Harun Yahya


UBA'nın İnsanın Evrimi Yanılgısı



Şüphesiz evrim teorisinin en tartışmalı konularından biri, insanın evrimi senaryosudur. UBA'ya göre, primatlar ve insan arasındaki evrimsel ilişkilerin yakınlığı konusunda ciddi bir bilimsel şüphe bulunmamaktadır. (Bilim ve Yaratılışçılık, s. 23) Oysa, özellikle son yıllarda elde edilen bulgular ve ortaya çıkarılan fosiller insanın maymunlarla ortak bir atadan evrimleştiği iddiasının bilimsel bir delile dayanmadığını göstermektedir. Evrimci bilim adamları dahi, insanın evrimi konusunun içinden çıkılmaz büyük bir probleme dönüştüğünü itiraf etmektedirler. UBA'nın insanın hayali evrimi hakkındaki iddiaları, hiçbir bilimsel delil ile desteklenmemektedir. Şimdi bu iddiaları ve cevaplarını sırasıyla inceleyelim.


İnsanın Sözde Evrimini Kanıtlayan
Ara Geçiş Formları Olduğu İddiası Doğru Değildir



UBA, kitap boyunca sürdürdüğü kendinden emin, ancak delilsiz üslubu insanın sözde evrimi ile ilgili bölümde de sürdürmüş ve insanın evrimini kanıtlayan birçok ara geçiş formuna ait fosil olduğunu ileri sürmüştür. Ancak, evrimciler de kabul etmektedir ki, bu iddia gerçekleri yansıtmamaktadır. Türkiye'deki evrimcilerin yakından tanıdıkları, İngiliz Doğa Tarihi Müzesi Paleontoloji Bölümünden Prof. Peter Andrews'un Nature dergisinde yayınlanan bir makalesinde itiraf ettiği gibi, insanımsıların fosil kayıtlarındaki eksikliği, evrimciler için hayal kırıklığına neden olan bir engeldir. 1

Dünyanın en önde gelen evrimci yayınlarından biri olan Nature dergisinde dahi, evrim teorisinin, insanın kökeni konusundaki çıkmazları itiraf edilmiştir. Derginin editörü Henry Gee, 12 Temmuz 2001 tarihli Nature'da yayınlanan makalesinde, evrimciler tarafından insanın ataları olduğu iddia edilen hominid (insansı) fosillerinin, ilkelden gelişmişe doğru bir sırayı takip etmediğini, aksine kayıtlarda bu fosillerin bir anda ortaya çıktığını belirtmektedir. Makalede, evrim teorisinin 150 yıldır umulan kanıtı olan ara formların var olmadığı, farklı türlerin hep aniden ortaya çıktığı şöyle bir benzetmeyle açıklanmaktadır:


Hominid fosillerinin keşfi, yolcu otobüslerine benziyor. Bir süre için hiçbiri yokken, aynı anda 3 tanesi birden ortaya çıkıveriyor.


Henry Gee, yapılan tüm paleontolojik kazılara rağmen, şempanze ve insan bağlantısını gösterecek hiçbir fosil bulunmadığını da şöyle itiraf etmektedir:


Hominid fosillerinin çok nadir olduğu konusu çok ünlü bir gerçektir, şempanze bağlantısı ise nedense hiçbir fosil kaydına sahip değildir.3







hominid

UBA'nın iddiasının aksine, insanın kökeni ile ilgili yeni bulgular bu konudaki evrim teorilerini desteklemek bir yana sarsmaktadır. Bulunan fosiller onyıllardır kurulmaya çalışılan evrim ağaçlarını yıkmakta, biyokimyasal karşılaştırmalar insanla maymunlar arasındaki genetik farkın sanılandan çok daha büyük olduğunu göstermektedir. Ünlü bilim dergileri ve evrimci yayınlardaki itiraflar bunun en açık delillerindendir.







Bu tür itiraflar konusunda Henry Gee yalnız değildir. Örneğin George Washington Üniversitesinden Profesör Bernard Wood da, Nature dergisindeki bir makalesinde, insanın evrimsel kökeni ile ilgili taksonomik ve filogenetik ilişkilerin karanlıkta kaldığını belirtmekte ve şöyle demektedir:


arkeoloji

Evrimci paleontologlar yaklaşık 150 yıldır, evrim teorisini ispatlayacak fosilleri arıyorlar. Ancak bu aramaları hiçbir sonuç vermemektedir.




Bizim kendi genusumuzun, yani Homo'nun bilinen en eski temsilcilerinin taksonomisinin ve filogenetik (evrimsel akrabalık) ilişkilerinin karanlıkta olması dikkat çekici bir durumdur. Mutlak tarihlendirme tekniklerindeki gelişmeler ve fosillerin yeniden yorumlanması, basit, çizgisel bir insan evrimi modelini savunulamaz hale getirmiştir ki bu modelde Homo habilis Australopithecuslardan sonra gelir ve sonra da Homo erectus aracılığıyla Homo sapiens'e evrimleşir. Ama, (bu modele karşılık) herhangi bir alternatif ortak görüş de ortaya çıkmış değildir.4


Kısacası Australopithecus'tan insana giden klasik evrim şemasının bilimsel bulgulara uymadığı ortaya çıkmıştır, ama başka bir evrim modeli de öne sürülememektedir. Evrim teorisi, insanın kökeni konusunda da, Michael Denton'ın ifadesiyle kriz içindedir.

Time dergisinin 1994 yılındaki bir sayısında ise, fosil kayıtlarının evrim teorisini nasıl bir çıkmaz içinde bıraktığı çok açık bir şekilde belirtilmektedir:


Ancak, bir asırdan fazla sürelik kazılara rağmen, fosil kayıtları çıldırtırcasına eksik kalmaya devam eder. Çok az sayıdaki ipucu ile, hatta resme uymayan tek bir kemik bile herşeyi alt üst edebilir. Neredeyse her büyük buluş geleneksel anlayışta derin çatlaklar açmış ve bilim adamlarını ateşli tartışmalar ortasında yeni teoriler üretmeye zorlamıştır.5


Görüldüğü gibi, evrimci bilim adamları ve yayınlar dahi fosil kayıtlarının insanın evrimi iddiası için bir kanıt sağlamadığını kabul etmektedirler. UBA ise yayınladığı kitapçıkta tüm bu gerçekleri görmezden gelerek delilsiz iddialar sıralamıştır.


UBA'nın Australopithecus Hakkındaki Yanılgıları



UBA, insanın evrimi bölümünde en çok Australopithecuslara yer vermekte, bu canlıların yarı insan yarı maymun özellikler gösteren ara geçiş formları olduğunu öne sürmektedir. Oysa,  kuyruksuz maymunun latince karşılığı olan -pithecus eki ile isimlendirilen bu canlılar, aslında soyu tükenmiş bir maymun cinsidir ve insanın evrimi için hiçbir delil teşkil etmezler. Gerçekte Australopithecus şempanzelere çok benzer. Örneğin en ünlü  Australopithecus örneği olan Lucy'nin (Australopithecus afarensis) şempanzelerle aynı büyüklükte bir beyni vardır, kaburgaları ve çene kemiği günümüz şempanzeleriyle aynı şekildedir, kolları ve bacakları canlının bir şempanze gibi yürüdüğünü göstermektedir. Hatta leğen kemiği de şempanzelerinki gibidir. 6






lucy

Sağ üstte Australopithecus afarensis AL 444-2 fosilinin kafatası, altında ise günümüz şempanzesinin kafatası yer alıyor. Aradaki çok açık benzerlik, A. aferensis'in, hiçbir "insansı" özelliği olmayan sıradan bir maymun türü olduğunun açık bir göstergesidir.







Bu konudaki evrimci iddia ise, Australopithecus'ların, tam bir maymun anatomisine sahip olmalarına rağmen, diğer tüm maymunların aksine, insanlar gibi dik olarak yürüdükleri tezidir.


Richard Leakey

Richard Leakey



Söz konusu dik yürüme iddiası, Richard Leakey, Donald Johanson gibi evrimci paleoantropologların on yıllardır savundukları bir görüştür. Ama pek çok bilim adamı, Australopithecus'un iskelet yapısı üzerinde sayısız araştırma yapmış ve bu iddianın geçersizliğini ortaya koymuştur. İngiltere ve ABD'den dünyaca ünlü iki anatomist, Lord Solly Zuckerman ve Prof. Charles Oxnard'ın, Australopithecus örnekleri üzerinde yaptıkları çok geniş kapsamlı çalışmalar bu canlıların iki ayaklı olmadıklarını, günümüz maymunlarınınkiyle aynı hareket şekline sahip olduklarını göstermiştir. İngiliz hükümetinin desteğiyle, beş uzmandan oluşan bir ekiple bu canlıların kemiklerini on beş yıl boyunca inceleyen Lord Zuckerman, kendisi de evrim teorisini benimsemesine rağmen, Australopithecusların sadece sıradan bir maymun türü oldukları ve kesinlikle dik yürümedikleri sonucuna varmıştır.Bu konudaki araştırmalarıyla ünlü diğer evrimci anatomist Charles E. Oxnard da Australopithecus'un iskelet yapılarını günümüz orangutanlarınınkine benzetmektedir.8

orangutan

Evrimcilerin iki ayaklılık konusunda özellikle dikkat ettikleri nokta, taşıyıcı açı olarak adlandırılan, kalça ve kaval kemiklerinin dizdeki karşılaşma açısıdır. İnsanlar yürürken ağırlıklarını ayakları üzerinde taşıyabilirler, çünkü kalça kemikleri, kaval kemiğiyle yaklaşık 9 derecelik bir taşıyıcı açı ile dizde birbirine yaklaşır. Şempanze ve gorillerin ise, bunun aksine neredeyse 0 derecelik bir taşıyıcı açıya sahip geniş alana yayılmış bacakları vardır. Bu hayvanlar, ancak bedenlerini bir taraftan diğerine doğru, bildik maymun yürüyüşüyle salınarak yürüdüklerinde ağırlıklarını ayakları üzerinde tutmayı başarırlar. Evrimciler, yüksek taşıyıcı açıya sahip (insan benzeri) fosil maymunların iki ayaklı olduklarını ve böylelikle insanlara doğru evrimleştiklerini varsayarlar. Güney Afrikalı Australopithecus türleri (Lucy gibi) büyük ölçüde 15 derecelik taşıyıcı açıya sahip olmaları nedeniyle insanın atası olarak değerlendirilirler. Ancak birçok evrimci artık bu taşıyıcı açının aslında Australopithecus türünün usta ağaç tırmanıcıları olduğunu gösterdiğini kabul etmektedir. Nitekim yaşayan primatlar arasında en yüksek taşıyıcı açı, her ikisi de fevkalade usta ağaç tırmanıcıları olan orangutan ve örümcek maymununda bulunur. Diğer bir deyişle, evrimcilerin iki ayaklılığa delil olarak sundukları anatomik özelliğe, ağaçlarda yaşayan günümüz maymunları sahiptir; ancak hiç  kimse bu hayvanların insanın ataları olduğunu öne sürmemektedir.






dik yürüme

İnsanların ve gorillerin duruşları birbirinden tamamen farklıdır. İnsanların üst bedenleri diktir ve dik yürürler, goriller ise üst bedenlerini öne doğru eğerler ve kollarını destek almak için kullanırlar.







Lucy'nin diz ekleminin durumundan ayrı olarak, kanıtlar, bu canlının, yaşayan maymunların ayırdedici bir özelliği olan boğum yürüyüşlü (knuckle-walker: ayak eklemleriyle yürüyen dört ayaklı hayvan) morfolojisine sahip olduğunu da göstermektedir. Richmond ve Strait yaşayan  boğum yürüyüşlü (knuckle walker) maymunlar, şempanzeler ve gorillerin dört iskelet özelliğini tanımlamışlardır. Lucy ve insanımsı olduğu iddia edilen başka fosiller üzerinde de incelemeler yapan iki araştırmacı, Lucy'nin boğum yürüyüşlü maymunların sahip oldukları iskelet yapısına sahip olduğunu belirtmişlerdir.9


lucy

Bilimsel bulgular, Australopithecus sınıfının en ünlü örneği sayılan "Lucy" hakkındaki evrimci varsayımları da temelsiz bıraktı. Ünlü Fransız bilim dergisi Science et Vie, Şubat 1999 sayısında "Elveda Lucy" (Adieu Lucy) başlığını atarak bu gerçeği kabul ediyor ve Australopithecus'un insanın atası sayılamayacağını onaylıyordu.




lucy

Son araştırmalar Lucy adlı fosilin 'boğum yürüyüşlü' maymunların sahip oldukları iskelet yapısına sahip olduğunu göstermiştir.



Görüldüğü gibi, Australopithecus üzerinde yapılan detaylı incelemeler, bu canlıların dik duran ve iki ayak üzerinde yürüyen canlılar olmadıklarını, aksine günümüz şempanze ve gorillerinde de görülen diz yapılarına ve yürüyüş şekline sahip olduklarını göstermektedir.

Şunu da belirtmek gerekir ki, Australopithecus iki ayaklı olsa bile, bu insanın atası olduğunu kanıtlamak için yeterli değildir. Bernard Wood, iki ayaklılığın insan ile maymunları birbirinden ayıran bir özellik gibi kabul edilmemesi gerektiğini belirtmekte ve şöyle bir örnek vermektedir: kuşların kanatları vardır ancak kanadı olan her canlı bir kuş değildir. 10

Australopithecus'un insanın atası sayılamayacağı, evrimci kaynaklar tarafından da kabul edilir hale gelmiştir. Ünlü Fransız bilim dergisi Science et Vie, Mayıs 1999 sayısında bu konuyu kapak yapmıştır. Australopithecus afarensis türünün en önemli fosil örneği sayılan Lucy'i konu alan dergi, Adieu Lucy (Elveda Lucy) başlığını kullanarak Australopithecus türü maymunların insanın soy ağacından çıkarılması gerektiğini yazmıştır. St W573 kodlu yeni bir Australopithecus fosili bulgusuna dayanarak yazılan makalede, şu cümleler yer almaktadır:


Yeni bir teori Australopithecus cinsinin insan soyunun kökeni olmadığını söylüyor... St W573'ü incelemeye yetkili tek kadın araştırmacının vardığı sonuçlar, insanın atalarıyla ilgili güncel teorilerden farklı; hominid soy ağacını yıkıyor. Böylece bu soy ağacında yer alan insan ve doğrudan ataları sayılan primat cinsi büyük maymunlar hesaptan çıkarılıyor... Australopithecuslar ve Homo türleri (insanlar) aynı dalda yer almıyorlar, Homo türlerinin (insanların) doğrudan ataları, hala keşfedilmeyi bekliyor.11


 


Moleküler Biyolojinin, İnsanın Sözde Evrimine
Delil Sağladığı İddiası Doğru Değildir



UBA yazarları moleküler biyolojiden gelen verilerin insanın sözde evrimine delil sağladığını iddia etmektedirler. Bu da UBA'nın gerçek dışı iddialarından bir başkasıdır. Moleküler biyolojinin evrime kanıt sağlamadığı önceki bölümlerde incelenmişti, bu bölümde ise moleküler biyolojiden gelen verilerin insanın evrimi ile ilgili iddialarla çeliştiğine kısaca değinilecektir.

UBA'nın moleküler biyoloji hakkındaki iddiası, insanların genetik olarak şempanze ve gorile daha yakınken, orangutan ve diğer primatlara daha az benzediği tezi üzerinde kuruludur. Oysa bu tümüyle yanlış bir değerlendirmedir. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, UBA'nın bu kitapçığı yayınladığı 1998 yılında insan genomu henüz deşifre edilmemişti. Bilindiği gibi İnsan Genom Projesi'nin sonuçları 2001 yılında yayınlandı. Şempanze ve orangutanların genetik şifreleri ise hala çözülmüş değildir. Dolayısıyla, bu türler arasında güvenilir sonuçlar elde edilecek bir kıyas yapmak henüz mümkün değildir. Bazı yayınlarda karşımıza çıkan bu tür moleküler kıyaslamalar ise, bazı proteinler veya genler üzerinden yapılan kısıtlı kıyaslar sonucunda elde edilen verilerdir. Bu nedenle, bir başka protein veya moleküler bir yapı üzerinde bir kıyas yapıldığında daha farklı, hatta birbiriyle çelişkili sonuçlar elde edilebilmektedir.






bilim adamı






Örneğin Bjorn Kurten, söz konusu çelişkili sonuçlar için şöyle yazmaktadır:


Şempanze, goril ve insan kolları arasındaki ilişki halen çok belirgin değildir; bazı sonuçlar şempanzenin gorilden çok insana daha yakın olduğunu gösterirken, diğerleri, örneğin mitokondriyal DNA ile ilgili bir yakın dönem çalışması, maymun soyunun insan soyundan şempanze ve gorillere bölünmeden önce ayrıldığını ileri sürer.12


Kısacası bu tür veriler çelişkili sonuçlar vermektedir. Evrimci yayınlarda evrimci ön yargılara uyan sonuçlar yayınlanmakta, diğerlerinden söz edilmemektedir. Moleküler biyolojiden elde edilen verilerin insanın evrimi iddiası ile uyuşmadığı evrimcilerin de kabul ettikleri bir gerçektir. Örneğin Dr. Takahata, A Genetic Perspective on the Origin and History of Humans, başlıklı bir makalesinde şöyle demektedir:


DNA dizilim verileriyle bile, evrim süreçlerine doğrudan hiçbir erişimimiz yoktur, yani yok olan geçmişin objektif rekonstrüksiyonu yalnızca geniş bir hayal gücüyle sağlanabilir.13







bilim adamı






Moleküler analizlerin, diğer alanlardaki bulgularla çeliştiği ve insanın sözde evrimi için bir çıkmaz oluşturduğu gerçeği ise, UBA'nın bilmediği bir konu değildir. Örneğin, UBA'nın yayın organı PNAS'ta 25 Nisan 2000 tarihinde yayınlanan İnsan Filogenetik Hipotezleri Ne Kadar Güvenilir? başlıklı makalede, moleküler incelemelere dayalı yorumların, anatomik benzerliklerle zıt sonuçlar verdiği belirtilmektedir.14 Bu makale referans alınarak Nature dergisinde yayınlanan  Henry Gee imzalı yazıda ise şöyle denmektedir:


Diş ve iskelet kalıntıları evrimsel geçmişi çizmede güvenilmezdirler. Bu kalıntılardan yola çıkılarak yapılan soy ağaçları moleküler araştırma sonuçlarına ters düşmektedir. 15


Ayrıca aynı yazıda bu durum paleontolojiye hakim olan belirsizlik diye yorumlanarak, insanın evriminin her zaman olduğu gibi bir sır olarak kaldığı aktarılmaktadır.


TÜBA'nın Çeviri Editörlerinin Notundaki Büyük Yanılgı



İnsanın evrimi ile ilgili bölüme, TÜBA'nın çeviri editörleri bir dipnot eklemişler ve dipnotta, 2001 yılında açıklanan İnsan Genom Projesi sonuçlarının gerçekten de canlılar arasında akrabalık yakınlıklarını  yansıtacak biçimde büyük bir genom benzerliği olduğunu gösterdiğini ve insan genomu ile şempanze genomunun %98'den fazla benzerlik gösterdiğini iddia etmişlerdir. (Bilim ve Yaratılışçılık, s. 24) Bu %98 benzerlik iddiası, evrimcilerin en önemli propaganda malzemelerinden biridir ve evrimci yayınlarda sık sık kullanılır. Ne var ki,

1) Önceki sayfalarda da belirtildiği gibi, şempanze genomu hakkındaki çalışmalar henüz başlatılmamıştır. Dolayısıyla, insan genomu ile şempanze genomu arasında sağlıklı bir kıyas yapmak mümkün değildir.




insan, maymun, dna




2) Ayrıca, daha önce de söz edildiği gibi, moleküler kıyaslamalar sonucunda elde edilen veriler, çoğu zaman evrimcilerin beklentileri ile çelişmektedir, dolayısıyla iki canlı türü arasında moleküler benzerlik bulunması, o canlıları birbirlerinin evrimsel akrabası olarak kabul etmek için yeterli değildir.

3) Tüm bunların dışında belirtilmesi gereken bir başka önemli nokta, yakın zaman önce yapılan bazı analizler sonucunda insan ve şempanze arasındaki farklılığın bilinenin en az üç katı olduğunun anlaşılmış olmasıdır. Söz konusu araştırmada, evrimci yayınlarda (örneğin UBA kitapçığında) iddia edildiği gibi insanlar ve şempanzelerin genetik yapısının %98 benzer olmadığı ve genetik benzerliğin %95'ten öteye gitmediği belirtilmektedir. CNN'in web sayfasında 25 Eylül 2002 tarihinde yayınlanan Humans, chimps more different than thought (İnsanlar, şempanzeler düşünüldüğünden daha farklı) başlıklı yazıda bu araştırmanın sonuçları şöyle haber verilmiştir:


Yapılan yeni genetik araştırmaya göre, insanlar ve şempanzeler arasında bir zamanlar inanıldığından çok daha fazla farkılık var.

Biyologlar uzun bir süre şempanzelerin ve insanların genlerinin %98.5 benzer olduğunu savundular. Ancak California Institute of Technology biyologlarından Roy Britten, bu hafta yayınlanan çalışmada, genleri karşılaştırmak için kullanılan yeni bir yöntemin insanlar ve maymunların arasındaki genetik benzerliğin yalnızca %95 oranında olduğunu gösterdiğini açıkladı.

Britten, araştırmasını, insan DNA zincirindeki 3 milyon baz çiftinden 780.000 tanesini şempanzelerinki ile karşılaştıran bir bilgisayar programına dayandırdı. Daha önceki araştırmacıların bulduklarından daha fazla birbirine benzemeyen bölüm buldu ve DNA bazlarının en az %3.9 oranında farklı olduğu sonucuna vardı.

Bu durum onu, türler arasında yaklaşık %5 oranında genetik bir farklılık olduğu sonucuna götürdü. 16


 

Darwinizm'e olan koyu bağlılığı ile tanınan İngiliz bilim dergisi New Scientist de aynı konuyu 23 Eylül 2002 tarihli internet haberinde Human-Chimp DNA Difference Trebled (İnsan-Şempanze Genetik Farkı Üç Katına Çıktı başlığıyla haber yaptı:


İnsan ve şempanze DNA'ları arasında yapılan yeni karşılaştırmalara göre, eskiden düşünüldüğünden daha eşsiziz. Uzun bir süre, en yakın akrabalarımız ile genetik yapımızın %98.5 benzeştiği görüşü savunuldu. Şimdi bunun yanlış olduğu ortaya çıkıyor. Gerçekte, genetik yapımızın %95'den daha az kısmını paylaşıyoruz, şempanzeler ile aramızdaki farklılık düşünüldüğünden 3 kat daha fazla. 17


Ortak Tasarım



Peki insanların DNA'larının %95 oranında da olsa şempanzelerinkine benzemesi ne anlama gelmektedir? Bu soruyu cevaplamak için, insan ile başka canlılar arasında yapılan diğer bazı karşılaştırmalara da bakmak gerekir.

Bu karşılaştırmalardan biri, insan ile nematod filumuna bağlı solucanlar arasında yapılmış ve %75 benzerlik gibi ilginç bir sonuç ortaya çıkmıştır. 18 Öte yandan bazı proteinler üzerinde yapılan analizler de, insanı çok daha farklı canlılara yakın gibi göstermektedir. Cambridge Üniversitesi'ndeki araştırmacıların yaptığı bir çalışmada, kara canlılarının bazı proteinleri karşılaştırılmaktadır. Hayret verici bir şekilde, yaklaşık bütün örneklerde insan ve tavuk, birbirlerine en yakın akraba olarak eşleşmişlerdir. Bir sonraki en yakın akraba ise timsahtır. 19






yaşam






Tüm bu tablonun gösterdiği gerçek ise şudur: İnsan ve diğer canlılar arasında genetik benzerlikler bulunmaktadır. Ama bu benzerlikler herhangi bir evrim şeması ortaya çıkarmamaktadır.


Richard Owen

Richard Owen



Bu genetik benzerliklerin var olması ise, son derece doğal, hatta kaçınılmazdır. Çünkü insan bedeni de diğer canlılarla aynı malzemeden, aynı elementlerden oluşur. İnsanın soluduğu hava, yediği besinler, içinde yaşadığı iklim hayvanlarınkiyle aynıdır. Dünya üzerindeki tüm yaşam karbon bazlıdır; yani karbon atomunun kurduğu kimyasal bileşiklerle inşa edilmiştir. Dolayısıyla insan da diğer canlılarla benzer proteinlere ve bunların genetik kodlarına sahiptir. Ama bu, insanın diğer canlılarla ortak bir kökenden geldiği, onlardan evrimleştiği gibi bir anlam taşımaz.

Nitekim, farklı canlılar arasında yapılan genetik karşılaştırmalar, 150 yıllık evrim ağacını alaşağı etmiş durumdadır. Peki bu durumda canlılardaki benzer yapıların bilimsel açıklaması nasıl yapılabilir? Bu sorunun cevabı, Darwin'in evrim teorisi bilim dünyasına hakim olmadan önce verilmişti. Canlılardaki benzer yapıları ilk kez gündeme getiren Carl Linneaus ya da Richard Owen gibi bilim adamları, bu yapıları ortak tasarım örneği olarak görmüşlerdi. Bu açıklamaya göre benzer organlar veya benzer genler, ortak bir atadan tesadüfen evrimleştikleri için değil, belirli bir işlevi görmek için bilinçli bir şekilde tasarlanmış oldukları için benzerdir.

Modern bilimsel bulgular ise, benzer organlar için ortaya atılan ortak ata iddiasının tutarlı olmadığını ve yapılabilecek yegane açıklamanın söz konusu ortak tasarım açıklaması olduğunu göstermektedir. Diğer bir ifadeyle, canlılar ortak bir planla yaratılmışlardır.


UBA'nın Afrika'dan Çıkış Yanılgısı



UBA, evrimciler arasında dahi ihtilaf konusu olan bir iddiayı, yine kesin bir gerçek gibi okuyucuya sunmakta ve ilk insanın Afrika'da geliştiğini, dünyaya ise buradan yayıldığını öne sürmektedir. Oysa buna dair hiçbir delil bulunmamaktadır. Tim White'ın 2002 yılında Nature dergisinde yayınlanan bir makalesinde böyle bir varsayımda bulunmanın imkansızlığı konu edilmiş ve şöyle denmiştir:


Bu sınıfın (Homo sınıfı) Avrasya'da ve güney-doğu Asya'da ortaya çıkışı hakkındaki belirsizlikler, H. erectus'un kökeninin yeri ve zamanını doğru olarak belirlemeyi imkansız kılmaktadır. Elimizdeki deliller coğrafi yayılımının yönünü saptamak için yetersiz.20







afrika






Delil olmamasına rağmen üzerinde en çok spekülasyon yapılan konulardan biri olan insanın atasının göç haritası hakkında 1980'li yıllarda başlıca iki görüş geliştirildi. Bunlardan bir tanesi UBA'nın da iddia ettiği gibi ilk insanların Afrika'da tek bir kaynaktan ortaya çıktıkları ve dünyaya buradan yayıldıkları tezi idi. Diğer görüşe göre ise, ilk insanlar dünyanın birkaç bölgesinde birden ortaya çıktılar. Bunlardan kimi göç ederek birbirini buldu ve karışarak yeni türleri meydana getirdi.


trilobit


Her iki tez de herhangi bir kanıta değil evrimci bilim adamlarının ön yargılarına dayalı olarak ortaya atıldığı için, ortak bir karara varılamamaktadır. Çünkü her iki tez de birçok çelişki ve açmazla doludur. Nitekim bu konuya Ağustos 1999 sayısında yer veren Scientific American dergisinde Her iki buluşun öneminin sorgulandığı belirtilmiştir. 21

Sonuçta, ortada herhangi bir kanıta dayanmayan hipotezler, varsayımlar ve senaryolardan başka birşey yoktur. Evrim teorisi, yeryüzünde hayatın nasıl ortaya çıktığı, farklı canlı gruplarının nasıl var olduğu gibi temel soruları hiçbir şekilde açıklayamamakta, fosil kayıtlarında aniden beliren farklı türler ya da canlılardaki kompleks tasarımlar karşısında çaresiz kalmaktadır. Bu nedenle de evrim savunucuları, temel ve somut gerçeklerden değil, ortaya atılan ve birbiriyle çelişen evrim senaryolarından söz etmektedirler. Bu yolla, evrim teorisinin yolun sonuna geldiğini, bu teoriyi destekleyen hiçbir bilimsel kanıt olmadığını gizleme çabasındadırlar.


UBA'nın Neandertal İnsanı Hakkındaki Yanılgıları



UBA, İnsanın Evrimi başlıklı bölümde, Neandertal insanının korunan kemiklerinden elde edilen DNA ile, moleküler saat yönteminin kullanıldığını ve Neandertal insanının modern Homo sapiens'ten yarım milyon yıl öncesinde ayrıldığının tespit edildiğini ve daha sonra bu türün soyunun tükendiğini iddia etmektedir. Bir paragraf sonra ise UBA, modern insanın eski insanlardan 100.000–150.000 yıl önce ayrıldığını öne sürmektedir. (Bilim ve Yaratılışçılık, s. 24) Buradaki klasik evrimci ima, Neandertallerin modern insana tam evrimleşmiş olmadan soylarının tükendiği, günümüz insanından tamamen farklı bir tür oldukları yönündedir. Oysa, günümüzdeki bulgular Neandertal insanlarının Homo sapiens ile birlikte yaşadığını, ve Neandertallerin soyu tükenmiş bir insan ırkı olduğunu, insandan farklı bir tür olmadığını göstermektedir. Bu konu ile ilgili detayları Hayatın Gerçek Kökeni adlı kitabımızda okuyabilirsiniz. Burada ele alınacak olan konu ise, Neandertal DNA'sından elde edilen bilgilerin güvenilir olmadığının incelenmesidir.






Neandertal

Sağ üstte, İsrail'de bulunan Homo Sapiens neandarthalensis, Amud 1 kafatası yer alıyor. Neandertal insanı genel olarak kısa boylu ve sağlam yapılı olarak bilinir. Ancak bu fosilin sahibinin boyu 1.80 cm olduğu tahmin edilmektedir. Beyin hacmi ise bugüne kadar rastlanılanların en büyüğüdür: 1740 cc. Bu nedenlerle bu fosil Neandertallerin ilkel bir tür olduğu yönündeki iddiaları çok kesin bir şekilde yıkan bir delil niteliğindedir. Yanda görülen Kebara 2 (Moşe) fosili bugüne kadar bulunmuş en iyi tamam Neandertal kalıntısıdır. 1.70 boyundaki bu bireyin iskelet yapısı günümüz insanından ayırdedilememektedir.







Söz konusu DNA analizi, Münich Üniversitesi'nden Svante Pääbo tarafından yürütülmüştür. Pääbo ve ekibi, çekirdek DNA'sı yerine Neandertal insanının fosilinden elde edilen mitokondriyal DNA (mtDNA) üzerinde incelemeler yapmıştır. Bu tür araştırmalarda mtDNA'nın kullanılmasının nedeni, her hücrenin çekirdeğinde DNA'nın yalnızca iki kopyası varken, her hücrede mtDNA'nın 500-1000 arasında kopyasının bulunmasıdır. Bu durumda eski mtDNA'ların korunmuş olma olasılığı daha yüksektir. Ancak söz konusu DNA analizinin güvenilirliğini azaltan çok ciddi sorunlar bulunmaktadır. Bu sorunlardan bazıları şöyledir:


1. Yapılan kıyaslarda izlenen yöntem yanlıştır



Söz konusu araştırma sonuçlarında yapılan bir yanlış değerlendirme ise şudur: Neandertal insanından elde edilen mtDNA ile, günümüz insanlarının mtDNA'larının dizilimleri kıyaslanmış ve Neandertal insanı ile günümüz insanının mtDNA dizilimleri arasındaki farkın, günümüz insanlarının mtDNA'larının arasındaki farktan daha büyük olduğu belirtilmiştir. Ancak burada kullanılan yöntem hatalıdır. Çünkü tek bir Neandertal insanının mtDNA'sından alınan tek bir dizilim, günümüzde yaşayan 1669 farklı insandan alınan 994 dizilim ile kıyaslanmıştır. Bu 1669 insan arasında, Neandertal insanın mtDNA dizilimi kadar farklılıklar gösterenler olduğu da göz önüne alınırsa, elde edilen istatistiki sonuçların güvenilir olmadığı açıkça görülecektir. 22 Çünkü ortada günümüz insanlarına ait bir ortalama varken, Neandertal insanının ortalaması alınamamış, sadece tek bir bireyin mtDNA dizilimi incelenmiştir.






neandertal






2. Tür yakınlığı sorunu



Söz konusu araştırmacılar,  mtDNA dizilim farklılıklarını aynı zamanda evrimsel akrabalığın bir ölçütü olarak da kullandılar. Böylelikle Neandertalleri evrimsel dizilimde modern insanlar ve şempanzeler arasına ayrı bir tür olarak yerleştirdiler. Ancak, günümüzde kendi aralarındaki mtDNA dizilimi farklılıkları, Neandertal bireyin aralığı içerisinde olan bazı modern insanlar da vardır. Öyle ise, bu mantığa göre, günümüzde yaşayan bu insanların da, Neandertalden daha az evrimleştiklerini ve şempanzeye daha yakın olduklarını kabul etmek gerekir (!) Bu, evrimciler açısından dahi kabul edilebilir bir sonuç değildir.


3. Moleküler saat sorunu



Daha önceki bölümlerde de incelendiği gibi, moleküler saat kavramı üzerine kurulu evrimsel çıkarımlar gerçekleri yansıtmamaktadır. Modern insanlar ve Neandertallerin birbirlerinden ayrı türler olduğu varsayımının temelinde ise moleküler saat kavramının evrimciler tarafından koşulsuz kabulü yatmaktadır.

G. A. Clark ise moleküler saat yönteminin güvenilir olmadığı hakkında şöyle der:


Moleküler saat modelleri problemli varsayımlarla doludur. Baz çiftlerinin yer değiştirme oranlarıyla ilgili düşünce farklılıkları bir kenara bırakılsa bile,  moleküler bir saatin nasıl ayarlanabileceği ve mtDNA mutasyonlarının nötr olup olmadığı, Neandertal dizilimlerinin... modern insanınkinden farklı olması, modernler ve Neandertallerin farklı türler olup olmadığı sorusunu çözmemektedir.23


Cornell Üniversitesinden Karl J. Niklas, türlerin akrabalıklarını belirleyebilmek için moleküler saat kavramının kullanılmasından şu şekilde bahseder:


...Mevcut durumda, çok az verinin ardındaki çok fazla spekülasyonla karakterize edilen bir araştırma alanı. 24


Science dergisinde 1998 yılında yayınlanan bir makalede ise moleküler saatin yirmi kat kadar hata yapıyor olabileceği belirtilmektedir. Texas Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden Niel Howard şöyle demektedir:


Biz buna bir kronometre gibi davranıyorduk, ancak doğruluğu bence bir güneş saati kadar. 25


4. Evrimsel akrabalığı belirlemede mtDNA'nın kullanılmasındaki sorunlar



Evrimcilerin kendileri dahi, evrimsel akrabalıkların belirlenmesi için mtDNA'nın kullanılmasının doğru bir metod olup olmadığını sorgulamaktadırlar. Standford Üniversitesinden genetikçi l. Luca Cavalliq Sforza ve yardımcıları şöyle yazmaktadırlar:


Mitokondriyal genom bir bireyin genetik materyalinin yalnızca küçük bir bölümünü temsil etmektedir ve bütünün temsilcisi olamaz.26


Primat akrabalıklarını belirleyebilmek için mtDNA'nın kullanımındaki varsayımları test ettikten sonra, Columbia Üniversitesinden D. Melnick ve G. Hoelzer şu bilgiyi vermektedirler:


Bizim sonuçlarımız  doğru popülasyonun genetik yapısının tahmin edilmesi, genetik olayların tarihlendirilmesi, filogenilerin oluşturulması için mtDNA'nın kullanımına ilişkin ciddi problemler ileri sürmektedir. 27


Bunların dışında, yukarıda bahsedilen PCR kopyalama tekniğinde görülebilen kopyalama hataları gibi sorunlar da bu tür çalışmaların güvenilirliğini zayıflatmaktadır. Bu sorunların en önemlisi ise, söz konusu evrimci bilim adamlarının, evrim teorisine körü körüne olan bağlılıklarıdır. Bu nedenle, evrim konusundaki araştırmalar objektiflik içinde yürütülmemekte, veriler evrim teorisine uydurulmaya çalışılmaktadır. Cornell Üniversitesi'nden Kenneth A. R. Kennedy bu konuda şu yorumda bulunur:


Paleontolojik ve arkeolojik verilerin, evrimsel ve genetik modellere uygun olması için zorlanması uygulaması, mitokondriyal DNA'nın moleküler saatini temel alan tarihlerin yeniden yorumlanmasında da görülmektedir...28


Pääbo'nun Neandertal mtDNA'sı üzerine yaptığı çalışma ise bunun tipik bir örneğidir. Cambridge Üniversitesinden antropolog Robert Foley'e göre, Pääbo ve ekibinin söz konusu çalışması; genleri, daha fazla bilgiye -örneğin seleksiyon ve kayma, kültürel iletim süreçleri, tarih ve coğrafya, fosiller, antropoloji ve istatistik hakkında bilgiye- sahip olmaksızın, yorumlamanın ne kadar anlamsız olduğunu göstermektedir. 29


Evrimciler Dahi İnsanın Sözde Evrimine Dair
Delil Olmadığını Kabul Etmektedirler



Her ne kadar UBA, okuyucu kitlesini ikna edebilmek için, insanın evrimi konusunda hiçbir ciddi bilimsel şüphe bulunmadığını iddia etse de, gerçek böyle değildir. İnsanın sözde evrimi, evrim teorisinin en büyük çıkmazlarından birini oluşturmaktadır. İnsanın kökeni konusundaki ünlü yayınlardan biri olan Discovering Archeology dergisinde, derginin editörü Robert Locke tarafından yazılan makalede insanın atalarını aramak, ışıktan çok ısı veriyor denmekte ve ünlü evrimci paleoantropolog Tim White'ın şu itirafı aktarılmaktadır: Bugüne dek cevaplayamadığımız sorulardan dolayı hepimiz hüsrana uğramış durumdayız.30 

Yazıda, evrim teorisinin insanın kökeni konusunda içinde bulunduğu açmaz ve bu konuda yürütülen propaganın temelsizliği şöyle anlatılmaktadır:


Belki de bilimin hiçbir alanı insanın kökenini bulma çabalarından daha fazla tartışmalı değildir. Seçkin paleontologlar insan soy ağacının en temel hatları üzerinde bile anlaşmazlık içindeler. Yeni dallar büyük patırtı ile oluşturulur, ancak yeni fosil bulguları karşısında geçerliliğini kaybedip yok olurlar.31


in search of deep timeAynı gerçek, ünlü Nature dergisinin editörü Henry Gee tarafından da yakın zaman önce kabul edilmiştir. Gee, 1999 yılında yayınlanan In Search of Deep Time adlı kitabında insanın evrimi ile ilgili 5 ila 10 milyon yıl öncesine ait tüm fosil kanıtlarının küçük bir kutuya sığabilecek kadar az olduğunu söyler. Gee'nin bundan vardığı sonuç ilginçtir:


Ata-torun ilişkilerine dayalı insan evrimi şeması, tamamen gerçeklerin sonrasında yaratılmış bir insan icadıdır ve insanların önyargılarına göre şekillenmiştir... Bir grup fosili almak ve bunların bir akrabalık zincirini yansıttıklarını söylemek, test edilebilir bir bilimsel hipotez değil, ama gece yarısı masallarıyla aynı değeri taşıyan bir iddiadır eğlendirici ve hatta belki yönlendiricidir, ama bilimsel değildir.32


George Washington Üniversitesi, Antropoloji bölümünden Daniel E. Lieberman ise, 2001 yılında bulunan Kenyanthropus platyops adlı fosil için yaptığı açıklamada şöyle bir yorumda bulunmuştur:


ribozom

2001 yılında bulunan Kenyanthropus platyops adlı fosil, insanın sözde evrimi ile ilgili evrimcilerin iddiaları daha da tutarsız hale getirmiştir.




İnsanın evrim tarihi çok karmaşık ve çözümlenmemiştir. Şimdi 3.5 milyon yıllık başka bir türün bulunması ile durum daha da karışacak gibi görünüyor... Kenyanthropus platyops'un yapısı genel olarak insanın evrimi ve türlerin davranışı konuları hakkında birçok soruyu beraberinde getiriyor... K. platyops'in önümüzdeki birkaç yıl içindeki başlıca rolünün, birlikleri bozucu ve insanımsılar arasındaki evrimsel ilişkinin araştırmalarında karşılaşılan kargaşayı daha da büyütücü bir rolü olacağını düşünüyorum. 33


Evrimci paleontologlar Villie, Solomon ve Davis ise biz insanlar fosil kayıtlarında aniden beliriyoruz diyerek, insanın yeryüzünde aniden, yani hiçbir evrimsel atası olmadan ortaya çıktığını kabul etmektedirler.34

Collard ve Wood ise 2000 yılında kaleme aldıkları bir makalede insan evrimi hakkındaki mevcut filogenetik (evrimsel) hipotezler hiç güvenilir değil demek zorunda kalmışlardır.35

Diğer bazı evrimcilerin konu hakkındaki görüşleri ise şöyledir:


J. Bower:



Verilerin birçok sorunla yüklü olduğu doğrudur… Birçok fosil parçalar halindedir ve kemikler kendi orijinal konumlarına ender olarak geri getirilebilir. Buna ek olarak bir başka problem de insan fosillerinin tarihlendirilmesinin genellikle karmaşık ve bulanık olmasıdır. Sonuç olarak, fosil kayıtlarında ciddi boşluklar vardır. 36


 A.Hill:



Diğer bilimlerle karşılaştırıldığında, masalsı unsurlar en çok paleontolojide vardır. İnsan evriminin hipotezleri ve hikayeleri sıklıkla veriler tarafından desteklenmemiş şekilde ortaya çıkar ve büyük ölçüde genel ön kabuller içerir ve var olan veriler de genellikle onları yanlışlamak ya da kanıtlamak için bile yetersizdir. Bir çok yorum yapılması olasıdır. 37


Niles Eldredge ve Ian Tattersall:



Böylece kalıp ortaya çıkar. Zaman içerisinde beyin gelişmesine ya da insan duruşuna doğru sabit bir şekilde ilerleyen bir tırmanış görmüyoruz. Bunun yerine henüz baştan tam olarak gelişmiş dik duruş gibi yeni düşünceler görüyoruz. Milyonlarca yıl boyunca türün değişmez bir şekilde devam etmekteki ısrarını görüyoruz. 38






goril

İnsanın kökeni ile ilgili yapılan buluşlar evrim teorisi ile çelişen sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Örneğin, şempanzeler, goriller, orangutanlar ve gibonlar arasındaki bölünme sırası ile ilgili beş farklı soy ağacı ileri sürülmüştür.,







D.  Willis:



Son birkaç yıl içinde hominidler, şempanzeler, goriller, orangutanlar ve gibonlar arasındaki bölünme sırası için beş farklı ağaç ileri sürülmüştür. 39

Dünya üzerindeki kendi kökenlerimize ilişkin deliller büyük ölçüde bilinmez kalmışlardır. 40


G.L. Stebbins:



İnsanın kökenleriyle ilişkili olarak, son on beş yıl içerisinde yapılan buluşlar  karmaşık bir resim sunmaktadır. Olgular basit bir Ramapithecus-Australopithecus-Homo habilis, Homo erectus-Homo sapiens dizilimi hipotezini desteklememektedir. 41

Görüldüğü gibi, evrimciler dahi, insanın sözde evriminin bilimsel bulgular tarafından desteklenmediğini kabul etmektedirler. Kitap boyunca da incelendiği gibi, evrim teorisi bilimsel delillerle savunulmamakta, tamamen ideolojik ön yargılarla sahiplenilmektedir. Tek bir hücrenin dahi tesadüfi mekanizmalarla nasıl oluştuğunu, insanı insan yapan bilincin, insan ruhuna ait özelliklerin nasıl kazanıldığını, cansız ve şuursuz  maddenin nasıl olup da düşünen, konuşan, sevinen, neşelenen, endişelenen, heyecanlanan, buluşlar yapan insana dönüşebildiğini kesinlikle açıklayamayan evrim teorisi, dünya tarihinin en akıl ve bilim dışı iddialarından biridir.


Dipnotlar



1. P. Andrews, Nature, 360 (6405): 641-6, 1992.)
2. Nature, 12 Temmuz 2001
3. Nature, 12 Temmuz 2001
4. B. Wood, Origin and evolution of the genus Homo, Nature 355 (6363): 783-90, 1992.
5. http://www.icr.org/pubs/btg-a/btg-105a.htm
6.  Richard Allan & Tracey Greenwood, Primates and Human Evolution in the textbook: Year 13 Biology 1999. Student Resource and Activity Manual, (Biozone International. Printed in New Zealand.) , s. 260
7. Solly Zuckerman, Beyond The Ivory Tower, New York: Toplinger Publications, 1970, ss. 75-94
8. Charles E. Oxnard, The Place of Australopithecines in Human Evolution: Grounds for Doubt, Nature, Cilt 258, s. 389
9.  E. Stokstad,  Hominid ancestors may have knuckle walked, Science 287(5461):2131, 2000.
10. Time, Lemonick ve Dorfman, s. 61
11. Isabelle Bourdial, Adieu Lucy, Science et Vie, Mayıs 1999, no. 980, s. 52-62
12. Bjorn Kurten, Not From the Apes: A history of Man's Origins and Evolution, Columbia University Press, s. xii
13. A Genetic Perspective on the Origin and History of Humans, Dr. Takahata, writing in the Annual Review of Ecology and Systematics 1995,
14.  İnsan Filogenetik Hipotezleri ne kadar güvenilir?, PNAS, 25 Nisan 2001, s. 5003
15. Henry Gee, Nature, 12 Temmuz 2001
16.http://www.cnn.com/2002/TECH/science/09/24/humans.chimps.ap/index.html
17. http://www.newscientist.com/ news/news.jsp?id=ns99992833
18. New Scientist, 15 Mayıs 1999, s. 27
19. New Scientist, c. 103, 16 Ağustos 1984, s. 19
20. Tim White et al, Remains of Homo erectus from Bouri-Middle Awash-Ethiopia, Nature 416, s. 317-320, 21 March 2002
21. Kate Wong, Is Out of Africa Going Outdoor?, Scientific American, Ağustos 1999
22. http://www.answersingenesis. org/docs/4218tj_v12n1.asp,  Recovery of Neandertal mtDNA: An Evaluation, by Marvin Lubenow
23. RS Corruccini,  1992. Metrical reconsideration of the Skhul IV and IX and Border Cave 1 crania in the context of modern human origins. American Journal of Physical Anthropology, 87(4):440-442
24.  K.J. Niklas,, 1990. Turning over an old leaf. Nature, 344:587.
25.  A. Gibbons, 1998. Calibrating the mitochondrial clock. Science, 279 (2 January 1998), s. 28.
26. J.L. Mountain, A.A. Lin, A.M. Bowcock,  and  L.L. Cavalli-Sforza,, 1993. Evolution of modern humans: evidence from nuclear DNA polymorphisms. The Origin of Modern Humans and the Impact of Chronometric Dating, M.J. Aitken, C.B. Stringer, and P.A. Mellars (eds), Princeton University Press, Princeton, s. 69.
27. Melnick, D. and Hoelzer, G., 1992. What in the study of primate evolution is mtDNA good for? American Journal of Physical Anthropology, Supplement 14, p. 122.
28. K.A.R. Kennedy,  1992. Continuity of replacement: controversies in Homo Sapiens evolution. American Journal of Physical Anthropology, 89(2):271, 272
29. R. Foley, 1995. Talking genes. Nature, 377 (12 October 1995) s. 493–494.
30. Robert Locke, Family Fights Discovering Archaeology, July/August 1999, s. 36-39
31. Robert Locke, Family Fights Discovering Archaeology, July/August 1999, s. 36
32. Henry Gee, In Search of Deep Time, New York, The Free Press, 1999, s. 116-117
33. Daniel E. Lieberman, Another face in our family tree, Nature, 22 Mart 2001
34. Villee, Solomon and Davis, Biology, Saunders College Publishing,1985, s. 1053
35. Hominoid Evolution and Climatic Change in Europe Volume 2 Edited by Louis de Bonis, George D. Koufos, Peter Andrews, Cambridge University Press 2001 Bölüm 6
36. J. Bower, "The Evolution and Origin of Humankind", in Wilson, D.B. editör, 1983, s. 123
37. A. Hill, Book Review, American Scientist, vol. 72, 1984, s.189
38. N. Eldredge ve I. Tattersall, The Myths of Human Evolution, Columbia University Press, 1982, s.8
39. D. Willis, The Hominid Gang: Behind the Scenes in the Search for Human Origins, Viking Press 1989, s. 284) 
40. D. Willis, The Hominid Gang: Behind the Scenes in the Search for Human Origins, Viking Press 1989, s. 34
41. G.L. Stebbins, Darwin to DNA, Molecules to Humanity, Published by W.H. Freeman and Company, 1982, s 352

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü