Harun Yahya

Şirke Yol Açan Tehlikeli Bir Tavir: "Duygusallik"



Şirkin mantıklı ve akılcı bir dayanağı olmadığı açıktır. Bir kimse düşünüp aklıyla, vicdanıyla muhasebe yaptığında, Allah'tan başka İlah olmadığını ve olamayacağını apaçık görür ve anlar. Ancak, buna rağmen insanlardan bir kısmı hatta çoğunluğu, bu gerçeği fark etmiş olmanın gerektirdiği düşünce ve davranış biçimini sergilemez, tam aksine hareket eder. Bu, şaşırtıcı ve mantıksız olduğu halde çok sık karşılaşılan bir durumdur.

Bir gerçeği akıl ve mantık kabul ettiği halde, bu gerçeğe uymamak ve farklı yollar benimsemek birtakım duygusal etkenlerin akla ve mantığa baskın çıkmasından, bunları örtmesinden kaynaklanır. Biz bunu kısaca "duygusallık" ya da "romantizm" olarak tanımlayacağız.

İnsanın doğru düşünmesi ve doğru hareket edebilmesi ancak aklını kullanması sayesinde olur. Kuran'ın pek çok ayetinde, müminlerin akıllarını kullanarak çok önemli gerçekleri kavradıkları, müşriklerin, kafirlerin ise akıllarını kullanmadıkları ve bu yüzden içinde bulundukları duruma düştükleri anlatılır. İşte bunun önemli sebeplerinden birisi müşriklerin yalnızca duygularının etkisinde hareket etmeleridir.

Aklın kapanmasına sebep olan duygusallık insanı şeytanın bütün telkinlerine açık hale getirir, onun oyuncağı yapar. Şeytan duygusallık silahıyla müşrikleri dilediği gibi yönlendirip her türlü sapkınlığa sürükleyebilir.

İnsana yaratılıştan verilmiş olan, sevgi, korku, güven, ihtiyaç, sığınma, vs. gibi bütün duygular, Yüce Allah'ın rızasını kazanması, Allah yolunda kullanması, iyinin ve doğrunun savunucusu, takipçisi olması için verilmiştir. Ancak bu duygular Kuran'da tarif edilen şekilde yaşanmazsa, şeytani yönde bir itici güç oluştururlar.

Şirkin ortaya çıkışı da bu sevgi, korku, sığınma, yardım bekleme, güvenme gibi duyguların, veriliş amacından saptırılıp yanlış yönlendirilmesiyle olur. Bu duygular rahmani veya şeytani doğrultuda yönlendirilebilirler. Rahmani tarafa yönlendirildiklerinde insanı imana, ihlasa, Allah'a götürürken, şeytani yöne çevrildiklerinde şirke ve pisliğe sürüklerler. Çünkü kişi, Allah'a ve O'nun istediği yöne yöneltmesi ve karşılığını da Allah'tan beklemesi gereken bu tür hisleri, başkalarına yöneltince ilahlık vasfını da onlara yüklemiş olur. (Allah'ı tenzih ederiz) Dolayısıyla, Allah'ı bırakıp da Allah'ı sever gibi sevdiği kişiyi ya da Yüce Allah'tan korkar gibi korktuğu kimseyi veya Allah'ı unutup da kendisinden yardım beklediği kimseyi sapkınca ilahlaştırmış olur.

Oysa ileride de açıklayacağımız gibi, sevilmeye, övülmeye, yüceltilmeye, Kendisi'nden korkulmaya, yardım istenilmeye, güvenilmeye gerçek anlamda layık olan sadece Allah'tır. Zira, herşeyin kaynağı, herşeye varlığını veren, üstünlük ve güzelliklerin, tüm bilgi ve gücün yegane sahibi Allah'tır. Bütün bu özellikler İlahlık özellikleridir. Bu özellikleri, Allah'ı unutarak ve büyük bir akılsızlık göstererek yaratılmışlara vermek bu varlıkları ilah edinmek anlamına gelir ki bu şirk olur.

Şimdi, sevgi, korku, yardım bekleme hislerini tek tek ele alarak, akılla bu hisleri kontrol altına almamanın, aklıyla değil de duygularıyla hareket etmenin şirke nasıl yol açabileceğini inceleyelim.

Sevgi



İman eden bir kişi, bütün kalbiyle sevmesi, yakınlaşması, bağlanması gereken varlığın Allah olduğunu bilir. Çünkü Allah kendisini yoktan var etmiş, bedenini, aklını, şuurunu, imanını ve sahip olduğu bütün herşeyi ona vermiştir. Bütün ihtiyaçlarını karşılamış ve halen de karşılamaktadır. Kendisi için bu dünyada sayısız nimetler yaratmıştır. Dahası, Kendisi'ne iman ettiği ve itaat ettiği takdirde, onu, hem dünyada hem de ahirette çok büyük ve sonsuz bir nimetle, Katından bir sevgi ve hoşnutlukla müjdelemektedir. Bütün bunları da yalnızca Kendisi'nden bir rahmet ve lütuf olarak karşılıksız bir şekilde vermektedir. O halde gerçek anlamda, herkesten çok sevilmeye, bağlanılmaya layık olan yalnızca Allah'tır.

Sevginin oluşmasındaki sebeplerden biri de sevilen kimsedeki üstün ve güzel özelliklere karşı duyulan ilgi ve hayranlıktır. Bu ilgi ve hayranlık karşı taraftan da karşılık gördüğünde aradaki ilişki kuvvetli bir sevgi bağına dönüşür. Ancak burada önemli olan nokta, üstünlük ve güzelliğin gerçek sahibini bulmak ve ilgi, sevgi ve hayranlık hislerini ona yöneltmektir. O da yine, bütün güzelliklerin, üstün ve yüce sıfatların kaynağı, sahibi olan Allah'tır. O'nun yarattıklarının sahibiymiş gibi göründükleri üstün sıfatlar ise, yalnızca Allah'ın sonsuz sıfatlarının çok küçük birer yansımasıdırlar ve gerçekte Allah'a aittirler. Allah'ın kulları üzerinde tecelli etmekte, yani görünmektedirler. Bütün bunlardan dolayı sevgi ancak Allah'ın Zatına duyulur. İnsanın bir kimseyi veya bir eşyayı, Allah'tan bağımsız, müstakil bir varlık olarak görüp de Allah'ı sever gibi sevmesi ise, onun şirk koştuğunun en belirgin alametlerinden birisidir.

Burada kastedilen temelinde yanlış ve haksız bir sevginin olduğu durumlardır. Elbette ki sevgi duymak yanlış değildir, yanlış olan Allah'ı tamamen unutup, adeta bir tutkuyla, ihtirasla karşı tarafa bağlanmaktır. Ya da o insan için Allah'ın rızasını ve hoşnut olacağı şeyleri terk etmektir. Oysa imani gözle bakıldığında insanların sahip oldukları tüm güzelliklerin asıl sahibinin Allah olduğu anlaşılır. Bunu fark eden insan doğal olarak Allah'a yönelir, karşısındaki insanı severken aslında Allah'ı sevdiğinin bilincindedir. Ancak müşriklerin sevgilerinde durum farklıdır. Bir ayette müşriklerin Allah'ı bırakıp, kendilerine sevgi bağı ile putlar edindikleri şöyle ifade edilir:

(İbrahim) Dedi ki: "Siz gerçekten, Allah'ı bırakıp dünya hayatında aranızda bir sevgi-bağı olarak putları (ilahlar) edindiniz. Sonra kıyamet günü, kiminiz kiminizi inkar edip-tanımayacak ve kiminiz kiminize lanet edeceksiniz. Sizin barınma yeriniz ateştir ve hiçbir yardımcınız yoktur." (Ankebut Suresi, 25)

Yukarıdaki ayette haber verildiği gibi, ahirette bu sevgi bağı nefrete ve karşılıklı inkara dönüşecektir. Bunun sebebi, insanların sevgi bağı kurarak edindikleri bu putların ahirette kendi azaplarına sebep olmasıdır. Yalnızca Allah'ı İlah edinen bir kimsenin başka bir şeyi, başka bir kimseyi Allah kadar ya da O'ndan daha fazla sevmesi asla söz konusu olamaz. Bunun aksine bir tutum takınan müşrikler ise ayette şöyle tarif edilir:

İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 165)

Ayette, iman edenlerin en çok Allah'ı sevdikleri belirtilmiştir. Bunun aksi bir uygulama içinde olan kişinin samimi olmadığı ya da Allah'ı ve dini gereği gibi tanımıyor olabilir. Zaten ayetin sonundan, şirk koşanların Allah hakkında yanlış ve eksik bir bilgi ve anlayışa sahip oldukları anlaşılmaktadır. Bunlar, Allah ile samimi bir yakınlık kuramadıklarından ve Allah'ı gereği gibi takdir edemediklerinden, sahip oldukları sevgiyi başka kişilere yöneltirler.

Burada sevgi yoluyla yaşanan şirk modelinin en sık ve yoğun rastlandığı ilişki türü olan kadın-erkek ilişkileri üzerinde özellikle durmakta yarar vardır.

Kadın-erkek ilişkilerinde, Allah rızası dışında karşılıklı kurulan bağlılık ve beraberlikler, insanları şirke saptıran en önemli konulardan birisidir. Genellikle romantizm, duygusallık ve karşılıklı birtakım menfaatler üzerine kurulan bu tür beraberliklerde kişiler Allah'ın rızasını değil, birbirlerinin rızasını ve hoşnutluğunu ararlar. Birbirlerinin hoşnutluğunu Allah'ın rızasına tercih ederler. Birbirlerini memnun edebilmek için Allah'ın sınırlarını çiğnemekte bir sakınca görmez, rahatsızlık hissetmezler. Allah'ın temelinde kendisine yöneltilmesi için verdiği sevgi duygusunu birbirlerine yöneltirler. Allah'ı değil birbirlerini anarlar. Sonuçta Allah'a karşı yerine getirmeleri gereken bütün vazifeleri birbirlerine karşı yerine getiren, birbirlerini Yüce Allah'tan bağımsız müstakil varlıklar olarak görme sapkınlığına düşmüş kişiler ortaya çıkar. Kuran'da bu tür ilişkiler birbirine tapma, birbirini ilah edinme olarak tanımlanır.

Bu tür bir şirk ilişkisinde kadınlara karşı beslenen tutku dolu sevgiye Kuran'da dikkat çekilmektedir. Eğer bu sevgi, Allah'ı unutturan, Allah'ı gereği gibi anmayı engelleyen, Allah sevgisine tercih edilen, kalpten Allah sevgisini çıkarıp da onun yerine konulan bir sevgi türüyse, kişiyi doğrudan şirke sürükler. Toplumda masum görülen böyle bir tutumun aslında Allah Katında çok farklı bir karşılığı olduğu bize Kuran'da şöyle haber verilir:

Onlar, O'nu bırakıp da (birtakım) dişilere taparlar. Onlar o her türlü hayırla ilişkisi kesilmiş şeytandan başkasına tapmazlar. (Nisa Suresi, 117)

Aynı tehlike yalnızca erkekler için değil kadınlar için de geçerlidir. Bazı toplumlarda, bu şirk sevgisi, "aşk", "romantizm", "saf ve temiz duygular", vs. şeklinde masum gösterilir, hatta yüceltilip teşvik edilir. Özellikle genç yaştaki insanları etkisine alan bu romantizm telkini akıl ve şuurun gelişmesini engellediği için, dinden, imandan, yaratılış amaçlarından haberleri olmayan, Allah'ı unutmuş, Allah sevgisini, Allah korkusunu bilmeyen, şirki doğal bir davranış, bir yaşam tarzı haline getirmiş sapkın nesiller meydana çıkmaktadır. Ancak burada önemli bir noktayı tekrar hatırlatmakta yarar vardır: Elbette ki insanlar birbirlerini sevebilirler, birbirlerine sevgiyle bağlanabilirler, ama tüm bunlar Allah'tan bağımsız olmamalıdır. Yoksa özünde Allah sevgisine dayalı olmak kaydıyla insanların birbirlerine sevgiyle tutkun olması Kuran'da sözü edilen ve cennette olacağı bildirilen bir modeldir. Bir ayette, cennette "Eşlerine sevgiyle tutkun" (Vakıa Suresi, 37) insanların olacağı haber verilmiş ve bu modelin makbuliyetine dikkat çekilmiştir.

Müminin sevgisi berrak, nurlu, kalpte ferahlık oluşturan bir sevgidir. Çünkü sevgisinin gerçek muhatabı Allah'tır. Karşısındaki varlığı dünyada Allah'ın tecellilerini barındırdığı için sever. Bu yüzden de, sevdiği bir kimse veya varlık ölünce veya sevdiği bir eşya kaybolunca, kendisinden alınınca mümin üzülmez, bir mahrumiyet, ayrılık acısı çekmez. Çünkü sevdiği varlıktaki maddi manevi bütün güzelliklerin, tecellilerin gerçek sahibi Allah'tır. Allah ebedi ve ezelidir. Hepsinden önemlisi kendisine şah damarından daha yakındır. Yalnızca kendisini imtihan etmek için geçici olarak bazı tecellilerini geri almıştır. İmanını ve bu anlayışını sürdürdüğü sürece dilerse bu dünyada dilerse ahirette sonsuza dek kendisine çok daha yoğun olarak pek çok güzel sıfatıyla tecelli edecektir. İşte bu sırrı kavradığı ve katıksız gerçek imana kavuştuğu için mümine üzüntü ve acı verecek, onu duygusallığa düşürecek hiçbir durum söz konusu değildir. Bir ayette iman edenlerin bu ruh hali şöyle tarif edilir:

Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra doğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); artık onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Ahkaf Suresi, 13)

Müşrikler içinse durum tam tersidir. Sevdikleri, bağlandıkları kişiler kendilerini birer birer terk ettiklerinde, her biri için sonsuz ayrılık acısını kalplerinde duyarlar. Allah'a tercih ettikleri, şirk koştukları herkes ve herşey onların dünyada ve ahirette azaplarına sebep olacaktır. Bu durum şarkıların, şiirlerin, romanların ve filmlerin vazgeçilmez konusunu oluşturur. Bunların pek çoğunun temasını karşılıksız, ümitsiz aşklar, ayrılıklar, ihanetler, terk etmeler, ölümler ve bunlardan kaynaklanan acı, keder ve ızdırap oluşturur.

Bu şekilde dünyada başlayan azapları ahirette çok daha şiddetli bir maddi ve manevi azapla sonsuza dek devam eder. Kuran'da, cehennemde yüreklere tırmanıp çıkan bir ateşten bahsedilmektedir. (Hümeze Suresi, 5-7) İşte dünyadaki her türlü yürek acısının kat kat şiddetlisi cehennemde müşriğin manevi azabının bir parçasını oluşturur. Allah Kendisi'ne ihanet eden, haksız yere şirk koşanlardan hem dünyada hem de ahirette intikam alır.

Korku



İnsanları şirke sürükleyen unsurlardan bir diğeri de korkudur. Yalnızca Allah'a karşı yöneltilmesi gereken korku hissi, O'nun yarattıklarına karşı duyulduğunda ve bu korku kişinin tavır ve davranışlarını etkilediğinde şirk oluşmuş olur. Çünkü Kendisi'nden gerçekten korkulmaya layık olan tek varlık Allah'tır. Mutlak gücün sahibi O'dur. Herşey O'nun dilemesi ve kontrolü altındadır. O'nun bilgisi ve izni dışında hiçbir şey gerçekleşemez. O dilemediği sürece hiçbir şey insana zarar veremez. O bir kimseye zarar dileyecek olsa, bu zararı Allah'tan başka giderecek de yoktur. Dolayısıyla korkup sakınılması gereken sadece Allah'tır. Allah'tan başkasından korkmak ise korktuğu şeyi adeta Allah dışında bir güç ve kudret sahibi olarak görmek, onun Allah'tan bağımsız olduğunu, Allah'ın belirlediği kader dışında hareket ettiğini sanmak, kısaca onu büyük bir cehaletle ilahlaştırmak anlamına gelir. (Allah'ı tenzih ederiz)

Allah'tan başkasına karşı korku beslemenin şirk, diğer bir deyimle ikinci bir ilah edinmek olduğu Kuran'da şöyle haber verilir:

Allah dedi ki: "İki ilah edinmeyin: O, ancak tek bir İlahtır. Öyleyse Benden, yalnızca Benden korkun." Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur, itaat-kulluk da (din de) sürekli olarak O'nundur. Böyleyken Allah'tan başkasından mı korkup-sakınıyorsunuz? (Nahl Suresi, 51-52)

Bir başka Kuran ayetinde ise Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmamak gerektiği şöyle bildirilir:

Allah, kuluna yeterli değil mi? Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur. (Zümer Suresi, 36)

Yukarıdaki ayette de dikkat çekildiği gibi müşrikler, Allah'tan değil insanlardan, hatta müminlerden korkarlar. Kuran'da, bunun yine akılsızlıklarının bir sonucu olduğu şöyle anlatılır:

Herhalde içlerinde 'dehşet ve yılgınlık uyandırma bakımından' siz, Allah'tan daha çetinsiniz. Bu, şüphesiz onların 'derin bir kavrayışa sahip olmamaları' dolayısıyla böyledir. (Haşr Suresi, 13)

Yardım bekleme ve güvenme duygusu



Allah'ın dışındaki varlıklar yalnızca O'nun yarattıklarıdır. O'nun dilemesiyle var olmuşlardır. O'nun dilemesiyle varlıklarını devam ettirirler. Şifayı ve rızkı veren, güldüren ve ağlatan Allah'tır. Kısaca Allah'tan başka herşey ve herkes, sonsuz aciz, sonsuz fakir, sonsuz muhtaç varlıklardır. Bunların kendilerine ait bir güçleri, kabiliyetleri yoktur; öyle ki kendilerine bile yardıma güç yetiremezler. O halde, Allah'tan başka güvenilecek, yardım umulacak, bir şeyler istenecek, beklenecek kimse de yoktur.

Bu nedenle, Allah'tan değil de başkalarından yardım dilemek, Allah'a güvenmeyip, sebeplere, aracılara, insanlara güvenmek, Allah'ın yarattıklarını Allah'tan bağımsız bir güç, irade ve etki sahibi olarak görmek demektir ki, bu da apaçık şirktir.

Allah'ı bırakıp da kullarından yardım bekleyenlerin düştükleri sapkınlık Kuran'da şöyle ifade edilir:

Yardım görürler umuduyla, Allah'tan başka ilahlar edindiler. Onların (o ilahların) kendilerine yardım etmeye güçleri yetmez; oysa kendileri onlar için hazır bulundurulmuş askerlerdir. (Yasin Suresi, 74-75)

Ayetlerde belirtildiği gibi bu tür beklentilerle sahte ilahlara güvenip dayananlar bunların kölesi haline gelirler. Geleceklerini güvence altına alabilmek amacıyla Allah'ı unutup da O'nun yarattıklarını razı etmeye çalışan insanlara sık sık rastlamak mümkündür. Allah'tan başkasından medet uman bu insanlar beklentilerinin karşılığını görmedikleri gibi putlarının emrinde zillet ve aşağılanma içinde bir ömür geçirirler. Şirklerinin dünyadaki karşılıklarından biri olan bu horluk ve aşağılanma, ahirette daha şiddetli ve ebedidir.

Allah bir ayetinde, insanların tıpkı kendileri gibi aciz birer kul olan diğer varlıklara kulluk etmelerinin anlamsızlığını şöyle açıklar:

Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah'ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için biraraya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de. (Hac Suresi, 73)

Başka ayetlerde ise Allah'tan başka yardım istenen varlıkların acizlikleri şöyle ifade edilir:

Kendileri yaratılıp dururken, hiçbir şeyi yaratamayan şeyleri mi ortak koşuyorlar? Oysa (bu şirk koştukları güçler ve nesneler) ne onlara bir yardıma güç yetirebilir, ne kendi nefislerine yardım etmeğe. (Araf Suresi, 191-192)

O'ndan başka taptıklarınız ise size yardıma güç yetiremezler, kendilerine de. (Araf Suresi, 197)

Görüldüğü gibi Allah'ı unutarak kendilerinden medet umulan, yardım istenilen varlıkların aslında kendilerine yardım etmeye bile güçleri yoktur. Ancak bu gerçekten gaflet içinde olan ve Allah'tan başkasına yalvarıp yakaran kişiler her dönemde var olmuşlardır. Bu gafil insanların uğrayacakları son, pek çok ayette bildirilmiştir. Bu ayetlerden birisi şöyledir:

Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarıp-yakarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun. (Şuara Suresi, 213)

Sahip olduğu mallara güvenerek Allah'a şirk koştuğu için daha dünyadayken azaba uğratılanlara verilebilecek örneklerden biri Kehf Suresi'nde anlatılan bağ sahibidir. Önceki bölümlerden hatırlanacağı gibi bahsi geçen kişi, sahip olduğu bağ, bahçe ve mallardan ötürü son derece kibirlidir. Bu malların sonsuza kadar yok olmayacağını, kıyametin de kopmayacağını iddia etmektedir. Ancak kendisine verilen azabı görünce şirk koşmakla ne büyük bir hata işlediğini anlar. Bu durum ayetlerde şöyle haber verilir:

(Derken) Onun ürünleri (afetlerle) kuşatıldı. Artık o, uğrunda harcadıklarına karşı avuçlarını (esefle) oğuşturuyordu. O (bağın) çardakları yıkılmış durumdaydı, kendisi de şöyle diyordu: "Keşke Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım." Allah'ın dışında ona yardım edecek bir topluluk yoktu, kendi kendine de yardım edemedi. (Kehf Suresi, 42-43)

Allah'tan başkasından medet uman, Allah'tan başkalarına rağbet eden, onlardan merhamet dilenen, onlara güvenen bir kişi, başta da belirttiğimiz gibi, bu umduklarına asla kavuşamaz ve bu nedenle hayatı boyunca, özellikle de zor anlarında, büyük bir boşluk, sahipsizlik ve terk edilmişlik hissine kapılır. Kendisini, dünyanın binbir türlü karmaşası ve sıkıntısı karşısında, güvendiği sahte ilahlar tarafından terk edilmiş, çaresiz, yapayalnız bırakılmış hisseder. Bu gerçeğe, "Allah ile beraber başka ilahlar edinme, yoksa kınanmış ve kendi başına (yapayalnız ve yardımcısız) bırakılmış olursun." (İsra Suresi, 22) ayetiyle dikkat çekilmiştir. Kuran'da başka ayetlerde ise, müşriklerin içinde bulundukları bu boşluk çok hikmetli bir benzetmeyle şöyle açıklanmaktadır:

... Öyleyse iğrenç bir pislik olan putlardan kaçının, yalan söz söylemekten de kaçının. Allah'ı birleyen (Hanif)ler olarak, O'na ortak koşmaksızın. Kim Allah'a ortak koşarsa, sanki o gökten düşmüş de onu bir kuş kapmış veya rüzgar onu ıssız bir yere sürükleyip atmış gibidir. (Hac Suresi, 30-31)

Yalnızca Allah'a güvenip dayanan, yalnızca O'na kulluk edip yalnızca O'ndan yardım isteyen müminler ise nimet, izzet ve şeref içinde bir ömür sürerler. Bunlar, Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibi "iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır".

Kalbi Allah'ın zikriyle mutmain, yani tatmin olmuş olan bir mümin, başka hiçbir şeye muhtaç olmaz. Olabilecek en büyük şerefe kavuşmuştur. Çok büyük zorluklarla karşılaşsa da, "ben, dayanılmaz kahrımı ve üzüntümü yalnızca Allah'a şikayet ediyorum" (Yusuf Suresi, 86) dediği Kuran'da bildirilen Hz. Yakup gibi vakarlı olur. Müminlerin bu tavrı, ayette şu şekilde haber verilmektedir:

De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)

Buraya kadar incelediğimiz sevgi, güvenme ve yardım bekleme gibi duyguların biraraya gelip kaynaşmasından Kuran'da "dost (veli) edinme" adı verilen yakınlık doğar. Allah, Kuran'da dost ve yardımcı olarak Kendisi'nin yeterli olduğunu haber vermektedir. (Nisa Suresi, 45) Kendisi'nden başka dost ve yardımcı olmadığını da Allah Kuran'da şöyle belirtmiştir:

"Gerçek şu ki, göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır; diriltir ve öldürür. Sizin Allah'tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur." (Tevbe Suresi, 116)

Dost ve yardımcı edinilmeye layık yegane varlık Allah'tır. Çünkü O'ndan başkaları, daha önce de belirttiğimiz gibi, kendilerine bile yardım etmeye güçleri olmayan, kendileri de yaratılmış olan, her bakımdan Allah'a muhtaç ve bağımlı olan aciz varlıklardır:

De ki: "O, gökleri ve yeri yaratırken ve O, (hep) besleyen (hiç) beslenmezken, ben Allah'tan başkasını mı veli edineceğim?" De ki: "Bana gerçekten Müslüman olanların ilki olmam emredildi ve: Sakın müşriklerden olma." (denildi.) (Enam Suresi, 14)

Halbuki, müşriklerin önemli bir özelliği de kendilerine Allah'tan başka dostlar edinmeleridir. Oysa, Allah'ı bırakıp kullarını veli edinmek önemli bir suçtur, böyle bir davranışın –tevbe edip vazgeçmediği takdirde- kişiyi çok acı bir sonuca götürdüğü Kuran'da şöyle haber verilir:

İnkâr edenler, Beni bırakıp kullarımı veliler edindiklerini mi sandılar? Gerçekten Biz cehennemi kafirler için bir durak olarak hazırlamışız. (Kehf Suresi, 102)

Müminler yalnızca Allah'ı veli edinirken, inkarcılar ve müşrikler de şeytanı veli edinirler. Şeytanı dost edinmek ise, onun emirlerine uymakla olur. Yani Kuran'a aykırı hareket etmekle, Allah'ın sınırlarını tanımamakla, şirk koşmakla, Allah'ı anmamakla... Zaten şeytanın emrettikleri de bunlardır. Oysa şeytanı bu şekilde dost edinmek insanın kendisi için son derece akılsızca bir harekettir; çünkü ayette bildirildiği gibi , "kim onu veli edinirse, şüphesiz o (şeytan) onu şaşırtıp-saptırır ve onu çılgın ateşin azabına yöneltir." (Hac Suresi, 4) Bu yüzden de Allah insanı bu düşmanına karşı uyarmış, gerçek dostun Kendisi olduğunu şöyle bildirmiştir:

Allah, sizin düşmanlarınızı daha iyi bilendir; bir veli (en güvenilir bir dost) olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah yeter. (Nisa Suresi, 45)

Minnettarlık duygusu



İnsan, hayatının her anında çeşit çeşit nimetle karşı karşıyadır. Kendisine gelen nimetler çoğunlukla sebepler aracılığıyla olduğu için insan şükran duygularını bu sebeplere yönlendirmeye çok meyillidir. Oysa bu duygunun da gerçek anlamda yöneltilmesi gereken Allah'tır. Kuran'da minnettarlık duygusunun ifadesi "şükretmek" olarak tanımlanır. Şükretmek, aracılar kim ya da ne olursa olsun, bütün nimetleri kendisine gönderenin yalnızca Allah olduğunun ve her konuda yalnızca O'na muhtaç olduğunun bilincinde olmak, O'na karşı teşekkür ve minnettarlığını kalben ve dille ifade etmektir.

Allah'a şükretmek ve O'na minnettar olmak, Kuran'da gerçek bir kulluğun göstergesi olarak şöyle belirtilmiştir:

Ey iman edenler size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin ve yalnızca O'na kulluk ediyorsanız, Allah'a şükredin. (Bakara Suresi, 172)

Öyleyse Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden helal (ve) temiz olanlarını yiyin; eğer O'na kulluk ediyorsanız Allah'ın nimetine şükredin. (Nahl Suresi, 114)

Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, Allah'a şükretmek başka ilahlar edinmeden, yani şirk koşmadan kulluk etmenin bir şartı ve göstergesidir. Gerçekten de, yalnızca Allah'a şükreden bir kimse bütün nimetlerin Allah'tan geldiğinin, herşeyin O'nun elinde, O'nun kontrolünde olduğunun, yani Allah'tan başka İlah olmadığının bilincinde demektir. Bütün nimetlerin Allah'tan geldiğinin bilincinde olan bir kimse ise yegane güç, kuvvet ve söz sahibinin Allah olduğunu, O'ndan başka İlah olmadığını kalbine yerleştirmiş, katıksız imana sahip bir kimse demektir. Kuran'da tarif edilen ve övülen insan modeli de budur. Demek ki yalnızca Allah'a yöneltilen bir şükür, imanın ve ihlasın önemli bir parçasıdır.

Şirk koşanlarda ise durum tam tersidir. Müşrikler sahip oldukları bütün nimetleri Allah'ın bunları yaratmaya vesile kıldığı maddelere ve şahıslara bağlar ve büyük bir cehaletle onlardan medet umarlar. Onlara müteşekkir kalır, onlara şükretmeye çalışırlar. Kısaca Allah'tan başka güç ve etki sahibi sandıkları sayısız sahte ilahlar edinirler. Akıllarını kullanmadıkları için, bütün bu sahte ilahları da, onların yaptıklarını da Allah'ın yarattığını ve Allah'ın dilemesi ve emri olmaksızın hiçbir şey yapamayacaklarını, hiçbir şeye güçlerinin yetmeyeceğini göremezler.

Allah'ı unutarak gücü ve etkiyi O'nun kullarında aramak, onlara yönelmek, onlara şükretmek ise hem şirk hem de çok büyük bir nankörlüktür.

Ancak hemen belirtmek gerekir ki insanların birbirlerine, teşekkür etmeleri elbette ki yanlış değildir. Ama bunu yaparken özünde kendisine bu iyiliği yapanın Allah olduğunu unutmamaları şarttır. Bu bilinçle hareket edildiği sürece doğru davranılmış olur. Ancak müşrikler bunun tam tersi bir tavır sergileyerek nimetin geldiği kaynağı akılsızca ilahlaştırırlar. (Allah'ı tenzih ederiz) Bu sahte ilahları için gerektiğinde dinden, Allah'ın rızasından taviz verirler. Müşriklerin bu tavrı Kuran'da şöyle açıklanır:

Siz yalnızca Allah'tan başka birtakım putlara tapıyor ve birtakım yalanlar uyduruyorsunuz. Gerçek şu ki, sizin Allah'tan başka taptıklarınız, size rızık vermeye güç yetiremezler; öyleyse rızkı Allah'ın Katında arayın, O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Siz O'na döndürüleceksiniz. (Ankebut Suresi, 17)

Müminler ise müşriklerin aksine yalnızca Allah'a şükreder, yalnızca O'na minnet ederler. Kendilerine bir nimet geldiğinde önce Allah'a yönelir, O'na şükrederler ve bunun Allah'ın bir ihsanı olduğunu fark ederler. Bunun Kuran'da pek çok örneği vardır. Örneğin bilindiği gibi Allah Hz. Zekeriya'yı Hz. Meryem'den sorumlu kılmıştı. Zekeriya Peygamber mihraba her girdiğinde Hz. Meryem'in yanında yiyecek buluyordu. Ona bunun nereden geldiğini sorduğunda ise Hz. Meryem bunun Allah Katından olduğunu söylüyordu. Bunu haber veren ayet şöyledir:

Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya'yı ondan sorumlu kıldı. Zekeriya her ne zaman mihraba girdiyse, yanında bir yiyecek buldu: "Meryem, bu sana nereden geldi" deyince, "Bu, Allah Katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verendir" dedi. (Al-i İmran Suresi, 37)

Bu ayetten anlaşıldığı gibi, Hz. Meryem kendisine ulaşan tüm nimetlerin Allah'tan olduğunun bilincindeydi. Kuran'da bu konu ile ilgili yer alan bir diğer örnek ise Hz Süleyman'ın kendisine verilen nimetler karşısında Allah'a yönelip dönmesidir:

(Elçinin gitmesinden sonra Süleyman:) "Ey önde gelenler, onlar bana teslim olmuş (Müslüman)lar olarak gelmeden önce, sizden kim onun tahtını bana getirebilir?" dedi. Cinlerden ifrit: "Sen daha makamından kalkmadan, ben onu sana getirebilirim, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce sahibim." dedi. Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: "Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim." Derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti). Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiçbir şeye ve kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerim olandır. (Neml Suresi, 38-40)

Yukarıdaki ayetlerde açıkça görüldüğü gibi Süleyman Peygamber bir istekte bulunmuş, onun bu isteğini yanında bulunanlardan biri yerine getirmiştir. Ancak dikkat edilecek olursa Süleyman Peygamber bunu yapan kişiye minnet etmemiş, hemen Allah'a yönelmiş ve şükretmiştir. İşte mümin tavrı da böyle olur, şayet insan benzer bir durumda Allah'ı unutup, aradaki aracıya minnet ederse ve bu nimetin o kişiden geldiğini düşünürse Allah'a ortak koşmuş olur.

Kuran'ın pek çok ayetinde şirk koşmakla şükretmek, birbirinin zıttı olarak vurgulanır. Örneğin Allah Hz. İbrahim'i tarif ederken onun müşrik olmadığını, Allah'ın nimetlerine şükredici olduğunu şöyle haber verir:

"Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah'a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi. O'nun nimetlerine şükrediciydi. Onu seçti ve doğru yola iletti." (Nahl Suresi, 120-121)

Zümer Suresi'nin 65 ve 66. ayetlerinde de şirk koşmakla Allah'a şükretmek birbirinin tam tersi kavramlar olarak anılmaktadır.

Görüldüğü gibi şükran duygusu da diğer duygular gibi Allah'a yöneltildiğinde imanı ve ihlası getirirken, Allah'tan başkalarına yöneltildiğinde şirki doğurur. Şükretmek imani açıdan son derece önemli bir konudur. Öyle ki şeytan insanları saptırmadaki sözde başarısının bir ölçüsü olarak onları "şükretmez hale getirmesi"ni göstermiştir. Kuran'da bu ibret verici durum şöyle haber verilir:

Dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım. Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın." (Araf Suresi, 16-17)

Buraya kadar insanların sapmalarında, şirke düşmelerinde en sık ve en etkin rol oynayan duygusallık çeşitlerini inceledik. İnsanların şirke sapmalarında bunların biri, birkaçı veya hepsi birden etkili olabilir Elbette insanda bu incelediklerimizden başka daha pek çok duygu çeşidi vardır. Şefkat, merhamet, iyilik bunlardan bazılarıdır. Bunların da aynı şekilde şeytani yönde kullanılması insanların şirke sapmalarına yol açabilir.

İnsanların, küçük çocukların ya da masum sevimli hayvanların ölümlerinden büyük üzüntü duyan bir kişi düşünelim. Bu kişinin duyduğu sözde merhamet, onu Allah'a karşı isyana ve şirk koşmaya götürür. Halbuki insan şeytani merhametin telkininden aklını kullanıp kurtulsa gerçeği temiz ve berrak bir şekilde görecektir. Bir kere ölüm, küçük çocuklar, mümin kimseler, masum hayvanlar için bir zulüm, eziyet ve azap olmadığı gibi onlar için bir kurtuluş ve sonsuz güzel bir hayata atılan adımdır. Allah'ın bu sevimli varlıkları Kendi Katına aldığı bir kapıdır. Şeytan ve onun dostları açısından ise ölüm dünyadaki azgınlıklarının, nefslerinin sınırsız tutkularının sona erdiği ve kendilerine vaat edilen ebedi azap kapısının açıldığı andır. Bu yüzden şeytan ölümü çirkin bir kötülük olarak görür ve göstermeye çalışır. Bu değerlendirmesi kendisi açısından doğrudur, fakat masumlar ve müminler için geçerli değildir. Ölüm, diğerlerinin aksine, cennete gidecek biri için mutluluk veren bir olaydır.

İşte duygularının etkisine kapılmadan aklını kullanan bir kimse, gerçekleri net ve berrak olarak görür, ona göre davranır. Duygusal, dolayısıyla aklı örtülmüş bir kimsenin içinden çıkamadığı, çok karmaşık, çelişkili, açıklanamaz gibi gördüğü konular, akıllı bir müminin gözünde son derece kolay, açık, net ve sadedir. Duygusallığının peşinden sürüklenen kimseler, bu tutumlarını değiştirmedikleri müddetçe, akıllarını bir kenara atmış, kendilerini şeytanın büyüsüne ve iradesine teslim etmiş bir şekilde şirkin karanlığı ve bataklığı içinde ebedi azaplarına doğru sürüklenmeye devam ederler.

 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü