Harun Yahya


Darwin'in Irkçılığı Ve Sömürgecilik



Darwin'in yakın arkadaşı olan Prof. Adam Sedgwick, evrim teorisinin gelecekte sebep olabileceği tehlikeleri görebilen kişilerden biriydi. Türlerin Kökeni'ni okuduğunda, "Bu kitap toplum tarafından genel bir kabul gördüğü takdirde dünyada daha önce hiç görülmemiş şekilde insan ırklarında bir soykırım yaşanacaktır" demişti.7 Gerçekten de zaman, Sedgwick'in endişelenmekte haklı olduğunu gösterdi. 20. yüzyıl, insanların sırf ırkları veya etnik kökenleri nedeniyle soykırımlara uğratıldığı kara bir çağ olarak tarihe geçti.





Uydurma Evrim Haberleri


 



Prof. Adam Sedgwick

5







Elbette etnik ayrımcılık ve buna dayalı olarak yapılan soykırımlar, Darwin'den çok önce de insanlık tarihinde vardı. Ancak Darwinizm bu ayrımcılığa sahte bir bilimsel saygınlık ve sahte bir haklılık kazandırdı.

"Kayırılmış Irkların Korunması…"

Günümüzdeki Darwinistlerin çoğu, aslında Darwin'in ırkçı olmadığını, ancak ırkçıların kendi görüşlerini desteklemek amacıyla Darwin'in fikirlerini taraflı olarak yorumladıklarını iddia ederler. Türlerin Kökeni kitabının alt başlığında yer alan "Kayırılmış Irkların Korunması Yoluyla" ifadesinin ise sadece hayvanlar için kullanıldığını iddia ederler. Ancak bu iddiaların sahiplerinin göz ardı ettikleri şey, Darwin'in İnsanın Türeyişi isimli kitabında, insan ırkları için söyledikleridir.

Darwin'in bu kitapta ortaya koyduğu görüşlere göre, insan ırkları evrimin farklı basamaklarını temsil ediyordu ve bazı insan ırkları, diğer insanlara göre daha çok evrimleşmiş ve ilerlemişlerdi. Bazıları ise, neredeyse hala maymunlarla aynı düzeydeydi.

Darwin, "yaşam mücadelesi"nin insan ırkları arasında da geçerli olduğunu öne sürmüştü. "Kayırılmış ırklar" bu mücadelede üstün geliyorlardı. Darwin'e göre kayırılmış ırklar, Avrupalı beyazlardı. Asyalı ya da Afrikalı ırklar ise, yaşam mücadelesinde geri kalmışlardı. Darwin daha da ileri giderek, bu ırkların dünya üzerindeki "yaşam mücadelesi"ni yakın zamanda tamamen kaybederek yok olacaklarını ileri sürmüştü:

Belki de yüzyıllar kadar sürmeyecek yakın bir gelecekte, medeni insan ırkları, vahşi ırkları tamamen yeryüzünden silecekler ve onların yerine geçecekler. Öte yandan insansı maymunlar da… kuşkusuz elimine edilecekler. Böylece insan ile en yakın akrabaları arasındaki boşluk daha da genişleyecek. Bu sayede ortada şu anki Avrupalı ırklardan bile daha medeni olan ırklar ve şu anki zencilerden, Avustralya yerlilerinden ve gorillerden bile daha geride olan babun türü maymunlar kalacaktır.8

Darwin, yine İnsanın Türeyişi isimli kitabının başka bir bölümünde aşağı ırkların yok olmaları gerektiğini ve gelişmiş insanların onları yaşatmak ve korumak için çalışmalarının gereksiz olduğunu iddia etmiş ve bu durumu damızlık hayvan yetiştiricileri ile karşılaştırmıştı:

Yabanıl insanların vücutça ve kafaca zayıf olanları eleniverir; ve sağ kalanlar, çoğunlukla, gerçekten sağlıklı kimselerdir. Öte yandan biz uygar insanlar, elenme sürecini engellemek için elimizden geleni yaparız; geri zekalılar, sakatlar ve hastalar için bakımevleri kurarız; yoksulları koruma yasaları çıkarırız; tıp uzmanlarımız, her hastayı yaşatmak için en son ana dek bütün ustalıklarını gösterir… Böylece uygarlaşmış toplumların zayıf bireyleri kendi soylarını sürdürmektedir. Evcil hayvan yetiştiriciliği yapmış hiç kimse bunun insan ırkına büyük bir zarar vereceğinden kuşku duymaz.9

Görüldüğü gibi Darwin İnsanın Türeyişi isimli kitabında, Avustralya yerlilerini ve zencileri gorillerle aynı seviyede görmüş ve bu ırkların yok olacaklarını ileri sürmüştü. Diğer "aşağı" gördüğü ırkların ise çoğalmalarının engellenmesi ve böylece bu ırkların yok edilmeleri gerektiğini savunmuştu. İşte günümüzde halen kalıntılarına rastladığımız ırkçı ve ayrımcı uygulamalar, Darwin tarafından bu şekilde onaylanmış ve meşrulaştırılmıştır.

Darwin'in bu ırkçı fikirlerine göre "medeni insana" düşen görev ise, ileride detaylarını göreceğimiz gibi, bu evrimsel süreci biraz daha hızlandırmaktı. Bu durumda zaten yok olacak olan geri kalmış ırkların şimdiden yok edilmelerinin "bilimsel" açıdan hiçbir sakıncası kalmamıştı!





Uydurma Evrim Haberleri


 



Darwin'in ırkçı yönü çıktığı gezilerde de kendini gösteriyordu. Örneğin başka araştırmacıların kültür ve yeteneklerinden bahsettiği bir kabile için Darwin, "yabanıl hayvanlar" sıfatını uygun görmüştü.

5







Darwin'in ırkçı yönü, birçok yazısında ve tespitlerinde de etkisini göstermiştir. Örneğin, 1871'de çıktığı uzun gezide gördüğü Tierre del Fuegolu yerlileri tanımlarken de ırkçı ön yargılarını açıkça ortaya koymuştur. Yerlileri, "çırılçıplak, boyalara batmış, yabanıl hayvanlar gibi ne yakalayabilirse yiyen, yönetimsiz, kendi kabileleri dışındakilere karşı acımasız, düşmanlarına işkenceden zevk alan, kanlı kurbanlar sunan, çocuklarını öldüren, karılarına köle gibi davranan, ağır batıl inançlarla dolu" canlılar olarak tasvir etmişti. Oysa aynı bölgeyi, ondan on yıl önce gezen      W. P. Snow isimli araştırmacı, aynı yerlileri "güzel, güçlü, çocuklarına düşkün, bazı özgün el sanatlarına sahip, bazı eşyalarda özel mülkiyeti tanıyan, en yaşlı birkaç kadının otoritesini kabul etmiş" insanlar olarak anlatmıştı.10

Bu örneklerden de anlaşıldığı gibi Darwin tam bir ırkçıydı. Nitekim What Darwin Really Said (Darwin Gerçekte Ne Söyledi) kitabının yazarı Benjamin Farrington'ın ifadesiyle de, Darwin İnsanın Türeyişi kitabında "insan ırkları arası eşitsizliğin apaçıklığı" hakkında birçok yorum yapmıştır.11

Ayrıca Darwin'in teorisinin Allah'ın varlığını inkar ediyor olması, insanın Allah'ın yarattığı bir varlık olduğu ve her insanın birbirbiriyle eşit olarak yaratıldığı gerçeğinin de göz ardı edilmesine neden oldu. Bu da ırkçılığın yükselişini ve dünyada kabul görmesini hızlandıran etkenlerden biriydi. Amerikalı bilim adamı James Ferguson, yaratılışın reddedilmesinin ırkçılığın yükselişi ile doğrudan bağlantılı olduğunu şöyle açıklar:

19. yüzyıl Avrupası'nda gelişen yeni antropoloji, insanın kökeni hakkındaki iki zıt düşünce ekolünün savaş alanı haline geldi. Bunların daha eski ve köklü olanı, "tek kökenlilik"ti. Bu görüş, tüm insanoğlunun renk ve özellik farkı olmadan, doğrudan Adem'in soyundan geldiği ve Allah'ın tek bir fiili ile yaratıldığı inancına dayanıyordu. Ancak bu dönemde "çok kökenlilik" olarak bilinen ve dini inanca karşı koyuştan doğan rakip bir teori (evrim teorisi) gelişti. Çok kökenlilik, farklı insan ırklarının farklı kökenleri olduğunu savunuyordu.12

Hintli antropolog Lalita Vidyarthi ise Darwin'in evrim teorisinin, ırkçılığı sosyal bilimlere nasıl kabul ettirdiğini şöyle açıklar:

Darwin'in ortaya attığı 'en güçlülerin hayatta kalması' düşüncesi, insanoğlunun kültürel bir evrim sürecinden geçtiğine ve en üst kademenin Beyaz Adam'ın medeniyeti olduğuna inanan sosyal bilimciler tarafından coşkuyla karşılandı. Bunun bir sonucu olarak, 19. yüzyılın ikinci yarısındaki Batılı bilim adamlarının çok büyük bir kısmı ırkçılığı şiddetle benimsediler.13

Darwin'den sonra gelen Darwinistler ise, onun ırkçı görüşlerini ispatlama çabası içine girdiler. Bu uğurda birçok bilimsel çarpıtma ve sahtekarlık yapmaktan ise çekinmediler. Çünkü bunu ispatladıkları takdirde, kendi üstünlüklerini ve diğer ırkları ezme, sömürme ve hatta gerektiğinde yok etme "haklarını" bilimsel olarak ispatlamış olacaklarını düşünüyorlardı.

Stephen Jay Gould da The Mismeasure of Man (İnsanın Yanlış Ölçümü) isimli kitabının 3. bölümünde, bazı antropologların, beyaz ırkın üstünlüğünü kanıtlamak için verileri çarpıttıklarını belirtmektedir. Gould'un belirttiğine göre, en çok başvurdukları yöntem, buldukları kafatası fosillerinin beyin hacimleri konusunda çarpıtmalar yapmalarıdır. Gould kitabında birçok antropoloğun, doğru bir ölçü olmamasına rağmen, beyin hacmini zeka ile ilintili gösterdiklerini ve buna bağlı olarak, özellikle Kafkasyalılar'ın beyin hacimlerini abarttıklarını ve zencilerle Kızılderililerin kafataslarını olduklarından daha küçük gösterdiklerini anlatmaktadır.14





Uydurma Evrim Haberleri


 



Stephen Jay Gould ve Darwin'in ırkçı yönünü açıkladığı kitabı









Gould, Ever Since Darwin (Darwin'den Bu Yana) isimli kitabında ise, Darwinistler'in, bazı ırkları aşağı bir tür olarak göstermek için giriştikleri sapkın iddiaları şöyle açıklar:

Haeckel (Alman Darwinist) ve çalışma arkadaşları da, Kuzey Avrupalı beyazların ırksal üstünlüğünü göstermek için rekapitülasyon teorisini (yinelemeli oluşum teorisi) kullandı. İnsan anatomisi ve davranışına ilişkin bulguları tarayarak, beyinlerden göbek deliklerine kadar bulabildikleri herşeyi kullandılar. Herbert Spencer şöyle yazdı: 'İlkellerin zihinsel özellikleri(…) uygarların çocuklarında görülen özelliklerdir.' Carl Vogt 1864'te aynı şeyi daha güçlü bir şekilde ifade etti: 'Büyümüş zenci, zihinsel yetiler yönünden çocuğun doğasını paylaşır. (…) Bazı kabileler kendilerine özgü organizasyonlara sahip devletler kurmuşlardır. Ama geri kalanlara bakarak, bu ırkın geçmişte ya da günümüzde, insanlığın ilerleyişine hizmet etmiş ya da korunmaya değecek hiçbir şey yapmadığını çekinmeden söyleyebiliriz.' Fransız tıbbi anatomi bilgini Etienne Serres gayet ciddi bir şekilde, siyah erkeklerin ilkel olduğunu çünkü göbek deliklerinin seviyesinin düşük olduğunu ileri sürmüştü.15

Darwin'in çağdaşı evrimci Havelock Ellis de 1894'de "Birçok Afrikalı ırkta çocuklar, Avrupalı çocuklara göre belki biraz daha az zekidir. Ama Afrikalı büyüdükçe aptallaşır ve bütün toplumsal yaşamı dar görüşlü bir rutine dönüşür; oysa Avrupalı, canlılığını korur."16 diyerek, üstün ve aşağı ırk ayrımını sözde "bilimsel" bir açıklamayla desteklemişti.

Fransız Darwinist antropolog Vacher de Lapouge ise, Race et Milieu Social: Essais d'Anthroposociologie (Irk ve Sosyal Çevre: Antropo-sosyoloji Üzerine Denemeler) (Paris 1909) adlı yapıtında beyaz olmayan sınıfların, uygar yaşama uyum sağlayamamış vahşilerin çocukları ya da kanı bozulmuş sınıfların soysuz temsilcileri oldukları görüşünü ortaya attı. Paris'in aşağı ve yukarı sınıflarının mezarlıklarındaki kafataslarını ölçerek sonuçlar çıkardı. Bu sonuçlara göre; insanlar kafataslarına göre zengin, kendilerine güvenli, özgürlük eğilimli iken, diğer kısmı tutucu, azla yetinen, iyi uşak niteliği taşıyan kimseler oluyorlardı; sınıflar toplumsal ayıklanmanın ürünleriydi; toplumun yüksek sınıfları yüksek ırklarla çakışıyordu; zenginlik derecesi ile kafatası endeksi orantılı gidiyordu. Lapogue en sonunda bir kehanette bulundu: "Benim görüşüm odur ki, önümüzdeki yıllarda insanlar birbirlerini kafatasları yuvarlak ya da sivridir diye boğazlayacaklar" dedi ve bu kehaneti kitabın ilerleyen sayfalarında detaylarıyla göreceğimiz gibi doğru çıktı ve 20. yüzyıl ırkçılık nedeniyle yapılan katliamlara tanık oldu!…

Yalnız antropologlar değil, entomolojistler (böcek bilimcileri) dahi Darwinizm'in körüklediği ırkçılık kervanına sapkın iddialarla katıldılar. Örneğin, 1861 yılında, bir İngiliz entomolojisti dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan insanların bedenlerinden bit toplatıp bunları inceledikten sonra renklerinin ve büyüklüklerinin farklı oldukları, bir ırkın bitinin bir başka ırkın bedeninde yaşayamayacağı gibi bugünün bilim düzeyinden bakıldığında tek kelimeyle safsata olan bir sonuca ulaşmıştı.17 Bilim adamı sıfatlı kişiler bile böyle açıklamalar yaptıktan sonra, bazı dogmatik ırkçıların "zencilerin bitleri dahi zenci" gibi akıl ve mantık dışı, hiçbir anlamı olmayan sloganlar kullanmaları pek yadırganmadı.

Özetle, Darwin'in teorisinin ırkçı yönü 19. yüzyılın ikinci yarısında kendine çok elverişli bir zemin buldu. Çünkü o dönemde Avrupalı "beyaz adam", tam da böyle bir teorinin kendi suçlarını meşrulaştırmasını bekliyordu.


İngiliz Sömürgeciliği ve Darwinizm



Darwin'in ırkçı görüşlerinden en çok çıkar sağlayan ülke, Darwin'in kendi vatanı İngiltere oldu. Darwin, teorisini ortaya attığı yıllarda, İngiltere dünyanın bir numaralı sömürge imparatorluğunu kurmuş durumdaydı. Hindistan'dan Latin Amerika'ya kadar uzanan dev bir coğrafyanın tüm doğal kaynakları, İngiliz İmparatorluğu tarafından sömürülüyordu. "Beyaz adam", kendi çıkarı için dünyayı yağmalıyordu.

Ama elbette başta İngiltere olmak üzere sömürgeci ülkelerin hiçbiri "yağmacı" olarak görülmek ve tarihe öyle yazılmak istemiyorlardı. Bu nedenle yaptıkları işi haklı gibi gösterecek bir açıklama arıyorlardı. Bu açıklama, sömürülen insanları "ilkel insanlar", hatta "hayvanımsı canlılar" gibi gösterebilmekti. Böylece katledilenler veya insanlık dışı muameleye maruz bırakılanlar, insan değil, yarı insan yarı hayvan canlılar olarak görülebilecek ve onlara karşı yapılanlar bir suç teşkil etmeyecekti.

Aslında bu arayış yeni değildi; dünya üzerinde sömürgeciliğin ilk yayılış dönemi olan 15 ve 16. yüzyıllara kadar dayanıyordu. Bazı ırkların yarı hayvan özelliği gösterdiğiyle ilgili iddialar, ilk olarak Christopher Columbus'un  Amerika yolculuklarında ortaya atılmıştı. Bu iddialara göre, Amerikalı yerliler gerçek birer insan değil, gelişmiş bir hayvan türüydü. Bu nedenle de İspanyol sömürgecilerin hizmetine koşulabilirlerdi.

Her ne kadar Amerika'nın keşfi hakkında çevrilen filmlerde Columbus'un yerlilere karşı çok insancıl ve sıcak bir yaklaşımı olduğu imajı verilse de, gerçekte Columbus yerlileri insan olarak görmüyordu.18





Uydurma Evrim Haberleri


 



KIZILDERİLİ KATLİAMI
Christopher Columbus'un Amerika'yı keşfi ile korkunç bir Kızılderili katliamı başladı.









Christopher Columbus, büyük bir katliamı ilk başlatan kişi oldu. Keşfettiği yerlerde İspanyol kolonileri oluşturan Columbus yerlileri köleleştirdi ve ilk olarak köle ticaretini başlattı. Columbus'un yerlilere uyguladığı baskı ve sömürü politikasını, onu izleyen İspanyol "fatihleri" devam ettirdiler; yapılan katliamlar çok ileri boyutlara ulaştı. Örneğin, Columbus ilk geldiğinde nüfusu 200 bin olan bir adada 20 yıl geçmeden sadece 50 bin, 1540 yılında ise sadece bin kişi kalmıştı. İspanyol fatihlerinin en ünlüsü Fernando Cortés ise 1519 Şubat'ında Meksika'ya ayak bastığında toplam Kızılderili nüfusu 25 milyonken, 1605 yılında 1 milyona inmişti. Hispaniola adasında 1492'de 7-8 milyon olan nüfus 1496'da 4 milyon, 1570 yılında ise sadece 125 kişiye düştü. Tarihçilerin verdikleri rakamlara göre, Columbus'un kıtaya ayak basmasından sonraki bir yüzyıldan daha az bir süre içinde 95 milyon yerli sömürgeciler tarafından katledildi. Columbus, Amerika'yı keşfettiğinde kıtada 30 milyon Kızılderili yaşıyordu. O zamandan bugüne gerçekleşen katliamlar neticesinde ise 2 milyon nüfuslu kayıp bir ırk haline geldiler.

Bu katliamların bu kadar acımasız boyutlara ulaşmasının nedeni, Kızılderililerin insan olarak görülmemeleri, hayvan olarak kabul edilmeleriydi.





Uydurma Evrim Haberleri


 



Kraliçe Victoria ve sağda katliamlarının baş aktörü İspanyol Fernando Cortés









Ancak sömürgecilerin bu iddiaları fazla taraftar toplamadı. Çünkü o dönemde Avrupa'da, tüm insanları Allah'ın eşit olarak yarattığı ve hepsinin tek bir atadan, Hz. Adem'den geldikleri gerçeği yaygın bir kabul görüyordu. Hatta Katolik Kilisesi, bu yağmacı istilacılara karşı kesin bir tavır koymuştu. Bunun en bilinen örneklerinden biri Chiapas psikoposu Bartolome de Las Casas'ın, Columbus ile birlikte Yeni Dünya'ya ayak basan kolonicilerin "yerliler bir tür hayvandır" iddiasına karşılık, yerlilerin "gerçek birer insan" olduklarını söyleyerek verdiği yanıttır. 1537 yılında ise Papa III. Paul yayınladığı bir fermanda yerlilere yapılan vahşi muameleyi lanetlemiş, Kızılderililerin iman etme yeteneğine sahip gerçek insanlar olduklarını açıklamıştır.19

Oysa 19. yüzyıla gelindiğinde durum değişti. Materyalist felsefenin yayılmasıyla ve toplumların dinden uzaklaşmasıyla birlikte, insanları   Allah'ın yarattığı gerçeği de göz ardı edilmeye başlandı. Bu, önceki sayfalarda da değinildiği gibi aynı zamanda ırkçılığın da yükselişi idi.

Darwinist-materyalist felsefenin 19. yüzyılda yükselmesiyle, ırkçılık da güçlenmişti ve bu da Avrupa'nın emperyalist düzenine büyük bir destek sağlamış oluyordu.

Oxford, Stanford, Harvard gibi üniversitelerde yıllarca tarih profesörlüğü yapmış olan James Joll, halen üniversitelerde ders kitabı olarak okutulan "Europe Since 1870" (1870'den Bu Yana Avrupa) isimli kaynak kitabında, Darwinizm ile emperyalizm ve ırkçılık arasındaki ideolojik ilişkiyi şöyle anlatır:

Emperyalizm kavramına ilham veren fikirlerin en önemlisi, "Sosyal Darwinizm" başlığı altında sınıflandırılabilecek olanlardır. Bu fikirler; devletler arasındaki ilişkiyi daimi bir mücadele olarak kabul eder. Bu mücadelede bazı ırklar diğerlerine göre "üstün" sayılmış ve bir evrimsel süreç içinde güçlülerin kendilerini sürekli ortaya koymaları gerektiği kabul edilmiştir.

İngiliz doğabilimci Charles Darwin, 1859'da yayınlanan Türlerin Kökeni onu 1871'de takip eden İnsanın Türeyişi adlı kitaplarıyla büyük bir tartışma başlatmış ve Avrupa düşüncesinin farklı dallarını aynı anda etkilemiştir… Darwin'in fikirleri, ve onun İngiliz felsefeci Herbert Spencer gibi bazı çağdaşlarının düşünceleri, çok hızlı bir biçimde bilim dışındaki alanlara da uygulanmıştır… Darwinizm'in toplumsal gelişmeye en çok uygulanabilir olan yönü ise, dünyada doğal kaynakların besleyemeyeceği bir nufüs fazlası bulunduğu ve bunun her zaman güçlülerin veya "uygunların" galip çıkacağı daimi bir yaşam mücadelesi gerektiği yönündeki inançtır. Bazı sosyal bilimciler için, bu noktadan hareketle, en "uygun"  kavramına ahlaki bir mana katmak ve dolayısıyla yaşam mücadelesinde üstün gelen türlerin veya ırkların ahlaken üstün olduklarını savunmak çok kolay olmuştur.

Dolayısıyla doğal seleksiyon doktrini, kolaylıkla Fransız yazar Arthur Gobineau tarafından geliştirilen bir başka fikir ekolüyle de birleşmiştir. Gobineau, 1853 yılında İnsan "Irklarının Eşitsizliği Üzerine Bir Makale" adlı çalışmayı yayınlayan kişidir. Gobineau gelişmedeki en önemli etkenin ırk olduğunu savunmuş ve diğerlerine üstünlük sağlayan ırkların, kendi ırksal saflıklarını en iyi koruyabilenler olduğunu ileri sürmüştür. Gobineau'ya göre, tarihteki bu yaşam mücadelesinde en üstün gelen ırk, Aryan ırkı olmuştur…

Bu fikirleri bir aşama daha ileri götüren kişi ise, İngiliz yazar Houston Stewart Chamberlain'dir… Hitler yazara (Chamberlain'e) o kadar hayranlık beslemiştir ki, onu 1927 yılında ölüm döşeğinde ziyarete gelmiştir.20

Görüldüğü gibi Darwin'den ırkçı düşünürlere, emperyalistlere ve oradan da Hitler'e kadar uzanan bir ideolojik zincir vardır. Darwinizm, hem 19. yüzyılda dünyayı kana bulayan emperyalizmin hem de 20. yüzyılda aynı işi gerçekleştiren Nazizm'in ideolojik temelidir.

Kraliçe Victoria'nın adıyla anılan Viktorya Dönemi İngilteresi, aradığı sözde bilimsel zemini Darwinizm'de bulmuştu.

İngiltere sömürgecilikten büyük bir kazanç sağlıyordu ve sömürgelerinde yaşayan insanları kendi menfaatleri için belalara uğratmaktan çekinmiyordu. İngiliz emperyalizminin bu kirli siyasetinin örneklerinden biri Çin'e karşı açılan "Afyon Savaşları" oldu. İngiltere, Hindistan'da yetiştirdiği afyonu 19. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Çin'e kaçak olarak sokmaya başladı. Dış ticaretindeki açığı kapatmak için yaptığı bu afyon kaçakçılığına giderek hız verdi. Uyuşturucunun ülkeye sızması ise bir yandan Çin devletinin kendi toprakları üzerindeki otoritesini derinden sarsmıştı. Toplumdaki yozlaşma kısa sürede ciddi boyutlara ulaştı. Çin hükümetinin uzun süre tereddüt ettikten sonra çıkarmak zorunda kaldığı afyon yasağı, ilk Afyon Savaşı'na (1838-1842) yol açtı. Bu savaş ülkeyi kesin olarak yıkıma sürükledi. Çin, yabancı güçlerle her karşı karşıya gelişinde ordusunun yetersizliği yüzünden boyun eğmek ve onların giderek artan isteklerini kabul etmek zorunda kaldı. Batılılar 1842 yılından itibaren yavaş yavaş Çin toprakları içinde gerçek nüfuz bölgeleri edindiler; Çinlilerin elinden büyük liman mahallelerini (imtiyazlar) aldılar, tarlaları kiraladılar ve ülkenin kendilerine en çok yarar sağlayacak şekilde dışarı açılmasını şart koştular. Tüm bunların sonucunda ülkede yaşanan sefalet, hükümetin zaafiyeti ve Çin topraklarının yavaş yavaş elden gidiyor olması birçok ayaklanmaya yol açtı.








PILTDOWN ADAMI SAHTEKARLIĞI


darwin


İngiliz emperyalizminin evrim teorisinden aldığı ilhamın en ilginç göstergelerinden biri, Piltdown Adamı skandalı oldu.

1912 yılında İngiltere'nin Piltdown bölgesinde garip bir kafatası fosili bulundu. Fosili bulan Charles Dawson adlı bilim adamı ve ekibi, bunun yarı maymun yarı insan bir canlıya ait olduğunu ilan etti. Fosili inceleyen tanınmış evrimci anatomist Arthur Keith de bu sonucu doğruladı.

Ancak Dawson'ın ve Keith'in özellikle vurguladığı bir nokta vardı. Bulunan fosilin beyni, aynen günümüz insanlarınınki kadar büyüktü. Çene ise maymunsu özellikler gösteriyordu.

Piltdown fosilinin bu büyük beyni, İngilizleri bir anda ilginç bir gurur duygusuna kaptırdı. Bu kafatası İngiltere'de bulunduğuna göre, İngilizlerin atası olmalıydı. Fosilin beyninin büyük olması ise, İngilizlerin tüm diğer insan ırklarından çok daha önce evrimleştikleri, yani onlardan üstün oldukları şeklinde yorumlanmıştı.

İşte bu nedenle Piltdown buluşu İngiltere'de büyük heyecan meydana getirdi. Gazeteler ateşli başlıklar attı. Kalabalıklar, İngiliz gururunu okşayan bu buluşu coşkuyla kutladı. İngiliz hükümeti ise, bu büyük buluştan dolayı Arthur Keith'e şövalyelik ünvanı verdi.

Tanınmış evrimci paleontolog David Johanson, Piltdown fosilinin İngiliz emperyalizmiyle olan ilişkisini şöyle açıklar:

Piltdown Adamı son derece Avrupa merkezli bir gelişmeydi. Bu sayede sadece beyin üstünlük sağlamış olmuyordu, aynı zamanda İngilizler üstünlük sağlamış oluyordu.*

İngilizlerin Piltdown'dan aldıkları üstün ırk ilhamı, 1953 yılına kadar devam etti. Ancak o yıl fosili detaylı olarak inceleyen Kenneth Oakley adlı bilim adamı, bunun 20. yüzyılın en büyük sahtekarlığı olduğunu ortaya çıkardı. Fosil, bir insan kafatasına, bir orangutan çenesi eklenmesiyle üretilmişti.

-------------------------

*Don Johanson, In Search of Human Origins, 1994 WGBH Educational Foundation








Çin'de yaşananlar, İngiltere'nin politikasının sonuçlarından sadece biriydi. 19. yüzyıl boyunca Güney Afrika, Hindistan, Avustralya gibi coğrafyalarda İngiliz emperyalizminin sömürüsü en acı boyutlarıyla yaşandı.

İngiltere'nin bu sömürü düzenini meşrulaştırmak, haklı gibi göstermek işi ise, bazı İngiliz sosyal bilimcilerine ve bilim adamlarına düşmüştü. İşte Charles Darwin, bunların en önemlisi ve etkilisi oldu. Evrim sürecinde "ileri ırklar" olduğunu öne süren, bunların "beyaz ırk" olduğunu iddia eden ve beyazların diğerlerini sömürmesini "doğa kanunu" olarak gösteren Darwindir.

Darwin'in sömürgeci ırkçılığa kazandırdığı bu meşruiyet nedeniyle, İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü Yerbilimleri Bölüm Başkanı ünlü Çin kökenli bilim adamı Kenneth J. Hsu, Darwin'i "Victoria Dönemi İngilteresi için ideal bir bilim adamı, Çin'e zorla afyon satabilmek için bu ülkeyi işgal eden, bunu da serbest ticaret ve 'en güçlülerin hayatta kalması' kuralına dayandıran ülkenin bilimsel dayanağı" şeklinde tarif eder.21


Darwin'in Türk Düşmanlığı



İngiliz sömürgeciliğinin 19. yüzyılın sonlarında kendisine seçtiği en önemli hedef, Osmanlı İmparatorluğu'ydu.

Osmanlı Devleti, o dönemde Yemen'den Bosna-Hersek'e kadar uzanan dev bir coğrafyanın hakimiydi. Ancak asırlardır barış, huzur ve istikrar içinde yönettiği bu coğrafyayı kontrol etmekte zorlanıyordu. Hıristiyan azınlıklar bağımsızlık amacıyla ayaklanıyor, Rusya gibi büyük askeri güçler de Osmanlı'yı tehdit ediyordu.

Osmanlı'yı tehdit eden güçler arasına, yüzyılın son çeyreğinde İngiltere ve Fransa da katıldı. Özellikle İngiltere, Osmanlı'nın güney eyaletlerine göz dikti. 1878'de imzalanan Berlin Anlaşması, Avrupa'nın sömürgeci güçlerinin Osmanlı'yı paylaşma kararlarının bir ifadesiydi. Beş yıl sonra, 1882'de, İngiltere bir Osmanlı toprağı olan Mısır'ı işgal etti. İngiliz sömürgeciliği, daha sonra da Osmanlı'nın Ortadoğu'daki eyaletlerini ele geçirme planlarına girişti.

İngiltere bu emperyalist politikalarını her zaman olduğu gibi ırkçılığa dayandırıyordu. İngiliz hükümeti kasıtlı olarak Osmanlı'yı ve özellikle Osmanlı'nın asli unsuru olan Türk milletini sözde "geri" bir millet olarak göstermeye çalışıyordu.

İngiliz Başbakanı William Ewart Gladstone, açıkça "Türkler insanlığın insan olmayan numuneleridir. Medeniyetimizin bekası için onları Asya steplerine geri sürmeli veya Anadolu'da yok etmeliyiz" diyordu.22

Bu ve benzeri sözler, İngiliz hükümeti tarafından on yıllar boyunca Osmanlı'ya yönelik bir propaganda malzemesi olarak kullanıldı. İngiltere, Türk Milletini, Avrupalı ileri ırklara boyun eğmesi gereken sözde geri bir ırk olarak göstermeye çalıştı.

Bu propagandanın sözde bilimsel dayanağı ise Charles Darwin'di!...





Uydurma Evrim Haberleri


 



DARWIN'İN ÖZEL MEKTUPLARINDA TÜRK DÜŞMANLIĞI
Charles Darwin, İngiltere'nin Osmanlı'ya yönelik siyasi planlarına katkıda bulunmak amacıyla, teorisini kullanmış ve Türk Milleti'ni geri bir ırk olarak göstermeye çalışmıştır. Günümüzün Türk düşmanları hala Darwin'in bu hezeyanlarından destek almaktadır.









Darwin'in Türk Milleti hakkındaki yorumları, 1888 yılında yayınlanan The Life and Letters of Charles Darwin (Charles Darwin'in Hayatı ve Mektupları) adlı kitapta yer alıyordu. Darwin, doğal seleksiyon sonucunda sözde "geri ırklar"ın elenerek medeniyetin gelişmesine katkıda bulunduğunu öne sürüyor ve sonra da Türk Milleti hakkında aynen şunları söylüyordu:

Doğal seleksiyona dayalı kavganın, medeniyetin ilerleyişine sizin zannettiğinizden daha fazla yarar sağladığını ve sağlamakta olduğunu ispatlayabilirim. Düşünün ki, birkaç yüzyıl önce Avrupa, Türkler tarafından işgal edildiğinde, Avrupa milletleri ne kadar büyük risk altında kalmıştı, ama artık bugün Avrupa'nın Türkler tarafından işgali bize ne kadar gülünç geliyor.

Avrupa ırkları olarak bilinen medeni ırklar, yaşam mücadelesinde Türk barbarlığına karşı galip gelmişlerdir. Dünyanın çok da uzak olmayan bir geleceğine baktığımda, bu tür aşağı ırkların çoğunun medenileşmiş yüksek ırklar tarafından elimine edileceğini (yok edileceğini) görüyorum.23

Darwin'in bu hezeyanı, İngiltere'nin Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkma politikasına destek vermek için yazılmış bir propaganda malzemesiydi. Nitekim bu propaganda malzemesi etkili oldu. Darwin'in "Türk Milleti yakında yok olacaktır; bu evrimin kanunudur" anlamına gelen sözü, İngilizlerin Türk düşmanı propaganda kampanyalarına sözde bilimsel bir destek verdi.

İngiltere'nin Darwin'in kehanetini gerçekleştirme hevesi, asıl olarak I. Dünya Savaşı'nda hayata geçti. 1914'de başlayan bu büyük savaş, bir yanda Almanya ve Avusturya-Macaristan, diğer yanda ise İngiltere-Fransa-Rusya ittifaklarının arasındaki çıkar çatışmalarından doğmuştu. Ancak savaşın içindeki en önemli hesaplardan biri, Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkma ve paylaşma hedefiydi.





Uydurma Evrim Haberleri


 



ÇANAKKALE SAVAŞI
Çanakkale Savaşı'nda Türk Ordusu, 250 bin şehit vererek İngilizlerin başını çektiği düşman kuvvetlerine karşı kahramanca çarpıştı.









İngiltere, iki ayrı yönden Osmanlı İmparatorluğu'na saldırdı. Birinci yön, Osmanlı'nın Ortadoğu'daki topraklarını ele geçirmek amacıyla açılan Kanal, Filistin ve Irak cepheleriydi. İkinci yön ise, I. Dünya Savaşı'nın en kanlı muharebelerinden birinin yaşandığı Çanakkale cephesi oldu. Çanakkale'deki Türk ordusu, İngilizlerin başını çektiği düşman kuvvetlerine direnmek için 250 bin şehit vererek kahramanca çarpıştı. İngilizler ise, sözde "aşağı ırk" olarak gördükleri Türklere karşı savaşmak üzere, kendi askerlerinden çok, Hintli askerleri ya da Avustralya, Yeni Zelanda gibi sömürgelerinden devşirdikleri Anzak birliklerini göndermişlerdi.

Darwin'in Türk düşmanlığının yankıları, I. Dünya Savaşı'nın ardından da devam etti. Bugün Avrupa'daki soydaşlarımıza karşı haince saldırılar düzenleyen Avrupalı neo-Nazi grupları, hala Darwin'in Türk Milleti hakkındaki hezeyanlarından ilham alıyorlar. Bu Türk düşmanı ırkçı grupların internet sayfalarında, Darwin'in Türkler hakkındaki sözleri yer alıyor. (Bkz. Hitler ve Darwin'in Kanlı İttifakı bölümü)


Amerika'da Irkçılık ve Sosyal Darwinizm



Sosyal Darwinizm sadece İngiltere'deki değil, dünyanın diğer ülkelerindeki emperyalistlere ve ırkçılara dayanak sağlıyordu. Bu nedenle tüm dünyada hızla yayıldı. Teoriyi benimseyenlerin başında, ABD Başkanı Theodore Roosevelt geliyordu. Roosevelt, Kızılderililere karşı "tehcir" (bir yerden zorla göç ettirmek, sürmek) adı altında uygulanan etnik temizlik programının en önde gelen uygulayıcı ve savunucusuydu. The Winning of The West (Batının Zaferi) adlı kitabında katliamın ideolojisini kurarak, Kızılderilileri ortadan kaldıracak ırksal bir savaşın kaçınılmaz olduğunu anlatmıştı. En büyük dayanağı ise kendisine yerlileri ilkel bir tür olarak tanımlama imkanını veren Darwinizm'di.24





Uydurma Evrim Haberleri


 


ABD Başkanı T. Roosevelt, Batının Zaferi isimli kitabında katliamın ideolojisini kurdu ve sonra bu katliamı uyguladı.








Roosevelt'in öngördüğü gibi Kızılderililerle yapılan anlaşmaların hiçbirine sadık kalınmadı ve buna da "ilkel ırk" safsatası ile sahte bir meşruiyet sağlandı. Kongre, Kızılderililerle yapılan tüm anlaşmaları 1871 yılında bir kenara atmış ve onları içinde ölümü bekleyecekleri ölü topraklara sürmeye karar vermişti. Karşı taraf insan olarak algılanmadıktan sonra onlarla yapılan anlaşmaların nasıl bir değeri olabilirdi?…

Roosevelt ayrıca İngilizce konuşan insanların (Anglo Saxonların) tüm insan ırklarının en ilerisi olduklarını öne sürmüş ve Anglo Saxonlar ile diğer ırklar arasında kaçınılmaz bir savaş olacağını öngörmüştü.25


darwin


Anglo Saxon ırkçılığının önde gelen savunucularından Amerikalı evrimci Protestan Rahip Josiah Strong da aynı mantıkları kullanıyordu. Bir keresinde şöyle yazmıştı:

Dünya nüfusunun ırkların son mücadelesini zorunlu kılacağı zaman yaklaşıyor. Birleşik Devletler de doğal olarak, kendi kurumlarını insanlığın geri kalan bölümüne empoze edecek güce sahip olmalıdır. Kimse kuşku duyamaz ki, ırklar arasında bu çatışma, en güçlülerin ayakta kalması ile sonuçlanacaktır.26

Sosyal Darwinizm'i kullanarak kendilerine meşruiyet sağlamaya çalışan ırkçıların arasında zenci düşmanları başta geliyordu. İnsan ırklarını derecelere ayıran ve en üstününü beyaz ırk olarak tanımlarken, en ilkelini de siyah olarak gösteren bu ırkçı teoriler evrim kuramına dört elle sarıldılar.27

Evrimci ırkçı teorisyenlerin başında gelen Henry Fairfield Osborn, "İnsan Irklarının Evrimi" başlıklı bir makalesinde "ortalama bir zencinin zeka yaşı, Homo Sapiens (günümüz insanı) türüne ait on bir yaşındaki bir çoçuğun zekasına ancak ulaşabilir" diye yazıyordu.28

Bu mantığa göre zenciler insan bile sayılmıyorlardı. Evrimci ırkçı düşüncenin en bilinen savunucularından bir diğeri olan Carletoun Coon ise 1962'de yayınladığı Origins of Races (Irkların Kökeni) adlı kitabında, siyah ırkla beyaz ırkın henüz Homo erectus döneminde birbirinden ayrılmış iki ayrı tür olduğunu öne sürüyordu. Coon'a göre beyazlar bu ayrışmadan sonra evrimsel olarak öne geçmişlerdi. İşte ABD'de zencilere karşı ayrımcılığı savunanlar, uzun süre bu sözde bilimsel açıklamayı kullandılar.

Kendilerini destekleyen bilimsel bir teorinin varlığı, Amerika'da ırkçılığı hızla tırmandırdı. Irk ayrımına karşı olmasıyla tanınan W. E. Dubois, 20. yüzyıl Amerikan ırkçılığını şöyle tanımlar:

20. yüzyılın başlıca sorunu renk ayrımı sorunudur. Yeryüzünün en büyük demokrasisi olmayı isteyen ve bazı açılardan da bunu başarmış olan bir ülkede ırkçılık sorununun bu derece yaygın biçimde ortaya çıkmış olması onun paradokslarının en önemsizi değildir. Köleliğin kaldırılması siyah ve beyaz halk arasında kardeşliğin kurulmasına yetmemiş, kısa süre içinde tesis edilen resmi ayrımcılık günümüzde hala çıkış yolları aranan hukuki ve fiili bir durum haline dönüşmüştür.29





Uydurma Evrim Haberleri


 



Amerika'da 19. yy sonu ve 20. yüzyıl başlarında zengin beyazlar zencilere karşı son derece acımasızdı. Uygulamalar ve kanunlar zencilerin insan olarak görülmediğini açıkça gösteriyordu. Kendileri büyük bir zenginlik içinde yaşarken, zencilere insanlık dışı muamelelerde bulunuyorlardı.









"Jim Crow Yasaları" adıyla tanınan ilk ırk ayrımcı yasaların ortaya çıkması da bu döneme rastlar. (Jim Crow, aşağılamak amacıyla beyazlar tarafından siyahlara takılan isimlerden biriydi). Zencilere, kesinlikle insan gibi davranılmıyor, her yerde aşağılanarak hor görülüyorlardı; üstelik bu ırkçı tavır birkaç kişinin tavrı değil, Amerikan devletinin yasalar ile bizzat belirlediği bir tavırdı. Demiryolları ve tramvaylarda ırk ayrımını benimseyen ilk yasa 1875'de Tenessee'de kabul edildikten hemen sonra, tüm Güney eyaletlerinde birden demiryollarında ırk ayrımı uygulamasına gidildi. Her yere "Sadece Beyazlar İçin" ve "Siyahlar" tabelaları asıldı. Aslında bunların hepsi mevcut durumun resmiyet kazanması anlamına geliyordu. Farklı ırklardan olanlar arasında evlilik yasaklandı. Yasalara göre ayrım hastanelerde, cezaevlerinde, mezarlıklarda zorunluydu. Uygulamada ise bu, otelleri, tiyatroları, kütüphaneleri ve hatta asansör ve kiliseleri de kapsıyordu. Ayrımın en ağır biçimde hissedildiği alan ise okullardı. Çünkü bu, siyahların aleyhine en ağır sonuçları veren uygulamaydı ve onların kültürel gelişiminin önündeki en büyük engeldi.





Uydurma Evrim Haberleri


 



ZENCİLERE YAPILAN ZULÜM
Ku Klux Klan, zencilere yönelik en acımasız saldırıları yapan ırkçı gruptu. Yandaki resimde gösterilen zincir, zenci kölelerin birbirlerine bağlandıkları bir zincirdir.









Irk ayrımı uygulamalarına yaygın bir şiddet dalgası eşlik etti. Linç edilen siyahların sayısında hızlı bir artış oldu. 1890-1901 yılları arasında 1300'ü aşkın siyah linç edildi. Bu uygulamaların sonucunda birçok eyalette siyahların ayaklanmaları başladı.

Bu sürece ırkçı düşünce ve teoriler eşlik etti. Amerikan biyolojik ırkçılığı da kısa bir süre sonra kendini R. B. Bean'in kafatası ölçümü yoluyla vardığı sonuçlarla ifade edecek ve yeni kıta halkını denetim dışı bir göç dalgasından koruma bahanesi altında, özel türde bir Amerikan ırkçılığı ortaya çıkacaktı. The Passing of the Great Race (Üstün Irkın Sona Ermesi) kitabının yazarı (1916) Madison Grant; "iki ırkın karışmasının aşağı türden ilkel bir ırkın ortaya çıkmasına yol açacağını" yazdı ve ırklar arası evliliklerin yasaklanmasını istedi.30

Irkçılık, Amerika'da olduğu gibi tüm dünyada da Darwin'den önce vardı. Ancak, daha önce de belirtildiği gibi, 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra Darwinizm, ırkçı görüş ve uygulamalara göstermelik bir destek sağladı. Örneğin, bu bölümde de yer verildiği gibi ırkçılar görüşlerini ifade ederlerken Darwinizm'in iddialarını slogan gibi kullandılar. Darwin'den önce acımasızlık olarak görülen fikirler, Darwin'den sonra doğa kanunu olarak kabul edilmeye başlandı.


Darwinist Irkçıların İnsanlık Dışı Uygulamaları Aborijin Soykırımı



Avustralya'nın yerli halkı "Aborijinler" olarak bilinir. Kıtada binlerce yıldır yaşamakta olan bu insanlar, Avrupalı göçmenlerin ülkede yayılmasıyla birlikte tarihin en büyük soykırımlarından birine maruz kaldılar. Bu soykırımın ideolojik temeli ise, Darwinizm'di.  Darwinist ideologların Aborijinler hakkındaki görüşleri, bu insanların maruz kaldıkları vahşetin teorisini oluşturdu.





Uydurma Evrim Haberleri


 



ABORİJİN KATLİAMI
Avustralyalı yerliler Aborijinler, evrimciler tarafından gelişmemiş bir insan türü olarak görüldüler ve katledildiler.

5







Londra basılan Antropological Review'den evrimci antropolog Max Muller, 1870'de insan ırkını yedi kategoriye ayırmıştı; Aborijinler en altta yer alıyordu ve Avrupalı beyazların soyu olan Aryan ırkı en üst sırada idi. Ünlü bir sosyal Darwinist olan H. K. Rusden ise Aborijinler hakkında 1876 yılında şöyle bir açıklamada bulundu:

En uygunların yaşaması, kuvvetin haklı olduğu anlamına gelir. Bu nedenle aşağı ırk olan Avustralyalıları ve Maori ırkını yok ederken acımasız ve değişmeyen doğal seleksiyon kanunlarını yerine getiririz… ve mirasını soğuk kanlılıkla kabul ederiz.31

Tazmanya Royal Society'nin başkanı olan James Barnard ise 1890'da; "yok etme işlemi evrim ve en uygunların yaşama kanununun bir aksiyonudur" dedi ve "bu nedenle Avustralyalı Aborijinleri öldürme konusunda suçlamayı hak eden herhangi bir sebep yoktur" diye devam etti.32

Darwin'in beslediği bu ırkçı, acımasız ve vahşi görüşler sonucunda, Aborijinleri yok etmeye yönelik korkunç bir katliam başlatıldı. Aborijinler öldürüldükten sonra, kafatasları istasyon benzeri yerlerin kapılarına asıldı. Aborijin ailelerine zehirli ekmek verilerek öldürüldüler. Avustralya'nın birçok yerindeki Aborijin yerleşim birimleri 50 yıl içinde vahşi bir biçimde ortadan kalktı.33

Aborijinlere yönelik uygulamalar, katliamlarla da bitmedi. Bu ırka mensup pek çok insan, denek hayvanı muamelesi gördü. Washington D.C.'deki Smithsonian Enstitüsü çeşitli ırklardan 15.000 kişinin kalıntılarını elinde tutuyordu. Hayvandan insana geçişte "kayıp halka"yı oluşturup oluşturmadıklarını gözlemlemek amacıyla ise 10.000 Avustralya Aborijin yerlisi gemiyle British Museum'a götürüldü.

Müzeler sadece kemiklere ilgi duymakla kalmamış, aynı zamanda Aborijinlere ait beyinleri saklayarak yüksek fiyata satmışlardı. Ayrıca örnek (numune) olarak kullanılmak amacıyla Avustralya Aborijinlerinin öldürüldüklerine dair kanıtlar da vardır. Aşağıda verilen bilgiler, bu acımasızlığın göstergeleridir:

* "1866'da Bowen, Queensland'ın Belediye Başkanı olan Korah Wills, bilimsel bir numune edinmek amacıyla, 1865 yılında yerli kabile üyesini nasıl parçalayarak öldürdüğünü açık bir şekilde, çizimlerle anlatmıştı.

* Sidney'deki Avustralya Müzesi'nin müdürü Edward Ramsey (1874-1894), Aborijinler'i "Avustralya hayvanları" olarak adlandırdığı bir müze kitapçığı yayınladı. Kitapçıkta aynı zamanda henüz öldürülmüş örneklerin cesetlerinin nasıl çalınacağı ve kurşun yaralarının nasıl tıkanacağı konusunda da talimatlar yer alıyordu.

* Alman evrimci Amalie Dietrich (takma adı Kara Ölüm Meleği'dir) Avustralya'ya gelmiş ve Aborijinleri öldürüp derilerinin içini doldurarak saklamak için izin istemişti. Kısa süre içinde de amacına ulaşmıştı. 

* Yeni bir Güney Galler misyoneri, Aborijin erkekleri, kadınları ve çocuklarından oluşan bir grubun atlı polis tarafından katledilişine tanık olarak dehşete düşmüştü. Ardından da 45 kafatası kaynatılmış ve aralarından en iyi 10 kafatası denizaşırı ülkelere gönderildi.34

Aborijinlere uygulanan soykırım 20. yüzyılda da devam etti. Bu soykırımın yöntemleri arasında, Aborijin çocuklarının ailelerinden zorla koparılması da vardı. Philadelphia Daily News gazetesinin 28 Nisan 1997 tarihli sayısında, Alan Thornhill tarafından hazırlanan haberde, Aborijinlere karşı kullanılan bu yöntem şu şekilde anlatılmıştı:


ABORIGINE FAMILIES RECEUNT SEIZURES
(Aborijin Aileleri Kaçırılmaların Hesabını Soruyor)



Associated Press-Avustralya'nın terk edilmiş Kuzeybatı çöllerinde yaşayan Aborijinler, çocuklarının devletin sağlık yetkilileri tarafından alınmaması için, açık renk derili olanları kömür ile boyuyorlardı.

Kaçırılan çocuklardan biri yıllar sonra şöyle diyordu: "Yetkililer buldukları anda sizi alıp götürüyorlardı, halkımız bizi saklıyor, kömürle derilerimizi boyuyorlardı."

Çocukken kaçırılmış bir işçi; "Moola Bulla'ya götürüldüğümde sadece 5 ya da 6 yaşındaydım."

Onun hikayesi, "çalınan nesil" ile ilgili soruşturma başlatan Avustralya İnsan Hakları ve Eşit Fırsatlar Komisyonu tarafından dinlenen binlerce ifadeden yalnızca birisiydi. 1910 yılından 1970'lere kadar Aborijin ailelerden 100.000 kadar çocuk kaçırılmıştı... Açık tenli Aborijin çocuklar ailelerinden kaçırılarak, evlatlık olarak beyaz ailelere veriliyordu. Kara derili olanlar öksüzler yurduna yerleştiriliyordu.

Görüldüğü gibi yapılan insanlık dışı muameleler, katliamlar, acımasızlıklar, vahşet ve soykırım, hep Darwinizm'in "doğal seleksiyon", "yaşam mücadelesi", "güçlü olanın elenmesi" tezleriyle meşrulaştırılıyordu.

Aborijin yerlilerinin yaşadıkları tüm bu korkunç olaylar ise, Darwinizm'in dünyaya getirdiği belaların yalnızca küçük bir bölümünü oluşturuyordu.


Ota Benga



Darwin İnsanın Türeyişi adlı kitabıyla, insanın maymunlarla ortak bir atadan evrimleştiğini iddia ettikten sonra, bu senaryoyu destekleyecek fosil arayışı başladı. Ancak bazı evrimciler "yarı maymun-yarı insan" canlıların sadece fosil kayıtlarında değil, dünyanın farklı bölgelerinde canlı olarak da bulunabileceğine inanıyorlardı. 20. yüzyılın başlarında bu "canlı ara geçiş formu" arayışları bazı vahşetlere neden oldu. Bu vahşetlerden biri, Ota Benga adlı pigmenin hikayesiydi.

Ota Benga, 1904 yılında Samuel Verner adlı evrimci bir araştırmacı tarafından Kongo'da yakalanmıştı. Adı, kendi dilinde "dost" anlamına gelen yerli, evli ve iki çocuk babasıydı. Ama bir hayvan gibi zincirlendi, kafese kondu ve ABD'ye götürüldü. Buradaki evrimci bilim adamları, St. Louis Dünya Fuarı'nda onu çeşitli maymun türleriyle birlikte kafese koyarak "insana en yakın ara geçiş formu" olarak teşhir ettiler. İki yıl sonra ise New York'taki Bronx Hayvanat Bahçesi'ne götürdüler ve birkaç şempanze, Dinah adı verilen bir goril ve Dohung adı verilen bir orangutan ile birlikte "insanın eski ataları" adı altında sergilediler. Hayvanat bahçesinin evrimci müdürü Dr. William T. Hornaday, bu nadide "ara geçiş formu"na sahip olmanın kendisine verdiği gurur hakkında uzun konuşmalar yapmış, ziyaretçiler de kafese konan Ota Benga'ya sıradan bir hayvan gibi davranmışlardı. New York Times gazetesinin o dönemde yayınlanan bir nüshasında ziyaretçilerin tavrı şöyle aktarılıyordu:

... parkta 40.000 ziyaretçi vardı. Bu kalabalıktaki hemen hemen her erkek, her kadın ve her çocuk parktaki Afrikalı vahşi adamı görmek için maymun kafesini ziyaret ediyordu. Uluyarak, alay ederek, bağırıp çağırarak pigmeyi rahatsız ediyorlardı...35





Uydurma Evrim Haberleri


 



OTA BENGA
Ota Benga, Afrikalı bir yerliydi. Evrimci araştırmacılar tarafından, bir hayvan gibi yakalandı, kafese kondu ve maymunlarla birlikte bir hayvanat bahçesinde sergilendi.

5







New York Journal gazetesinin, 17 Eylül 1906 tarihli nüshasında ise, bu uygulamanın evrimi kanıtlamak için yapıldığı, ancak büyük bir haksızlık ve zulüm olduğu şöyle vurgulanıyordu:

… Bu insanlar düşüncesizce ve akılsızca bir maymun kafesinin içerisinde Afrika'dan getirilen küçük bir insan cücesini sergilemişlerdi.

Onların düşüncesi muhtemelen evrimdeki bazı derin dersleri insanlara öğretmekti. Aslında başarılan tek sonuç, bu ülkenin beyazlarından, en azından sempati ve nezaketi hak eden Afrika ırkının vahşet gösterilerine maruz kalması, ardından da hor görülmesidir.

Aynı güç tarafından yaratılan, hepimizi aynı yere yerleştiren, aynı hisleri ve aynı ruhu lütfeden Allah'a karşı fiziksel eksikliği olan bir insanı maymunlarla bir kafese kapatmak ve bunu alay konusu edinmek çok ayıp ve iğrençtir...36

New York Times gazetesi de, evrimi kanıtlama amacıyla Ota Benga'nın hayvanat bahçesinde sergilendiği konusuna yer verdi. Hayvanat bahçesinin, Darwinist müdürünün yaptığı savunma ise son derece vicdansızcaydı:

Geçen hafta New York hayvanat bahçesinde, aynı kafeste bir Afrikalı pigmeyle bir orangutanın sergilenmesi çok fazla eleştirinin ortaya çıkmasına neden oldu. Bazı kişiler zenciler ve maymunlar arasındaki yakın bir akrabalığı göstermek için bunun müdür Hornaday tarafından gerçekleştirilen bir teşebbüs olduğunu deklare ettiler. Dr. Hornaday bunu inkar etti. ''Eğer bu küçük adam bir kafesin içerisindeyse orası en konforlu yer olduğu içindir ve biz de onunla ilgili başka ne yapacağımızı bilmediğimizdendir. Ota Benga hiçbir manada bir tutuklu değildir, fakat hiç kimse yanında birileri olmadan şehirde dolaşmasına izin vermenin akıllıca olduğunu söyleyemez…37

Ota Benga'nın hayvanat bahçesinde gorillerle birlikte, bir hayvan gibi sergilenmesi birçok çevrede rahatsızlık oluşturdu. Bazı kuruluşlar, Ota Benga'nın bir insan olduğunu, bu şekilde davranılmasının büyük bir acımasızlık olduğunu belirterek, bu uygulamanın durdurulması için yetkililere başvurdular. Bu başvurulardan biri New York Globe gazetesinin 12 Eylül 1906 tarihli nüshasında şöyle yer almaktaydı:

Globe'un editörüne;

Güneyde yıllarca yaşamış biriyim ve sonuçta zencilere karşı fazla müsamahakar biri değilim. Fakat onun insan olduğuna inanıyorum. Bu büyük şehrin yetkililerinin Bronx parkında şahit olunan böyle bir görüntüye- zenci bir erkeğin bir maymun kafesinin içerisinde sergilenmesine- izin vermelerinin bir ayıp olduğuna inanıyorum...

Bu pigme meselesi bir araştırma ve incelemeyi gerektirmektedir... A. E. R. New York, 12 Eylül

Ota Benga'nın normal bir insan muamelesi görmesi için yapılan başvurulardan bir diğeri ise şöyleydi:


İnsan ve Maymun Gösterisi Papazlar Tarafından Kınandı



Dr. Macarthur Serginin Onur Kırıcı Olduğunu Düşünüyor

Dr. MacArthur: ''Bu gösteriden sorumlu olan kişi, Afrikalıyı olduğu kadar kendisini de alçak bir duruma düşürüyor. Bu küçük adamı bir hayvan yerine koymaktansa, Allah'ın ona verdiği yeteneklerin gelişimi için onu bir okula yerleştirmesi gerekirdi..."

Dr. Gilbert serginin büyük bir ayıp olduğunu düşünüyordu, kendisinin ve diğer papazların Ota Benga'yı maymun kafesinden kurtarıp başka bir yere yerleştirmek konusunda Dr. MacArthur'la işbirliği yapmasına karar vermişti...38

Tüm bu insanlık dışı muamelenin sonucu ise Ota Benga'nın intihar etmesi oldu. Ancak burada problem bir insanın hayatını kaybetmesinden çok daha büyüktü. Bu olay, Darwinist ırkçılığın uygulayabileceği acımasızlığın ve vahşetin çok açık bir örneğiydi.








ESKİMOLAR VE IRKÇI UYGULAMA

Ünlü Arktik araştırmacısı Robert Peary 1897 senesinde New York City'ye bir grup Kutup Eskimosu getirdi. Bu grubun en küçüğü ise Minik adında bir çocuktu. Minik ve babasının da içinde bulunduğu grup uzun bir süre Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'nde sergilendiler. Bu esnada Minik'in babası hastalıktan dolayı hayatını kaybetti Minik ise kimsesiz ve korumasız olarak New York'ta kaldı. Ve bir gün Minik, babasının iskeletinin "türünün bir örneği olarak" Amerikan Doğa Tarihi Müzesinde sergilendiğini gördü. Babasının cesedini istemesine rağmen müze yetkilileri bu isteğini geri çevirdiler.


darwin


Minik'in hayatı ile ilgili dikkat çeken bir başka nokta ise, Eskimoları Amerika'ya getiren araştırmacı Robert Peary'nin ırkçı görüşlere sahip olmasıydı. Eskimoların arasında yaşamasına rağmen Peary, açıkça bu insanların kendisi ile eşit olmadıklarını düşünüyordu. Peary'ye göre zenciler ve Eskimolar aşağı ırkların mensuplarıydı. Güçlü, bilgili ve güvenilir aile geçindiren insanlar olmalarına rağmen beyaz adam kadar iyi değillerdi... Bir keresinde şöyle yazma küstahlığında bulunmuştu: 'Sıklıkla bana şu soru sorulmuştur: 'Eskimoların dünyaya ne faydaları var?' Ticari teşebbüsler için herhangi bir değerleri olamayacak kadar uzaktalar ve üstelik başarma ya da elde etme tutkuları yok... Yaşama verdikleri değer ancak bir tilki ya da bir ayının, sadece içgüdüsel olarak hayata verdiği değer kadar." Peary'nin Eskimoları Amerika'ya getirme amacı ise, konuyu araştıran bir yazar tarafından şöyle açıklanıyordu: "Peary'nin bu altı Eskimo'yu New York'a getirme sebepleri neydi? … Muhtemelen bu altı Eskimo daha önce topladığı kafatasları ve iskeletler gibi sadece birer numuneydiler, ama damarlarında hala kan dolaştığı için daha ilginçtiler. Aynı zamanda ismen tanıdığı diğer Eskimoların vücutlarına karşı marazi bir yakınlığı da vardı; önceki sene bunları mezarlarından çıkarmış ve müze salonlarını onurlandırmak üzere güneye taşımıştı."*

Minik, Ota Benga ve daha ismi bile bilinmeyen birçok insan, bazı ırkları "aşağı ırk" olarak gören sözde bilim adamları tarafından, bu ve benzeri şekillerde insanlık dışı muamelelere maruz kaldılar.

---------------------------

*Ken Harper, Give Me My Father's Body, Steerforth Press, South Royalton, Vermont s.22

 















DARWINİZİM İLE GÜÇ BULAN IRKÇI ZİHNİYET VARLIĞINI HALA SÜRDÜRÜYOR...

Atom, bilim

Milli Gazete, 09.04.00








Üstünlük Soya Değil, Ahlaka Göredir



Darwin'in, insanları gelişmiş bir hayvan türü olarak göstermesi ve bazı insan ırklarını ise, henüz gelişimini tamamlayamamış, hayvana daha yakın türler olarak tanıtması, insanlık tarihi için son derece tehlikeli ve tahrip edici olmuştur. Darwin'in bu iddiasını kendilerine rehber edinenler, geçtiğimiz yüzyıl boyunca farklı ırkları hiç acımadan sömürmüşler, onları çok zor koşullarda yaşatmışlar, hatta soykırıma uğratmışlardır.

Nitekim Brave New World (Cesur Yeni Dünya) kitabının yazarı Bryan Appleyard, ırkçılığın temelinde yatan bu zalim anlayışı ve sonuçlarını şöyle açıklar:

Ne sebeple olursa olsun, ister batıl inançla isterse bilimsel olarak bir kere sizin aşağı bir yaratık olduğunuza karar verilirse, size yapacakları vahşetin bir sınırı olmaz. Ve bu vahşi uygulamalarını haklı görürler, çünkü bir insanın aşağı olduğuna inanıldığında onun kötü ve tehlikeli olduğu ve üstün olanlara bir tehdit oluşturduğu kabul edilir. Hatta bazıları daha da ileri giderek, aşağı olanların bütün insan ırkının sağlığını tehlikeye soktuğunu iddia ederler. O zaman aşağı ırktan olanları kısırlaştırmayı, evliliklerini sınırlamayı veya cinayeti savunabilirler...39

Oysa yaratılış olarak her insan birbirinin aynısıdır. Her insanı Allah  yaratmıştır. Kuran'da insanların yaratılışı şöyle bildirilir:

Ki O, yarattığı herşeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden (sülale'den), basbayağı bir sudan yapmıştır. Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz? (Secde Suresi, 7-9)

Yukarıdaki ayetlerde bildirildiği gibi insanlar, Allah'ın Kendisi'nden üflediği ruhu taşımaktadır. Her insan –hiçbir ırk ayrımı olmaksızın- düşünür; hisseder; sevinç, acı, heyecan duyar; sevgiyi, şefkati, merhameti bilir ve yine her insan zalimliği, aşağılanmayı, sıkıntıyı da tanır. Bu nedenle tarih boyunca, farklı ırklardan insanları yarı gelişmiş hayvanlar zannederek, onlara kötü muamelelerde bulunanlar, tek bir kişiyi dahi bu gerekçe ile incitenler, ezenler, sömürenler ve aynı zamanda bu uygulamaları yapanları ürettikleri sahte delil ve teorilerle destekleyenler, cehalet içinde büyük bir suç işlemişlerdir. 

Günümüzde de hemen her kıtada medeniyet olarak çok fazla gelişmemiş insan toplulukları mevcuttur. Bu insanlar tüm insani özellikleri taşımakta, fakat teknik ve kültürel açıdan bugün dünyaya genel olarak hakim olan kriterlere sahip olamamaktadırlar. Birçok topluluk yaşadığı iklim ve doğa koşulları nedeniyle, dünya toplumlarının genelinden tecrit olarak yaşamış ve çok daha farklı kültürler geliştirmiştir. Ancak her birinde insanlığa ait tüm özellikler, gelenekler, alışkanlıklar mevcuttur. Art niyet taşıyanlar, ırkçılıkta çıkar görenler, Darwin'in teorisine dört elle sarılmışlar ve diğer insanlardan hiçbir farkı olmayan bu insanları aşağı bir ırkın mensupları ve hatta birer hayvan olarak kabul etmişlerdir. Bu görüşün sonucu olarak geri kalmış kişi ve toplulukları yeterince evrimleşemedikleri gerekçesiyle günümüzde bile ezen ve hor gören insanlar ortaya çıkmıştır.

Oysa, Allah ırkçılığı kesin olarak yasaklar. Allah her insanı farklı renklerde ve farklı diller ile yaratmıştır. Bu, Allah'ın yaratışındaki sanat ve çeşitliliğin bir göstergesidir:

Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, alimler için gerçekten ayetler vardır. (Rum Suresi, 22)

Allah Katındaki tek üstünlük ise insanın takvası, yani nefsini her türlü günah ve isyandan, bozulma ve sapmalardan koruması, bundan kaynaklanan üstün ahlakıdır. Takva dışında hiçbir insanın hiçbir insan üzerinde, herhangi bir özelliğinden dolayı üstünlüğü olamaz. Allah bunu bir ayetinde şöyle bildirir:

Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. (Hucurat Suresi, 13)

 


DİPNOTLAR



7- A.E. Wilder-Smith, Man's Origin Man's Destiny, The Word for Today, s.166

8- Charles Darwin, The Descent of Man, 2. baskı, New York, A L. Burt Co., 1874, s. 178

9- Charles Darwin, İnsanın Türeyişi, s. 171

10- J.H.M. Beattie, R. Godfrey Lienhardt, Studies in Social Anthropology: Essays in Memory of E.E. Evans Pitchard, Oxford: Clarendon Press, 1975, s.10-11

11- Benjamin Farrington, What Darwin Really Said, London: Sphere Books, 1971, ss. 54-56

12- James Ferguson, The Laboratory of Racism, New Scientist, vol. 103, 27 Eylül 1984, s. 18)

13- Lalita Prasad Vidyarthi, Racism, Science and Pseudo-Science, Unesco, France, Vendôme, 1983. s. 54

14- Rebekah E. Sutherland, Social Darwinism, http://www.rebsutherland.com/SocialDarwinism.htm

15- Stephen Jay Gould, Ever Since Darwin, W. W. Norton & Company, New York 1992, s. 217

16- Stephen Jay Gould, Ever Since Darwin, s. 218

17- Alaeddin Şenel, Irk ve Irkçılık Düşüncesi, Ankara:Bilim ve Sanat Yayınları, 1993

18- Jacques Attali, 1492, Çev: Mehmet Ali Kılıçbay, 1.b. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, Ekim 1992, s.197

19- François de Fontette, Irkçılık, Çev., Haldun Karyol, İstanbul: İletişim Yayınları, 1991, s. 40-41

20- James Joll, Europe Since 1870: An International History, Penguin Books, Middlesex, 1990, s. 102-103

21- Kenneth J. Hsu., Geology, Nisan 1987, s. 377

22- Süleyman Kocabaş, Hindistan Yolu ve Petrol Uğruna Yapılanlar: Türkiye ve İngiltere, 1.baskı, İstanbul: Vatan Yayınları, 1985, s. 231

23- Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Vol.I, 1888. New York D. Appleton and Company, s.285-286

24- Henry Morris, The Long War Against God, 8.b. Michigan: Baker Book House, Mart 1996,  s. 70

25- Henry Morris, The Long War Against God, s. 70

26-  Thomas Gossett, Race: The History of an Idea in America, Dallas: Southern Methodist University Press, 1963, s.188

27- Alaeddin Şenel, Irk ve Irkçılık Düşüncesi, Ankara:Bilim ve Sanat Yayınları, 1993, s. 85-90

28- Henry Fairfield Osborn, The Evolution of Human Races, Natural History, Ocak/Şubat 1926; Natural History yeniden basım, Nisan 1980, s. 129

29- François de Fontette, Irkçılık, Çev., Haldun Karyol, İstanbul: İletişim Yayınları, 1991, s. 101

30- François de Fontette, Irkçılık, s. 105

31- Jani Roberts, How new-Darwinism justified taking land from Aborigines and murdering them in Australia, http://www.gn.apc.org/inquirer/ausrace.html

32- Jani Roberts, How new-Darwinism justified taking land from Aborigines and murdering them in Australia, http://www.gn.apc.org/inquirer/ausrace.html

33- Jani Robert, How new-Darwinism Justified Taking Land From Aborigines and Murdering Them in Australia, http://www.gn.apc.org/inquirer/ausrace.html

34- Creation ex nihilo, Vol 14, No. 2, March-May 1992, s. 17

35- Philips Verner Bradford, Harvey Blume, Oto Benga, The Pygmy in the Zoo, Canada, Ekim 1993 s. 269

36- Philips Verner Bradford, Harvey Blume, Oto Benga, The Pygmy in the Zoo, Canada, Ekim 1993, s. 267

37- Philips Verner Bradford, Harvey Blume, Oto Benga, The Pygmy in the Zoo, Canada, Ekim 1993, s.266

38- Philips Verner Bradford, Harvey Blume, Oto Benga, The Pygmy in the Zoo, Canada, Ekim 1993, s. 259

39- Bryan Appleyard, Brave New Worlds, Harper Collins Publishers, London 1999, s. 49-50

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü