Harun Yahya


R



Ramapithecus Yanılgısı



Hindistan'da bulunan Ramapithecus fosillerinin yaklaşık 15 milyon yıl öncesine ait olduklarını öne süren evrimciler, bu fosilleri bir zamanlar insanın evrimi senaryosunda çok iddialı bir ara- geçiş formu olarak sunmuşlardı. Fakat bu fosillerin sıradan bir maymuna ait olduğunun anlaşılması üzerine Ramapithecus insanın hayali soyağacından sessiz sedasız çıkarıldı.195

İlk bulunan Ramapithecus fosili, iki parçadan oluşmuş eksik bir çeneden ibaretti. Ama evrimci çizerler, bu çene parçalarına dayanarak Ramapithecus'un ailesini ve yaşadığı hayali ortamı bile çizebildiler.


EVRİMCİLERİN İLHAM KAYNAĞI

TEK BİR ÇENE KEMİĞİ!

Ramapithecus

İlk bulunan Ramapithecus fosili, iki parçadan oluşmuş eksik bir çeneden ibaretti. Ama evrimci çizerler, bu çene parçalarına dayanarak Ramapithecus'u hatta ailesini ve yaşadığı ortamı çizmekte hiçbir güçlük çekmemişlerdi.


Rekapitülasyon Teorisi (Recapitulation Theory)



bkz. Bireyoluş Soyoluşun Tekrarıdır Teorisi. (Ontogeny Recapitulates Phylogeny)


Rekombinasyon



Rekombinasyon iki cinsiyetten gelen soyaçekim karakterlerinin birleşerek yeni bir genotip (kalıtsal yapı) meydana getirmesi anlamını taşır. Ancak rekombinasyonlar mutasyonlarla karıştırılmamalıdır. Mutasyonda bireyin genotipinde meydana gelen değişikliklerin etkili olabilmesi için bu değişikliklerin üreme genlerinde olması gerekir. Rekombinasyon ise sürekli bir olaydır ve eşeysel üremenin doğal bir sonucu olarak her yavruda yeni bir gen kombinasyonu meydana gelir.

Genetikte rekombinasyon, üreme hücrelerinin oluşumu sırasında anneden ve babadan gelen genlerin yeniden gruplanmasıdır. Bir yavru hücre bölünme sırasında her zaman anne-babadan gelen genetik materyalin yarısını aldığı halde; rekombinasyon çeşitliliğin olmasında kesin ve etkili bir rol oynar. (bkz. Varyasyon) Meydana gelen iki yavruda aynı genlerin farklı kombinasyonları kullanılır. Böylece iki yavru hücre ne birbirlerinin aynısı olurlar, ne de genetik içerikleri anne-babanınki ile tıpatıp aynıdır.

Bazı evrimciler rekombinasyonla çeşitlenmeyi bir evrim faktörü olarak değerlendirirler.196 Fakat böyle bir düşüncenin hiçbir bilimsel değeri yoktur. Üreme sırasında genlerin karışımı söz konusu olduğundan çeşitlilik olması da doğaldır. Fakat rekombinasyonla ne yeni bir tür oluşması ne de genlerde kayıtlı bilgilerin dışında yeni bir bilgi eklenmesi söz konusu değildir.

Rekombinasyon çalışmalarının, genetik mekanizmaların anlaşılmasında önemli bir yeri olmuştur. Bilim adamlarının kromozom haritasını çıkarmalarında, genetik anormalliklerin tespitinde, bir kromozomdan diğerine gen transplantasyonu yapılmasında, rekombinasyon yönlendirilmesi yol gösterici olmuştur.


Rekonstrüksiyon (Hayali Çizimler)



Evrimciler, teorilerini destekleyecek bilimsel deliller bulma konusundaki başarısızlıklarını çeşitli propaganda yöntemleri ile kamufle etmeyi amaçlarlar. Bu propagandanın en önemli unsuru "rekonstrüksiyon"dur. Rekonstrüksiyon, "yeniden inşa" demektir ve sadece bir kemik parçası bulunmuş olan canlının resminin ya da maketinin yapılmasıdır. Gazetelerde, dergilerde, filmlerde gördüğünüz "maymun adam"ların her biri birer rekonstrüksiyondur.

Rekonstrüksiyon (Hayali Çizimler)

Bir kafatasından yola çıkılarak yapılan bu resim, fosillerin evrimciler tarafından nasıl hayali biçimde yorumlandığının iyi bir örneği...


Ancak insanın kökeni ile ilgili fosil kayıtları çoğu zaman dağınık ve eksik oldukları için bunlara dayanarak herhangi bir tahminde bulunmak, bütünüyle hayal gücüne dayalı bir iştir. Bu yüzden evrimciler tarafından fosil kalıntılarına dayanılarak yapılan rekonstrüksiyonlar, tamamen evrim ideolojisinin gereklerine uygun olarak tasarlanırlar. Harvard Üniversitesi antropologlarından David Pilbeam, "benim uğraştığım paleoantropoloji alanında daha önce edinilmiş izlenimlerden oluşmuş teori, daima gerçek verilere baskın çıkar" derken bu gerçeği vurgular.197

Rekonstrüksiyon (Hayali Çizimler)

Rekonstrüksiyon çizimler, sadece evrimcilerin hayal gücünü yansıtır, bilimsel bulguları değil...


Burada bir noktaya dikkat etmek gerekir: Kemik kalıntılarına dayanılarak yapılan çalışmalarda sadece eldeki objenin çok genel özellikleri ortaya çıkarılabilir. Oysa asıl belirleyici ayrıntılar, zaman içinde kolayca yok olan yumuşak dokulardır. Evrime inanmış bir kimsenin bu yumuşak dokuları istediği gibi şekillendirip ortaya hayali bir yaratık çıkarması çok kolaydır. Harvard Üniversitesi'nden Earnst A. Hooton bu durumu şöyle açıklar:

Yumuşak kısımların tekrar inşası çok riskli bir girişimdir. Dudaklar, gözler, kulaklar ve burun gibi organların, altlarındaki kemikle hiçbir bağlantıları yoktur. Örneğin bir Neandertal kafatasını aynı yorumla bir maymuna veya bir filozofa benzetebilirsiniz. Eski insanların kalıntılarına dayanarak yapılan canlandırmalar hemen hiçbir bilimsel değere sahip değillerdir ve toplumu yönlendirmek amacıyla kullanılır... Bu sebeple rekonstrüksiyonlara fazla güvenilmemelidir.198

Evrimciler bu konuda o denli ileri gitmektedirler ki, aynı kafatasına birbirinden çok farklı yüzler yakıştırabilmektedirler. Australopithecus robustus (Zinjanthropus) adlı fosil için çizilen birbirinden tamamen farklı üç ayrı rekonstrüksiyon, bunun ünlü bir örneğidir.

Fosillerin taraflı yorumlanması ya da hayali rekonstrüksiyonlar yapılması, evrimcilerin aldatmacaya ne denli yoğun biçimde başvurduklarını gösteren deliller arasında sayılabilirler. Ancak bunlar, evrim teorisinin tarihinde rastlanan bazı somut sahtekarlıklarla karşılaştırıldıklarında, yine de çok sıradan kalmaktadırlar.

Medyada ve akademik kaynaklarda sürekli olarak telkin edilen "maymun insan" imajını destekleyecek hiçbir somut fosil delili yoktur. Evrimciler, ellerine fırça alıp hayali yaratıklar çizerler, ama bu canlıların fosillerinin olmayışı, onlar için büyük bir sorundur. Bu sorunu "çözmek" için kullandıkları ilginç yöntemlerden biri ise, bulamadıkları fosilleri "üretmek" olmuştur. Bilim tarihinin en büyük skandalı olan Piltdown Adamı, işte bu yöntemin bir örneğidir. (bkz. Piltdown Adamı sahtekarlığı)


Ribozom



Bir protein, hücre içindeki son derece detaylı işlemler sonucunda, pek çok enzimin yardımıyla "ribozom" adı verilen organelde üretilir. Ribozom ise yine proteinlerden oluşmuş kompleks bir hücre organelidir. Dolayısıyla bu durum, ribozomun da aynı anda tesadüfen meydana gelmiş olması gibi olanak dışı bir varsayımı beraberinde getirecektir. Evrim teorisinin ünlü savunucularından Nobel ödüllü Jacques Monod bile, protein sentezinin yalnızca nükleik asitlerdeki bilgiye indirgenmesinin mümkün olmadığını şu şekilde açıklamaktadır:

Şifre (DNA ya da RNA'daki bilgi), aktarılmadıkça anlamsızdır. Günümüz hücresindeki şifre aktarma mekanizması en az 50 makromoleküler parçadan oluşmaktadır ki, bunların kendileri de DNA'da kodludurlar. Şifre bu birimler olmadan aktarılamaz. Bu döngünün kapanması ne zaman ve nasıl gerçekleşti? Bunun hayali bile aşırı derecede zordur.199

Ribozom

Ribozom, mesajcı RNA'yı okur ve buradaki bilgiye göre amino asitleri art arda dizer. Şekillerde, val, cyc ve ala amino asitlerinin, ribozom ve taşıyıcı RNA tarafından dizilişi yer alıyor. Doğadaki tüm proteinler, bu hassas işlemle üretilir. "Tesadüfen" oluşan bir protein yoktur.


Genetik sistem; DNA'dan bu şifreyi okuyacak enzimler, bu şifrelerin okunmasıyla üretilecek mRNA, mRNA'nın bu şifreyle gidip üretim için üzerine bağlanacağı ribozom, ribozoma üretimde kullanılacak amino asitleri taşıyacak bir taşıyıcı RNA ve bunlar gibi sayısız ara işlemleri sağlayan son derece kompleks enzimlerin aynı ortamda bulunmasını gerektirir. Ayrıca böyle bir ortamın, ancak hücre gibi gerekli tüm hammadde ve enerji kaynaklarının bulunduğu, her yönden izole ve tamamen kontrollü bir ortam olması gerektiği düşünülürse evrimin öne sürdüğü tesadüf iddialarının geçersizliği açıkça anlaşılacaktır.


RNA Dünyası Senaryosu



Evrimciler, ilk canlı hücrenin nasıl var olduğu sorusu üzerine 20. yüzyılın başından itibaren çeşitli teoriler geliştirdiler. Bu konuda ilk evrimci tezi öne süren Rus biyolog Alexander Oparin, yüz milyonlarca yıl önceki ilkel dünyada birtakım tesadüfi kimyasal reaksiyonlarla ilk önce proteinlerin oluştuğunu, bunların birleşmesiyle de hücrelerin doğduğunu ileri sürdü. Oparin'in 1930'lu yıllarda ortaya attığı bu iddianın en temel varsayımlarının bile yanlış olduğu, 1970'li yıllardaki bulgularla anlaşıldı: Oparin'in "ilkel dünya atmosferi" senaryosunda organik moleküllerin oluşmasına imkan verebilecek metan ve amonyak gazları yer alıyordu. Ama gerçek atmosferin metan ve amonyak temelli olmadığı, aksine bir de organik molekülleri parçalayan oksijen gazından bol miktarda içerdiği anlaşıldı. (bkz. İlkel dünya)

Bu durum moleküler evrim teorisi için büyük bir darbe oldu. Miller, Fox, Ponnamperuma gibi evrimcilerin "ilkel atmosfer deneyleri"nin tümünün geçersiz olduğu anlaşıldı. Bu nedenle 80'li yıllarda başka evrimci arayışlar gelişti. Bunun sonucunda, ilk önce proteinlerin değil, proteinlerin bilgisini taşıyan RNA molekülünün oluştuğunu öne süren "RNA Dünyası" senaryosu ortaya atıldı. 1986 yılında Harvard'lı kimyacı Walter Gilbert tarafından ortaya atılan bu senaryoya göre, bundan milyarlarca yıl önce, her nasılsa kendi kendisini kopyalayabilen bir RNA molekülü tesadüfen kendiliğinden oluşmuştu. Sonra bu RNA molekülü çevre şartlarının etkisiyle birdenbire proteinler üretmeye başlamıştı. Daha sonra bilgileri ikinci bir molekülde saklamak ihtiyacı doğmuş ve her nasılsa DNA molekülü ortaya çıkmıştı.

Her aşaması ayrı bir imkansızlıklar zinciri olan, hayal etmesi bile güç olan bu senaryo, hayatın başlangıcına açıklama getirmek yerine, sorunu daha da büyütmüş, içinden çıkılmaz pek çok soruyu gündeme getirmiştir:

1- Daha, RNA'yı oluşturan nükleotidlerin tek birinin bile oluşması kesinlikle rastlantılarla açıklanamazken, acaba hayali nükleotidler nasıl uygun bir dizilimde biraraya gelerek RNA'yı oluşturmuşlardı?

Evrimci biyolog John Horgan, RNA'nın tesadüfen oluşmasının imkansızlığını şöyle kabullenir:

Araştırmacılar RNA dünyası kavramını detaylı biçimde inceledikçe giderek daha fazla sorun ortaya çıkıyor. RNA ilk olarak nasıl oluştu? RNA ve onun parçalarının laboratuvarda en iyi şartlarda sentezlenmesi bile son derece zor iken, bunun prebiyotik (yaşam öncesi) ortamda gerçekleşmesi nasıl olmuştur?200

2- Tesadüfen oluştuğunu farz etsek bile, yalnızca bir nükleotid zincirinden ibaret olan bu RNA, hangi bilinçle kendisini kopyalamaya karar vermiş ve ne tür bir mekanizmayla bu kopyalamayı başarmıştı? Kendisini kopyalarken kullanacağı nükleotidleri nereden bulmuştu?

Evrimci mikrobiyologlar Gerald Joyce ve Leslie Orgel, durumun ümitsizliğini şöyle dile getirirler:

Tartışma, içinden çıkılmaz bir noktada odaklaşıyor: Karmakarışık bir polinükleotid çorbasından çıkıp, birdenbire kendini kopyalayabilen o hayali RNA'nın efsanesi... Bu kavram, yalnızca bugünkü prebiotik kimya anlayışımıza göre gerçek dışı olmakla kalmamakta, aynı zamanda RNA'nın kendini kopyalayabilen bir molekül olduğu şeklindeki aşırı iyimser düşünceyi de yıkmaktadır.201

3- Kaldı ki eğer ilkel dünyada kendini kopyalayan bir RNA oluştuğunu ve ortamda RNA'nın kullanacağı her çeşit amino asitten sayısız miktarlarda bulunduğunu farz etsek ve bütün bu imkansızlıkların bir şekilde gerçekleşmiş olduğunu düşünsek bile, bu durum yine de tek bir protein molekülünün oluşabilmesi için yeterli değildir. Çünkü RNA, sadece proteinin yapısıyla ilgili bilgidir. Amino asitler ise hammaddedir. Ancak ortada proteini üretecek "mekanizma" yoktur. RNA'nın varlığını protein üretimi için yeterli saymak, bir arabanın kağıt üzerine çizilmiş planını o arabayı oluşturacak binlerce parçanın üzerine atıp sonra arabanın kendi kendine montajlanıp ortaya çıkmasını beklemekle aynı derecede saçmadır. Ortada fabrika ve işçiler yoktur ki, bir üretim gerçekleşsin.

San Diego California Üniversitesi'nden Stanley Miller'ın ve Francis Crick'in çalışma arkadaşı olan ünlü evrimci Dr. Leslie Orgel, "hayatın RNA Dünyası ile başlayabilmesi" ihtimali için "senaryo" deyimini kullanmaktadır. Orgel, bu RNA'nın hangi özelliklere sahip olması gerektiğini ve bunun imkansızlığını, American Scientist'in Ekim 1994 sayısındaki "The Origin of Life on the Earth" (Yeryüzünde Hayatın Kökeni) başlıklı makalede şöyle ifade eder:

Bu senaryonun oluşabilmesi için, ilkel dünyadaki RNA'nın bugün mevcut olmayan iki özelliğinin olmuş olması gerekmektedir: Proteinlerin yardımı olmaksızın kendini kopyalayabilme özelliği ve protein sentezinin her aşamasını gerçekleştirebilme özelliği.202

Açıkça anlaşılacağı gibi Orgel'in, "olmazsa olmaz" şartını koyduğu bu iki kompleks işlemi RNA gibi bir molekülden beklemek, ancak evrimci bir hayal gücü ve bakış açısıyla mümkün olabilir. Somut bilimsel gerçekler ise, hayatın rastlantılarla doğduğu iddiasının yeni bir versiyonu olan "RNA Dünyası" tezinin, gerçekleşmesi kesinlikle imkansız bir masal olduğunu ortaya koymaktadır.

 


DİPNOTLAR



195. Roger Lewin, Bones of Contention, The University of Chicago Press, 2nd edition, Chicago & London, 1997, s. 86. NOT: Önce yazdığımız kaynakta böyle bir alıntı olmadığı için değiştirdim.

196. Prof. Dr. Yalçın Şahin, Genel Biyoloji, Bilim Teknik Yayınevi, Eskişehir, 1995, s. 349.

197. David R. Pilbeam, "Rearranging Our Family Tree", Human Nature, June 1978, s. 45.

198. Earnest A. Hooton, Up From The Ape,McMillan, New York, 1931, s. 332.

199. Jacques Monod, Chance and Necessity, New York, 1971, s. 143.

200. John Horgan, "In the Beginning", Scientific American, vol. 264, February 1991, s. 119.

201. G. F. Joyce, L. E. Orgel, "Prospects for Understanding the Origin of the RNA World", In the RNA World, Cold Spring Harbor Laboratory Press, New York, 1993, s. 13.

202. Leslie E. Orgel, "The Origin of Life on the Earth", Scientific American, October 1994, vol. 271, s. 78.

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü