Harun Yahya

Gerçek Adalet,
Kuran AhlakınınYaşanması ile Sağlanabilir



Adalet, toplumsal düzeni sağlayan en önemli unsurlardan biridir. Her ülkenin kendine özgü bir adalet sistemi vardır. Ancak dünya geneline baktığımızda, adaletin uygulanmasında karşılaşılan zorluklar nedeniyle, sürekli ideal model arayışının devam ettiğini görürüz.

Tüm dünyada ulaşılmaya çalışılan ideal modelin temeli ise, insanlar arasında ayrım yapılmadan, herkesin yaptığının karşılığını tam olarak aldığı bir adalet mekanizmasının oluşturulmasıdır. Bu modele ulaşmak için geliştirilen yeni metodlara, farklı yaklaşımlara, üretilen projelere ve çözümlere rağmen, adaletin tam olarak sağlanmasında çeşitli güçlüklerle karşılaşılmaktadır.

Bu gibi olumsuzlukların temel nedeni ise toplumun genel ahlak yapısında oluşan bozulmalar ve çöküntülerdir. Allah'ın emrettiği güzel ahlakın yaşanmamasından kaynaklanan bu çöküntü, toplumları her alanda olumsuz yönde etkilemektedir.

Dolandırıcılık, rüşvet, yolsuzluk, adaletsizlik ve bunların benzeri daha pek çok olayın nedeni işte bu çöküntüdür. Günlük hayatın her alanında bunun örneklerine rastlamak mümkündür. Örnek olarak ticari hayatta çok sık rastlanan olaylardan bir tanesini verelim. Bir işadamı başka bir kişiyi rahatlıkla dolandırabilmekte ve o kişinin parasını, evini, arabasını haksız yere, hile yaparak almakta bir sakınca görmemektedir. Dolandırdığı kişi ile senelerdir süregelen bir dostluğunun olması, dolandırılan kişinin maddi-manevi pek çok yönden zor durumda kalacak olması gibi konular dolandıran kişiyi hiç ilgilendirmez. Dolandırıcılık yapan kişi için dostluk, aile bağları, manevi değerler, toplumsal kurallar, güzel ahlak gibi ölçüler geçerli değildir. Bu kişinin ölçüsü sadece kendi çıkarlarının korunmasıdır.





 

Şüphesiz Allah, adaleti, ihsanı,
yakınlara vermeyi emreder; çirkin utanmazlıklardan kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz.
(Nahl Suresi, 90)

Fakirlik




Allah'ın tüm yaptıklarından haberdar olduğunu, her hareketinin bir gün hesabını vereceğini hiç düşünmeyen, dolandırıcılığın haksız bir kazanç olduğunu, adaletli bir davranış olmadığını aklına getirmeyen bu kişinin çevresindeki diğer kişilerle olan ilişkileri de bu doğrultuda olacaktır.

Bu konuda şöyle bir örnek de verebiliriz. Bir insan dolandırıcılık yapmanın büyük bir suç olduğunu düşünebilir ve bu nedenle ömrü boyunca, hiçbir şekilde böyle bir davranışta bulunmayabilir. Ancak aynı kişi kendine bir çıkar sağlayabileceğini düşündüğü anda başka bir insan ile ilgili yalancı şahitlikte bulunabilir, yapmadığı bir şeyden dolayı o kişiye iftira atabilir. Kendi içinde de şartların onu zorladığını, bakması gereken bir ailesi olduğunu ve daha pek çok bahaneyi öne sürerek vicdanını rahatlatabilir. Oysa bütün bu mazeretler iftira atmanın kötü bir ahlak olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.

Burada genel olarak tarif ettiğimiz model, toplum genelinde özellikle kişinin kendi menfaatlerinin zarar göreceğini düşündüğü anlarda ortaya çıkmaktadır. Hırsızlık yapan da, zulüm yapan da, dolandırıcılık yapan da hep bu mantıkla hareket edecektir. Herkesin kendi çıkarını gözettiği böyle bir toplumda sonuç olarak adaletsizlik, çıkar kavgaları ve kargaşa ortaya çıkacaktır.

Oysa Kuran ahlakını yaşayan bir kişi hangi şartlar altında, ne gibi bir zorlama ile karşı karşıya olursa olsun böyle bir şeye tenezzül etmeyecek ve güzel ahlak göstermekten vazgeçmeyecektir. Güçlü bir Allah korkusu olan kişi, her yaptığının, söylediği her sözün bir gün karşısına çıkacağı gerçeğini unutmaz. Yalnızca kendi çıkarlarını düşünme, servet yığıp-biriktirme, sıkıntı ve ihtiyaç içinde olanları görmezlikten gelme gibi ahlaki bozuklukların sonucunda ortaya çıkan adaletsizliğin elbette tek çözümü vardır. Her olayda olduğu gibi bu konuda da çözüm Kuran ahlakının insanlar arasında yaygınlaştırılmasıdır. Çünkü Allah iman eden ve bu üstün ahlakı yaşayan kullarına Kuran'da kesin bir adaleti emretmektedir:

Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır… (Nisa Suresi, 135)

Şüphesiz Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder; çirkin utanmazlıklardan (fahşadan), kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz. (Nahl Suresi, 90)

Ayetlerde belirtilen bu adalet anlayışına sahip insanların yaşadığı bir toplum, adaletsizliğin asla yer alamayacağı bir ortam olacaktır. Çünkü Kuran ahlakının yaşandığı bir ortamda, en yakın akrabalar da dahil olmak üzere kişinin yakınlık derecesi, maddi durumu ya da mevkisi gibi şartların hiçbir önemi olmadan keskin bir adalet uygulanması esastır.

Ancak günümüzde dünya ülkelerinde gördüğümüz uygulama daha farklıdır. Kimi zaman bir insanın maddi gücü, mevkisi, çevresi göz önünde bulundurularak işlediği bir suç gözardı edilebilmektedir. Veya yaptığı bir suçun karşılığında hak ettiği ceza verilmeyebilmektedir. Oysa gerçek adaletin yaşandığı toplumlarda o anki durum ve şartlar gözetilerek, kişinin ayrıcalık yaratacak (akrabalık, mal-mülk, itibar gibi) özellikleri dikkate alınmadan adil bir tutum sergilenir.




Hırsızlık



Sabah Gazetesi, 9/5/99 - Hürriyet Gazetesi, 10/6/99



Hırsızlık



Sabah Gazetesi, 19/8/98



Hırsızlık



Sabah Gazetesi, 26/1/99




Kuran ahlakını yaşamayan bir insan rahatlıkla dolandırıcılık yapabilir. Hatta kendi ailesini, yakınlarını, çalıştığı şirketi bile vicdanında hiçbir sıkıntı duymadan dolandırabilir.





Gerçek Adaletin Yaşanmadığı Toplumlarda Ne Gibi Aksaklıklar Ortaya Çıkar?



1. Yalancı Şahitlikler Artar



Bilindiği gibi adaletin sağlanmasında ve doğruların tespit edilmesinde şahitlerin önemi büyüktür. Görgü tanıklarının ifadeleri doğrultusunda pek çok olay kısa sürede çözümlenebilir. Haklı ve haksız ayırt edilebilir. Ancak Kuran ahlakının yaşanmadığı toplumlarda doğru olanı şahitler yoluyla tespit etmek güvenilir bir yöntem olmaktan uzaktır. Çünkü Kuran ahlakına uymayan kişiler, adaletli bir şekilde doğruyu söylemek ve haklı olanın yanında yer almak yerine, para karşılığında ya da herhangi bir çıkar gözeterek rahatlıkla yalan söyleyebilirler.

Hatta kimi zaman çok önemli olmasına rağmen bir olayda şahitlik yapmaktan da kaçınırlar. Çünkü bunun sonucunda zarar göreceklerini, başlarının derde gireceğini düşünürler. Oysa Allah bir ayetinde şahitliğin gizlenmemesi gerektiğini şöyle bildirmektedir:

…Şahidliği gizlemeyin. Kim onu gizlerse, artık şüphesiz, onun kalbi günahkardır. Allah, yaptıklarınızı bilendir. (Bakara Suresi, 283)

Kimi zaman da bu kişilerin bir kişiye olan kinleri ve nefretleri onları doğruyu söylemekten alıkoyar. Yalancı şahitlik yaparak, olayları çarpıtarak adaletle hükmedilmesine engel olurlar.

Kuran ahlakını yaşamayan bu kişiler özellikle kendi çıkarları ve kendi istekleri ön planda olduğu zamanlarda adaleti gözetmezler. Verdikleri ifade sonucunda bir insanın suçsuzken boş yere senelerce hapishanede kalacağını, bu sırada o kişinin ve ailesinin çekeceği sıkıntıları akıllarına bile getirmezler. Kendilerini söz konusu kişinin yerine koyup, aynı durumda olsalar neler hissederlerdi diye de düşünmezler.

Allah bu gibi insanların içinde bulunduğu duruma Kuran'da dikkat çekmekte ve buna karşılık şartlar ne olursa olsun adaletli davranmayı şöyle emretmektedir:

Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. (Maide Suresi, 8)

Adalet yapmak yerine korku, para, hırs gibi kavramların esiri olarak hareket eden kişiler, ancak Kuran ahlakını benimsediklerinde üzerlerindeki bu ağırlıklardan kurtulacaklardır. Allah'ın her an yanlarında olduğunu bilerek hareket ettiklerinde, içinde bulundukları durum ne olursa olsun, ne gibi bir tehdit, ne gibi bir korku altında olurlarsa olsunlar, ne tür bir menfaat teklif edilirse edilsin adaletten, doğrunun yanında olmaktan kesinlikle taviz vermeyeceklerdir. Çünkü müminler, söyledikleri her sözün ahiret gününde karşılarına çıkacağını ve hesabını vereceklerini bilen insanlardır. Allah bir ayetinde Kuran ahlakını yaşayan ve bundan taviz vermeyen kişilerin yalan yere şahitlikte bulunmayacaklarını şöyle bildirmektedir:

Ki onlar, yalan şahidlikte bulunmayanlar, boş ve yararsız sözle karşılaştıkları zaman onurlu olarak geçenlerdir. (Furkan Suresi, 72)

Adaleti gözetmek yerine kendi çıkarlarını gözeten kişilerin düşünmesi gereken başka bir nokta da bir gün aynı duruma kendilerinin de düşebileceğidir. O duruma düştüklerinde kendileri adalet isteyecekler, doğru şahitlik yapacak birini arayacaklardır. İşte bu duruma düşmek istemeyen her insan, Allah'ın emrettiği güzel ahlakın tebliğ edilmesi konusunda çaba harcamalı, kendisi de bu üstün ahlakı hiç taviz vermeden yaşamalıdır.

2. İnsanların Birbirlerini Değerlendirmelerindeki Ölçü, Para ve Mevki Olur



Kuran ahlakını yaşamayan toplumlarda insanların birbirlerini değerlendirirken esas aldıkları ölçü para ve mevkidir. Toplumun bütün kesimlerine hakim olan bu anlayışın örneklerini her yerde görmek mümkündür.

Bir mağazaya gelen iki farklı kişiye karşı mağaza görevlilerinin gösterdikleri farklı tavırlar bu konudaki en belirgin örneklerden biridir. Müşterilerin dış görünüşlerine göre tavırlarını ayarlayan görevliler, zengin olduğunu tahmin ettikleri kişiye karşı saygılı ve güler yüzlü davranırken, maddi durumu iyi olmayan müşteriye azarlar gibi davranacaklardır. Her ikisi de aynı şeyleri almak maksadıyla mağazaya girmiş olsalar da mağaza elemanlarının tavırları müşterilerin maddi durumları, dış görünüşleri ya da ünlü olmaları gibi ölçülere bağlı olacaktır.

Oysa Kuran ahlakını yaşayan bir kişi için ölçü bunlar değildir. Böyle kişiler çevrelerindeki insanları hiç ayırt etmeden sadece "insan" olarak değerlendirirler. Bir insana değer vermeleri için o kişinin parasının olup olmaması, evinin büyüklüğü, kıyafetlerinin markası ve çokluğu, yüzünün güzelliği, kültür birikimi, yaptığı iş, eğitim seviyesi ve benzeri değer yargılarına ihtiyaçları yoktur. Allah Kuran'da insanlar arasındaki sevgide ölçü olarak imanı ve Kendisi'ne olan yakınlığı vermiştir. Bu nedenle müminler için geçerli olan tek ölçü de budur.

3. Eğitim Konusunda Yaşanan Sıkıntılar



Toplumu oluşturan bireylerin en doğal haklarından bir tanesi de eğitimdir. Din, dil, ırk, maddi durum farkı gözetilmeden her birey eşit ölçülerde eğitim alma hakkına sahiptir. Oysa sosyal adaletin tam olarak sağlanamadığı toplumlarda eğitim konusunda da problemler ve çözümsüzlükler yaşanmaktadır. Bu çözümsüzlüklerin en başında eğitim hakkının maddiyata bağlı olarak kazanılması gelmektedir. Pek çok ülkede yeterli maddi imkan bulamadığı için iyi bir eğitim alamayan çok sayıda çocuk ve genç vardır. Bunun dışında okulların kaliteleri ve bu kaliteden yararlanma oranları da yine maddi olanaklar doğrultusunda değişmektedir.

Maddi yönden destek alan okullarda her konu için özel laboratuvarlar kurularak, çok faydalı bir eğitim uygulanabilirken kısıtlı imkanlar nedeniyle kimi okullar bu yönden yetersiz kalmaktadır. Bu da öğrencilerin araştırma yapma ve kendilerini geliştirme gibi faaliyetlerini olumsuz yönde etkilemektedir.

Bunun yanında her insan istediği dalda eğitim alma hakkına da sahiptir. Nitekim eğitimde yüzde yüz başarının elde edilmesi ve verimin her yönden artması için kabiliyetlerin öne çıkarılacağı bir eğitim sistemi kuşkusuz daha faydalı olacaktır. Ama günümüz toplumlarında maddi imkansızlıklar nedeniyle eğitimini belli bir aşamada bırakmak zorunda kalan ya da mesleki yönde tercihini kabiliyete göre değil de çeşitli etkenlere göre ayarlamak zorunda kalan çok sayıda insan vardır.




Zor şartlarda eğitim



Dünya üzerindeki pek çok toplumda karşılaşılan en önemli sorunlarından biri de eğitimdir.





Bütün toplumları çok yakından ilgilendiren bu gibi problemlerin çözümü ise Kuran ahlakının yaşanmasıyla sağlanır. Çünkü böyle bir ortamda eğitim konusunda yetersizlik söz konusu olmaz. İnsanlar Kuran'a uymanın getirdiği akılcılık ve çözüm bulma kabiliyeti ile, her alanda olduğu gibi bu alanda da çeşitli modeller üretirler. Öncelikle böyle bir toplumda zengin fakir ayrımı diye bir konu olmaz. Daha önce de belirttiğimiz gibi herkes ihtiyacı dışında kalanı hayır işlerine harcar. Böyle büyük bir imkanın halkın sağlığı, eğitimi gibi aciliyetli konulara aktarılmasıyla bu sorunlar kendiliğinden ortadan kalkar. Hatta bu ahlak dünya genelinde yaşandığında, ülkeler arasında da zengin fakir ayrımı kalkar. Maddi imkanları yüksek olan ülkeler, ihtiyaçları dışında kalan kaynaklarını daha geri kalmış ülkelere bir karşılık beklemeksizin, hayır için aktarırlar.

Eğitim konularında çözüm üretmek, kuşkusuz tüm Müslümanlara düşen önemli bir görevdir. Çünkü gençlerin Allah'ın Kuran ile bildirdiği gibi bir hayat yaşamaları, kendilerine yaşam amaçlarını öğreten, Allah'ın yeryüzünde ve evrendeki yaratılış delillerini gösteren bir eğitim alabilmeleri herkesin sorumluluğundadır. Aksi takdirde zihinleri inkarcı sistemlerin boş bilgileriyle doldurulan, sonuç olarak da ülkesine, milletine, dinine fayda sağlayamayan gençlerin varlığı kaçınılmaz hale gelir. Gençlerin aldıkları yetersiz eğitim sonucunda tamamen yanlış yollara yönelmelerinin, dinin sunduğu güzelliklerden uzak kalmalarının, inkar yolunu benimsemelerinin vicdani sorumluluğunu yüklenmek ise kuşkusuz Allah'tan korkan bir insanın göz yummayacağı bir davranıştır.

4. Kadın-Erkek Eşitsizliği



Gerçek adaletin yaşanmadığı toplumlarda kadın-erkek ayrımı son derece belirgindir. Dünya genelinde kadın-erkek eşitsizliği konusu son derece önemli bir problem oluşturmaktadır. Öyle ki kadınlar dünyadaki pek çok ülkede çoğu zaman ikinci sınıf vatandaş muamelesi görerek toplumdan dışlanırlar. Güçsüz ve korunmaya muhtaç oldukları düşünüldüğü için de genellikle ezilir ve hor görülürler. Yine bu gibi nedenlerden dolayı kadınların fikirlerine de çok fazla değer verilmez.

Bu düşüncelerin hakim olduğu toplumlarda kadınların iş hayatında belli bir mevkiye sahip olmaları hatta belli bir kariyere ulaşarak zekalarını, becerilerini kanıtlamış olmaları yadırganır. Tüm dünya genelinde kadınlar için kendine güvensiz, beceriksiz, titrek, zihinsel yönü pek o kadar da gelişmemiş bir insan imajı yaygındır. Bu yanlış "kadın karakteri" anlayışı sonucunda, bir kadının yaptığı her hata, o kişinin insan olduğu için değil de kadın olduğu için yaptığı bir hata şeklinde yorumlanır.

Söz konusu toplumlarda, bir iş yeri için aynı eğitime, aynı zeka ve beceriye sahip olmasına rağmen erkekler ve kadınlar arasında bir seçim yapılması gündeme geldiğinde, tercih genellikle erkek eleman yönünde yapılır. Bu nedenle kadınların görev aldıkları alanlar oldukça sınırlıdır.

Toplumdaki bu genel kanaatle birlikte çoğu kadın da kendisini bu yanlış kanaatlerin kapsamında kabul etmişlerdir. Bu kabulün bir sonucu olarak da pek çok toplumda kadınlar geri planda kalmakta bir sakınca görmemektedirler.




Kadına dayak



Sabah Gazetesi, 26/4/99 - Sabah Gazetesi, 3/10/98 - Hürriyet Gazetesi, 9/3/98

Dünya geneline bakıldığında hala kadın-erkek eşitsizliğinin önemli bir sorun olarak yaşandığı ülkelerin bulunduğu göze çarpmaktadır. Burada görülenler sadece sıradan birkaç örnektir.





Geri kalmış ülkelerin çoğunda ise kadın-erkek eşitsizliği çok daha farklı boyutlarda ortaya çıkmaktadır. Bu ülkelerde kadınlara eğitim, seçme-seçilme, iş sahibi olma gibi temel haklar dahi verilmemektedir. Hatta evlenirken eşlerini seçme hakkına da sahip değildirler. Bir konu hakkında fikir beyan etmeleri ise söz konusu bile değildir. Kadınlar kendileri ile ilgili hiçbir kararı veremezler. Onların adına her türlü karar babaları ya da eşleri tarafından verilir.

Burada sadece birkaç tanesini sıraladığımız bu yanlış yaklaşımlara yıllardır çeşitli çözümler bulunmaya çalışılmaktadır. Kadınların haklarını korumak için kurulmuş olan dernekler, özgürlük, eşitlik, feminizm gibi kavramların tartışmaya açılması, çeşitli projeler hazırlanması, konferanslar, paneller düzenlenmesi bu çözüm arayışlarından sadece birkaç tanesidir. Bütün bu çabalara ve çalışmalara rağmen zaman içinde bulunan çözümlerin de gerçekte çözümsüzlüklerle dolu olduğu anlaşılmaktadır. Bu sonuç son derece doğaldır. Çünkü asıl çözüm diğer bütün sorunların çözümünde de olduğu gibi Kuran'dadır.


Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
(Tevbe Suresi, 71)


Kuran ahlakının yaşandığı bir toplumda, toplumu oluşturan bireyler arasında kesinlikle bir ayrım yoktur. Bir insanın kadın, erkek, zengin, fakir, yaşlı, genç veya çocuk olmasının önemi yoktur. Önemli olan bu kişilerin cinsiyetleri, mevkileri, servetleri ya da başka herhangi bir vasıfları değil yaptıkları iyi işler ve Allah'a olan yakınlıkları yani takvalarıdır. Allah bir ayetinde Müslümanlara "Azık edinin, şüphesiz azığın en hayırlısı takvadır." (Bakara Suresi, 197) hükmüyle bu konuyu hatırlatmıştır. Ayrıca Kuran'da, müminlerden, salih amellerde bulunan kadınlar ve erkekler olarak bahsedilir. Kuran'da müminlerin erkek veya kadın olmalarının değil, Allah'ın emrettiği ahlakı yaşamalarının önemine dikkat çekilir. Bu konudaki ayetlerden bazıları şöyledir:

Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, 71-72)

Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, gönülden (Allah'a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah'tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah'tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çokça zikreden erkekler ve (Allah'ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır. (Ahzab Suresi, 35)

Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim salih bir amelde bulunursa, onlar cennete girecek ve onlar, bir 'çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar' bile haksızlığa uğramayacaklardır. (Nisa Suresi, 124)

Kadınların Toplum Hayatında Çektiği Sıkıntılar



Dinden uzak toplumlarda kadınların karşı karşıya kaldıkları en büyük sorunlardan bir tanesi de boşanma sonrası yaşanan sıkıntılardır. Evlendiklerinde eşleri tarafından çalışma hakkı tanınmayan ve bu nedenle maddi yönden eşlerine bağımlı yaşamak zorunda kalan kadınlar, boşandıklarında son derece zor durumda kalabilmektedirler.

Dünya genelinde boşanan kadınların kimi herhangi bir mesleğe sahip olmadığı, kimi yaşının ilerlemiş olması nedeniyle çalışma gücü kalmadığı, kimi ise hiçbir ek sosyal hak tanınmadığı için büyük zorluklar çekmektedir. Bundan başka boşandıktan sonra her iki tarafın kendine göre taleplerinin olması, tarafların yalnızca kendi çıkarlarını düşünüyor olması gibi nedenlerle de bu sorun daha da zorlaşmakta ve anlaşmazlıklar artmaktadır.

Oysa Kuran ahlakını yaşayan bir toplumda bu gibi sıkıntılar yaşanmaz. Kişilerin evlilikleri gibi boşanmaları da gönül rızasıyla olacağı için evlenirken eşler arasında var olan saygı ve sevgi, boşanırken de aynı şekilde korunur. Çünkü iki taraf da birbirini kadın veya erkek olarak değil, Allah'a iman eden insanlar olarak, takvalarına göre değerlendirir ve bu doğrultuda güzel davranışlarda bulunurlar.

Bununla birlikte Kuran'da kadınların boşanma gibi durumlarda sıkıntıya düşmemeleri için alınmış olan çok fazla önlem vardır. Örneğin kadınlar maddi yönden kesin bir güvence altına alınmışlardır. Her iki tarafın karşılıklı anlaşma sağlaması neticesinde belirlenen maddi yardım ve boşanan kadınlara nasıl davranılması gerektiği ayetlerde şöyle tarif edilmektedir:

(Kocası tarafından) Boşanan (kadın)ların maruf (meşru) bir tarzda yararlanma (ve geçim pay)ları vardır. Bu, sakınanlar üzerinde bir hak (borç) tır. (Bakara Suresi, 241)

…Onları yararlandırın, zengin olan kendi gücü, darda olan da kendi gücü oranında, maruf (meşru ve örfe uygun) bir şekilde yararlandırsın. (Bu,) iyilik edenler üzerinde bir haktır. Eğer onlara mehir tespit eder de, el sürmeden boşarsanız, bu durumda -kendileri veya nikah bağı elinde olanın bağışlaması hariç- tespit ettiğiniz (mehr)in yarısı onlarındır. Sizin (tümünü veya fazlasını) bağışlamanız takvaya daha yakındır. Aranızdaki üstünlüğü (derece farkını) unutmayın. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı görendir. (Bakara Suresi, 236-237)

Geniş imkanları olan nafakayı geniş imkanlarına göre versin. Rızkı kısıtlı tutulan da, artık Allah'ın kendisine verdiği kadarıyla versin. Allah, hiçbir nefse ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz. Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylığı kılıp-verecektir. (Talak Suresi, 7)

Bundan başka kadınlara evlilik sırasında verilmiş olan malların boşandıktan sonra geri alınmaması gerektiği de ayetlerde belirtilmiştir. Boşanılan kadınların barınma ihtiyaçlarının sağlanması, kadınlara zorla mirasçı olunmaya kalkışılmaması da ayetlerde dikkat çekilen konulardandır.

Buraya kadar anlatılanlarda da görüldüğü gibi çözüm yine Kuran ahlakının yaygınlaştırılmasında yatmaktadır. Kuran ahlakının yaşandığı bir toplumda diğer bütün toplumsal sorunlarda olduğu gibi kadınların zor durumda kalmaları, horlanmaları, sıkıntı çekmeleri gibi durumlar söz konusu olmayacaktır.

5. Dünyadaki Kaynaklardan Eşit Yararlanma






Cüzzam hastalığı



Cüzzam hastalağına yakalanmış 14 yaşında bir Endonezyalı.





Toplumların geneline bakıldığında, insanların, dünya kaynaklarından eşit ölçülerde yararlanamadıkları görülür. Örneğin yetişkin bir insanın günlük enerji ihtiyacı yaklaşık 2800 kalori olarak kabul edilir. Dünya genelinde mevcut olan besin maddeleri de her insanın bu günlük ihtiyacını karşılaşabilecek düzeydedir. Ama buna rağmen dünyada halen 800 milyondan fazla insan açlık çekmektedir. Dünya nüfusunun yaklaşık %75'inin (1991'de 4.03 milyar kişi) aldığı günlük kalori bu miktarın altındadır ve ülkeden ülkeye bu oranlar değişiklik gösterir. Bunun nedeni yiyecek maddelerinin ülkeler üzerinde eşit olmayan dağılımıdır. Yine başka bir istatistiğe göre gelişmekte olan ülkelerin temel ihtiyaçlarını karşılamak (yiyecek, içecek su, sağlık önlemleri, sağlık bakımı ve eğitim) yılda yaklaşık olarak 40 milyar dolara mal olmaktadır ki, bu da dünyanın en zengin 225 insanının toplam mal varlığının %4'ü anlamına gelmektedir.1

Bu istatistiksel bilgilerden de görüldüğü gibi, bir ülkede fazla olan kaynaklar kimi ülkeler için hayati önem taşıdığı halde eşit bir dağılım sağlanamamaktadır. Zengin ülkelerde kimi zaman kullanım sahası bulunamadığı için israf edilen kaynaklar, ihtiyacı olan insanlara ulaştırılmamaktadır. Bu konuda bazı Afrika ülkelerinde yaşanan sıkıntılar tüm dünyaca bilinen örneklerdir.

Ancak kaynakların eşit dağıtılamaması yalnızca yiyecek ve içecek maddeleri için geçerli bir durum değildir. Örneğin sağlık hizmetleri konusunda da kaynakların dünya çapındaki dengesiz dağılımı nedeniyle çeşitli problemler ve çözümsüzlükler yaşanmaktadır. Bilindiği gibi günümüzde dünya çapında salgın halinde olan son derece tehlikeli hastalıklar bile kolaylıkla tedavi edilebilmekte ve yaygınlaşması engellenebilmektedir. Bunun gerçekleşmesi ise gelişmiş ülkelerin kullandığı tıbbi teknoloji ve maddi güç ile mümkün olabilmektedir. Bununla birlikte geri kalmış ya da yeni gelişmekte olan ülkelerde durum tamamen farklıdır. Diğer ülkelerde kolaylıkla hallolabilen sağlık sorunları, bu yoksul ülkelerde tüm ülkeyi etkisi altına alabilecek kadar büyük problemler yaratabilmektedir.

Örneğin cüzzam hastalığı bakteriler vasıtasıyla ortaya çıkan, son derece bulaşıcı ve kolaylıkla salgın haline gelebilen bir hastalıktır. Yüzyıllar boyunca tedavi edilemez olarak düşünülen cüzzamın günümüzde ilaçla tedavisi yapılabilmektedir. Gelişmiş ülkeler için sorun teşkil etmeyen bu rahatsızlık, yoksul ülkelerde çözülemeyen bir problem halini almıştır. Çünkü tedavinin uzun sürmesi, ilaçların pahalı olması gibi nedenlerle dünyanın yoksul ülkelerinde cüzzam tam olarak önlenememiştir. Ülkeler arasında gerçekleşecek ilaç aktarımı sayesinde kolaylıkla tedavi edilecek bu hastalığın pek çok ülkede halen varlığını sürdürüyor olması son derece düşündürücüdür.

Cüzzam sadece tek bir örnektir. Benzer pek çok hastalık geri kalmış ülkelerdeki maddi yetersizlikler ya da teknolojik eksiklikler gibi nedenlerle tamamen yok edilememekte hatta çoğu yerde tedavi dahi edilememektedir. Oysa bu gibi sağlık problemlerinin çözümü son derece kolaydır. Kimi ülkelerde depolarda beklerken israf olan malzemelerin akılcı biçimde düzenlenecek organizasyonlarla gerekli olan yerlere aktarımı gibi yöntemlerle sağlık problemleri kolaylıkla hallolacaktır.

<




İsraf
İsraf



Bugün kimi ülkelerde ürün fiyatını artırmak amacıyla kamyonlar dolusu sebze, meyve çöpe atılmaktadır. Ancak dünya üzerinde atılan bu ürünlere muhtaç olan, açlık sınırında yaşayan çok sayıda insan vardır. Yeryüzü kaynaklarının akılcı dağılımı ile hem israf engellenebilir, hem de aç insanlar kurtulabilir.

...Ürün verdiğinde ürününden yiyin ve hasad günü hakkını verin; israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez. (En'am Suresi, 141)

İsraf




Bu konuda başka bir örnek olarak da teknolojik imkanların yeryüzündeki eşit olmayan dağılımını verebiliriz. Gelişmiş ülkelerde üretim alanlarının artırılması için tarım teknolojisi üzerinde pek çok çalışma yapılmaktadır. Elde edilen başarılı sonuçlar sayesinde verimsiz çöl topraklarına bile su ulaştırılmakta ve bu alanlar üretim yapılır hale getirilmektedir. Bu konuda yapılan çalışmalardan bir tanesi de bilgisayar kontrolünde gerçekleştirilen sulama teknolojisidir. Bu sulama sisteminin amacı su kaybını sıfıra indirmektir. Kullanılan teknoloji ile su akışı doğrudan bitkilerin kök bölgelerine yönlendirilmekte, bu sayede tek bir damla suyun bile boşa gitmesi engellenebilmektedir. Yine çöl tarımının desteklenmesi amacıyla her türlü suyun kullanılır hale getirilmesini sağlayacak çalışmalar da yapılmaktadır. Bu çalışmaların neticesinde de sel ve deniz suları gibi kaynaklar arıtılmakta ve tarım için kullanılmaktadır.

Bu yöntemler gelişmiş ülkeler tarafından halen uygulanmakta ve çöller yeşertilerek tarım yapılabilir hale getirilmektedir. Bu, elbette ki sevindirici bir teknolojik gelişmedir. Yalnız burada düşündürücü olan nokta aynı teknolojinin, ciddi anlamda ihtiyaç içinde olan, tarım alanları yeterli olmadığı için halkı açlık tehlikesiyle karşı karşıya olan ülkelerde de uygulanması yönünde bir girişim olmamasıdır. Yoksul ülkelerin ellerindeki kısıtlı imkanlar, geri kalmış teknolojiler sebebiyle en verimli bölgelerde dahi tarım yapılamamakta ve bu da söz konusu ülkelerde açlık tehlikesi yaratmaktadır.

Kimi zaman bütün bir ülke halkının açlıkla birlikte ölüm tehdidi altında olmasına, bu durum tüm basın-yayın organlarında yer almasına ve bütün insanlar bu durumdan haberdar olmasına rağmen gerçek anlamda bir çözüm üretilmemektedir. Hep gelip geçici tedbirlerle, kısa vadeli girişimlerle bir şeyler yapılmaktadır. Ancak kuşkusuz böyle "üstünkörü" alınan tedbirler ciddi anlamda bir fayda sağlayamamaktadır.

Burada önemli olan nokta süratli bir şekilde çözüm üretilmesi ve üretilen çözümlerin köklü ve uygulanabilir niteliklerde olmasıdır. Açlık çeken ülkelere günümüzde pek çok yardım yapılmaktadır. Ancak bu yardımların çoğu, ihtiyaçlar doğrultusunda değil de depolardaki fazlalıklardan kurtulmak için yapılan göstermelik yardımlar olmaları sebebiyle amaçlarına ulaşmamaktadır. Ya da organizasyon bozuklukları nedeniyle yardımlar ihtiyaç sahiplerine götürülemeden bozulmaktadır. Yardım amaçlı vakıflar kurulmakta ama araştırıldığında bu vakıfların çoğunun kuruluş amaçlarının kişisel çıkar sağlamak olduğu anlaşılmaktadır.








Bugün Amerika gibi dünyanın en zengin ülkesinde dahi 10 milyon aç insanın yaşıyor olması, eldeki imkanların akılcı kullanılmadığının açık bir göstergesidir.



Açlık



Cumhuriyet Gazetesi, 16/10/99



Açlık



Milliyet Gazetesi, 6/1/99



Açlık




Kesin bir çözüme ulaşılamamasının altında yatan sebepler de yine bencillik, kişisel çıkarlar ve hırslar, umursamazlık gibi ahlaki bozukluklardır. Ve bu bozuklukların ortadan kalkmasının tek yolu da, insanlara Kuran'ın sunduğu ahlak modelini anlatmak, vicdansızlığın ahirette hesabının verileceğini hatırlatmaktır.

Sağlık ve tarımla ilgili problemlerden verilen örneklerde de görüldüğü gibi dünya üzerinde her konuda adaletin uygulanması ile pek çok problem çözülecektir. Yalnız burada üzerinde durulması gereken önemli bir nokta vardır. Adil dağılım denildiğinde akla herşeyin her yerde ve her kişide aynı oranlarda olması gerektiği gibi bir anlam gelmemelidir. Burada kastedilen yalnızca ihtiyaçların tam olarak karşılanmasıdır. Örneğin çölleri yeşertme teknolojisinin her ülkede bulunmasına gerek yoktur. Bir ülkenin kendi vatandaşlarının ihtiyacı varken başka bir ülkeye ilaç ve yardım göndermesi de beklenmez. Bundan başka ülkedeki her vatandaşta aynı miktarlarda mal-mülk olmasına da gerek yoktur. Önemli olan bir tarafta ihtiyaç içinde, sıkıntı çeken kimseler varken başka bir tarafta israfın yaşanmasından kaynaklanan bir uçurumun olmamasıdır.

Allah'ın ayetlerde dikkat çektiği "ihtiyaçtan arta kalanının infak edilmesi" (Bakara Suresi, 219) emrine uygun hareket edildiğinde toplumları huzura yönelten adil dağılım kolaylıkla sağlanacaktır.




Tarım
Tarım


Tarım

Günümüzde Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail gibi tarım teknolojisinde gelişmiş ülkeler kuru toprağı, verimli toprak haline getirebilmektedir. Aynı imkanların acil olarak kuraklık çeken ülkelere de taşınması gerekmektedir.





 


Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "Hayır olarak infak edeceğiniz şey, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır. Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir."
(Bakara Suresi, 215)


Gerçek Adaletin Yaşanmasının Getireceği Sonuç: Huzur



Bütün bu gerçekler düşünüldüğünde, bir toplumda ancak Kuran ahlakı yaygınlaştığında ortaya tam anlamıyla adaletli bir yapının çıkacağı hemen görülecektir. Çünkü Kuran ahlakının yaşanması beraberinde güzel ahlakı ve aklı getirir. Çıkarcı, bencil, umursamaz kişilerin yerini aklını tüm insanlar için kullanan, adil, merhametli, sürekli çözüm üretebilen kişiler alır ki bu da pek çok problemin çözümlenmesi demektir.


Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında ise, biz de kötülükten sakındıranları kurtardık. Zulmedenleri yaptıkları fısk dolayısıyla pek zorlu bir azap ile yakaladık.
(Araf Suresi, 165)


Gerçek adaletin sağlandığı toplumlarda sahtekarlık, çıkar gözetme, birbirinin hakkına tecavüz etme gibi ahlak bozukluklarına insanlar tenezzül etmezler. Çünkü Kuran ahlakının temel özelliklerinden olan yardımlaşma, merhamet gibi vicdanlı tavırların sonunda kesin olarak adaletli bir ortam oluşur ve herkesin çıkarı, herkesin hakkı korunmuş olur. Bütün bunların neticesinde de toplumun tamamına huzur ve güven hakim olur. O halde tüm Müslümanların yapması gereken, Allah'ın hoşnut olacağı ahlakı insanlara anlatmak, hak dini tüm dünyaya tebliğ etmektir. Çünkü bu inananların Kuran'da dikkat çekilen en önemli özelliklerinden biridir. Allah ayetlerde şöyle buyurmaktadır:

Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır. (Al-i İmran Suresi, 104)

Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlar; sen (bütün) mü'minleri müjdele. (Tevbe Suresi, 112)

Allah Kuran'da bu üstün ahlakı yaşayan ve tüm insanları da bu şekilde yaşamaya davet eden insanlardan söz etmiştir. Allah yalnızca insanları kötülüklerden sakındıranların kurtuluşa erebileceğine de şöyle dikkat çekmiştir:

Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında ise, Biz de kötülükten sakındıranları kurtardık. Zulmedenleri yaptıkları fısk dolayısıyla pek zorlu bir azap ile yakaladık. (Araf Suresi, 165)

 


Dipnotlar



1.UNESCO the COURIER, Mart 1999, s.14, 21

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü