Harun Yahya

Basit İnsanlar Yaratılış Amaçlarından Uzak Bir Yaşam Sürerler



Bir Müslüman, Allah'ın kendisinden razı olacağı ve cennete uygun olan ahlakı güzel görür ve bu ahlakı en güzel şekilde yaşamayı hedefler. Oysa insanlardan bazıları böyle bir hedeften gafildirler. İçlerinde, Allah'ı razı edebilecekleri güzel ahlaka ait özellikleri kazanma isteği duymazlar. Sadece dünyada kendilerini ayakta tutacak, yaşamalarını, yalnız kalmamalarını, istedikleri insanlarla dostluk kurmalarını, dünyevi hedeflerine ulaşmalarını sağlayacak yani toplum tarafından kabul görecek kadar bir kişilik ve ahlak seviyesinde olmayı yeterli görürler. Bu dar bakış açısıyla belirledikleri hedefleri, onların Allah'ın hoşnut olacağını bildirdiği ahlaka özenmelerine engel olur. Allah'ın rızasına, rahmetine ve cennetine ulaşmayı hedeflemek yerine belirttiğimiz gibi vasat, sıradan dünyevi hedefleri olan insanlardan biri olmayı tercih ederler. Bu hedefleri elde etmek onlar için yeterlidir.

Oysa bir insanın yaratılışındaki asıl amaç bu dünyevi hedeflerin çok üstünde, bambaşka bir amaçtır. Allah bir ayette, "O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı..." (Mülk Suresi, 2) şeklinde belirterek insanın yaratılışındaki amacı haber vermektedir. Başka bir ayette de Rabbimiz, bu amacın farkında olmadan son derece yüzeysel bir anlayış içinde yaşama gayesinde olan insanlarla ilgili olarak şöyle buyurur:


Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız? (Müminun Suresi, 115)


İnsan dünyada bulunduğu imtihan süresi boyunca Kuran'a uymakla, her düşüncesinde ve tavrında Allah'ın rızasını aramakla, vicdanını kullanmakla, güzel ahlakı yaşamakla ve salih amellerde bulunmakla sorumludur. Bu açık gerçeğe rağmen az önce de belirttiğimiz gibi, yaratılış amacından uzak yaşayan insanlar kendilerine basit başka amaçlar edinirler. Bu amaçlar her kesim ve kültürde farklılık gösterir. Ama temelde hiçbiri, katıksız olarak Allah'a kulluk etmeye, O'nun rızasını kazanmaya dayalı değildir.

İyi bir okuldan mezun olmak, üniversite sınavında istediği bir bölümü kazanmak, iyi bir evlilik, güzel ve sağlıklı çocuklar, çocuklara iyi bir gelecek hazırlamak, bu arada işinde yüksek bir mevkiye gelmek, isabetli yatırımlar yapmak, ev, iyi bir araba ve yazlık almak, kendisinin ve ailesinin iyi giyinmesini, gezmesini sağlamak...

Basit insanların çoğu yalnızca bu idealler doğrultusunda yaşarlar. Oysa insanın dünyada bulunma amacı bunların hiçbiri değildir. Dahası bu saydıklarımız hedef ya da ideal haline getirilecek konular değildir; ancak birer araçtırlar. İnsanın dünyada bulunma amacının, iyi bir okuldan mezun olmak ya da iyi bir mevkiye gelmek olmayacağı açıktır. Elbette bunların tamamı Allah'ın insanlara verdiği birer nimettir ve yaşanmasında bir mahsur yoktur, ama insanın Allah'ı ve ahireti unutarak yalnızca bunları amaç olarak belirlemesi hatalıdır. Aynı şekilde okumak, her konuda bilgi sahibi olmak da takdire değerdir ama hayatın amacı, Allah'ı ve ahireti unutup yalnızca insanların beğenisini kazanabileceğini umarak entelektüel olmak da değildir. Allah yaratılışın böyle bir amacının olmadığını Kuran'da şöyle bildirir:


Biz, bir 'oyun ve oyalanma konusu' olsun diye göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları yaratmadık. Eğer bir 'oyun ve oyalanma' edinmek isteseydik, bunu, Kendi Katımız'dan edinirdik. Yapacak olsaydık, böyle yapardık. (Enbiya Suresi, 16-17)


Dünya bir oyun ya da eğlence yeri değil, Allah'a kulluk etme, ahiret için çalışma mekanıdır. Bu gerçeği kavrayamayan insanların idealleri öyle basit ve geçicidir ki, insan, bu ideallerinin tümüne ulaşsa da ölüm melekleri yanına geldiğinde kayıpta olduğunu anlayacaktır. Bir kişi düşünün; bu kişi en büyük idealini gerçekleştirmiş belki kendi alanında uzman, dünyaca ünlü bir profesör olmuştur. Çocuklara, torunlara sahip olmuştur, onlara iyi bir yaşam standardı sağlamıştır fakat ahireti unutmuş, Allah'ın razı olacağı umulan bir ahlakı yaşamamıştır. Böyle bir insan senelerce çalışmış çabalamıştır ama sonsuz hayatını yaşayacağı ahiret için hiçbir şeye sahip değildir.

Allah'ın Kuran’da, "...Siz dünya hayatınızda bütün 'güzellikleriniz ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz..." (Ahkaf Suresi, 20) ayetinde işaret ettiği gibi güzel olan herşeyi geride bırakmıştır. Yaşadığı belki 60 belki 70 yılın ise sonsuzluk ile kıyaslandığında bir kıymetinin olmadığı açıktır. Peygamber Efendimiz (sav) böyle insanların içinde bulunduğu akılsızlığı şöyle tarif etmiştir:

"Akıllı-şuurlu adam o kimsedir ki nefsini (Allah'a karşı) köleleştirir (veya hesaba çeker) ve ölümden sonraki (hayat) için (iyi) amel işler. (Nefsini yenmekten) aciz adam da o kimsedir ki nefsini arzusuna uydurur (yani nefsini haramdan alıkoymaz). Sonra Allah'tan (mağfiret) temenni eder." (İbni Mace, Cilt10, s.541)

Bu yanılgı içinde yaşamını sürdüren insanlar dünyayı sadece istek ve tutkularını gerçekleştirmeleri gereken bir yer olarak görürler. Bu şekilde kendi nefislerini tatmin etme hırsı ile yaşarlarken içlerinde yüksek bir kişiliğe, güçlü bir imana ve peygamberlerin taşıdığı üstün ahlaka sahip olma gibi bir arzu duymaz. Allah'a yakın olma konusunda gerçek anlamda tutkulu bir istek taşımazlar. Bunun sonucunda da davranış ve düşüncelerinde Müslümana has bir olgunluk, itidal ve bunlardan kaynaklanan bir seçkinlik meydana gelmez. Aksine Allah'ın varlığından ve ölümün yakınlığından tam anlamıyla gafil gibi bir görünüm sergilerler. Allah'ın her an kendilerini görmekte olduğunu ve yaptıklarından haberi olduğunu unutmuş bir davranış şekli içinde olurlar. Oysa insan gözünü nereye çevirse Allah'ın varlığının delilleriyle karşılaşır.

Var olan herşeyi ve herkesi Allah'ın sonsuz kudreti ile yarattığı apaçıktır. İnsanın Allah'a iman etmesi için sadece kendi bedenine bakması yeterlidir. Allah insanı, Kuran'da bildirdiği ifadeyle "en güzel surette" yaratmış, kusursuzca işleyen pek çok sistemi bedenine yerleştirmiştir. İnsanın başını göğe çevirip bakması da iman etmesi için yeterlidir. Allah ayetlerde şöyle buyurur:


Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz, onu nasıl bina ettik ve onu nasıl süsledik? Onun hiçbir çatlağı yok. Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda 'göz alıcı ve iç açıcı' her çiftten (nice bitkiler) bitirdik. (Bunlar) 'İçten Allah'a yönelen' her kul için 'hikmetle bakan bir iç göz' ve bir zikirdir. Ve gökten mübarek (bereket ve rahmet yüklü) su indirdik; böylece onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik. Ve birbiri üstüne dizilmiş tomurcuk yüklü yüksek hurma ağaçları da. Kullara rızık olmak üzere. Ve onunla (o suyla) ölü bir şehri dirilttik. İşte (ölümden sonra) diriliş de böyledir. (Kaf Suresi, 6-11)


Bedenimizi oluşturan hücrelerden evrendeki gezegenlere kadar var olan herşey, bize üstün güç sahibi Allah'ın varlığını gösterir. Göklerin yerin ve bu ikisi arasındaki herşeyin Sahibi ve Yaratıcısı O'dur. Neye baksak, nereye yönelsek Allah'ın eserleri ile karşılaşırız. Yerde yürüyen bir karınca, gökte uçan kuş, her gün doğan Güneş, mis gibi kokan çilekler, denizin üstünde hareket eden dağ gibi bir gemi, yağan yağmur... Bize hep Yüce Allah'ın varlığını haber verir.

Yüzeysel düşünce yapısına sahip insanların çoğu tüm evrene hakim olan bu kusursuz yaratılışı görür, ama vicdanlarını kullanarak bu mucizevi yaratılış üzerinde derinlemesine düşünmezler. Evrenin her noktasına hakim olan hassas dengeleri, iç içe geçmiş kusursuz sistemleri, çevremizde gördüğümüz sayısız nimet ve güzellikleri dahası kendilerini yaratanın kim olduğunu ve tüm bu sayılanların hangi amaçla, ne için yaratıldıklarını vicdanlarında sorgulamazlar. Ayette bildirildiği gibi "Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler." (Yusuf Suresi, 105) Evrendeki canlı cansız herşeyi yaratanın sonsuz akıl ve güç sahibi Allah olduğu gerçeğini göz ardı ederler. Çünkü tüm bunları düşündükleri takdirde Allah'ın razı olduğu ahlakı ve hayat şeklini yaşamakla sorumlu olduklarını göreceklerdir. Bunun yerine kendi basit dünyalarında sıradan ve geçici amaçları için yaşamayı tercih ederler. Oysa tüm insanlar yalnızca Allah'a kulluk için yaratılmışlardır. Bu asıl amacı anlamazlıktan gelerek başka ideallere yönelmek ise insanı basit ve kötü bir hayat şekline götürür. Allah insanı ancak Kendisi'ne kulluk ettiği takdirde üstün ve asil olacağı şekilde yaratmıştır. "O, yarattığını bilmez mi?..." (Mülk Suresi, 14) ayetinde de bildirildiği gibi Allah insanın Yaratıcısı'dır ve onun için neyin iyi, güzel olduğunu, neyin kendisini saygın ve onurlu kılacağını bilen de O'dur. Buna göre Allah'ın insanlar için seçtiği İslam dini insanın fıtratına en uygun yaşam şeklidir. Allah bu gerçeği Kuran'da şöyle bildirir:


Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler. (Rum Suresi, 30)


Bir başka ayetinde ise Allah, İslam dinini kulları için beğendiğini şöyle bildirir:


... Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim... (Maide Suresi, 3)


Din insana Allah'ın razı olacağı ahlakı öğretir. Bunun dışındaki her yaşam şekli insanın yaratılışı ile çelişir. Kendilerine başka idealler edinen ve din ahlakından uzak yaşayan insanların basitliklerinin temelinde bu gerçek yatar. Onlar Allah'ın kendileri için seçmiş olduğu en güzel yaşam şeklini bir kenara bırakarak, kendi sığ akıllarına göre bir hayat yaşarlar. Böyle bir kişi basitlikten ve onun, düşüncesinde ve davranışlarında oluşturduğu kirli kültürden kendini kurtaramaz. Kendisini, çeşitli kişilik oyunlarıyla, sahte asalet gösterileriyle bu kültürün dışındaymış gibi göstermeye çalışsa da bunun faydası olmaz. Çünkü basitlik hangi kimliğe girilirse girilsin asla gizlenmesi mümkün olmayan, konuşma ve davranışlara, en önemlisi de insanın düşünce şekline kaçınılmaz olarak yansıyan alt bir kültürdür. Bazı kişilerin zannettiği gibi gizlenerek üstü örtülebilecek sıradan bir tavır bozukluğu değildir.

O halde gerçekten Allah'tan korkan, cehennemden sakınan bir insanın yapması gereken, kendini ve çevresindekileri kandırmaya çalışarak dindar görünmek değil, gerçek dindarlığı yaşamaktır. Gerçek dindarlık ise insanın nefsi ile çatışsa da, dünyevi çıkarlarına ters gelse de Kuran ahlakından hiçbir şekilde taviz vermemesidir. Bu konudaki en güzel örneklerden biri de Peygamberimiz (sav) döneminde yaşamış olan mümin kadınların tavırlarıdır. Müslüman kadınlar tüm ibadetleri, indirildiği anda hemen yerine getirmişlerdir. Örneğin tesettür ve baş örtüsü Yüce Allah’ın farz kıldığı “farz-ı ayn” hükmünde bir ibadettir. Nur Suresi’ndeki örtünmeyle ilgili ayetlerin indirilmesinden sonra Müslüman kadınlar bu ibadeti, büyük bir titizlik ve şevkle uygulamışlardır:

“Şeybe kızı Safiye anlatıyor ve diyor ki: Biz Hz. Aişe’nin yanında iken bir kısım hanımlar Kureyşli kadınların durumunu ve faziletlerini anlatmışlardı. Bunun üzerine Hz. Aişe buyurdular ki; "muhakkak ki Kureyşli kadınların üstünlüğü vardır. Ama Allah’a yemin ederim ki, ben Ansar’ın kadınlarından daha çok Allah’ın Kitabını tasdik eden ve Kur’an’a inanan faziletli kimseler görmedim." Nur Suresi’ndeki “baş örtülerini yakalarının üzerlerine koysunlar” ayet-i kerimesi nazil olduğunda kocaları onların yanlarına gittiler ve kendilerine Allah (cc)’ın bu konuda inzal buyurduğu ayeti okudular. Her bir kişi karısına, kızına, bacısına ve yakınlarına bu ayeti okuyordu. İçlerinden hiçbir hanım baş örtüsünü yakaları üzerine koymaz olmadı. Allah’ın indirdiği kitabındaki hükmüne inandıklarından ve tasdik ettiklerinden örtülerine büründüler...” (İbn-i Kesir, Hadislerle Kuran-ı Kerim Tefsiri, cilt:11, s. 5880)

 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü