Harun Yahya

Şirkin İki Temel Sebebi



İnsanları şirke sürükleyen iki önemli neden vardır. Bunlar cehalet ve samimiyetsizliktir. İnsanın şirkten kurtulması ve şirke sapmaması için öncelikle gerekli ve yeterli imani bilgiye sahip olması, daha sonra da samimiyetsizlikten şiddetle kaçınması gerekir.

Cehalet



Allah'ın Kuran'da haber verdiği etkenlerin en önemlilerinden birisi din ahlakı konusundaki cehalettir. Bir ayette şirk koşanların bilgisiz bir topluluk olduğu şöyle bildirilmektedir:

Eğer müşriklerden biri, senden 'aman isterse', ona aman ver; öyle ki Allah'ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu 'güvenlik içinde olacağı yere ulaştır.' Bu, onların elbette bilmeyen bir topluluk olmaları nedeniyledir. (Tevbe Suresi, 6)

Halis imanın şartı olan bilgiye insan ancak Kuran ve hadisler sayesinde ulaşabilir. Kuran'da insanlara tevhidin ne demek olduğu açıkça bildirilmiştir. Allah'tan başka ilah olmadığı, putların neler olduğu, katıksız bir imanın nasıl olması gerektiği, Allah'ın razı olduğu tavır, davranış ve zihniyetin nasıl olduğu, nelerin, nasıl bir düşünce ve davranış biçiminin şirke yol açabileceği, nefsin tuzakları, şeytanın hileleri, sakınılması gereken tutum ve davranışlar tek tek, ince ince tarif edilmiştir. Peygamber Efendimiz (sav) de hayatı boyunca tüm bu gerçekleri detaylı olarak açıklamıştır.

Bu arada sözünü ettiğimiz öğrenmenin, elbette ki sadece bir bilgi artırma olmadığını vurgulamak gerekir. Kuran'da dikkat çekilen bilgi, yani "ilim", insanın kalbini etkileyen, onun aklını ve vicdanını harekete geçiren bir bilgidir. Eğer bu tür bir kavrama olmaz da, insan Kuran'da anlatılanları sadece bilgi olarak öğrenirse, bunun yararı olmayabilir.

Kuran'da Allah'ın birliğini, O'ndan başka İlah olmadığını haber veren, ayrıca şirk konusu ve şirk koşanların durumları hakkında çok sayıda ayet bulunur. Bu konuların sık sık vurgulanması ve en ince detaylarıyla tarif edilmesi, bu konuların kavranmasının insanlar için ne kadar hayati bir öneme sahip olduğunu göstermektedir. Kuran'ı gereği gibi okuyup düşünmemiş bir insanın ise elbette bu temel gerçekleri bilmesi mümkün değildir. Bu kimse Kuran'da ifade edildiği gibi "cahil"dir.

Böyle bir kimsenin durumu, Kuran indirilmeden önce dinden imandan haberi olmadan yaşayan müşrik toplumunun durumundan farksızdır. Kuran'ın indirilmesinden önceki dönem, ayetlerde bilgisizliğin, cahilliğin hakim olduğu dönem anlamına gelen "cahiliye" olarak tanımlanır. Ancak Kuran indirildiği halde Kuran'a uymayan bir kimse, isterse aradan 1400 sene geçsin hala bir cahiliye ferdidir. Daha da ötesi, Kuran yanı başında durmasına rağmen, onun ilettiği doğru yola tabi olmadığı için cehaletinden ve şirkinden dolayı hiçbir mazereti ve özürü de olamaz. Bu kişi isterse babadan, dededen kalma kulaktan dolma bilgilerle, hurafelerle dindar olduğunu iddia etsin, Kuran ahlakını yaşamadığı sürece cahildir ve Kuran'da kastedilen imana ve anlayışa henüz kavuşamamıştır. Allah'ın indirdiğine ve elçiye uymayıp da, atalarının yoluna uyanlar aslında bilgisizlik ve sapkınlık üzerine kurulu bir anlayışa tabidirler. Bu gerçeğe Allah Kuran'da şöyle dikkat çeker:

Onlara: "Allah'ın indirdiğine ve elçiye gelin" denildiğinde, "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter" derler. Ya ataları bir şey bilmiyor ve hidayete ermiyor idilerse? (Maide Suresi, 104)

Kuran'da peygamber gönderilen, buna rağmen şirk koşan kavimlerin cahil olarak nitelendirildiklerini görürüz. Bu da bize cehaletin gerçekten de şirkin temelindeki çok önemli bir faktör olduğunu göstermektedir. Konuyla ilgili ayetlerden birkaçı şöyledir:

İsrailoğullarını denizden geçirdik. Putları önünde bel büküp eğilmekte olan bir topluluğa rastladılar. Musa'ya dediler ki: "Ey Musa, onların ilahları gibi, sen de bize bir ilah yap." O: "siz gerçekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz" dedi. (Araf Suresi, 138)

Ad'ın kardeşini hatırla; onun önünden ve ardından nice uyarıcılar gelip geçmişti; hani o, Ahkaf'taki kavmini: "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, gerçekten ben, sizin için büyük bir günün azabından korkarım" diye uyarmıştı. Dediler ki: "Sen, bizi ilahlarımızdan çevirmek için mi bize geldin? Şu halde eğer doğru söylüyorsan, tehdit ettiğin şeyi, bize getir." Dedi ki: "İlim ancak Allah Katındadır. Ben size gönderildiğim şeyi tebliğ ediyorum; ancak sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum." (Ahkaf Suresi, 21-23)

Yukarıdaki ayetlerde bahsedilen "cahillik etme" kavramında çok hikmetli bir anlam vardır. Şöyle ki, ayetlerde kullanıldığı manayla cahillik etmek yalnızca bilmemeyi değil, bildiği, gerçekleri görüp tanıdığı halde anlamazlıktan gelmeyi de içine almaktadır. Hz. Musa'yı ve ona indirilen Tevrat'ı bilen, Hz. Musa'nın tebliğine, onun Firavun'la olan mücadelesine tanık olan İsrailoğulları'ndan bazılarının durumu buna bir örnektir. İsrailoğulları içinden bir kısım insan, bunca ilme kavuştuktan sonra, hiçbir şey bilmiyorlarmış gibi Allah'tan başka ilah istemişler (Allah'ı tenzih ederiz), üstelik bu taleplerini de Hz. Musa'ya söyleyebilmişlerdir. Bu, oldukça şaşırtıcı ve ibret verici bir durumdur. Buradan da, cahillikten kurtulmanın yolunun bilgi edinmenin ötesinde, kalbe sindirilmiş, kalpte etki uyandıran, düşünce ve davranışlara yansıyan bir ilmi kavramak olduğunu anlıyoruz.

Nitekim şirke düşerek sapmış olan bazı eski kavimlerin, özellikle de İsrailoğulları'ndan bazı kimselerin -samimi olanları tenzih ederiz- hatası buradadır. Ellerinde büyük bir bilgi bulunmasına, dahası bu bilgiyi çok iyi öğrenmiş olmalarına karşın, yine de sapmışlardır. Bu nedenle Kuran'da böyle davranan kişiler "kitap yüklü eşekler" olarak tanımlanır. Allah'ın ayette bildirdiği gibi; "Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir". (Cuma Suresi, 5)

Kuran'da bazı Yahudilerden söz edilirken ayrıca, "Onlardan bir bölümü, Allah'ın sözünü işitiyor, akıl erdirdikten sonra, bile bile değiştiriyorlardı" (Bakara Suresi, 75) şeklinde de haber verilmektedir. Bu da bilgiye sahip olmanın tek başına yeterli olmadığını, bir de bu bilgiyi gerçekten Allah korkusuyla değerlendirecek samimi bir kalbin gerekli olduğunu gösterir.

Böylece, şirkten arınmış halis bir imana sahip olmanın bir diğer önemli şartı görülmektedir: "Samimiyet". Doğal olarak bunun tersi olan "samimiyetsizlik" de kişiyi şirke sürükleyen etkenlerden birisi olmuş olur.

Samimiyetsizlik



Burada samimiyetsizlikten kastettiğimiz, insanın gerçekleri gördüğü, öğrendiği halde, nefsinin dünyevi çıkarlarını gözetmek uğruna gerçeklere uymaması, hatta bunların tam tersine hareket etmesidir. Kuran'ı gereği gibi okuyan, akla ve vicdana sahip olan bir kimse Allah'ın hoşnut olacağı tavır ve ahlak biçiminin nasıl olması gerektiğini görür ve anlar. Ancak, samimiyeti derecesinde bu anladığına uyabilir ve hayatını buna göre şekillendirebilir.

Samimiyetsiz insan bazı küçük hesaplar ve menfaatler uğruna, bildiği doğruları bir kalemde terk edebilir. Hevasının, yani nefsinin istek ve arzularının, hırs ve ihtiraslarının peşinden gider. Allah'ın sınırlarını aşar, emirlerini göz ardı eder. Kısaca dünyaya meyleder, ahiretini ise çok ucuz bir karşılığa satar.

Unutmamak gerekir ki insan Allah'ın emirleri ile nefsinin emirleri arasında bir tercih yapmak söz konusu olduğunda nefsine tabi olursa nefsini Allah'a şirk koşmuş olur. Bu tutumundan vazgeçip tevbe etmedikçe de şirkten arınamaz. İsterse nefsiyle çatışmayan diğer konulara son derece titizlik göstersin yine de bu durum değişmez. Örneğin bir insan dıştan bakıldığında çok ibadet ediyor gibi görünebilir, gerçekten bazı ibadetleri yapıyor da olabilir. Ancak bu kişi bile bile Allah'ın tek bir hükmünü umursamazlıktan geliyorsa örneğin 5 vakit namazını kılmıyorsa, bu noktada vicdansızlık yapıyor ya da daha doğru bir deyimle nefsini tercih ediyordur. Üstelik nefsinin istek ve arzuları doğrultusunda, bile bile, ısrarla, tevbe etmeyip pişmanlık duymaksızın bu tavrına devam ediyorsa bunun anlamı şirk olabilir. Böyle kimseler işlerine gelmeyen konularda Yüce Rabbimiz Allah'ın emirlerini terk edip hevalarına uydukları için akılsızca hevalarını ilah edinmiş, dolayısıyla müşrik olmuşlardır. Müşriklerinse tevbe etmedikleri ve direndikleri sürece, ibadetleri de dahil olmak üzere bütün yapıp ettikleri boşa çıkacaktır. Allah Kuran'da şöyle bildirmektedir:

Andolsun, sana ve senden öncekilere vahyolundu: "Eğer şirk koşacak olursan, şüphesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın. "Hayır, artık (yalnızca) Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol." (Zümer Suresi, 65-66)

Buraya kadar anlaşılacağı gibi, kastettiğimiz anlamda samimiyetsizlik, bütünüyle din ahlakından uzak kimselere özgü bir durum değildir. Samimiyetsizliklerinden ötürü şirke saplanan kimseler kimi zaman da dindar görünümleri altında çifte standart uygulayan kişilerdir. Böyle kişiler bir yandan dünyalarını kurtarmaya, nefislerini memnun etmeye çalışırken bir yandan da din ahlakına uyuyormuş gibi görünerek vicdanlarını rahatlatmaya çalışırlar. Bunlar dini, Allah'ın istediği, Kuran'da bildirdiği ve Peygamberimiz (sav)'in öğrettiği şekilde değil de kendi istekleri doğrultusunda yaşarlar. Yani kendilerine göre batıl bir din oluşturur ve bunu yaşarlar. Ama yaptıkları şeyin anlamı açıktır; Allah'ın rızasını değil de nefislerinin rızasını tercih etmişlerdir. Samimi bir imanda ise böyle bir şey asla söz konusu olamaz. Nefsin istekleri, emirleri, telkinleri hiç önemli değildir. Önemli olan tek şey Allah'ın istekleridir; mümin Allah'ın rızasını ve hoşnutluğunu kazanmak için nefsine rahatça söz geçirir. Allah'ın emir ve yasaklarına karşı son derece titiz olur. Allah'a olan yoğun sevgisi, korkusu, bağlılığı bunu gerektirir. Bu nedenle hiçbir konuda nefsiyle dini arasında bir seçime gitmez. Eğer bir konuda Allah'ın hoşnut olacağını umduğu seçeneği anladıysa vakit geçirmeksizin onu yapar.

Müminlerin tam tersi bir anlayışa sahip olan müşrikler ise, en başta Allah'a karşı samimiyetsizdirler. Allah bunların kalplerinden geçeni, niyetlerini bilmekte ve her yaptıklarına şahit olmaktadır. Oysa müşrikler bu açık gerçeğe rağmen Allah'a karşı samimi davranmamakta, iki yüzlü tavırlarına devam etmektedirler. Samimiyetsizce öne sürdükleri hatta kendilerini bile inandırdıkları mazeretlerin kabul edileceğini sanmaktadırlar. Zaten sorulduğunda hemen hepsi kendilerini cennete layık kimseler olarak görürler.

Belli bir bilgiye sahip olduğu halde bile bile şirke yönelen kişinin algılama yeteneğinin kapandığı Kuran'da bildirilmiştir. Bu nedenle müşriklerin bu tür anlaşılmaz, samimiyetsiz, çifte standart tutumlarında herhangi bir akıl ve mantık aramak aslında anlamsızdır. Bu gerçek göz önünde bulundurulduğunda, samimiyetsizliğin ve bundan kaynaklanan şirkin temelinde bir nevi şuursuzluk ve Allah'ı gereği gibi takdir edememe durumu olduğu anlaşılmaktadır. Zümer Suresi'nde müşriklerin bu şuur noksanlığından şöyle söz edilir:

Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle O'nun avucu (kabzası)ndadır; gökler de sağ eliyle dürülüp-bükülmüştür. O, şirk koştuklarından münezzeh ve Yücedir. (Zümer Suresi, 67)

Samimiyetsiz iki yüzlü bir müşrik, yalnızca kendisi için değil çevresi için de bir tehlikedir. Çünkü kendisi çekinmeden, pervasızca şirk koşarken bir yandan da diğer insanları buna teşvik eder. Bu tehlikeden kurtulmanın tek yolu ise samimiyettir. Bir insan bütün ömrünü şirk içinde geçirmiş veya bilmeden bu tür insanların peşinden gitmiş olabilir. Ama bilmelidir ki günün birinde tevbe edip, samimi bir kalple Allah'a yönelirse elbette ki Allah'tan kurtuluş umabilir. Bunun için yapması gereken ise hayatının her anında her saniyesinde yalnızca Allah'ın rızasını esas almak, din ahlakını Allah'ın son hak kitabı olan Kuran'dan ve hadislerden öğrenmek ve öğrendiklerini tam anlamıyla uygulamaktır. Ama unutmamak gerekir ki uygularken hiçbir mazeret, şart öne sürmemeli Allah'ın hükümlerine ve rızasına kayıtsız, şartsız teslim olmalı ve hiç vakit geçirmeden uygulamalıdır. Bu takdirde elbette ki bağışlaması bol olan Allah'tan rahmet umabilir. Bu gerçeğe Allah Kuran'da şöyle dikkat çekmiştir:

(Benden onlara) De ki: "Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir." Azab size gelip çatmadan evvel, Rabbinize yönelip-dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. Rabbiniz'den, size indirilenin en güzeline uyun; siz hiç şuurunda değilken, azab apansız size gelip çatmadan evvel. (Zümer Suresi, 53-55)

 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü