Harun Yahya

Canlanan Atomlar



Buraya kadar maddenin nasıl yokluktan var olduğundan ve atomlardan bahsettik. Ve dedik ki, atomlar canlı-cansız her şeyin yapı taşıdır. Ancak şunu önemle belirtmek gerekir ki, atomlar cansız varlıkların yanısıra canlı varlıkların da yapı taşlarıdır. Atomlar cansız parçacıklar oldukları için canlı maddenin yapıtaşı olmaları kuşkusuz son derece hayret vericidir. Bu durum aynı zamanda evrimci bilim adamlarının da hiçbir şekilde açıklayamadıkları bir konudur.

Nasıl ki bir araya gelen taş parçalarının canlı varlıkları oluşturması düşünülemezse, aynı şekilde cansız atomların da bir araya gelerek, kendi kendilerine canlı varlıkları oluşturmaları düşünülemez. Bir taş parçasıyla bir kelebeği gözünüzde canlandırın. Biri cansız diğeri canlıdır. Ancak temeline indiğinizde aslında her ikisi de aynı atom altı parçacıklardan oluşmaktadırlar.

Cansız maddenin canlı maddeye kendi kendisine dönüşemeyeceği ile ilgili şöyle bir örnek daha açıklayıcı olabilir: Alüminyum uçabilir mi? Hayır, peki eğer alüminyumu, plastik madde ve benzinle karıştırırsak uçabilir mi? Tabii ki yine uçamaz. Eğer bu maddeleri bir uçağı oluşturacak şekilde bir araya getirirseniz o zaman uçabilirler. O halde uçağın uçmasını sağlayan nedir? Kanatlar mı? Motor mu? Pilot mu? Hayır, bunların hiçbiri tek başına uçamazlar. Aslında, uçak hiçbir uçma özelliği olmayan parçaların, özel bir tasarımla bir araya getirilmeleriyle oluşmuştur. Uçma özelliği ne alüminyumdan, ne plastikten, ne de benzinden gelir. Bu maddelerin özellikleri önemlidir, ancak uçma özelliği bu maddelerin çok özel bir tasarımla bir araya getirilmeleriyle kazanılabilir. Canlı sistemler de aynı bu şekildedir. Bir canlı hücresi de cansız atomların çok özel bir tasarımla bir araya getirilmesiyle oluşmuştur. Canlı hücrelerinin büyüme, çoğalma ve benzeri özellikleri, moleküllerinin niteliğinin değil mükemmel bir tasarımın sonucudur. Bu noktada gördüğümüz tasarım, Allah’ın ölüden diriyi yaratmasından başka bir şey değildir:

"Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah'tır. O, diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarır. İşte Allah budur. Öyleyse nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?" (Enam Suresi, 95)




plastik - aliminyum - çelik



Yukarıda görmüş olduğunuz, plastik, alüminyum, çelik gibi maddeler uçabilir mi? Hayır, tüm bunlar bir araya getirilse yine de uçamazlar. Bir uçak hiçbir uçma özelliği olmayan parçaların, özel bir tasarımla bir araya getirilmeleriyle oluşmuştur. Uçma özelliği ne alüminyumdan, ne plastikten, ne de çelikten gelir. Bu maddelerin özellikleri önemlidir, ancak uçma özelliği bu maddelerin çok özel bir tasarımla bir araya getirilmeleriyle kazanılabilir. Canlı sistemler de aynı bu şekildedir. Bir canlı hücresi de cansız atomların çok özel bir tasarımla bir araya getirilmesiyle oluşmuştur.





Cansız bir maddeyi canlı bir varlığa ancak üstün güç ve akıl sahibi Allah dönüştürebilir, yani bir canlı ancak yaratılabilir. Canlı sistemler öylesine kompleks yapılara sahiptirler ki, bugün ulaşılan teknolojik imkanlara rağmen daha nasıl işledikleri bile tam olarak anlaşılamamıştır.

Fakat 20. yüzyılda baş döndürücü bir hızla gelişen teknolojiyle birlikte olağanüstü ilerlemeler kaydeden bilimin sayesinde anlaşılan bir gerçek vardır. Canlılar son derece kompleks yapılara sahiptir. 19. yüzyılın ortalarında Evrim Teorisi ortaya atıldığında, ilkel mikroskoplarla yürütülen bilimsel araştırmalar hücrenin sadece basit bir lekeden ibaret olduğu izlenimini oluşturmuştu. 20. yüzyılda ise gelişmiş teknolojik aletler, elektron mikroskopları altında yapılan gözlem ve araştırmalar canlıların yapı taşı olan hücrenin ancak mükemmel bir tasarım sonucunda oluşabilecek, son derece kompleks bir yapıya sahip olduğunu ortaya çıkarmıştır. En önemlisi de bu araştırmalar, canlılığın cansız maddeden kendi kendine oluşabilmesinin kesinlikle imkansız olduğunu göstermiştir. Canlılığın kaynağı sadece canlılıktır. Bu gerçek deneysel olarak da ispatlanmıştır. 39 İşte bu, evrimcilerin kesinlikle içinden çıkamadıkları bir sorundur. Bu yüzden büyük çıkmaz içindeki ünlü evrimci bilim adamları bilimsel deliller sunmak yerine göz boyamaya yönelik masallar anlatırlar. Maddenin kendi şuuru, yeteneği, iradesi olduğunu öne süren son derece akıl ve bilim dışı iddialar öne sürerler. Ama bu saçma masallara kendileri de inanmazlar ve cevaplanması gereken ana soruların bilimsel olarak cevaplanamadığını itiraf etmek zorunda kalırlar:


"Yaşamın başlamasından önce yerküremizin çorak ve ıssız olduğu bir dönem vardı. Şimdi yeryüzünde hayat kaynaşıyor. Bu nasıl oldu acaba? Hayatın bulunmadığı durumda karbon temeline dayalı organik moleküller nasıl oluştu? İlk canlı varlıklar nasıl gün yüzü gördüler? Yaşam nasıl bir evrim gösterdi de, günümüzün insanları gibi yapılan ayrıntılarla bezenmiş ve karmaşık varlıklar ortaya çıktı? Kendi kökenlerini araştıracak yetenekte yaratıklara nasıl ulaşıldı?"40

"Şu anda evrim teorisinin çözülememiş esrarı, maddenin kaynağının ne olduğu, nasıl evrimleştiği, evrende ve dünyadaki şu anki formunu niçin kazandığı ve niçin kendi kendisini kompleks canlı molekül gruplarına çevirebildiğidir."41


Yukarıdaki evrimci bilim adamının da itiraf ettiği gibi evrim teorisinin temel amacı, temel ilkesi canlıları Allah’ın yarattığını reddetmektir. Ancak, evrenin her noktasında yaratılış gerçeği son derece açık bir şekilde görülmesine ve her bir detayın asla tesadüflerle oluşamayacak mükemmellikte bir tasarımın ürünü olduğu ortaya çıkmasına rağmen, evrimciler bu gerçeğe gözlerini kapadıkları için adeta bir kısır döngü içinde dönüp durmaktadırlar.


"Nasıl oluyor da Allah'ı inkar ediyorsunuz? Oysa ölü iken sizi O diriltti; sonra sizi yine öldürecek, yine diriltecektir ve sonra O'na döndürüleceksiniz." (Bakara Suresi, 28)


Günümüzün en bilinen evrim teorisi savunucularından ünlü bilim adamı Richard Dawkins ise aşağıdaki sözleriyle istatiksel olarak amaçsız tesadüflerin her şeyi oluşturduğu inancının yanlış olduğunu ve bu imkansızlığın tek alternatifinin doğaüstü bir güç olduğunu itiraf etmektedir:


"Bir şeyin gerçekleşmesindeki olasılık istatistiki olarak azaldıkça, onun tesadüf eseri olamayacağına dair inancımız o kadar artar: Bu durumda eğer şans yoksa, buna tek alternatif "akıllı bir tasarımcı"nın varlığıdır."42


Fakat bu gerçeğe inanmaktansa evrimci bilim adamları ölü maddenin yeteneklerinden, cansız maddenin kendisini canlı varlıklara dönüştürdüğünden bahsetmeyi tercih ederler. Ancak bu bilim adamları gerçeği görmezden gelirken farkında olmadan kendilerini gülünç duruma düşürmektedirler. Kaldı ki cansız maddenin, yani atomların yetenekli olduklarını, bu yeteneklerini kullanarak kendilerini canlı sistemlere dönüştürdüklerini iddia etmenin akılcılık ile en ufak bir ilgisi yoktur.




cansız maddelerden canlılığın oluşması mümkün değildir.



Yukarıdaki çizimin ne kadar anlamsız olduğu açıktır. Günümüzde herkes, doğadaki taşların veya kaya parçalarının kendi kendilerine kurbağalara veya balıklara dönüşmeyeceklerini bilir. Elbetteki cansız maddelerden canlılığın oluşması mümkün değildir. Bu da canlılığın cansız maddelerden tesadüfen oluştuğunu iddia eden evrim teorisini daha en başından çürütür.





Bu akıl dışı masalların ne derece gerçekçi olduğuna şimdi anlatacağımız örneği okuduktan sonra siz kendiniz karar vereceksiniz. Bakın evrimcilerin cansız ve şuursuz atomları canlı maddelere ve en önemlisi de yüksek bir şuur ve zeka sahibi insanlara dönüştürme senaryosu nasıldır:

Büyük Patlama'nın ardından her nasılsa içlerinde çok hassas dengede kuvvetler bulunan atomlar kendi kendilerini var etmişlerdir. Tüm evreni oluşturacak sayıdaki atomun bir kısmı uzaydaki yıldızları, gezegenleri oluştururken bir kısmı da dünyayı oluşturmuştur. Dünyayı oluşturan atomlardan bir kısmı ilk başta taşı toprağı oluştururken daha sonra birdenbire canlıları oluşturmaya karar vermişlerdir! Bu atomlar öncelikle çok kompleks bir yapısı olan hücrelere dönüşmüşler sonra da oluşturdukları hücreleri ikiye bölerek çoğaltmışlar, sonra da konuşmaya, duymaya başlamışlardır. Ardından bu atomlar üniversite profesörlerine dönüşerek elektron mikroskopları altında kendilerini inceleyip tesadüfen meydana geldiklerini iddia etmişlerdir. Bir kısım atomlar bir araya gelerek köprüler, gökdelenler inşa eden mühendisleri, bir kısmı bir araya gelerek uyduları, uzay araçlarını, uçakları imal etmişler, bir kısmı da fizik, kimya, biyoloji alanlarında uzmanlaşmışlardır. Karbon, magnezyum, fosfor, potasyum, demir gibi atomlar bir araya gelerek kapkara bir kütle oluşturacaklarına olağanüstü komplekslikte ve sırları hala tam olarak keşfedilememiş olan mükemmel beyinleri oluşturmuşlardır. Bu beyinler hiçbir teknoloji ile ulaşılamamış mükemmel netlikte 3 boyutlu görüntüler görmeye başlamışlardır. Atomların bir kısmı komedyenleri oluşturmuş ve de komedyenlerin yaptıkları esprilere gülmüşlerdir. Yine atomların bir kısmı müzik bestelemiş ve müziği dinleyerek zevk almışlardır...




ATOMLAR ATOMLARI İNCELERKEN



ATOMLAR ATOMLARI İNCELERKEN



Evrimci iddiaya göre, tesadüfler sonucu oluşan atomlar, üniversite profesörlerine dönüşmüş ve elektron mikroskopları altında kendilerini inceleyip tesadüfen meydana geldiklerini iddia etmişlerdir. Kuşkusuz böyle bir iddia küçük bir çocuk için bile inandırıcı değildir.





Bu hikayeyi daha uzatmak elbette mümkündür ama böyle bir şeyin asla gerçekleşemeyeceğini göstermek için şöyle bir deney düzenleyelim, evrimcilerin savundukları, ama yüksek sesle dile getiremedikleri iddiayı onlar adına "Darwin Formülü" adıyla inceleyelim:

Evrimciler, çok sayıda büyük varilin içine canlılığın yapısında bulunan fosfor, azot, karbon, oksijen, demir, magnezyum gibi elementlerden bol miktarda koysunlar. Hatta normal şartlarda bulunmayan ancak bu karışımın içinde bulunmasını gerekli gördükleri malzemeleri de bu varillere eklesinler. Karışımların içine, istedikleri kadar amino asit, istedikleri kadar da (bir tekinin bile rastlantısal oluşma ihtimali 10-950 olan) protein doldursunlar. Bu karışımlara istedikleri oranda ısı ve nem versinler. Bunları istedikleri gelişmiş cihazlarla karıştırsınlar. Varillerin başına da dünyanın önde gelen bilim adamlarını koysunlar. Bu uzmanlar babadan oğula, kuşaktan kuşağa aktararak nöbetleşe milyarlarca, hatta trilyonlarca sene sürekli varillerin başında beklesinler. Bir canlının oluşması için hangi şartların var olması gerektiğine inanılıyorsa hepsini kullanmak serbest olsun. Ancak, ne yaparlarsa yapsınlar o varillerden kesinlikle bir canlı çıkartamazlar. Zürafaları, aslanları, arıları, kanaryaları, bülbülleri, papağanları, atları, yunusları, gülleri, orkideleri, zambakları, karanfilleri, muzları, portakalları, elmaları, hurmaları, domatesleri, kavunları, karpuzları, incirleri, zeytinleri, üzümleri, şeftalileri, tavus kuşlarını, sülünleri, renk renk kelebekleri ve bunlar gibi milyonlarca canlı türünden hiçbirini oluşturamazlar. Değil burada birkaçını saydığımız bu canlı varlıkları, bunların tek bir hücresini bile elde edemezler.




Varil


 




Madde, ancak Allah'ın üstün yaratmasıyla hayat bulur. Bunun aksini iddia eden evrim teorisi ise, akla tamamen aykırı bir safsatadır. Evrimcilerin ortaya attığı iddialar üzerinde biraz bile düşünmek, üstteki örnekte olduğu gibi, bu gerçeği açıkça gösterir.

Şimdi bir de şuursuz atomların kendi kendilerine hayatın temel taşı olan DNA molekülünü ve proteinleri oluşturup-oluşturamayacaklarına bir bakalım.

DNA’nın Kompleks Yapısı






DNA



Canlı hücrelerine ait tüm bilgileri kusursuz bir şifreleme sistemiyle taşıyan DNA molekülü, çok kompleks bir yapıya sahiptir. Bu molekülün kusursuz yapısı, evrimcilerin tesadüflerle oluştuğu iddiasını tamamen geçersiz kılmaktadır.





DNA (deoksiribonükleik asit) , hücre çekirdeğinde bulunan, vücudun tüm parçalarının, vücudun her türlü özelliğinin bilgisini taşıyan şifreleri içerir. Şifre o kadar komplekstir ki, bilim adamları bu şifreyi ancak 1953’lü yıllardan sonra biraz olsun çözebilmeyi başarmışlardır. DNA bir yandan ait olduğu canlıya dair tüm bilgileri içerirken diğer yandan da kendi kendisini aynen kopya ederek çoğalabilmektedir. Sadece atomların bir araya gelmeleri yani molekülleri oluşturmaları ile oluşan bir molekülün nasıl bilgi taşıdığı ve nasıl kendi kendisini kopyalayarak çoğaldığı da cevaplanamayan sorulardan biridir.

Proteinler ise hem canlıların yapı taşıdır hem de organizmanın pek çok hayati fonksiyonunda kilit rol oynar. Örneğin bir hemoglobin proteini vücudumuzun her yerine oksijen taşır, antikor proteinleri vücuda giren mikropları etkisiz hale getirir, enzim proteinleri yediğimiz yemekleri enerji verecek maddeler haline gelecek biçimde sindirmemizi sağlar... DNA’mızda yaklaşık 50 bin farklı tipte protein yapılabilmesini sağlayan tarifler bulunur. Görüldüğü gibi proteinler bir canlının varlığını sürdürebilmesi için son derece hayati öneme sahiptir ve bu proteinlerden tek bir tanesinin bile eksikliğinde canlının varlığını sürdürmesi mümkün olmaz. Her biri dev moleküller olan DNA ve proteinlerin kendi kendilerine, tesadüfler sonucu oluşmaları bilimsel olarak imkansızdır.


"Göklerde ve yerde olanların tümü Allah'ı tesbih etmiştir. O, üstün ve güçlü (aziz) olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Diriltir ve öldürür. O, her şeye güç yetirendir. (Hadid Suresi, 1-2)


DNA özel bir dizilimden oluşan bir nükleotidler serisidir; bir protein ise yine özel dizilimlere sahip olan aminoasitler serisidir. Her şeyden önce ne DNA moleküllerinin ne de binlerce çeşitteki protein molekülünün tesadüfler sonucu canlılık için hayati olan uygun dizilimleri elde edebilmesi matematiksel olarak mümkün değildir. Olasılık hesapları en basit bir protein moleküllerinin dahi tesadüfler sonucu doğru dizilimi yakalamasının "0" ihtimal olduğunu ortaya koymaktadır (bkz. Evrim Aldatmacası, Harun Yahya) . Bu matematiksel imkansızlığın yanı sıra bu moleküllerin tesadüfen oluşmasında önemli bir de kimyasal engel vardır: Eğer DNA ve proteinler arasındaki ilişki zaman, tesadüf ve doğal süreçler sonucunda gelişmiş olsaydı, DNA ve proteinler birbirleriyle kontrolsüz olarak reaksiyona girme eğiliminde olurlardı. Çünkü asit ve bazların birbirleriyle reaksiyona girme eğilimleri çok yüksektir. Böyle bir durumda da, tesadüfler rol oynayacak olsaydı DNA ve proteinler bugünkü canlı varlıkları oluşturmak yerine, doğal reaksiyonlara girerek şeker-asit, amino fosforik asit gibi farklı moleküller oluştururlardı.


"Göklerde ve yerde olan ne varsa, canlılar ve melekler Allah'a secde ederler ve onlar büyüklük taslamazlar. Üstlerinden (her an bir azap göndermeye kadir olan) Rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyi yaparlar. (Nahl Suresi 49-50)


Kimyasal yapıları kolayca tepkimeye girmeye müsait olan DNA ve proteinlerin, zamanla, tesadüfen canlı hayatını oluşturabilmeleri mümkün müdür? Hayır, kesinlikle mümkün değildir. Problem şudur: DNA ve proteinlerin muhtemel olarak girebileceği tüm kimyasal reaksiyonlar, canlı yaşamının oluşmasına izin vermeyen YANLIŞ reaksiyonlardır. Eğer zamana ve şansa kalsaydı, DNA ve proteinler canlı yaşamı oluşturmak şöyle dursun, canlı yaşamını yok edecek şekilde reaksiyona girerlerdi.43

Görüldüğü gibi hiçbir şekilde tesadüfen oluşması mümkün olmayan DNA ve proteinlerin var olduktan sonra da canlılığı oluşturmak üzere başıboş olmaları kesinlikle mümkün değildir. Günümüzün ünlü düşünürlerinden Jean Guitton da "Tanrı ve Bilim" isimli kitabında bu imkansızlığı vurgulamış, canlılığın oluşmasının kesinlikle tesadüfler sonucu oluşamayacağını belirtmiştir:


"Hangi ‘rastlantı’ sonucu bazı atomlar birbirlerine yaklaşıp amino asitlerin ilk moleküllerini oluşturdular? Yine hangi rastlantıyla bu moleküller bir araya toplanıp DNA denilen bu son derecede kompleks yapıyı kurdular? Biyoloji bilgini François Jacob gibi ben de şu basit soruyu soruyorum: ilk canlı hücrenin doğmasını sağlayacak ilk mesajı veren ilk DNA molekülünün planlarını kim hazırladı?

Eğer işe rastlantıyı sokan varsayımlarla yetinilirse bu sorular -ve daha birçoğu-, yanıtsız kalıyor; bunun için, birkaç yıldan bu yana biyoloji bilginlerinin düşünceleri değişmeye başladı. Tepedeki araştırmacılar Darwin yasalarını artık düşünmeden, ezbere anlatmakla yetinmiyor, çoğunlukla şaşırtıcı yeni kuramlar ortaya atıyorlar. Bunlar, açıkça maddeden üstün, düzenleyici bir ilkenin işin içine karıştığına dayanan kuramlar." 44


Jean Guitton’un da belirttiği gibi 20. yüzyılda yapılan araştırmalar ve bilimsel keşifler ışığında bilim öyle bir noktaya varmıştır ki; Darwin’in evrim teorisinin hiçbir geçerliliğinin olmadığı artık kesin bir bilimsel gerçektir. Bu bilimsel gerçekten Amerikalı biyolog Michael Behe ünlü "Darwin’in Kara Kutusu" kitabında şöyle bahsetmektedir:


"Bilim, yaşamın kimyasının nasıl şekillendiğini anlayabilmek için oldukça büyük atılımlar yapmıştır. Fakat biyolojik sistemlerin moleküler seviyedeki hassas düzeni ve kompleksliği, bunların kökenlerinin açıklanması konusunda bilimi felce uğratmıştır. Bu nedenle kompleks biyomoleküler sistemlerden herhangi birinin başlangıcı hakkında bir araştırma girişimi olmamıştır. Pek çok bilim adamı kendilerine fazlaca güvenerek, açıklamaların çoktan ellerinde olduğunu öne sürmüştür. Veya çok yakında bu açıklamalara ulaşacaklarını söylemişler fakat profesyonel bilim literatüründe iddialarına bir destek bulamamışlardır. Daha önemlisi, sistemlerin kendi yapıları incelendiğinde, yaşam mekanizmalarının Darwinci bir yaklaşımla asla açıklanamayacağı ortadadır." 45


Nasıl ki tüm evren yokluktan yaratıldıysa, canlı varlıklar da yoktan yaratılmıştır. Nasıl ki hiçbir şey yokken, tesadüfen var olamazsa, aynı şekilde ölü maddeler de tesadüfen birleşerek canlı varlıkları oluşturamazlar. Ancak ve ancak sonsuz kudret, sonsuz akıl ve sonsuz ilim sahibi Allah’ın gücü bunları gerçekleştirmeye kadirdir:

"Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, güneşe, aya ve yıldızlara Kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O'nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir." (Araf Suresi, 54)

 


Dipnotlar



39. Henry M. Morris, Impact No. 111, Eylül 1982

40. Prof.Dr. Carl Sagan, Cosmos, s.37

41. Darlington C.D.,Evolution for Naturalists, (NY, John Wiley, 1980) s.15

42. The Necessity of Darwinism, New Scientist, Vol 94, April 15, 1982, s. 130

43. Dr. Gary Parker, Impact No: 62, Ağustos 1978

44. Jean Guitton, Tanrı ve Bilim, s.38

45. Michael Behe, Darwin’s Black Box, s.8


 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü