Harun Yahya

Faşist Kültürün Kökenleri



Faşizm Avrupa kaynaklı bir ideolojidir. 19. yüzyılda bazı Avrupalı düşünürler tarafından faşizmin temelleri atılmış ve 20. yüzyılda da İtalya, Almanya gibi Avrupa ülkelerinde uygulanmıştır. Faşizmi benimseyen ve uygulayan diğer örnekler de, bu ideolojiyi Avrupa'dan "ithal" etmişlerdir. Dolayısıyla faşizmin kökenini incelemek için, Avrupa tarihine bakmak zorunludur.

Avrupa tarihinin elbette çok farklı aşamaları ve dönemleri vardır. Ancak en genel anlamda bakıldığında, kültürel açıdan tüm Avrupa tarihini üç temel kategoriye ayırabiliriz:




faşist kültür




1. Hıristiyanlık öncesi (pagan) dönem.
2. Hıristiyanlığın kültürel yönden Avrupa'ya hakim olduğu dönem.
3. Hıristiyanlık sonrası (materyalist) dönem.

Son dönemi "Hıristiyanlık sonrası" olarak nitelendirmemiz belki ilk başta garipsenebilir. Çünkü Avrupa toplumlarında din olarak Hıristiyanlık halen ezici bir çoğunlukla kabul edilmektedir. Ama Hıristiyanlık, Avrupa kültürünün önemsiz bir parçası haline getirilmiştir, sadece sözde bir Hıristiyanlık yaşanmaktadır. Topluma yön veren asıl kurum ve kavramlar, dinin değil materyalist felsefenin kabullerine göre belirlenmiştir. 18. yüzyılda başlayan din karşıtı düşünce, 19. yüzyılda materyalist (maddeci) felsefenin bilime ve düşünceye hakim olmasıyla zirveye çıkmıştır. 20. yüzyıl ise materyalizmin kanlı sonuçlarının yaşandığı yüzyıl olmuştur.

Bu üç döneme baktığımızda ise, faşist kültürün 1. ve 3. döneme ait olduğunu görürüz. Yani faşizm, putperest kültürün bir parçası olarak doğmuş ve sonra da materyalist kültürün bir parçası olarak yeniden hayata geçmiştir. Avrupa'da Hıristiyan kültürünün hakim olduğu 1000 yılı aşkın süre boyunca ise, faşist bir ideoloji ve uygulama yaşanmamıştır. Bunun temelinde, Hıristiyanlığın, barışçı ve eşitlikçi bir din olması yatar. Şefkat, merhamet, fedakarlık, sevgi, tevazu gibi ahlaki erdemleri kabul eden ve topluma yerleştirmeye çalışan Hıristiyan kültürü, faşizmle tam bir zıtlık içinde olmuştur.




pagan, figür



Pagan kültüründe savaş ve şiddet önemli ve meşru bir yere sahipti. Bunu, duvar resimlerinde veya mezar taşlarında yer alan savaş figürlerinden dahi anlamak mümkündür.





Bu ise, Hıristiyanlığın İlahi bir din olma özelliğinden kaynaklanmaktadır. Hıristiyanlık, Allah'ın Hz. İsa'ya vahyettiği hak dinle doğmuştur. Hz. İsa sonrasında bazı tahriflere uğramış, orijinalinden ayrılmış ve bazı sapkın inançlarla bozulmuştur. Ama yine de hak dinin özünde bulunan bazı temel ahlaki değerler (üstte saydığımız şefkat, merhamet, fedakarlık, sevgi, tevazu gibi kavramlar) Hıristiyanlık'ta varlığını korumuştur.

Şimdi Hıristiyanlık öncesi Avrupa'ya kısaca bir göz atalım ve faşizmin kökenlerini inceleyelim. 

Pagan Dünyasındaki Faşistler






Neron, pagan



Pagan dünyasının şiddet tutkunu "faşistlerinden" biri: Neron





Hıristiyanlık öncesindeki Avrupa kültürünün en temel özelliği, pagan inançlara, yani çok-tanrılı batıl dinlere sahip olmasıydı. Avrupalılar, ibadet ettikleri bu sahte ilahların kendilerine hayatın farklı yönlerinde yol gösterdiği ve yardım ettiği gibi sapkın inanışlara sahiptiler. Bunların en önemlileri arasında ise, hemen her pagan toplumda savaş putları yer alırdı.

Pagan inancında savaş putlarına gösterilen bu rağbet, bu kültürde şiddetin kutsal görülmesinin bir sonucuydu. Pagan kavimler birer barbar toplumuydular ve daimi bir savaş atmosferi içinde yaşıyorlardı. Kavim adına öldürmek, kan dökmek adeta kutsal bir görev sayılıyordu. Şiddetin ya da vahşetin hemen her türü, pagan dünyasında kendisine meşru bir yer bulabiliyordu. Şiddeti yasaklayan, bunun yanlış olduğunu açıklayan hiçbir ahlaki kaynak yoktu.




Lycurgus, para



Sparta devletinin kurucusu Lycurgus.





Pagan dünyasının en "medeni" devleti sayılan Roma bile, insanların vahşi hayvanlara parçalatıldıkları ya da ölümüne dövüştürüldükleri arenaların diyarıydı. Roma yöneticileri çoğu kez zalimlikleri ile tarihe geçiyorlardı. Ünlü Neron, öz annesi, eşi ve üvey kardeşi başta olmak üzere sayısız insanı öldürterek iktidara gelmişti. Ülkesindeki Hıristiyanları arenalarda vahşi hayvanlara parçalatmış, sırf inançları nedeniyle binlerce insana işkence etmişti. Roma şehrini tümüyle ateşe verdirerek yaktırması ve bu ürkütücü manzarayı sarayının penceresinden lir çalarak seyretmesi ise onun zalimliğine dair tarihe geçmiş ünlü kesitlerdendir.

Roma'da bu vahşet kültürü hakimken, Vandallar, Gotlar, Vizigotlar gibi Kuzeyli barbar pagan kavimler çok daha vahşiydiler. Bu kavimler, bir yandan birbirlerini kırıp geçiriyor, bir yandan da Roma'yı yağmalamaya çalışıyorlardı. Yalnızca kaba kuvvetin geçerli olduğu, dahası bu kuvvetin her türlü kullanımının sözde ahlaki sayıldığı, hatta ciddi bir ahlak kavramının bile var olmadığı bir dünyaydı pagan dünyası.

Pagan dünyasında bugünkü manada "faşizm" diyebileceğimiz bir sistemi uygulayan en somut örnek ise, Yunan şehir devleti Sparta'ydı.




roma, arena



Pagan Dünyasının Vahşet Kültürü




Pagan Roma'da insanlar arenalarda vahşi hayvanlara parçalattırılıyor ya da birbirleriyle ölümüne dövüştürülüyorlardı. Paganizmin ahlaksızlığına ve yozluğuna sahip halk ise, bu vahşeti büyük bir coşku ve heyecanla izliyordu.





Sparta: Tüm Faşistlerin Örnek Modeli






sparta, vahşet



Pagan dünyası sadece kaba kuvvetin geçerli olduğu bir kültüre sahipti. Romalılar gibi, Vandallar, Gotlar, Vizigotlar gibi kuzeyli barbar pagan kavimler de kan dökmeyi bir zevk olarak görüyordu.





MÖ 8. yüzyıl dolaylarında Lycurgus isimli biri tarafından askeri bir devlet olarak kurulduğu bilinen Sparta, tam anlamıyla bir savaş ve şiddet devletiydi. Sparta'da katı bir eğitim sistemi kurulmuştu. Buna göre devlet bireyden çok daha önemliydi. Dolayısıyla insanların yaşamı, devlete yararlı olup olmayacakları kıstasına göre belirleniyordu. Sağlıklı ve güçlü doğan Spartalı erkek çocukların yaşamları devlete adanırken, sağlıksız bebekler dağlarda ölüme bırakılıyordu. (Nazi Almanyası'nda da Spartalıların bu uygulamaları örnek alınmış ve Darwinizm'in de etkisiyle "sağlıklı ve üstün bir ırk" için sağlıksız olanların yok edilmesi gerektiği savunulmuştur) Sparta'da anne babalar oğlan çocuklarına yedi yaşına kadar bakmakla sorumluydular. Çocuklar bu yaştan 12 yaşına kadar 15 kişilik bir ekibin üyesi olurlar ve kurallara uymakta başarı gösterenler önderliğe seçilirdi. Çocuklar sadece spor yaparak vücutlarını güçlendirir ve savaşa hazırlanırlardı. Okuma yazma önemli sayılmaz, müzik ve edebiyata pek ilgi duyulmazdı. Çocukların öğrenmelerine ve söylemelerine izin verilen şarkılar, sadece savaş ve şiddet konularını içeren şarkılardı. (Mussolini ve Hitler'in 4 yaşından itibaren faşist eğitime başlattığı çocuklar da Spartalı çocuklar ile aşağı yukarı benzer eğitimlerden geçmişlerdir.) Faşizmin sanata, edebiyata ve eğitime önem vermeyerek, sadece savaşçı ruhlu insanlar yetiştirmesi, bir Sparta geleneğidir.

Sparta hakkında en detaylı yorumları yapan düşünürlerin başında, ünlü Yunanlı felsefeci Platon gelir. Platon, demokrasiyle yönetilen Atina'da yaşamasına rağmen, Sparta'daki faşist düzene hayran kalmış ve kitaplarında Sparta'yı örnek bir devlet modeli olarak göstermiştir. Platon'un bu faşist eğilimleri nedeniyle, 20. yüzyılın önde gelen düşünürlerinden biri olan Karl Popper, The Open Society and Its Enemies (Açık Toplum ve Onun Düşmanları) adlı ünlü kitabında, Platon'u açık toplumun ilk düşmanı ve baskıcı rejimlerin ilk ilham kaynağı olarak gösterir. Popper, Platon'un Sparta'daki bebek cinayetlerini bile soğukkanlılıkla savunduğunu anlatmakta ve onun "öjeni" kavramının ilk teorik savunucusu olduğunu şöyle açıklamaktadır:




sparta, faşizm



Sparta: İlk Faşist Devlet




Yunan şehir devleti Sparta, tam bir savaş ve şiddet makinasıydı. Yurttaşlar çocuk yaştan itibaren acımasız bir savaşçı olarak yetiştiriliyordu. Okuma yazma, müzik, sanat ve edebiyat önemli sayılmıyordu.Spartalıların bu vahşi kültürü, 19. ve 20. yüzyıldaki faşist ideologlara ilham kaynağı olacaktı.





[Platon'a göre] yönetici sınıfın kendisini üstün bir ırk olarak hissetmesi çok önemlidir. Platon "askerlerin ırkı saf tutulmalı" derken (ve böylece bebek cinayetlerini savunurken), o zamandan beri tekrar edilen ve hayvanları büyük bir dikkatle çiftleştirirken kendi ırkımızı ihmal ettiğimiz yönündeki ırkçı argümanı geliştirmektedir. (Bebek cinayetleri bir Atina uygulaması değildir, Platon bunun Sparta'da öjenik amaçlarla uygulandığını görmüş, bunun antik bir uygulama olduğunu ve dolayısıyla iyi olması gerektiğini düşünmüştür.) Bu prensiplerin, deneyimli bir hayvan yetiştiricisi tarafından  köpeklere, atlara veya kuşlara uygulanan çiftleştirme yöntemi gibi, üstün ırkın yetiştirilmesi için de uygulanmasını istemektedir. "Eğer onları bu şekilde çiftleştirmezseniz, kuşlarınızın veya köpeklerinizin ırkının çabukça dejenere olacağını düşünmüyor musunuz" diye sorar Platon, ve sonra da şu sonuca varır; "bu prensipler insan ırkı için de geçerlidir". Yani bir askerden veya muhafızdan istenen ırksal özellikler, bir çoban köpeğinden istenen özellikler gibidir. "Savaşçı-sporcularımız... bekçi köpekleri gibi uyanık olmalıdırlar" demektedir Platon ve devam etmektedir; "elbette, bekçilik yapmak için doğal uygunlukları gözönünde bulundurulduğunda, cesur bir gençle iyi besili bir köpek arasında fark yoktur."3

Platon'un insanları bir hayvan türü olarak kabul eden ve "çiftleştirme" yöntemiyle insanların "evrimleşeceğini" ileri süren bu görüşleri, 19. yüzyılda Darwinizm'le birlikte yeniden dünyanın gündemine gelecek, 20. yüzyılda da Naziler tarafından uygulanacaktır. Bunu ilerleyen sayfalarda inceleyeceğiz.

Platon Sparta'daki modeli savunurken, faşizmin bir diğer yönünü, yani toplumun devlet tarafından büyük bir baskıyla yönetilmesini de savunmuştur. Platon'a göre bu baskı günlük hayata o kadar hakim olmalıdır ki, insanlar devletin emirleri dışında hiçbir şey düşünemez hale gelmeli, kendi akıl ve iradelerini tamamen bir kenara bırakarak, adeta beyinleri yıkanmış bir şekilde hareket etmelidirler. Karl Popper'in kitabının hemen başında faşist zihniyetin tam bir ifadesi olarak aktardığı Platon'a ait aşağıdaki sözler, faşist düzenin yapısını tarif eder:




Platon, pagan



Spartalı asker


Platon: "Açık toplumun" düşmanı





En temel prensip şudur ki, erkek veya dişi olsun hiçbir kimse lidersiz olmamalıdır. Ve de hiç kimsenin zihni, bir şeyi kendi inisiyatifi ile yapmasına izin verecek şekilde düşünmeye alıştırılmamalıdır... En küçük konuda bile liderliğin yönetimi altında olmalıdır. Örneğin sabah kalkması, hareket etmesi, yıkanması veya yemek yemesi, sadece eğer bunları yapması emredilmiş ise gerçekleşmelidir. Tek kelimeyle, ruhunu öyle bir şekilde eğitmelidir ki, asla bağımsız olarak davranmayı hayal etmemeli ve bunu yapma yeteneğinden de tamamen yoksun hale gelmelidir.4

Bu düşünce ve uygulamalarıyla, Spartalılar ve Platon, faşizmin temel özelliklerini de ortaya koymuşlardır: İnsanları hayvan türü olarak gören bir anlayış, fanatik bir ırkçılık, savaşın ve çatışmanın yüceltilmesi, toplumun devlet baskısıyla ve "beyin yıkama" yöntemleriyle yönetilmesi...

Benzer faşizm uygulamaları, diğer bazı pagan toplumlarında da görülmüştür. Eski Mısır'ı yöneten Firavun'ların kurduğu sistem, bazı yönleriyle Sparta faşizmini andırır. Mısır Firavunları da güçlü bir askeri disipline sahip devlet sistemleri kurmuşlar ve bunu kendi halklarına baskı uygulamak için kullanmışlardır. Hz. Musa döneminde Mısır'ı zalimce yöneten Firavun -tarihi kaynaklarda II. Ramses olarak geçer- Sparta'daki bebek katliamlarını hatırlatan bir zalimlikle ülkesindeki tüm Yahudi erkek çocukların katledilmesini emretmiştir. Bu Firavun'un kendi halkına karşı uyguladığı fikri baskı da Platon'un tarif ettiği faşist baskı sistemini hatırlatmaktadır. Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibi, Firavun tüm halkına "Ben, size yalnızca gördüğümü (kendi görüşümü) gösteriyorum ve ben sizi doğru yoldan da başkasına yöneltmiyorum" (Mümin Suresi, 29) diyerek totaliter bir telkinde bulunmuştur. Kendisinin pagan inancını reddederek Hz. Musa'nın getirdiği hak dine inanan kişileri ise "... Ben size izin vermeden önce O'na iman ettiniz, öyle mi? (Araf Suresi, 123) ve "Muhakkak ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam edeceğim."(Araf Suresi, 124) diye tehdit etmiştir.




sparta askerleri, heykel



Sparta askerleri küçük yaşlardan itibaren sadece savaş konusunda eğitiliyorlardı. Kan dökmek, hayattaki tek amaçlarıydı.


Savaşa giden Spartalı askerin bronz heykeli





Faşizmin Din Karşısındaki Geri Çekilişi



Avrupa'ya hakim olan faşist-pagan kültür, 2. ve 3. yüzyıllarda Hıristiyanlığın önce Roma'ya sonra da tüm Avrupa'ya yayılmasıyla birlikte kademeli olarak ortadan kalktı. Hıristiyanlık, her ne kadar önemli tahrifatlara uğramış da olsa, Hz. İsa'nın insanlara tebliğ ettiği hak dinin temel ahlaki özelliklerini Avrupa toplumlarına taşıdı. Daha önceden şiddeti, çatışmayı, kan dökmeyi kutsal ve meşru sayan, sürekli birbiri ile çatışan farklı kabilelerden, ırklardan, şehir devletlerinden oluşan Avrupa, önemli bir değişim geçirdi:

1) Irkçılık ve kabile savaşları ortadan kalktı: Pagan dünyada, her farklı kabile, her farklı ırk bir diğerini düşman olarak görüyor ve bu farklı gruplar arasında daimi bir çatışma yaşanıyordu. Her pagan toplumunun kendi kendine uydurduğu ayrı putlar, ayrı totemler vardı ve bunlar adına savaşıyorlardı. Hıristiyanlıkla birlikte, tek bir inanç, tek bir kültür ve hatta tek bir dil Avrupa'nın geneline hakim oldu ve pagan dünyanın çatışmaları ortadan kalktı.

2) Şiddet yerine barış ve merhamet kavramları kutsal hale geldi: Pagan toplumlarda kan dökmek, insanlara acı çektirmek, işkence yapmak, bir kahramanlık olarak görülüyor, hayali "savaş tanrı"larını tatmin edecek meşru bir eylem sayılıyordu. Hıristiyanlıkla birlikte, insanların birbirlerine, (düşmanlarına dahi) sevgi ve merhametle yaklaşmaları gerektiği, kan dökmenin Allah Katında büyük bir suç olduğu gerçeği Avrupa toplumları tarafından öğrenildi. 

3) İnsanı bir hayvan türü olarak gören anlayış ortadan kalktı: Spartalıların savaşçılarını "bekçi köpekleri"yle bir tutması, putperest toplumlarda yaygın olan sapkın "animist" inançların bir uzantısıydı. Animizm, doğaya ve doğadaki hayvanlara bir ruh atfedilmesi anlamına geliyordu. Dolayısıyla animizme göre bir insanla bir hayvan veya bir bitki arasında önemli bir fark yoktu. Din ahlakının hakimiyetiyle birlikte, bu batıl inanış ortadan kalktı ve insanın Yüce Allah'ın verdiği  bir ruha sahip olduğu, hayvanlardan tamamen farklı bir varlık olduğu ve dolayısıyla hayvanlarla aynı kanunlara tabi olamayacağı gerçeği Avrupa toplulukları tarafından anlaşıldı.

Bu üç maddede belirtilen pagan özellikler, yani ırkçılık ve kan dökücülük ve insanın bir hayvan türü sayılması, faşizmin temel özellikleridir. Bu eğilimler, Avrupa'da Hıristiyanlık tarafından yenilgiye uğratılmıştır. Ortadoğu'da ise aynı zafer, İslam ahlakı tarafından Arap paganizmine (putperestliğine) karşı kazanılmıştır. Araplar (ve diğer Ortadoğu ve Orta Asya toplumları da) İslam öncesinde savaşçı, kan dökücü, ırkçı bir kültüre sahiptiler. Hatta Sparta'da uygulanan "istenmeyen bebeklerin ölüme terk edilmesi" vahşeti, putperest Araplarda da kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi şeklinde uygulanmıştır. Kuran'da bu vahşi uygulama şöyle haber verilir:


Ve 'diri diri toprağa gömülen kızcağıza' sorulduğu zaman:
"Hangi suçtan dolayı öldürüldü?"
(Tekvir Suresi, 8-9)

Oysa onlardan biri, O, Rahman (olan Allah) için verdiği örnek ile (kız çocuğunun doğumuyla) müjdelendiği zaman, yüzü simsiyah kesilmiş olarak kahrından yutkundukça yutkunur.
(Zuhruf Suresi, 17)


Araplar ve diğer Ortadoğu ve Orta Asya toplumları, ancak İslam ahlakıyla şereflendikten sonra kan dökücülükten uzak, barışçı, ılımlı, medeni bir kültüre kavuşmuşlar, eski kabile savaşlarından, göçebe (bedevi) vahşiliğinden kurtularak dini bir birlik içinde huzur ve istikrar bulabilmişlerdir.

Faşizmin Doğuşu ve Neo-Paganizm






aristo, heykel



Aristo





Avrupa'daki pagan kültürü Hıristiyanlık tarafından bastırılmasına rağmen ölmemiştir. Çeşitli öğretilerle, bazı tarikatlarla, masonluk gibi gizli örgütlerle yaşamaya devam etmiş ve Avrupa tarihinin 16. ve 17. yüzyıllarında yeniden belirgin bir biçimde ortaya çıkmıştır. Çeşitli Avrupalı düşünürler, Platon veya Aristo gibi eski Yunan düşünürlerinin kitaplarından etkilenerek pagan dünyasının kavramlarını yeniden Avrupa'ya taşımaya başlamışlardır.

Neo-paganizm, yani yeni-paganlık denebilecek olan bu akım, çok uzun bir süreç sonucunda giderek güçlenmiş ve 19. yüzyılda da Hıristiyanlığa karşı üstün gelerek Avrupa'yı fikren etkisi altına almıştır. Bu uzun sürecin detaylarına burada girmesek de, bazı ana hatları belirtmek yararlı olabilir.

Neo-paganizmin ilk öncüleri, "Hümanistler" olarak bilinen düşünürlerdir. Bu kişiler, eski Yunan kaynaklarından etkilenerek Platon, Aristo gibi düşünürlerin pagan felsefelerini benimsemiş ve yaymaya çalışmışlardır. "Hümanizm" kavramıyla ifade ettikleri inanış ise, Allah'ın varlığını ve insanın Allah'a karşı sorumluluğunu göz ardı eden, insanı tek başına üstün ve yüce bir varlık olarak tarif eden sapkın bir felsefedir. Hümanizm'in etkileri 17. ve 18. yüzyılda ortaya çıkan Aydınlanma felsefesiyle daha ileri boyutlara varmıştır. Aydınlanma felsefecileri, eski Yunan'da gelişmiş bir felsefe olan materyalizmi benimsemişler ve hararetle savunmuşlardır. (Materyalizm, Leucippus ve Democritus gibi Yunan düşünürleri tarafından ortaya atılan, her şeyi maddeden ibaret sayan dogmatik bir felsefedir.)

Paganizmin yeniden doğuşu, Aydınlanma felsefesinin siyasi sonucu olarak kabul edilen Fransız Devrimi'nde çok belirgin bir şekilde ifade edilmişti. Fransız Devrimi'nin kanlı "terör" dönemine liderlik eden Jakobenler, Hıristiyanlık yerine paganizmi benimsiyor ve Hıristiyanlığa karşı da büyük bir nefret körüklüyorlardı. Devrimin en ateşli günlerinde Jakobenlerin yoğun propagandası sonucunda yaygın bir "Hıristiyanlıktan çıkma" hareketi gelişti. Hatta bunun yanısıra Hıristiyanlık yerine pagan sembollere dayalı yeni bir "akıl dini" ortaya atıldı.




fransız devrimi, faşizm



Fransız Devrimi sonrasında Jean Jacques Rousseau onuruna yapılmış bu çizimde de, kırmızı başlık ve bağlanmış sopalar gibi pagan kültürüne ait semboller yer almaktadır.


KIRMIZI BAŞLIK: Fransız Devrimi'nden sonra kurulan cumhuriyetin, birlik ve bölünmezliğini simgelemektedir. Hem bu resimde hem de döneme ait diğer pek çok illüstrasyonda devrimin sembolü olarak kullanılan kırmızı başlık, pagan dünyasındaki Mitra efsanesinden miras kalan putperest bir semboldür.





İlk belirtileri 14 Temmuz 1790'daki Federasyon Bayramı'nda görülen "devrimci ibadet" gittikçe yayılmaya başladı. Jakobenlerin eli kanlı lideri Robespierre, "devrimci ibadet"e yeni kurallar da getirmiş, bu ibadetin ilkelerini bir rapor halinde belirleyerek adına da "Yüce Varlık İbadeti" demişti. Bu gelişmenin çarpıcı bir sonucu, ünlü Notre Dame Kilisesi'nin "aklın tapınağı"na dönüştürülmesiydi. Kilise'nin duvarlarındaki Hıristiyan figürleri sökülmüş ve orta yere "akıl tanrıçası" olarak tanımlanan bir kadın heykeli, yani pagan bir put yerleştirilmişti.

Bu pagan eğilim, devrimciler tarafından çeşitli sembollerle de ifade ediliyordu. Fransız devriminde devrimci muhafızlar tarafından giyilen ve pek çok illüstrasyonda devrimin sembolü olarak kullanılan kırmızı başlık, pagan dünyasındaki Mitra efsanesinden miras kalan putperest bir semboldü.5




Robespierre'in Cordeliers Kulübü kartı



Fransız Devrimi'nin eli kanlı liderlerinden Robespierre'in Cordeliers Kulübü kartı. Kartta, balta etrafına bağlanmış sopalar ve kırmızı başlık gibi pagan semboller dikkat çekici.


Robespierre





Pagan kültürünün bu şekilde yeniden doğması ve Avrupa'ya fikren hakim olmaya başlaması, pagan dünyasına ait bir sistem olan faşizmin de yeniden doğuşunun yolunu açıyordu. Nitekim Sparta'da uygulanan faşist sistemin bir benzeri, yani Nazi Almanyası, bu pagan kültüre dayanacaktı. Ancak 18. yüzyıl sonundaki Fransız Devrimi'nden 20. yüzyıl başındaki Nazi Almanyası'na gitmek için, bazı önemli kültürel değişiklikler gerekiyordu. Bu değişiklikler 19. yüzyıldaki bazı düşünürler tarafından gerçekleştirildi. Bunların en önemlisi, Charles Darwin'di.


İşte-böyle; şüphesiz Allah, O, Hak olandır ve şüphesiz O'nun dışında taptıkları ise, batıldır. Şüphesiz Allah, yücedir, büyüktür.
(Lokman Suresi, 30)


Darwinizm ve Pagan "Evrim" Hurafesinin Canlanması






Thales, heykeli



Thales, "evrim" efsanesinin ilk savunucularından biriydi.





Pagan dünyasına ait olan, ancak 18. ve 19. yüzyılda yeniden Avrupa'ya taşınan batıl inançların biri, tüm canlıların tesadüfler sonucunda ve birbirinden türeyerek oluştuklarını öne süren "evrim teorisi"ydi.

"Canlılar ve insan nasıl var oldu?"

Allah'ın varlığının farkında olmayan, bunun yerine kendi uydurdukları pek çok sahte ilaha tapınan paganlar, bu soruya "evrim" diye cevap vermişlerdi. İlk kez eski Sümer yazıtlarında rastlanan evrim kavramı, asıl olarak eski Yunan'da şekillendi. Thales, Anaksimenderes ve Empedokles gibi pagan felsefeciler, canlı varlıkların yani insan, hayvan ve bitkilerin hava, ateş ya da su gibi cansız maddelerden kendiliğinden oluştuklarını iddia ettiler. Bu teorilerine göre ilk canlılar suda ve birdenbire, kendiliğinden ortaya çıkmış, bazı hayvanlar zaman içinde suyu terk etmiş ve karaya uyum sağlamışlardı. Thales uzun süre Mısır'da bulunmuştu. Mısır'da ise "canlıların kendiliğinden çamurdan oluştuğu" hurafesi yaygındı. Mısırlılar Nil nehri çekildiğinde ortalığa yayılan kurbağaların bu şekilde oluştuğunu sanıyorlardı. 

Thales de bu hurafeyi kabul etmiş ve üzerine birtakım mantık yürütmeler yaparak tüm canlıların kendiliğinden oluşabildiğini ileri sürmüştü. Thales bu iddiaları ileri sürerken, deneye veya gözleme değil, sadece mantık yürütmeye dayanıyordu. Eski Yunan'daki diğer evrimci filozoflar da aynı yöntemi izlediler.




Charles Darwin, evrim



Charles Darwin, savaşı, çatışmayı ve "ırklar arası yaşam mücadelesi"ni savunan bilim dışı teorisiyle, faşizmin kültürel zeminini oluşturdu.





Thales'in bir öğrencisi olan Anaksimenderes, evrim teorisini geliştirdi. Onun batı düşünce hayatına soktuğu iki büyük maddeci anlayış vardır. Bunlardan birincisi evrenin sonsuzdan gelip, sonsuza gittiği, ikincisi ise Thales döneminde yavaş yavaş şekillenmeye başlayan canlıların birbirlerinden evrimleştikleri fikridir. Hatta "Doğa" ismini taşıyan klasik şiiri, evrim teorisinin anlatıldığı ilk yazılı eserdir. Anaksimenderes bu şiirinde hayvanların, güneş ışığıyla buharlaşan bir balçıktan meydana geldiğini iddia etmişti. İlk hayvanların dikenli ve pullu kabuklara sahip olduğunu ve denizlerde yaşadığını ileri sürmüştü. Bu balığa benzeyen yaratıklar daha sonra değişim geçirmiş, karaya geçmiş, pullu kabuklarını dökmüş ve insana dönüşmüştü.6

Anaksimenderes'in evrim teorisine nasıl bir temel oluşturduğu ise felsefe kitaplarında şu şekilde tarif edilir:

… Başlangıçta tüm yaratıklar, suda yaşayan varlıklardı. Sonradan suların çekilmesi, kara parçalarının oluşması ile bu sularda yaşayan yaratıklar karada yaşayan canlılar biçiminde değişim geçirdi. Bu teori, evrim teorisinin ilki ya da başlangıcı sayılabilir.7

Kısacası Darwinizm'in iki temel unsurundan biri, yani canlıların tesadüflerle birbirlerinden türedikleri varsayımı, doğrudan pagan felsefesinin ürettiği bir iddiaydı. Darwin'in teorisinin ikinci önemli unsuru olan "yaşam mücadelesi" kavramı da yine pagan bir inanıştır. Doğadaki canlılar arasında bir yaşam savaşı olduğu tezini ilk öne sürenler Yunan felsefecilerdir.




Zoonomia, Erasmus Darwin



Erasmus Darwin'in Zoonomia isimli kitabı





Pagan düşünürler tarafından, deneye ve gözleme değil, soyut akıl yürütmeye dayanılarak ortaya atılan evrim fikri, 18. yüzyıl Avrupası'nda yeniden yankı bulmuştur. Pagan düşüncesindeki evrim fikri, "Büyük Varoluş Zinciri" olarak tanımlanmış ve evrim teorisinin ilk öncüleri olan Benoit de Maillet, Pierre de Maupertuis, Comte de Buffon ve Jean Baptiste Lamarck gibi Fransız bilim adamları bu kavramdan etkilenmişlerdir. Buffon, Histoire Naturelle adlı kitabının hemen başında, kendisini "Büyük Varoluş Zinciri doktrininin yorumlayıcısı" olarak tanımlamaktadır.8  Buffon'dan Lamarck'a geçen evrimci anlayış, ondan da Charles Darwin'e miras kalmıştır.

Charles Darwin'in dedesi olan Erasmus Darwin de pagan inançlara sahip bir evrimciydi. Erasmus Darwin, İskoçya Edinburgh'daki ünlü Canongate Kilwining mason locasının üstadlarından biriydi. Dahası, Fransa'daki Jakobenlerle ve din düşmanlığını bir numaralı görev haline getiren masonik İlüminati örgütüyle de yakın bağlantısı vardı. Kurduğu sekiz dönümlük botanik bahçede yaptığı araştırmalarla Darwinizm'e temel teşkil edecek mantıkları geliştirmiş ve bunları The Temple of Nature (Doğa Tapınağı) ve Zoonomia adlı kitaplarında toplamıştı. Erasmus Darwin'in kitabına isim olarak kullandığı "Doğa Tapınağı" kavramı, gerçekte sahip olduğu pagan inancın bir ifadesiydi: Doğanın yaratıcı bir güce sahip olduğuna inanan eski sapkın pagan inançların bir tekrarıydı bu.

Darwinizm'in Faşizme Oluşturduğu Zemin



Sümer ve Yunan paganlarından miras kalan "Evrim" efsanesi, Charles Darwin'in 1859 yılında yayınlanan Türlerin Kökeni adlı kitabıyla Batı dünyasının gündemine geldi. Darwin, bununla ve daha sonra yayınlanacak olan İnsanın Türeyişi isimli kitabıyla, Hıristiyanlıkla birlikte Avrupa'dan silinmiş olan bazı pagan kavramları yeniden gündeme getiriyordu. Hem de bunları "bilim" kılıfı içinde meşrulaştırıyordu. Darwinizm'in meşrulaştırdığı -ve sonradan faşizmin doğuşuna zemin hazırlayacak olan- pagan kavramlar, şöyle sıralanabilir:

1) Darwinizm, ırkçılığa meşruiyet kazandırıyordu: Darwin, Türlerin Kökeni adlı kitabının alt başlığında şöyle yazmıştı: "Doğal Seleksiyon ve Yaşam Mücadelesinde Kayırılmış Irkların Korunması Yoluyla". Darwin, bu ifadeyle, doğadaki bazı ırkların diğerlerine göre "kayırılmış", yani üstün olduğunu iddia ediyordu. Bu iddiasının insan ırklarına bakan yönünü İnsanın Türeyişi adlı kitabında açıkladı: Avrupalı Beyaz ırkların, zenciler, Asyalılar, Türkler gibi ırklara göre üstün olduğunu ve onları köleleştirebileceklerini ileri sürdü.




paul crook, darwinism war and history



Amerikalı tarihçi Paul Crook'un, Darwinizm, Savaş ve Tarih: "Türlerin Kökeni"nden I. Dünya Savaşı'na Kadar Savaşın Biyolojisi Üzerindeki Tartışma isimli kitabı





2) Darwinizm, kan dökücülüğe meşruiyet kazandırıyordu: Darwin, yine kitabının altbaşlığından da anlaşıldığı gibi, doğada ölesiye bir "yaşam mücadelesi" olduğunu ileri sürmüştü. Bu yaşam mücadelesinin hem ırklar hem de bireyler arasında yaşandığını, bunun ölesiye bir mücadele olduğunu, her ırkın veya bireyin kendi çıkarları için diğerlerini saf dışı etmesinin çok doğal olduğunu iddia etmişti. Kısacası Darwin, Hıristiyanlıkla birlikte Avrupa'ya hakim olan yardımlaşma, fedakarlık ve kanaatkarlık kavramları yerine, tek kuralın şiddet ve çatışma olduğu bir "arena" tarif etmiş ve bunu savunmuştu. Pagan dünyaya (Roma İmparatorluğu'na) ait bir vahşet sergisi olan "arena", Darwinizm'le birlikte yeniden dirilmiş oluyordu.  

3) Darwinizm, insanların biyolojik ıslahı (öjeni) kavramını yeniden gündeme getiriyordu: Sparta'da uygulanan ve Platon'un "savaşçı-sporcularımız... bekçi köpekleri gibi uyanık olmalıdırlar" diyerek savunduğu ırk ıslahı (öjeni) kavramı, Darwinizm'le birlikte yeniden Batı dünyasının gündemine geliyordu. Darwin, Türlerin Kökeni'nde bölümler boyunca "hayvan ırklarının ıslahı"ndan söz etmiş, İnsanın Türeyişi adlı kitabında ise insanların da bir hayvan türü olduğunu savunmuştu. Nitekim kısa süre sonra Darwin'in kuzeni Francis Galton, amcasının bu iddialarını bir adım ileri götürecek ve çağdaş öjeni teorisini ortaya atacaktı. (Öjeniyi resmi politika olarak uygulayan ilk devlet ise Nazi Almanyası olacaktı.)

Görüldüğü gibi, Darwin'in teorisi, ilk başta sadece biyoloji bilimini ilgilendiren bir kuram gibi gözükse de, doğrudan yepyeni bir sosyal ve siyasi anlayışın temelini oluşturuyordu. Nitekim bu gerçek kısa zamanda belirginleşti ve Darwinizm'in kurduğu bu yeni anlayışa "Sosyal Darwinizm" adı verildi. Ve Sosyal Darwinizm, bugün pek çok tarihçinin kabul ettiği gibi, faşizmin ve Nazi ideolojisinin en önemli dayanağını oluşturdu.

Darwinizm'in savaşı ve çatışmacılığı meşru gibi gösteren etkisi, Amerikalı tarihçi Paul Crook'un Cambridge Üniversitesi basımı olan Darwinism, War and History: The Debate over the Biology of War from the `Origin of Species' to the First World War (Darwinizm, Savaş ve Tarih: "Türlerin Kökeni"nden I. Dünya Savaşı'na Kadar Savaşın Biyolojisi Üzerindeki Tartışma) adlı kitabında çok ayrıntılı olarak analiz edilmektedir. Crook'un belirttiğine göre, Darwinizm, savaşı "biyolojik bir gereklilik" olarak göstererek, gerek I. Dünya Savaşı'nın gerekse çeşitli savaşçı faşist akımların fikri temelini oluşturmuştur. Crook şöyle yazmaktadır:

... Darwinist doktrinler gücü, statüyü, elitizmi, saldırı ve zorbalığı onayladı. Kültürler, cinsiyetler, sınıflar ve ırklar arasındaki farklılıklar, insanın ayıklanma mücadelesinde sabit biyolojik ayrımlara indirgendi. Darwin'in savaş modeli, savaşları ve emperyalist mücadeleyi "biyolojik bir gereklilik" olarak göstererek askeri ve ırkçı uygulamaları haklı çıkardı.9

... (Darwinizm sonucunda) Savaş mantıklı hale getirildi... Frederick Wertham'ın ileri sürdüğü gibi eğer vahşet bütün insanların tabiatında varsa ve eğer hepimiz suçluysak, o zaman hiç kimse suçlu değildi... I. Dünya Savaşı, neo-Darwinist genetikte ve içgüdü teorisinde yeni bir terimle şifrelenen hayvansallık efsanesinin son haklılığı olarak tasvir edilebilir.10

Darwin Thomas Hobbes'in deyimi olan "savaşın tabiatı" kelimesini büyük kitabı "Doğal Seleksiyon"da bölüm başlığı olarak kullanmayı düşünmüştü..."Darwin, doğadaki organizmaların yaşamını temsil eden son derece dramatik bir lisan kullanarak, savaşlarla, başarılarla, kıtlıklarla, yokluklarla ve yıkımlarla dolu bir yaşam mücadelesi olduğu imajını yarattı –Türlerin Kökeni'ni tamamen dolduran bir  imaj.11

Crook'un da ifade ettiği gibi Darwin, "Türlerin Kökeni"ni çatışma ve savaş olarak göstermiş ve insanların da hayvanlardan türemiş bir "tür" olduğunu ileri sürmüştü. Bu aldatmaca, savaş çığırtkanlığının, kan dökme ideolojisinin, kısacası faşizmin çığ gibi büyümesine neden olacaktı.


Ey iman edenler, hepiniz topluca "barış ve güvenliğe (Silm'e, İslam'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.
(Bakara Suresi, 208)


Friedrich Nietzsche: Vahşeti Öven Hastalıklı Beyin






richard wagner, pagan



Pagan kültürüne hayranlığı ve İlahi dinlere olan düşmanlığı ile tanınan Alman ırkçısı Wagner'in kitabı.





Darwinizm'in getirdiği neo-pagan anlayışı benimseyen, yorumlayan ve bu yolla faşizmin temellerini kuran çok önemli bir 19. yüzyıl düşünürü daha vardır: Alman filozof Friedrich Nietzsche.

Nietzsche 1844'de Leipzig yakınlarındaki bir Alman köyünde doğmuş ve genç yaşta Yunanca öğrenerek Yunan kültürüne merak sarmıştı. 1868 yılında İsviçre'nin Basel kentinde felsefe öğretmenliğine başladı. Nietzsche, Hıristiyanlıktan ve İslam, Yahudilik gibi diğer İlahi dinlerden nefret ediyor ve Eski Yunan'ın pagan kültürüne hayranlık duyuyordu. Basel'de dönemin ünlü bestecisi Wagner ile yakın dost haline geldi. "Tanrıların Alacakaranlığı" (Die Gotterdammerung) adlı bestesiyle ünlenmiş olan Wagner de yine pagan kültürüne hayran, İlahi dinlere düşman olan bir Alman ırkçısıydı. (Hitler dönemi boyunca Wagner, Almanya'nın en büyük kültürel dehası kabul edilecekti.)

Nietzsche'nin kitaplarının yayıncısı Peter Gast, onu "dünyadaki en fanatik ateistlerden ve Hıristiyanlık düşmanlarından biri" olarak tanımlamıştı.12  Nietzsche'nin en ünlü kitaplarından birisinin isminin Deccal (Anti-Christ) olması, onun dine olan nefretinin bir diğer ifadesiydi. Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt adlı kitabıyla da, İlahi dinlerin dışında kalan bir ahlak anlayışı kurmaya çalışmıştı. Nietzsche'nin hayat hikayesini kaleme alan tarihçi H. F. Peters'ın ifadesiyle, Nietzsche'nin felsefesi Roma ve Yunan paganizmine dayanmaktaydı ve "dünyayı değiştirecek yeni bir Sezar bulma" arayışının sonucuydu.




hitler, nietzsche



Tarihçi W. Cleon Skousen'e göre, "Hitler'in Kavgam (Mein Kampf) adlı kitabını yazması, sanki Nietzsche'nin mezarından konuşması gibi olmuştur."





Nietzsche özellikle Hıristiyanlık, İslam ve Yahudilik'te ortak olan ahlak anlayışına büyük bir nefret duyuyordu. Nietzsche'ye göre bu ahlakın temeli olan şefkat, merhamet, tevazu, sevgi gibi kavramlar terk edilmeli ve bunun yerine savaşçılığı, acımasızlığı kabul eden sözde "üstün insan ahlakı" gelişmeliydi. Thus Spake Zarathustra adlı kitabında Nietzsche, "Tüm yazılı eserler arasında, ben yalnızca insanın kanıyla yazdıklarını severim. Kanla yazın ve kanın ruh olduğunu anlarsınız." demiştir. (Nietzsche Friedrich, Thus Spake Zarathustra, Birinci Bölüm, “Okuma ve Yazma” üzerine)

Nietzsche aynı zamanda ırkçıydı. İnsanların bir kısmının "üstün insan" (Übermensch) olduğunu, diğerlerinin bunlara hizmet ve itaatle sorumlu olduğunu savunuyordu. Dahası bu sözde "üstün insanların" kuracağı aristokratik bir dünya düzenini savunuyordu. Nietzsche'nin bu teorisi, Hitler'in orduları tarafından 1939 yılında -II. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla- uygulamaya konacaktı.
Nietzsche'nin bu iki özelliği, yani ırkçılığı ve şiddete olan eğilimi, dikkat edilirse Darwinizm'le büyük bir uyum göstermektedir. Nitekim Nietzsche felsefesini geliştirirken Darwin'den büyük ölçüde etkilenmiştir. Öncelikle Darwin'in insan ırkları arasında yaptığı ayrım, Nietzsche'nin "üstün insan-aşağı insan" tanımına uymuştur. Dahası Nietzsche, dine karşı duyduğu nefreti de, Darwinizm'in ateizmiyle birleştirmiştir.




nietzsche, the anti-christ



Fanatik Din Düşmanı Nietzsche




Nietzsche, Darwinizm'in getirdiği neo-pagan anlayışı benimsemiş ve faşizmin fikri temellerini atmıştır. Koyu bir din düşmanı olan Nietzsche'nin, Deccal ve Böyle Buyurdu Zerdüşt adlı kitaplarında, İlahi dinlere düşmanlık ve paganizme özlem gibi sapkınlıklar son derece belirgindir.





Darwinist yazar Daniel C. Dennett, Darwin's Dangerous Idea adlı kitabında Darwin'in Nietzsche üzerindeki etkisini şöyle ifade eder: "Friedrich Nietzsche Darwin'de çok kozmik bir mesaj bulmuştur... Eğer Nietzsche  egzistansiyalizmin babası ise, o zaman belki Darwin de bu felsefenin büyük babası sıfatını hak etmektedir."13 Dennet, kitabında Darwin'in ve Nietzsche'nin fikirlerinin çok paralel olduğunu detaylı olarak anlatmakta, Nietzsche'nin bazı yazılarında Darwin'i eleştirir gibi görünmesine rağmen, gerçekte Darwinist düşünceyi aynen benimsediğine dair pek çok örnek vermektedir.




nazi, doğu avrupa katliamları



Nazilerin Doğu Avrupa Katliamları




Hitler'in SS birlikleri Doğu Avrupa'da korkunç bir katliam yapmıştı. Tarihçi George Lichtheim, Doğu Avrupa katliamlarında Hitler'in ilham kaynağının Nietzsche olduğunu söyler.





Nietzsche'nin ölümünden sonra felsefesini savunan ve onu temsil eden en önemli kişi kızkardeşi Elisabeth Nietzsche olmuştur. Elisabeth Nietzsche, Hitler Almanyası'nda Nazi ideolojisinin önemli bir savunucusu olarak sivrilmiş ve kardeşinin ileri sürdüğü "üstün insan" modelinin Hitler tarafından gerçekleştirildiğini ilan etmiştir.14




Nietzsche, P.J. Mobius



Doktor P. J. Mobius, Nietzsche'nin (üstte) "hastalıklı bir beyne" sahip olduğunu belirtmiş ve insanları bu beynin fikirlerine karşı uyarmıştı.





Nietzsche'nin Nazi ideolojisi üzerindeki büyük etkisi, pek çok tarihçi tarafından vurgulanan somut bir gerçektir. Tarihçi W. Cleon Skousen, "Hitler'in Kavgam adlı kitabını yazması, sanki Nietzsche'nin mezarından konuşması gibi olmuştur" der.15 Bir diğer tarihçi George Lichtheim ise şöyle yazmaktadır: "Nietzsche olmadan, Hitler'in SS birliklerinin Doğu Avrupa'da yürüttükleri katliamları yürütecek ilhama sahip olamayacaklarını söylemek hiç de abartı değildir."16

Tarihçi H. F. Peters'ın tanımıyla, "Nietzsche faşizmin babasıdır".17 Nazi ideoloğu Alfred Rosenberg 20. Yüzyılın Efsanesi adlı kitabında Nietzsche'ye olan övgülerini dile getirmiştir. Nazilerin gençlik kolu niteliğindeki "Hitler Gençliği" (Hitlerjugend) örgütü, Nietzsche'nin Böyle Buyurdu Zerdüşt adlı kitabını adeta "kutsal kitap" olarak benimsemiştir. Adolf Hitler Nietzsche'nin anısına özel bir anıt diktirmiş, dahası bunun yanında "Alman gençliğinin Nietzsche'nin üstün ırk doktrinini öğrenebilecekleri bir eğitim merkezi ve kütüphane"nin temelini atmıştır.18 "Friedrich Nietzsche zum Gedächniserbau" (Friedrich Nietzsche Anıtsal Binası) Hitler tarafından Ağustos 1938'de açılmıştır.




hitler, nietzsche




Nietzsche'nin etkisi sadece Alman faşizmi ile sınırlı kalmamış, faşizmin anavatanı İtalya'da da büyük olmuştur. İtalya'nın faşist diktatörü Mussolini'nin fikir babası sayılan Gabriele D'Annunzio, Nietzsche felsefesinden büyük ölçüde etkilenmiştir,19 Mussolini'nin de konuşmalarında Nietzsche'ye atıflar yaptığı ve onun kitaplarından etkilendiği, tarihçiler tarafından not edilmektedir.20

Nietzsche'nin fikir babalığını yaptığı faşizmin 20. yüzyılda insanlığa getirdiği felaketler, bu Alman filozofun Darwinist düşüncelerinin ne denli yanlış olduğunu gösteren tarihi bir kanıt olmuştur. Allah'ın insanlara vahiy yoluyla öğrettiği üstün ahlaka karşı çıkan, bunun yerine putperest toplumların kan dökücü, zalim kültürüne özenerek bunu modern çağa taşımayı hedefleyen, Darwin'in insanları hayvan olarak gören, onları üstün ırk-aşağı ırk diye sınıflandıran fikirlerini insanlara telkin eden Nietzsche, dinsizliğin insanları ve toplumları sürükleyeceği karanlık dünyayı en iyi şekilde temsil etmektedir. Nietzsche'nin yaşamı da bu yönden ibret vericidir. 44 yaşında iken bir akıl hastalığına yakalanmış ve giderek artan hastalık sonucunda tamamen delirerek ölmüştür. 1902 yılında P. J. Mobius adlı bir doktor, insanlara "Nietzsche konusunda dikkatli olmaları gerektiğini, çünkü fikirlerinin hastalıklı bir beynin ürünü olduğunu" duyurmuştur.21 Ama Almanlar bu hastalıklı beynin hastalıklı felsefesine itibar etmişler ve bu da Nazi Almanyası'nı doğurmuştur.

Nietzsche'nin özel hayatı, en az felsefesi kadar karanlık ve hastalıklıdır. Nietzsche'nin sonu da tarih boyunca yaşamış tüm inkarcılar gibi çok acı olmuştur. Nietzsche bir akıl hastanesinde, frengiden ölmüştür.22 Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır: 


İnkar edenlerin örneği
bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler.
(Bakara Suresi, 171)

Küfürde 'büyük çaba harcayanlar' seni üzmesin.
Çünkü onlar, Allah'a hiçbir şeyle zarar veremezler. Allah, onları ahirette pay sahibi kılmamayı ister. Onlar için büyük bir azap vardır. Onlar, imana karşılık küfrü satın alanlardır. Onlar, Allah'a hiçbir şeyle zarar veremezler. Onlar için acıklı bir azap vardır. O küfre sapanlar, kendilerine tanıdığımız süreyi sakın kendileri için hayırlı sanmasınlar, Biz onlara, ancak günahları daha da artsın, diye süre vermekteyiz. Onlar için aşağılatıcı bir azap vardır.
(Al-i İmran Suresi, 176-178)


 




Hitler Gençliği, Hitlerjugend



Nazilerin gençlik kolu olan "Hitler Gençliği" (Hitlerjugend) örgütü, Nietzsche'nin Böyle Buyurdu Zerdüşt adlı kitabını adeta "kutsal kitap" olarak benimsemişti.





Francis Galton: Öjeni Cinayetlerinin Fikir ­Babası



20. yüzyıl faşizminin temellerini kuran bir diğer önemli 19. yüzyıl ideoloğu, "öjeni" teorisinin kurucusu olarak bilinen Francis Galton'dur.

Öjeni kavramından önceki sayfalarda söz etmiştik. İnsanları bir hayvan türü olarak gören, dolayısıyla hayvanlar için geçerli kuralları insanlara uygulayan bir zihniyetin ürünü olan öjeni, insan neslinin de inekler veya köpekler gibi "hayvan yetiştiriciliği" yöntemiyle geliştirilmesini hedefliyordu. Öjeniye göre bir toplumdaki sakatların ve hastaların çoğalması önlenmeli, (gerekirse bunlar öldürülmeli) sağlıklı bireyler ise bolca "çiftleştirilerek" sağlıklı ve güçlü nesiller oluşturulmalıydı. Bu politika, pagan dünyasının savaşçı şehir devleti olan Sparta'da uygulanmış ve Platon tarafından da savunulmuştu.




sterilization for human betterment



1930'larda "Sterilizasyon Yasaları" olarak bilinen ırkçı kanunların yürürlüğe konduğu Amerikan eyaletlerinden biri olan California'daki uygulamaları anlatan bir belge.





Öjeni, Hıristiyanlığın hakimiyetiyle birlikte tarihin tozlu raflarına kalkmıştı ki, Charles Darwin Türlerin Kökeni adlı kitabını yayımladı. Darwin kitabının ilk bölümlerini hayvan yetiştiriciliği konusuna ayırmış, verimli inek veya at cinsleri türeten yetiştiricilere dikkat çekmiş, daha sonra da İnsanın Türeyişi adlı kitabında bu yöntemlerin insanlar üzerine uygulanabilir olduğunu ileri sürmüştü. Darwin'in açtığı öjeni yolunu genişleten ve öjeniyi kapsamlı bir program olarak tarif edip dünya gündemine getiren kişi ise, Darwin'in kuzeni Francis Galton oldu.

Galton, tahmin edilebileceği gibi, Darwin'in ateşli bir hayranı ve takipçisiydi. Memories of My life (Hayatımın Anıları) başlıklı otobiyografisinde şöyle yazıyordu:

1859 yılında Türlerin Kökeni'nin Charles Darwin tarafından yayımlanması, insanoğlunun genel düşüncesinde olduğu gibi benim kişisel zihni gelişmemde de çok büyük bir dönüm noktası olmuştu. Bu (kitabın) etkisi, bir sürü dogmatik engelin tek bir darbe ile bir anda yıkılması, tüm eski otoritelere karşı bir isyan ruhunun yükselmesi... anlamına geliyordu.23

Galton'un kendince "dogmatik engeller" ve "eski otoriteler" gibi kavramlarla kötüleyerek sözünü ettiği kavramlar, dini inançlar ve dini kurumlardı. Yani Darwin, Galton'un sözde "büyük bir dönüm noktası" yaşamasına ve inancını yitirip dinsizleşmesine neden olmuştu.

Galton'un dinsizleşmesi, pagan dünyasının ırkçılığını benimsemesiyle sonuçlandı.

Galton, Darwin'in yanısıra bir diğer evrimci ideolog olan Fransız doktor ve antropolog Paul Broca'dan da etkilenmişti. Broca insan zekasının beyin (ve dolayısıyla kafatası) hacmiyle doğru orantılı olduğunu ileri sürmüş ve bunu sözde "ispatlamak" için de Paris mezarlıklarını delik deşik ederek yüzlerce kafatası ölçmüştü. Galton, Broca'nın beyin hacmi ile ilgili -ve yanlışlığı sonradan kesin olarak ispatlanacak olan- hurafeleri ile amcası Charles Darwin'in "hayvan yetiştiriciliği" mantıklarını birleştirdi. Sonuç, bazı insan ırklarının diğerlerinden daha üstün olduğu ve üstünlerle zayıfların birbirinden mutlaka ayrıştırılması gerektiği şeklindeki "öjeni" teorisiydi.




darwin, francis galton



Charles Darwin


Francis Galton


Paul Broca




Charles Darwin'in kuzeni olan Francis Galton, Darwin'in yanısıra bir diğer evrimci ideolog olan Fransız doktor ve antropolog Paul Broca'dan da etkilenmişti. Galton bazı insan ırklarının diğerlerinden daha üstün olduğu ve üstünlerle zayıfların birbirinden mutlaka ayrıştırılması gerektiğini öne süren vahşi "öjeni" teorisini ortaya attı.





Galton fikirlerini ilk olarak 1869'daki Hereditary Genius (Kalıtsal Deha) adlı kitabında açıkladı. Kitapta İngiliz tarihinde tespit ettiği bazı "deha"lardan söz ediyor ve bunların kendilerine has ırksal özellikler taşıdığını savunuyordu. (Bu "deha"ların arasında amcası Darwin'i yerleştirmeyi ihmal etmemişti.) Galton bu iddiasının ardından, İngiliz milleti içinde genetik olarak diğerlerinden üstün olan ayrı bir kanın bulunduğunu ve bu kanın korunması için önlemler alınması gerektiğini ileri sürüyordu. Bu teori sadece İngilizler için değil, tüm ırklar için de geçerliydi. Kanadalı yazar Ian Taylor, Darwinizm'in sosyal etkilerini ele aldığı In the Minds of Men adlı kitabında şöyle yazar:

Galton, bazı ırkların kalıtsal olarak üstün olduklarını ve üstünlüğün geçmişten gelen ve geleceğe uzanan sabit ve değişmez bir olgu olduğunu ileri sürüyordu... Galton'un bu argümanının sonucu ise, insanlığın yararı için, üstün gen havuzunun aşağı gen havuzuyla karışmasının her ne pahasına olursa olsun engellenmesi gerektiğiydi.24





Darwinizm'in Irkçı Sonucu: Kafatası Ölçümleri



darwinizm, kafatası ölçümleri



Francis Galton'un etkilendiği Darwinistlerden biri olan Paul Broca, insan zekasının beyin (ve dolayısıyla kafatası) hacmiyle doğru orantılı olduğunu ileri sürmüş ve bunu sözde "ispatlamak" için de Paris mezarlıklarını delik deşik ederek yüzlerce kafatası ölçmüştü. Her ne kadar Broca'nın bu iddialarının yanlışlığı sonradan kesin olarak ispatlansa da, başta Almanya olmak üzere birçok ülkede kafatası ölçümleri yapıldı. Bu ölçümlere göre sözde "üstün insanlar" belirlendi.





Galton "üstün ırkla aşağı ırkların karışmasının engellemesi" için yasal tedbirler uygulanması gerektiğini de savunuyordu. Galton'a göre evlilikler bu evrimsel amaç gözönünde bulundurularak yasayla düzenlenmeliydi. O zaman bir süre sonra "çok üstün bir insan ırkı üretilebilecekti".

Galton bu ırkçı-evrimci teorisine isim bulmak için de, teorisinin bir zamanlar somut şekilde uygulandığı pagan dünyasına yöneldi. Yunanca "iyi doğum" anlamına gelen "öjeni" kelimesini o buldu ve ilk kez kullandı. Öjeni, dönemin ilkel bilim anlayışı içinde kısa sürede yaygın bir destek kazandı. Darwinizm'i kabul edenler kaçınılmaz olarak öjeniyi de kabul ediyorlardı. Sonunda 1901 yılında Londra Üniversitesi bünyesinde Eugenic Education Society (Öjeni Eğitim Derneği) kuruldu. Hemen ardından kurulan British Eugenics Society ise, öjeni amacıyla toplumdaki tüm sakatların "sterilize edilmesi", yani kısırlaştırılması gerektiğini savundu. Charles Darwin'in oğlu Leonard Darwin, 1911-28 yılları arasında bu derneğin başkanı ve gelmiş geçmiş en aktif üyesiydi.





Öjeni Teorisine Göre Katledilen Özürlüler



öjeni teorisi, Francis Galton



1. Ernst Haeckel
2. Öjeni teorisinin kurucusu Darwin'in kuzeni Galton




Darwin'in kuzeni Francis Galton tarafından geliştirilen öjeni teorisine göre, bir toplumdaki sakatların ve hastaların çoğalması önlenmeli, sağlıklı bireyler ise bolca "çiftleştirilerek" sağlıklı nesiller oluşturulmalıydı. Darwinizm'in Almanya'daki en güçlü savunucusu Ernst Haeckel ise bu fikri daha da ileri götürdü ve özürlülerin zehirlenerek öldürülmeleri için bir komisyon kurulmasını savundu. Haeckel'in zalim fikirleri Naziler tarafından uygulandı. Bu sayfadaki görüntüler, Naziler tarafından katledilmiş özürlü insanlara aittir.





Öjeni İngiltere'den sonra ABD'de de kendisine taraftarlar buldu. 1920'li ve 30'lu yıllarda Amerika'daki evrimci çevreler öjeni konusunda büyük bir propaganda yürüttüler ve bazı eyaletler "Sterilizasyon Yasaları" olarak bilinen ırkçı kanunlar çıkardılar. Bu kanunlar, genetik yönden zayıf veya hastalıklı olduğu düşünülen kadın ve erkeklerin ameliyat yoluyla kısırlaştırılmasını öngörüyordu.

Bu kanunlar bugün ABD'de "yüz karası bir ırkçılık örneği" olarak kabul edilmektedir. Dahası, öjeni teorisinin bilimsel gerçeklere tamamen aykırı bir hurafe olduğu da kabul edilmektedir. 2000'li yıllarda çıkarılan insan genom haritası, farklı insan ırkları ve bireyleri arasındaki genetik farkın çok çok küçük olduğunu ve bu farklılıklara dayalı bir üreme politikası geliştirmeye çalışmanın çok saçma olduğunu göstermiştir. İnsan ırklarını Allah eşit olarak yaratmıştır. Allah Kuran'da insanlara şöyle bildirmektedir:


Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.
(Hucurat Suresi, 13)


Zayıf ve kalıtsal yönden hasta olan insanlara karşı uygulanacak çözüm ise, onları birer hayvan gibi "sterilize etmek" değil, şefkat ve merhamet prensipleri gereğince tedavi etmek, korumak ve kollamak olmalıdır.

Ancak Allah'ın bize öğrettiği din ahlakının bir gereği olan bu yaklaşım yerine, Batı dünyasında 20. yüzyılın başlarında pagan kültürün ve evrim teorisinin bir sonucu olan öjeni yaklaşımı kabul görmüştür. Bu pagan ve evrimci teorinin ne denli büyük bir vahşete yol açtığı ise, asıl olarak Nazi Almanyasını incelediğimizde ortaya çıkmaktadır.

Nazilerin Irk Teorisyeni: Ernst Haeckel






haeckel, darwinizm



Ernst Haeckel





Darwin'den Nazilere uzanan yolda incelememiz gereken son isim, 20. yüzyılın başında Almanya'nın en ünlü Darwinist'i ve en fanatik öjeni taraftarı olan zoolog Ernst Haeckel'dir.

Haeckel, bilim dünyasında "bireyoluş soyoluşun tekrarıdır" diye bilinen teori ile tanınır. Bu evrimci teoriye göre, her canlı anne karnındaki gelişimi sırasında, atalarının yaşadığı sözde "evrim süreci"ni yeniden yaşamaktadır. Haeckel, Darwin'den etkilenerek ortaya attığı bu teoriyi destekleyebilmek için bazı embriyo çizimleri yapmıştır. Ancak sonradan Haeckel'in bu çizimlerde kasıtlı çarpıtmalar yaptığı ve teorisinin gerçekte bir bilim sahtekarlığından başka bir şey olmadığı anlaşılmıştır. Haeckel, bilimi Darwinizm'e uydurabilmek için sahte deliller yapan bir şarlatandır.

Haeckel'in sahte biliminin bir diğer örneği ise öjeni teorisidir. Charles Darwin, Francis Galton ve Leonard Darwin gibi isimlerden devraldığı öjeni teorisini daha da ileri götürmüş ve eski Yunan'daki Sparta modeline geri dönmeyi önermiştir: Yani çocuk katliamlarına! Haeckel, Wonders of Life adlı kitabında, "sakat doğan bebeklerin hiç vakit yitirilmeden öldürülmesini" savunmuş ve bu bebeklerin henüz bir bilince sahip olmadıklarını ileri sürerek "bunun bir cinayet sayılmayacağını" iddia etmiştir.25 Haeckel sadece sakat doğan bebeklerin değil, toplumun sözde evrimine engel olan tüm hasta ve sakat insanların "evrim yasaları" gereğince ayıklanmasını istemiştir. Hastaların tedavi edilmesine karşı çıkmış, bu tedavinin doğal seleksiyonu engellediğini ileri sürerek şöyle yazmıştır:

İyileşmesi mümkün olmayan yüz binlerce hasta, örneğin akıl hastaları, cüzzamlılar, kanser hastaları yapay olarak hayatta tutulmakta, ama bu kendilerine veya toplumun geneline hiçbir yarar getirmemektedir... Bu kötülükten kurtulabilmek için, yetkili bir komisyonun kararı ve gözlemiyle hastalara hızlı ve etkili bir zehir verilmelidir.26

Haeckel'in teorisini kurduğu bu vahşet, Nazi Almanyası tarafından uygulamaya konacaktı. Naziler, iktidara geldikten kısa bir süre sonra, resmi bir öjeni politikası başlattılar. Alman toplumu içindeki akıl hastaları, sakatlar, doğuştan körler ve kalıtsal hastalıklara sahip olanlar, özel "sterilizasyon merkezleri"nde toplandılar. Bu kişilere, Alman ırkının saflığını ve evrimsel ilerleyişini bozan parazitler olarak bakılıyordu. Nitekim bir süre sonra toplumdan soyutlanan bu insanlar, Hitler'den gelen gizli bir talimata göre öldürülmeye başlanacaktı.





Nazi Cinayetlerinin Temeli: İnsanın "Hayvan" Olarak Görülmesi



nazi, cinayet



Gerek Ernst Haeckel tarafından savunulan ve 1933'ten sonra Naziler tarafından uygulamaya konan öjeni cinayetlerinin, gerekse savaş yıllarındaki Nazi katliamlarının ortak bir temeli vardır: İnsanların birer hayvan olarak görülmesi. Naziler, Darwin'in evrim teorisinden aldıkları ilhamla, insanlığı, farklı ırklardan oluşan hayvan sürüleri olarak kabul etmişler ve bu sürüler arasında daimi bir çatışma olması gerektiğine inanmışlardır. Bu hurafe sonucunda "ırk saflığı" adına, masum çocukları, kadınları, hasta ve özürlüleri acımasızca katledebilmişlerdir.





Ernst Haeckel'in fikirlerinin ve genel olarak Darwinist ideolojinin, Nazizm'in temeli  olması, konuyu inceleyen pek çok tarihçi tarafından dile getirilmiş bir gerçektir. Amerikalı tarihçi Daniel Gasman, The Scientific Origins of National Socialism: Social Darwinism in Ernst Haeckel and the German Monist League (Nazizmin Bilimsel Kökenleri: Ernst Haeckel'in Sosyal Darwinizmi ve Alman Monist Birliği) adlı kitabında, bu konuda çok kapsamlı deliller sunar. Daniel Gasman'a göre, "Haeckel, Almanya'nın ırkçılık, faşizm ve emperyalizmi besleyen en önemli ideoloğu" sıfatını taşımaktadır.27 Haeckel Nazizm'e hem ideolojik hem de örgütsel bir miras bırakmıştır. Bir yandan öjeni ve ırkçılığın teorisini oluşturmuş, bir yandan da "Monist Birliği" adlı ateist bir dernek kurmuş ve bu dernek Nazilerin eğitimli kesimde yankı bulmasında büyük rol oynamıştır.

Cambridge Üniversitesi tarihçisi ve London Times gazetesi yazarı Ben Macintyre, Haeckel'in Nazilere miras bıraktığı Darwinist düşünceyi şöyle anlatır:

Alman embriyolog Haeckel ve onun Monist Birliği, dünyaya ve özellikle de Almanya'ya, ulusların tüm tarihinin doğal seleksiyonla açıklanabileceğini söylüyorlardı. Hitler ve onun çarpık teorileri, ırksal saflık ve en uygunların hayatta kalması adına ırkları topluca yok etmeye kalkarak bu sahte bilimi siyasete dönüştürdü. Hitler kitabına Mein Kampf (Benim Kavgam) adını vererek, Haeckel'in Darwin'in "yaşam kavgası" kavramına yaptığı tercümeyi yankılıyordu aslında.28

Nazizm'in ve diğer faşist ideolojilerin temelindeki bu Darwinist etkiyi, kitabın ilerleyen bölümlerinde daha ayrıntılı olarak inceleyeceğiz.

Faşizm: Putperestliğin Geri Dönüşü







Sanat Yoluyla Propaganda



Eski Yunan heykeli



Naziler, paganizmi tekrar uyandırmak için sanatı da kullandılar. Eski Yunan kavramları, heykelleri ve sembolleri bir anda Alman kültürünün parçası haline geldi. Aryan ırkını temsil eden güçlü erkek ve kadın tasvirleri, eski Yunan'ın tanrı heykellerine benzetilerek yapılıyordu.





Bu bölümün başında faşizmin pagan, yani putperest kültürlerde ortaya çıkan bir vahşet sistemi olduğunu belirtmiştik. Faşizmin bu vahşetinin temel nedeni, "güce tapınma" felsefesine dayanmasıdır. Faşizmde tek kutsal değer güçtür. Güçlü olan haklıdır. Güçlü olan üstün gelmeye, zayıfları ezmeye hak sahibidir. Faşistler, güçlü olanlara hayranlık duyar, zayıflara karşı ise nefret ve aşağılama hisleri beslerler. Savaşmak, kan dökmek, acımasız ve gaddar olmak, bu sapkın ahlakın temel prensipleridir.

Sparta'da, Roma İmparatorluğu'nun kanlı arenalarında veya Kuzeyli barbar putperest kavimlerde ortaya çıkan bu sapkın ahlakın karşısında ise, Yüce Allah'ın bize öğrettiği güzel ahlak yer alır. Din ahlakına göre, önemli olan kavram "güç" değil "hak"tır. İnsanlar güçlerine göre değil, Allah'ın bildirdiği hak olana uyup uymamalarına göre değerlendirilirler. Güçlü olan, zayıfları ezmekle, onlara tahakküm etmekle değil, onlara şefkat ve merhamet göstermekle sorumludur. İnsanın görevi acımasız ve gaddar olmak, kan dökmek değil, bilakis müşfik ve barışçı olmak, zayıfları kollamaktır.

19. yüzyılda kök salan çağdaş faşizm, Allah'ın insanlara emrettiği bu güzel ahlaka karşı çıkan ve bunun yerine paganların ırkçı, kan dökücü, zalim kültürünü yeniden uyandırmak isteyen ideologların bir ürünüdür. Fransız Devrimi ile başlayan neo-pagan akım, Friedrich Nietzsche ile şekillenmiş ve oradan da Nazi ideolojisine aktarılmıştır. Charles Darwin, Francis Galton ve Ernst Haeckel gibi evrimciler ise, Allah'ın varlığını inkar ederek, tüm hayatı bir "yaşam mücadelesi" gibi göstererek ve ırkçılığı meşrulaştırarak, yükselen bu yeni putperestliğe sözde bilimsel bir destek vermişlerdir.

Amerikalı tarihçi Gene Edward Veith, Modern Fascism: Liquidating the Judeo-Christian Worldview (Modern Faşizm: Hıristiyan-Yahudi Dünya Görüşünün Yok Edilmesi) başlıklı kitabında bu gerçeği şöyle özetler: "Faşizm, modern dünyanın paganizme duyduğu özlemdir. Faşizm, bir kültürün Allah'a olan isyanıdır."29




Nazi törenleri, pagan ayinleri



Antik Pagan Ayinlerinin Kopyası Nazi Törenleri





Nazizm, bu gerçeği çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. Naziler, gerek örgütlenme aşamalarında, gerekse 1933'te başlayan iktidarları boyunca, paganizmi savunmuşlar ve Alman toplumunu Hıristiyanlıktan kopararak, pagan inançlara geri döndürmeye çalışmışlardır.

Nazilerin en önemli ideoloğu olan Alfred Rosenberg, henüz 20'li yıllarda, Hıristiyanlığın Hitler önderliğinde kurulacak yeni Alman Krallığı (III. Reich) için gerekli olan ruhsal enerjiyi sağlayamadığını, bu nedenle Alman ırkının antik pagan dinine geri dönmesi gerektiğini açık açık savunmuştur. Rosenberg'e göre, Naziler iktidara geldiklerinde kiliselerdeki dini semboller yerine gamalı haçlar, Hitler'in Kavgam adlı kitabı ve Alman yenilmezliğini temsil eden kılıçlar yerleştirilmeliydi. Hitler Rosenberg'in bu görüşlerini benimsemiş, ancak toplumdan büyük tepki alacağını düşünerek, söz konusu yeni Alman dini teorisini tam olarak uygulamaya geçirmemiştir.30

Ancak Nazi rejimi sırasında yine de önemli neo-Paganizm uygulamaları yaşanacaktır. Hitler'in iktidarı ele geçirmesinden bir süre sonra, Hıristiyanlıktaki kutsal günler ve bayramlar yok olmuş ve yerlerine batıl pagan dininin sözde kutsal günleri konmuştur. Evlilik törenlerinde "Yer Ana" ya da "Gök Baba" gibi hayali pagan tanrılarına seslenilir olmuştur. 1935 yılında okullarda öğrencilere Hıristiyan duaları yaptırılması yasaklanmış, ardından Hıristiyanlıkla ilgili derslerin tamamı kaldırılmıştır.

Nazilerin pagan ideolojilerini (ve sapkın eşcinsel eğilimlerini) konu alan The Pink Swastika (Pembe Gamalı Haç) adlı kitapta belirtildiği gibi, "Helenistik (Yunan) paganizminin yeniden doğuşu, Nazi kimliğinin çok temel bir özelliğidir."31 Aynı kitapta, Nazi kimliğinin temelini oluşturan bu paganist hareketin içinde, sapkın eşcinsel bir eğilimin yer aldığı da vurgulanmaktadır. Kitapta, Nazilerin putperest Yunan kültürüne olan bağlılıkları hakkında ise ilginç bir örnek verilmektedir:

Almanya'daki Nietzscheci faşizmi halka yayan "entellektüeller" kimlerdi? Bunlardan biri, o dönemde Almanya'nın en popüler şairlerinden biri olan ve erkek çocuklarına karşı sapıkça cinsel eğilimleri olduğu bilinen Stefan George idi. George ve taraftarları, Griechendeutschen (Helenistik Almanlar) kavramını gündeme getirmişlerdi... George, 1928'de yayınlanan Das neue Reich (Yeni Krallık) adlı kitabında ise, Almanya'nın yeni bir Yunan devleti haline geleceğini iddia etmişti. Hitler iktidara geldikten sonra Stefan George'u Nazi Edebiyat Akademisi'nin başkanlığına atadı.32




der ideologe des nationalsozialismus, rosenberg



Nazi ideoloğu Alfred Rosenberg, Hıristiyanlığın, Hitler önderliğinde kurulacak yeni Alman Krallığı için gerekli olan "ruhsal enerjiyi" sağlayamadığını öne sürüyor, bu nedenle Alman ırkının antik pagan dinine geri dönmesi gerektiğini savunuyordu.





Nazi iktidarı sırasında, pagan kültürünün yeniden uyandırılmasına yönelik pek çok uygulama devreye sokulmuştur. Öğrencilere okullarda sözde "Hıristiyanlık öncesindeki şanlı Alman tarihi" öğretilmiş, Nazi Almanyası'nın dört bir yanında pagan kültürden miras kalan çeşitli ayinler ve törenler düzenlenmiştir. Gerçekte Nazilerin bütün toplantı ve törenleri klasik bir pagan ayini şeklindedir. Yanan meşalelerin gölgesi altında, şiddet ve nefret dolu sloganlarla yapılan, Wagner'in pagan müziğiyle desteklenen Nazi gösterileri, binlerce yıl önce pagan tapınaklarında ve sunaklarında yapılan sapık törenlerden farksız gibidir.




Nazi Töreni, Hitler




Naziler paganizmi uyandırmak için sanatı da kullanmışlardır. Nazi iktidarından sonra sanatta eski Yunan kavramları ve sembolleri ezici bir ağırlık kazanmış, Aryan ırkının güçlü erkek ve kadınlarını gösteren pek çok heykel, eski Yunan'daki sözde tanrı heykellerine benzetilerek yapılmıştır. Hitler, heykellerini diktirdiği bu sözde "üstün insanları" öjeni yöntemlerini devreye sokarak türeteceğini ve bunlarla tüm dünyaya hakim olup, eski Yunan'daki Sparta modelinde zalim ve gaddar bir "dünya krallığı" kuracağını hayal etmiştir. Nazi Almanyası için kullanılan "III. Reich" (Üçüncü Krallık) deyimi, bu rüyanın ifadesidir. (Tarihte daha önce kurulan iki büyük Alman krallığının ardından, Hitler üçüncü ve en büyük olanını kurmaya girişmiştir.) Ve bu hayaller sonucunda, dünya daha önce hiç görmediği kadar kanlı bir savaşın, tam 55 milyon insanı öldüren II. Dünya Savaşı'nın içine düşmüştür.

Nazilerin sembolü olan gamalı haç, bazen Hıristiyan haçına olan benzerliği nedeniyle Hıristiyan bir sembol zannedilir. Oysa gerçekte gamalı haç, Hıristiyanlık öncesindeki putperest Alman inançlarından kaynak bulan pagan bir semboldür.

20. yüzyıl Almanyası'nda gamalı haçı bir sembol olarak ilk kez kullanan kişi, Nazi ideolojisinin gelişimindeki önemli ideologlardan biri olan ve Aryan ırkı ile ilgili ırkçı teorilerin gerçek babası sayılan Jorg Lanz von Liebenfels'dir. Gençliğinde Hıristiyan bir rahip olan, ancak sapık eşcinsel eğilimleri nedeniyle kiliseden atılan Von Liebenfels, bunun üzerine Hıristiyanlığı terk ederek kendisini pagan inançlara adamıştır. Ordo Novi Templi adlı pagan bir örgüt kurmuş ve eski Alman inançlarında yer alan hayali Pagan dininin hayali tanrılarından "Wotan"a taptığını ilan etmiştir. (Wotan, kuzey dillerinde "Odin" olarak bilinen, sekiz ayaklı bir ata binip mızrak kullandığı düşünülen hayali "savaş tanrısı"dır). Bu sapkın inancı yeniden diriltmek isteyen Von Liebenfels, gamalı haçı, Wotan'ın sembolü olduğu için seçtiğini açıklamıştır. Bu putperest sembol daha sonra da Naziler tarafından benimsenmiştir. Naziler, gerçekleştirdikleri katliam, işgal ve cinayetleri, sözde "savaş tanrısı" Wotan adına yaptıklarını düşünen barbar putperestlerdir.




pagan, stefan george



Pagan kültürünü diriltmeye çalışan bir başka isim ise, Almanya'nın en popüler şairlerinden biri olan ve erkek çocuklarına karşı sapıkça cinsel eğilimleriyle tanınan Stefan George'du. George ve taraftarları, Almanya'nın yeni bir Yunan devleti haline geleceğini iddia ediyorlardı.





Paganizme bağlılık, Mussolini'nin sembollerinde de görülmektedir. "Faşizm" kavramı Mussolini'nin icadıdır ve Eski Roma'da kullanılan bir baltanın çevresine bağlanmış bir demet sopa anlamına gelen Latince "fascis" kelimesinden gelir. Eski Roma'da en yüksek memurların önünde "lictor"lar, ellerinde bir balta ile birlikte bağlanmış bir değnek destesi taşırlardı. Bu deste kudret ve egemenlik sembolü idi. İtalyan faşizmi de pagan Roma'nın bu güç sembolünü benimsemiştir.

Hıristiyanlığı terk ederek kendini pagan inançlara adayan Liebenfels, Swastika'yı (gamalı haç) 20. yüzyıl Almanyası'nda ilk kez kullanan kişi olmuştur. Soldaki mühür Liebenfels'in kitap kapağından alınmadır. Savaş tanrısı Wotan'ın (Odin'in) sembolü, barbar putperest Naziler tarafından benimsenmiştir.

Bir sonraki bölümde, faşizmin hangi şartlar altında iktidarı ele geçirdiğini ve geçirdikten sonra neler yaptığını inceleyeceğiz.





Faşizmin Pagan Sembolleri



pagan sembolleri, gamalı haç



Hıristiyanlığı terk ederek kendini pagan inançlara adayan Liebenfels, Swastika'yı (gamalı haç) 20. yüzyıl Almanyası'nda ilk kez kullanan kişi olmuştur.
Soldaki mühür Liebenfels'in kitap kapağından alınmadır. Savaş tanrısı Wotan'ın (Odin'in) sembolü, barbar putperest Naziler tarafından benimsenmiştir.





 


 Bu (putlar ise,) sizin ve atalarınızın (kendi istek ve öngörünüze göre) isimlendirdiğiniz (keyfi)isimlerden başkası değildir. Allah, onlarla ilgili 'hiçbir delil' indirmemiştir. Onlar, yalnızca zanna ve nefislerinin (alçak) heva (istek ve tutku) olarak arzu ettiklerine uyuyorlar. Oysa andolsun,onlara Rablerinden yol gösterici gelmiştir.
(Necm Suresi, 23)


 


Dipnotlar



3. Karl R. Popper, The Open Society and Its Enemies, Vol I The Spell of Plato, London, Routledge & Kegan Paul, 1969, s. 51

4. Karl R. Popper, The Open Society and Its Enemies, Vol I The Spell of Plato, London, Routledge & Kegan Paul, 1969, s. 7

5. Michael Howard, The Occult Conspiracy: The Secret History of Mystics, Templars, Masons and Occult Societies, 1.b., London: Rider, 1989, s. 23

6. http://buglady.clc.uc.edu/biology/bio106/earlymod.htm

7. Ernst von Aster, İlkçağ ve Ortaçağ Felsefe Tarihi, s. 24-25

8. D. R. Oldroyd, Darwinian Impacts, Atlantic Highlands, N. J Humanities Press, 1983, s. 23, 32

9. Paul Crook, Darwinism, War and History: The Debate over the Biology of War from the `Origin of Species' to the First World War, Cambridge: Cambridge University Press, 1994, s. 6

10. Paul Crook, Darwinism, War and History: The Debate over the Biology of War from the `Origin of Species' to the First World War , s. 7-8

11. Paul Crook, Darwinism, War and History: The Debate over the Biology of War from the `Origin of Species' to the First World War, 1994, s. 14-15

12. H. F. Peters, Zarathustra's Sister: The case of Elisabeth and Frederich {sic} Nietzsche, Crown Publishers, New York, 1977, s. 119

13. Daniel C. Dennet, Darwin’s Dangerous Idea, Touchstone Books, New York, 1996, s. 62

14. H. F. Peters, Zarathustra's Sister: The case of Elisabeth and Frederich {sic} Nietzsche, Crown Publishers, New York, 1977, s. 220

15. W. Cleon Skousen, The Naked Communist, Salt Lake City, Utah, Ensign Publishing Co., 1958, s. 348

16. Georg Lichtheim, Europe in the Twentieth Century, New York: Praeger Publishers, 1972, s. 152.

17. H.F. Peters, Zarathustra's Sister The Case of Elisabeth and Friedrich Nietzsche, New York: Crow Publishers, 1977, 11

18. H.F. Peters, Zarathustra's Sister: The case of Elisabeth and Frederich {sic} Nietzsche, Crown Publishers, New York, 1977, s. 222

19. The Macmillan Encyclopedia 2001, D'Annunzio, Gabriele (1863-1938), Italian poet, novelist, and dramatist

20. H.F. Peters, Zarathustra's Sister: The case of Elisabeth and Frederich {sic} Nietzsche, Crown Publishers, New York, 1977, s. 212

21. H.F. Peters, Zarathustra's Sister: The case of Elisabeth and Frederich {sic} Nietzsche, Crown Publishers, New York, 1977, s. 184

22. Scott Lively, Kevin Abrams, The Pink Swastika, Founders Publishing Corp., Oregon, 1997, s. 69

23. Francis Galton, Memories of My life, AMS Press, s. 287.

24. Ian Taylor, In The Minds of Men, TFE Publishing, 1991, s. 404

25. Ernst Haeckel, The Wonders of Life, New York, Harper, 1904, s. 21

26. Ernst Haeckel, Wonders of Life, New York, Harper, 1904, pp. 118-119; cited in Daniel Gasman, Social Darwinism in Ernst Haeckel and the German Monist League, MacDonald, London and New York, 1971, p .95.

27. Daniel Gasman, The Scientific Origins of National Socialism: Social Darwinism in Ernest Haeckel and the German Monist League, American Elsevier Press, New York, 1971. ss. xvi-xvii

28. Ben Macintyre, Forgotten Fatherland: The Search for Elisabeth Nietzsche. New York, Farrar Straus Giroux, 1992, s. 28

29. Gene Edward Veith, Modern Fascism : Liquidating the Judeo-Christian Worldview, Concordia Publishing House; 1993,

30. Michael Howard, The Occult Conspiracy: The Secret History of Mystics, Templars, Masons and Occult Societies, 1.b., London: Rider, 1989, s. 130

31. Scott Lively, Kevin Abrams, The Pink Swastika, Founders Publishing Corp., Oregon, 1997, s. 19

32. Scott Lively, Kevin Abrams, The Pink Swastika, Founders Publishing Corp., Oregon, 1997, s. 70

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü