yapmış; gözlemlemediği bir olguyu, bir ispinoz türünün 200 ile 2000 sene gibi kısa bir sürede başka bir türe dönüşebileceğini iddia etmiş ve böylelikle çalışmasına büyük bir gölge düşürmüştür. Biyolog Dr. Jonathan Wells'in ifadesiyle bu, 'delili abartmaktır'.24

Wells, Darwinistlerin böyle yöntemlere sık sık başvurduğunu belirtir ve Bilim ve Yaratılışçılık kitabındaki ifadeleri  buna örnek vererek şu yorumu yapar:


Ulusal Akademi tarafından yayımlanan bir 1999 kitapçığı Darwin ispinozlarını, türlerin kökeninin 'özellikle ikna edici bir örneği' olarak tanımlar. Kitapçık Grant'ler ve çalışma arkadaşlarının şunu gösterdiğini açıklayarak devam eder: 'Adalardaki tek bir yıl kuraklık ispinozlarda evrimsel değişimleri harekete geçirebilir. Eğer kuraklıklar adalarda her on yılda bir meydana gelirse, yeni bir ispinoz türü yaklaşık 200 yılda ortaya çıkabilir.' İşte bu kadar. Kuraklıktan sonra seleksiyonun tersine döndüğünden, uzun dönemde hiçbir evrimsel değişim meydana getirmediğinden bahsederek okuyucunun kafasını karıştırmaktan ziyade, kitapçık bu gerçeği açıkça atlıyor. 1998'de bir hisse senedinin değerinin %5 arttığı için hisse senedinin yirmi yılda iki katına çıkabileceğini iddia eden, ancak 1999'da %5 değer kaybettiğinden bahsetmeyen bir borsacı gibi, kitapçık kanıtın çok önemli bir bölümünü gizleyerek halkı aldatmaktadır. 25


Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi gibi bilimsellik konusunda güvenilir olduğunu iddia eden bir kurumun, ispinozlardan doğal seleksiyon ve evrime delil çıkarma girişiminde kullandığı aldatmaca hayret vericidir. California Üniversitesi Berkeley'den Profesör Phillip Johnson, konuyla ilgili olarak Wall Street Journal'daki makalesinde şunu dile getirmiştir:


Önde gelen bilim adamlarımız bir borsacıyı hapishaneye düşürecek tarzdaki bir tahrife başvurmak zorunda kaldıklarında, onların zor durumda olduğunu anlarsınız. 26


Özetle 'doğal seleksiyonla evrimin en etkileyici örneklerinden biri' olduğu iddia edilen Galapagos ispinozları hikayesi, açık bir aldatmacadır. Aynı zamanda evrimcilerin her türlü bilim dışı yönteme başvurduklarını gösteren yüzlerce örnekten biridir.


Dipnotlar



1. J.A. Endler, Conceptual and Other Problems in Speciation, s. 625, D. Otte, J.A. Endler (editors), Speciation and Its Consequences, Sinauer Associates, Sunderland, Massachusetts, 1989.
2. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaşamın Temel Kuralları, Cilt I / Kısım I, 11. baskı, Meteksan Yayınları, Ankara, 1998, s. 624.
3. M. Encarta Encyclopedia 2001 Deluxe Edition CD, Spider (arthropod).
4. Timothy A. Mousseau, Alexander E. Olvido, Geographical Variation, Encyclopedia of Life Sciences, 2000, ğ.els.net
5. Niles Eldredge, The Pattern of Evolution, W.H. Freeman and Company, New York, 2000, s. 61.
6. Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Cilt.II, D. Appleton and Company, New York, 1888, s. 210.
7. Richard G. Harrison, Diverse origins of biodiversity, Nature, vol. 411, 7 Haziran 2001, s. 635-636.
8. Jeffrey H. Schwartz, Sudden Origins: Fossils, Genes, and the Emergence of Species, John Wiley & Sons, New York, 2000, s. 300.
9. Kevin Kelly, Out of Control: The New Biology of Machines, Fourth Estate, London, 1995, s. 475.
10. Gordon R. Taylor, The Great Evolution Mystery, Harper & Row, New York, 1983, s. 48; Michael Pitman, Adam and Evolution, River Publishing, London, 1984, s. 70; Jeremy Rifkin, Algeny, Viking Press, New York, 1983, s. 134.
11. Pierre-Paul Grassé, Evolution of Living Organisms, Academic Press, New York, 1977, s. 87; L.P. Lester, R.G. Bohlin, The Natural Limits to Biological Change, second edition, Probe Books, Dallas, 1989, s. 88.
12. Paul N. Pearson, Katherine G. Harcourt-Brown, Speciation and the Fossil Record, Encyclopedia of Life Sciences, 2001, ğ.els.net.
13. Kevin Kelly, Out of Control: The New Biology of Machines, Fourth Estate, London, 1995, s. 470-471.
14. David Tilman, Causes, consequences and ethics of biodiversity", Nature, vol. 405, 11 Mays 2000, s. 208.
15. David Lack, 'Darwin's Finches', Scientific American, Nisan 1953
16. Peter R. Grant, 'Natural Selection and Darwin's Finches', Scientific American, Ekim 1991, s. 82-87
17. Jonathan Weiner, The Beak of the Finch, Vintage Books, New York, 1994, s. 19
18. Peter R. Grant, 'Natural Selection and Darwin's Finches', Scientific American, Ekim 1991, s. 82-87
19. Peter R. Grant, B. Rosemary Grant, 'Speciation and Hybridization in Island Birds', Philosophical Transactions of the Royal Society of London B 351, 1996, s. 765-772; Peter R. Grant, B. Rosemary Grant, 'Speciation and Hybridization of Birds on Islands', s. 142-162 in Peter R. Grant (editor), Evolution on Islands, Oxford University Press, Oxford, 1998.
20. Lisle Gibbs, Peter Grant, 'Oscillating Selection on Darwin's Finches', Nature, vol. 327, 1987, s. 511-513
21. Peter R. Grant, 'Natural Selection and Darwin's Finches', Scientific American, Ekim 1991, s. 82-87
22. Jonathan Weiner, The Beak of the Finch, Vintage Books, New York, 1994, s. 104-105
23. Gailon Totheroh, 'Evolution Outdated', 2001, http://?.discovery.org/viewDB/index.php3?prog ram=CRSCstories&command=view&id=59
24. Jonathan Wells, Icons of Evolution, Regnery Publishing Inc., 2000, s. 173-174.
25. Jonathan Wells, Icons of Evolution, Regnery Publishing Inc., 2000, s. 174-175; Bkz. National Academy of Sciences, Science and Creationism: A View from the National Academy of Sciences, Second Edition, Washington DC, 1999
26. Phillip E. Johnson, 'The Church of Darwin', The Wall Street Journal, 16 Ağustos 1999


 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü