Harun Yahya


Focus Dergisindeki Yanılgılar

Focus Dergisinden "Evrim Düşleri"



Focus dergisinin Mayıs 2000 tarihli sayısında "Geleceğin Hayvanları" isimli bir yazıya yer verilmiştir. Derginin "Zooloji" sayfasında yer alan yazıda, İskoçyalı bir paleontolog Dougal Dixon'un Geleceğin Zoolojisi isimli kitabından örnekler verilmektedir. Söz konusu kitapta, günümüzden 50 milyon yıl sonra hayvanların ne tür değişimlere uğrayacakları, görünümlerinin, beslenme ve avlanma alışkanlıklarının nasıl olacağı, nasıl bir davranışa sahip olacakları gibi detaylı yorumlar yapılarak, adeta "kehanette" bulunulmuştur. Ayrıca 50 milyon yıl sonra var olacağı iddia edilen bu hayali varlıklar, tüm detaylarıyla resmedilerek konuya ikna edici bir görünüm sağlanmaya çalışılmıştır.

Bilimsel nitelikli bir derginin yine "zooloji" gibi bir bilim dalı ile ilgili sayfasında yer alan, ancak bilimle uzaktan yakından bir ilgisi olmayan bu yazının ve yazıya konu olan kitabın asıl amacı kuşkusuz "evrim propogandası"dır. Bu ve benzeri çalışmalarla ilgili bazı noktaların kamuoyunca bilinmesi gerektiği düşüncesindeyiz.

1. Dougal Dixon'un geleceğin hayvanları ile ilgili olarak verdiği bilgiler tamamen hayal ürünüdür ve yazar, bilimsel yöntemler kullanmadan gelecekle ilgili kehanetlerde bulunmuştur.

Focus dergisinde belirtildiğine göre Dougal Dixon Geleceğin Zoolojisi isimli çalışmasında, günümüzden 50 milyon yıl sonra hayvanların evrimleşerek büyük farklılıklar gösterecekleri gibi hayali bir senaryo anlatmaktadır. Dixon'ın bilim dışı iddiasına göre yarasalar kanatlarını yitirerek yere inecekler ve yerde yiyecek bulamayınca su altında şanslarını deneyecekler, timsahlar sözde evrimleşerek Dixon'ın bir de isim verdiği "desert shark" (çöl köpekbalığı)'a dönüşecekler, ağaçlarda yaşayan maymunlar yere inerek vahşileşecekler ve aslanların yerini alarak onlara benzer bir görünüm elde edecekler. Bunlar bilimsel olarak hiçbir değeri olmayan,Dixon'un hayali hayvan listesinden sadece bir kaçı.



Paleontolog Dougal Dixon


Dixon, gelecekte yaşayacağını varsaydığı hayvanlar ile ilgili oldukça detaylı bilgiler vermiş, hangi hayvanın hangi organının neye dönüşeceğini anlatmış, davranışlarının nasıl etkileneceğini, neyle beslenip, nerelerde yaşayacağını belirtmiş, hatta her birine bir de isim takmış; ancak bu değişimlerin nasıl meydana geleceğine dair tek bir bilimsel açıklamada bulunmamış, bunu denemeye dahi çalışmamıştır.

Oysa, bir bilim adamı, gelecekle ilgili bir tahminde bulunurken bunu mutlaka güçlü ve kesin bilimsel verilere dayandırmalı, tahminlerini tamamen bilimsel yöntemler kullanarak ortaya koymalıdır. Aksi takdirde hurafelerle uğraşan "kahin"lerden veya "falcı"lardan hiçbir farkı kalmaz.

Söz gelimi bir jeolog, bir kara parçasının milyonlarca yıldır ne kadar hızla yer değiştirdiği ile ilgili tüm verileri göz önünde bulundurarak bu kara parçasının 50 milyon yıl sonra nerede bulunacağı ile ilgili bir tahminde bulunabilir. Veya, bir genetik bilimci, genler üzerine yapılan tüm araştırmaları göz önünde bulundurarak, yakın bir gelecekte, genetik kökenli hangi hastalıkların yeryüzünden tamamen silinebileceğine dair bir tahminde ve açıklamada bulunabilir.



Focus dergisinde "geleceğin hayvanları" olarak yandaki tavsirler yayınlanmıştır. Ancak bunların tümü fantezilerden ibarettir. Bilimsel yönden hiçbir değeri yoktur.


Dixon'ın varsayımları ise hiçbir bilimsel veri ile desteklenmediği gibi, tamamen kendisinin hayalgücüne dayalıdır. Nitekim Focus dergisi de bu gerçeği itiraf etmekte ve Dixon'ın bu çalışmayı, bilimde olması gerektiği gibi bilimsel yöntemlerle değil, insani bazı özelliklerine yenilerek hayalgücünün etkisi altında kalarak hazırladığını belirtmektedir. Yazının girişindeki şu cümleler oldukça ilginçtir:

Kuşkusuz bilim kendi yöntemleri olan, aynı deneylerin aynı koşullarda aynı sonuçlar verdiği bir alan… Bu bilimselliğin sınırları içinde çalışanlar, elbette bu katı kurallara uyuyorlar. Ama, zaman zaman insan olmanın dayanılmaz hafifliğini hissediyorlar. Bu nedenle HAYAL GÜÇLERİNİ ZORLAYABİLİYORLAR. İşte "Geleceğin Zoolojisi" isimli eserin yaratıcısı İskoçyalı paleontolog Dougal Dixon da bunlardan biri… Eserinde geleceğin hayvanlarını mutlaka bilimsel bir süreçten geçiriyor, kendisinden de çok şeyler katıyor…

Sadece hayalgücüne dayanılarak yapılmış ve fantazi bir senaryodan öte herhangi bir anlam taşımayan bu çalışmanın, Focus gibi bilimsellik iddiası taşıyan bir derginin "zooloji" sayfasında yer alması son derece yanıltıcıdır. Okuyucular böyle bir haberi bir bilim kurgu sayfasında veya "fantazileriniz", "hayalgücünün eserleri" gibi konulu sayfalarda okuduklarında herhangi bir sakınca olmayabilir. Ancak bir kişinin hayalgücünün ürünü olan bazı garip varlıkların resimlerinin ve detaylı bilgilerinin bilim ile ilgili bir sayfada yer alması ve kullanılan manşetlerde, bu hayali canlılarla ilgili fantezilerin sanki bilimsel bir sonuç gibi aktarılması son derece yanlıştır. Burada yapılmak istenen, evrim aldatmacasına körü körüne inanan bazı bilim adamlarının "hayal güçlerini zorlayarak" uydurdukları masalların, bilimsellik görüntüsü altında kitlelere empoze edilmeye çalışılmasından başkası değildir.



Bu hayali çizimlerin amacı, evrim zaten varmış ve hala devam ediyormuş gibi gerçek dışı bir izlenim vermektedir. Bilimsel temeli kalmayan evrim teorisi, propagandaya ümit bağlamıştır.


Bu yöntem, aslında son derece tanıdık bir yöntemdir. Teorilerini bilimsel bulgulara dayandıramayan evrimciler sık sık bu tarz yanıltıcı haberler yapmakta, asla gerçekleşmemiş senaryoları konu ile ilgili bilgileri sınırlı kişilere gerçekmiş gibi sunabilmektedirler. Kendi ön yargılarını ve hayal güçlerini "bilim" gibi göstererek insanları aldatmaya çalışmaktadırlar. Fransız zoolog Pierre Paul Grassé, kendisi de bir evrimci olmasına rağmen, evrim teorisinin bu gibi iddiaları için şu yorumu yapmıştır:

Hayal kurmaya karşı bir yasa yok, ama bilim buna dahil edilmemelidir.52

2. Geçmişte evrim yaşanmamıştır ki, gelecekte yaşansın.

Gerek Dixon'ın çalışmasında gerekse Focus dergisinin bu çalışmayı aktarışında, evrim teorisi, bilimsel olarak ispatlanmış bir gerçekmiş gibi sunulmakta ve "geçmişte evrim yaşandığına göre gelecekte de evrim yaşanacaktır" gibi son derece yanlış bir düşünceyle yola çıkılmaktadır. Oysa geçmişte evrim yaşanmadığı gibi gelecekte de evrim yaşanmayacaktır. Bu, modern bilimin bulgularıyla ortaya konmuş bir gerçektir.

Evrimciler, onlarca yıldır geçmişle ilgili sayısız senaryo üretmişler ve kullandıkları telkin ve propoganda yöntemleri ile bu hayali senaryoları bilimsel gerçeklermiş gibi insanlara empoze etmişlerdir. Ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında meydana gelen bilimsel ve teknolojik gelişmeler evrimcilerin tüm düzenlerini altüst ederek, evrimin asla gerçekleşmediğini açık ve kesin olarak ortaya koymuştur.



Evrimciler yarasaların ileride bu hale dönüşeceklerini iddia etmektedirler. Nedenleri ve nasılları incelendiğinde bu hayali iddianın da hiçbir bilimsel dayanağı olmadığı görülecektir.


Evrimin en önemli açmazlarından biri evrimleşmenin hangi mekanizmalarla gerçekleştiğini açıklayamamasıdır. Söz gelimi, Dixon bu çalışmasında, yarasaların büyük bir değişim geçireceklerini, önce kanatlarını yitireceklerini ve ardından su altında yaşamaya başlayacaklarını iddia etmekte ve bu iddiasını da hayali bir çizimle desteklemektedir. Bu çizimde görülen ise yarasaların kanatlarının yerini iki kolun aldığıdır. Dixon'ın bu iddiasının bilimsel bir nitelik kazanabilmesi için, yarasanın kanatlarının nasıl olup da bir kola dönüşeceğini, uçan bir memeli olan yarasanın nasıl olup da sualtında yaşayabilecek, nefes alabilecek, avlanabilecek nitelikler kazanacağını açıklaması gerekir.

Dixon'ın bilim dışı bu iddiasına göre yarasanın birçok organında önemli değişiklikler olacaktır ve bu değişiklikler son derece bilinçli ve amaca yönelik bir sıra izleyecektir. Tamamen ihtiyaçtan kaynaklanan bu değişimlerin mutlaka bilinçli bir mekanizma tarafından gerçekleştirilmesi gerekir. Öyle bilinçli bir mekanizma olmalıdır ki bu, havada yiyecek ihtiyacını karşılayamayan yarasanın önce kanatlarını kol haline getirip onun karada avlanmasını kolaylaştırmalıdır. Yarasanın karada da yeterli besin bulamadığını görünceyarasaya solungaçlar ve diğer donanımla sağlamalı ve yarasayı suyun altında yaşatmalıdır.

Peki ama doğadaki bu bilinçli, akıllı, yetenekli mekanizma nedir? Evrimciler 150 yıldır doğadaki bu "olması gereken" mekanizmayı tartışmaktadırlar. Ancak doğada var olan hiçbir mekanizmanın böyle bir dönüşümü gerçekleştiremeyeceği son derece açık ve kesindir. Evrimcilerin sözde evrimleştirici iki mekanizma olarak öne sürdükleri "doğal seleksiyon" ve "mutasyonlar"ın ise aslında böyle bir süreci gerçekleştiremeyecekleri ortadadır ve bunu evrimciler dahi kabul etmektedirler. Doğal seleksiyon ve mutasyonların "yeni varlıklar" meydana getirecek mekanizmalar olmadığı bugün bilim çevreleri tarafından kabul görmüş bir gerçektir. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Harun Yahya; Evrim Aldatmacası, Hayatın Gerçek Kökeni)

3. Dixon'ın çalışmasının ve Focus'taki haberin tek amacı "evrim propogandasıdır."



Evrimciler teorilerini destekleyen deliller bulmakta gösteremedikleri başarıyı, hayalgücüne dayalı çizimlerde sergilemektedirler.


Evrim teorisi, bundan 2 yüzyıl önce -19. yüzyılda- ortaya atılmış ve günümüzde bilimsel bulgularla geçersizliği ortaya çıkmış bir teoridir. Charles Darwin'den bu yana bilimin her alanında ve teknolojide muazzam gelişmeler meydana gelmiştir ve 19. yüzyılda inanılır gibi görünen birçok şeyin aslında imkansız olduğu anlaşılmıştır.

Ancak tüm bunlara rağmen evrim teorisi, diğer köhne teori ve fikirler gibi çöpe atılmamış, aksine büyük bir özenle muhafaza edilmeye çalışılmıştır. Çünkü evrim teorisi, yüzyıllardır, inançsızlıklarına, Allah'ı inkarlarına, başıboş ve sorumsuz insan anlayışlarına, maddeye verdikleri öneme sözde bilimsel bir kılıf olmuş ve insanların gözünde bir meşruiyet arayan çevrelere sahte de olsa bir destek kazandırmıştır. Bu nedenle bilimsel yöntemlerle büyük umutlar bağladıkları teorilerini savunamayan evrimciler, telkin, göz boyama ve propaganda yöntemleri ile bunu sağlamaya çalışırlar. Konuyu detaylı incelemeyen insanlar ise "bilimsellik" maskesi altında gizlenen gazete ve dergiler, kitaplar vs. aracılığıyla evrimin gerçek olduğuna ikna edilirler.

İşte Dixon'ın gelecekte evrim sonucunda meydana geleceğini iddia ettiği bilim kurgu filmlerinden fırlamış hayali varlıklar, bu propagandanın bir parçasıdır. Bu, evrimcilerin ilk kez kullandıkları bir yöntem de değildir. Söz gelimi yakın geçmişte, yine bir evrim savunucusu olan Richard Dawkins, "geleceğin insanı"nı çizmişti. Etkileyici bir görüntü verilmek istenen bu sözde "geleceğin insanı" da aynı amaçla ortaya atılmıştı ve hiçbir bilimsel yöntem kullanılmadan tamamen hayal ürünü olarak üretilmişti.

Evrimcilerin bu denli bilim dışı yöntemlere, adeta "çocuk kandırma" metodlarına başvurmaları, gerçekte Darwinizm'in bilim karşısında uğradığı yenilginin bir sonucudur. Hiçbir laboratuvar deneyi veya bilimsel gözlem evrim teorisini desteklemediği için, evrimci biyologlar "hayal güçlerini zorlayarak" uydurma canlılar çizmekte ve bu sayede konu hakkında bilgisi olmayan insanları etkilemeye çalışmaktadırlar. Bunlar, Darwinizm'in son çabalarıdır. İnsanlık, bilim adına utanç verici bir safsata olan bu teoriden çok yakında tamamen kurtulacaktır.


Focus Dergisinin Ve Sn. Demirsoy'un
Davranışların Kökeni Hakkındaki Yanılgıları



8



Ali Demirsoy'un Kalıtım ve Evrim kitabı


Ağustos 2000 tarihli Focus dergisinde yayınlanan "Deprem ve Hayvan" başlıklı yazıda, hayvanların depremleri önceden sezme yetenekleri konu edilmiş ve hayvan davranışları konusunda evrimci biyolog Ali Demirsoy'un fikirlerine yer verilmiştir. Sayın Demirsoy'un verdiği bilgilerde ise bazı yanılgılar ve açıklanması gereken noktalar bulunmaktadır. Söz konusu yazıda, "Davranışların Evrimi" alt başlığında Sn. Demirsoy'un Kalıtım ve Evrim isimli kitabından bir alıntı yapılmıştır ve bu alıntıda özetle şu iddia yer almaktadır: "Davranışlar canlıların birçoğunda, belirli bir kalıtsal düzenlemenin etkisi altında ortaya çıkmış ve bir çeşit içgüdü olarak dölden döle aktarılmıştır." Sayın Demirsoy'un ve diğer evrimcilerin, bu cümleyi kabul etmekle ne tür yanılgılar içinde bulunduklarını ve hangi cevapsız sorularla karşı karşıya kaldıklarını açıklamakta fayda görmekteyiz:

Evrimciler "İçgüdülerin" Kaynağını Açıklayamazlar:

"İçgüdü" kelimesi, evrimci bilim adamları tarafından, hayvanların doğuştan sahip oldukları bazı davranışları tanımlamak için kullanılır. Ancak hayvanların bu içgüdüleri nasıl edindikleri, içgüdü ile yapılan bir davranışın ilk olarak nasıl ortaya çıktığı ve bu davranışların nesilden nesile nasıl aktarıldığı sorusu her zaman cevapsızdır.

Evrimci genetikçi Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution Mystery (Evrimin Büyük Bilinmezi) isimli kitabında içgüdülerle ilgili bu çıkmazı şöyle itiraf etmektedir:

İçgüdüsel bir davranış ilk olarak nasıl ortaya çıkıyor ve bir türde kalıtımsal olarak nasıl yerleşiyor diye sorsak, bu soruya hiçbir cevap alamayız.53



G.Taylor'ın Büyük Evrim Gizemi adlı kitabı


Gordon Taylor gibi itirafta bulunamayan bazı evrimciler ise bu soruları üstü kapalı, gerçekte bir anlam ifade etmeyen cevaplarla geçiştirmeye çalışırlar. Evrimcilerin yanılgılarına göre, içgüdüler canlıların genlerine programlanmış olan davranışlardır. Bu açıklamaya göre örneğin bir balarısı son derece muntazam ve bir matematik harikası olan altıgen petekleri içgüdüleri ile yapar. Diğer bir deyişle yeryüzündeki tüm balarılarının genlerinde kusursuz şekilde altıgen petek inşa etme içgüdüsü programlanmıştır.

Bu durumda akıl ve mantık sahibi her insan şöyle bir soru soracaktır: Eğer canlılar, davranışlarının büyük çoğunluğunu, böyle davranmaya programlandıkları için yapıyorlarsa, onları kim programlamıştır? Hiçbir program kendi kendine oluşamaz. Her programın mutlaka bir programcısı olmalıdır.

Aynı şekilde, Ali Demirsoy'un baştaki ifadesinde bahsettiği "genetik düzenleme"yi kim yapmıştır? Çünkü Sayın Demirsoy'un kullandığı "düzenleme" kavramı, kendi kendine, rastlantılarla meydana gelebilecek bir olay değildir. "Düzenleme" kavramı, adı üstünde rastlantı, başıboşluk, tesadüf kavramlarının etki etmediği kontrollü ve bilinçli müdahalelerin gerçekleştiği bir ortamın varlığını gerektirir. Bu durumda Sayın Demirsoy "genetik düzenleme"den bahsederken ister istemez bu gerçeği de kabul etmektedir. Dolayısıyla tesadüflerle, kendi kendine, başıboş ilerleyen rastlantısal süreçlerle açıklanmaya çalışılan evrim tezini de otomatik olarak reddetmiş olmaktadır. Peki Prof. Ali Demirsoy'un sözünü ettiği düzenlemeyi yapan akıllı ve bilinçli varlık kimdir?

Evrimciler, bu soruya verebilecek bir yanıt bulamadıkları gibi, konuyla ilgili yayınlarda şöyle bir göz boyama yöntemi kullanırlar: Tüm canlılara sahip oldukları özellikleri verenin "tabiat ana" olduğunu söylerler. "Tabiat ana" ise bildiğimiz taş, toprak, su, ağaç, bitki, vs. den oluşur. Acaba bunlardan hangisinin, canlılara bilinçli ve akıl yüklü eylemler yaptırması mümkün olabilir? Tabiatın hangi parçası canlıları programlamak için gerekli akla ve yeteneğe sahiptir? Doğada gördüğümüz herşey yaratılmıştır ve dolayısıyla yaratıcı olamaz. Hangi akıl sahibi insan bir yağlı boya tablo gördüğünde "boyalar ne kadar güzel bir tablo yapmışlar" diyebilir? Kuşkusuz bu, son derece akıl dışı bir düşünce olur. Öyle ise kendileri de yaratılmış olan, hiçbir akla ve bilince sahip olmayan varlıkların yaratıcı olduklarını iddia etmek, diğer varlıkların akılla ve bilinçle davranmak üzere programladıklarını söylemek de aynı şekilde akıl dışıdır.

Bu noktada karşımıza çok açık bir gerçek çıkmaktadır: Bu canlılar sahip oldukları üstün özellikleri kendi akılları ile bulup yapamadıklarına göre ve bu canlılar bu özellikleri ile doğduklarına göre, bu özellikleri onlara veren, onları bu tavırları gösterecek şekilde yaratan üstün bir Akıl ve İlim Sahibi vardır. Tüm doğada gördüğümüz bu aklın ve ilmin sahibi de hiç şüphesiz Allah'tır.








Evrimcilerin tabiat ana olarak nitelendirdikleri ve sözde yaratıcı gücü olduğunu sandıkları kavram; bildiğimiz taş, toprak, kaya, su veya rüzgardan oluşan bir bütündür. Bu bütünün cansız ve bilinçsiz olduğu çok açıktır. "Tabiat ana" evrimcilerin aldatmaca olarak kullandıkları hayali bir kavramdan başka birşey değildir.







Allah, Kuran'da balarısını örnek vererek, bu canlının gösterdiği akılcı davranışları ona Kendisi'nin ilham ettiğini bildirmektedir. Yani evrimcilerin "içgüdü" dedikleri veya "hayvanlar bunu yapmak için programlanmışlardır" diyerek açıklamaya çalıştıkları şey aslında Allah'ın ilhamıdır. Bu gerçek Kuran'da şöyle bildirilir:

Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)

Aslında evrim teorisinin sahibi Charles Darwin de hayvanların davranışlarının ve içgüdülerinin, teorisi için büyük bir tehlike oluşturduğunu fark etmiş ve bunu "Türlerin Kökeni" isimli kitabında açıkça, hatta birkaç kez itiraf etmişti:

İçgüdülerin birçoğu öylesine şaşırtıcıdır ki, onların gelişimi okura belki teorimi tümüyle yıkmaya yeter güçte görünecektir.54


Focus Dergisinde, Çöpe Atılmış Evrimci
İddialardan Bir Derleme



Focus dergisinin 10 Ekim 2000 tarihli sayısında yayınlanan "Nereden, nereye?" başlıklı bir yazıda evrim teorisinin evrimciler tarafından bile terk edilmiş pek çok iddia ve tezleri, masalsı bir anlatımla yeniden gündeme getirildi.



"Elveda Lucy" başlıklı Science et Vie dergisi


Focus dergisi, insanın sözde evrimi hakkında ortaya atılmış senaryolardan derlediği kısa bölümleri bir hikaye üslubu içinde art arda sıralayarak, sözde "insanın evrimi" masalını tekrar etti. Bu masalın bilimsel yönden geçersiz olduğu önceki konularda anlatıldığı için, konunun detaylarına girmeyeceğiz. Ancak Focus'un iddialarının geçersizliğini özetlemek gerekirse, aşağıdaki noktalar belirtilebilir:

Focus dergisinde sayfalarca yer verilen ve insanın atası olduğu iddia edilen Australopithecus'un nesli tükenmiş bir maymun türünden başka bir şey olmadığı defalarca kanıtlanmıştır. Bu gerçeği artık evrimciler de kabul etmekte ve Australopithecus'u zaten hayali olan "insanın soyağacı"ndan çıkarmaktadırlar. (Örn. Science et Vie, "Adieu Lucy", (Elveda Lucy) Mayıs 1999)

Focus dergisinde Homo habilis adıyla tanıtılarak insanın atası gibi gösterilmeye çalışılan canlılar da aynı Australopithecuslar gibi nesli tükenmiş bir maymun türüdür. Günümüzde bazı evrimci fosil bilimciler de bu sınıflamanın hayali olduğunu, Homo habilis denen canlıların aslında bir Australopithecus türü olduğunu savunmaktadır.

Focus dergisindeki sözde "insanın soy ağacı" şemalarında yer verilen Homo rudolfensis fosili evrimcilerin kemiklerini yanlış monte ederek insana benzettikleri bir maymun kafatasıdır.








Evrimcilerin iddia ettikleri gibi Australopithecus zamanla Homo habilis'e, onlar da zamanla Homo erectus'a dönüşmüş olsaydı -ki bu hiçbir zaman gerçekleşmemiştir-, bu türlerin yaşadıkları dönemlerin de birbirini izlemesi gerekirdi. Oysa böyle bir sıralama yoktur. Aksine Louis Leakey, Olduvai Gorge bölgesindeki Bed II çukurunda Australopithecus, H. habilis ve H. erectus fosillerini neredeyse yanyana bulmuştur. Yani bu türler birbirleriyle aynı dönemlerde yaşamışlardır. Dolayısıyla birbirlerinin atası olamazlar.









İspanya'nın Atapuerca bölgesinde yapılan kazılarda günümüzdeki insanlara tıpatıp benzeyen yapıya sahip kemikler ve 800 bin yıllık insan yüzü parçası bulunmuştur. Discover dergisi bu haberi "Bizim geçmişimize ait yüz bu mu?" başlığıyla kapak yapmıştır.


Evrimcilerin Homo erectus adını verdikleri fosiller de insanın sözde atası olan ilkel varlıklar değil, günümüz insanının çeşitli ırklarıdır. Bu ırkların anatomi ve zeka bakımından günümüz insanından herhangi bir temel farklılığı yoktur.

"İnsanın evrimi" senaryosunda, bir insan ırkı olan Homo erectus ile kendisinden önce gelen maymunlar (Australopithecus, Homo habilis) arasında büyük bir uçurum vardır. Yani fosil kayıtlarında beliren ilk insanlar, evrim süreci olmadan, aynı anda ve aniden ortaya çıkmışlardır.

Evrimcilerin insanın atası olarak tanımlayarak okuyucularını aldatmaya çalıştıkları Neandertal insanı, nesli tükenmiş bir insan ırkıdır. Bilimsel bulgular, Neandertaller'in zeka ve kültür düzeyi yönünden bizlerden geri olmayan bir insan ırkı olduğunu göstermektedir.

İspanya'nın Atapuerca bölgesinde bulunan ve günümüz insanıyla tıpatıp aynı olan 800.000 yıllık fosil insanın hiçbir zaman evrim geçirmediğinin açık bir kanıtlarından biridir. Dergide de konu edilen bu fosil (s. 102) evrimcilerin işine gelmediği için ayrı bir tür olarak kabul edilmiş ve karışık evrimci sıralamalar arasına sıkıştırılarak dikkatlerden kaçırılmaya çalışılmıştır. Bu da evrimcilerin kendi aleyhlerindeki kanıtları yok edemedikleri takdirde nasıl göz göre göre çarpıtabildiklerinin bir örneğidir.








İnsan, tarihin her döneminde insan olarak var olmuştur.Hiçbir evrim geçirmemiştir. Tarihe ait bulgular bu gerçeği kanıtlamaktadır. Örneğin Irak'taki Shanidar Mağarası'ndaki bir Neandertal mezarı. (üstteki resim) Polen analizi, yabani çiçeklerin cesedin başına yayılmış olduklarını göstermektedir. Bu da söz konusu adamın insancıl bir törenle gömüldüğünün işaretidir. Altta, İsrail Kebara mağarasında 60.000 yıl öncesine ait ve bilinçli olarak gömülmüş bir diğer Neandertal adamı.







Mary Leakey'nin Laetoli'de bulduğu 3.6 milyon yıllık ayak izleri, Focus dergisinde kasıtlı olarak saptırılmak istendiği gibi A. afarensis'e değil insana aittir.55 Bu izler günümüz insanınınkinden hiçbir farkı olmayan ayaklar tarafından bırakılmıştır. Bu durum çıplak gözle dahi rahatlıkla anlaşıldığı gibi, izler üzerinde yapılan bilimsel çalışmalar da bu gerçeği kanıtlamıştır.








Mary Leakey 1977 yılında Tanzanya'nın Laetoli bölgesinde bazı ayak izleri buldu. Bu izlerin insanlara ait olduğu çıplak gözle bile rahatlıkla anlaşılabiliyordu. Nitekim analizler de bu gerçeği doğruladı. 3.6 milyon yıllık bu izler evrim teorisinin temeli olan "soyağacı" şemasını çürütmeye yetiyordu.







Focus'un Tek Malzemesi: Hayali Çizimler





Evrimciler nesli tükenmiş maymun türlerini temel alarak yukarıdakilere benzer rekonstrüksiyonlar yaparlar. Oysa fosil kayıtları incelendiğinde bu çizim ya da maketlerin gerçeği yansıtmadığı görülmektedir. Böyle canlıların yaşadığına dair hiç bir delil yoktur.


Üstteki açıklamalarda izah edilen konuların dışında, Focus dergisinde evrimcilerin en sık başvurdukları göz boyama yöntemlerinden biri olan sahte çizimlere, heykellere ve rekonstrüksiyonlara da geniş yer verildiği görülüyor. Dergide sözde evrimi destekler mahiyette sunulan bu canlandırma yöntemleri aslında dikkatli gözler için evrimci hileleri ve sahtekarlıkları ele veren somut birer kanıt niteliğinde.

İnsanın kökeni iddiasına dair fosil kayıtları çoğu zaman dağınık ve eksik oldukları için, bunlara dayanarak herhangi bir senaryo kurmak, bütünüyle hayal gücüne dayalı bir iştir. Bu yüzden evrimciler tarafından fosil kalıntılarına dayanılarak yapılan rekonstrüksiyonlar, tamamen evrim ideolojisinin gereklerine uygun olarak tasarlanırlar.

Focus'ta da bu yanıltma yönteminin somut örneklerine rastlamak mümkün. Örneğin nesli tükenmiş bir maymun türü olan Australopithecuslar'ın hayali rekonstrüksiyonlarının yapımına yardımcı olan Tel Aviv Üniversitesi öğretim üyesi Yoel Rak, bunları iki ayağı üzerinde dik yürüyen canlılar olarak tasvir etmesinin tamamen kendi sübjektif yorumu olduğunu dergide aktarılan alıntısında şöyle ifade etmekte:

Eski atanın kamburu çıkmış olarak yürüdüğüne ilişkin klasik ön yargıyla mücadele etmek istedik. Tersine Australopithecus'ların, bizden farklı olsalar bile iki ayak üstünde kamburu çıkmadan durduğunu, hatta biraz arkaya meylettiğini SANIYORUM.56

Görüldüğü gibi ortada herhangi bir bilimsel kanıt olmadan bilimsellik adı altında ortaya sürülen heykeller o anda onu yapanların duygu ve tahminlerini, hayal ve beklentilerini yansıtmaktan öteye gitmemektedir.


Focus Dergisi Bilimi 100 Yıl Geriden İzliyor:
Lamarckist Mantıklar





Australopithecus robustus türüne ait fosil kafatası (üstte) günümüzdeki maymunlarla büyük benzerlik gösterir. Yandaki çizimdeki bedenin sol tarafı şempanze sağ tarafı ise A. afarensis'in iskeletini göstermektedir. Görüldüğü gibi Australopithecus her yönden günümüz maymunlarına benzeyen canlılardır.


Focus dergisindeki yazıda, 150 yıl öncesinin ilkel bilim anlayışını yansıtan ve yüzyıl önce bilim dünyasının çöplüğüne atılan Lamarckist düşünceyi içeren ifadeler yer de alıyor.

Darwin, teorisini geliştirirken kendisinden önceki pek çok evrimci biyologtan, özellikle de Fransız biyolog Lamarck'tan etkilenmişti. Lamarck'ın yanılgılarına göre canlılar yaşamları sırasında kazandıkları özellikleri sonraki nesle aktarıyorlar, böylece sözde evrimleşiyorlardı. Örneğin zürafalar, ceylan benzeri hayvanlardan türemişlerdi, yüksek ağaçların yapraklarını yemek için çabalarken nesilden nesile boyunları uzamıştı.

O zaman bilim sanılan bu görüşlerin gerçekte birer batıl inanç oldukları 20. yüzyılın başlarında genetik kanunlarının bulunmasıyla anlaşıldı. Lamarckçı düşünceyi esas alan Darwinizm de bu şekilde köklü bir darbe aldı ve teorinin temelinden çöktüğünü gören evrimciler yeni tezler, spekülasyonlar üreterek her ne pahasına olursa olsun Darwinizm'i ayakta tutma çabasına girdiler.

Focus dergisi ise birazdan örneklerini sıralayacağımız ifadelerde adeta yüz elli yıl öncesinden seslenir gibi Darwinizm'in temel direği Lamarckist yanılgıları makalesinin kilit noktalarına yerleştirmiş. Çoktan çürüdüğü için yerini neyle dolduracağını düşünen evrimci yandaşlarının aksine Focus dergisi sanki zaman makinesine girmiş gibi, en ufak bir tereddüt göstermeden Lamarckist yorumlara ardına kadar kapısını açmış. İşte örnekler:

Yaşamın açık arazilerde iki ayaklılığa nasıl yol açtığını gösteren pek çok kuram var. Kabul gören açıklamalardan birine göre, insangiller sıcaktan korunmak istemişlerdi. Dik duran birisinin, yalnızca başının tepesi güneşin yakıcı dik ışınlarına maruz kalır. Bu da sıcaklığın yüzde 60 oranında düşmesi demek.








Zürafanın Hayali Evrim Şeması

Lamarck zürafaların ceylan benzeri hayvanlardan türedikleri gibi bilim dışı bir görüşe inanıyordu. Onun yanılgılarına göre otlara uzanmaya çalışan bu canlıların zaman içinde boyunları uzamış ve zürafalara dönüşüvermişlerdi. Bu mantık dışı iddiaya göre canlılar yaşamları sırasında kazandıkları özellikleri sonraki nesle aktarıyorlar, böylece evrimleşiyorlardı. Evrimciler bu masalsı anlatımı aşağıdakine benzer hayali şemalarla destekleyerek ayakta tutmaya çalışmışlardır. 100 yıl öncesinin batıl inançları olarak nitelendirilebilecek bu iddianın genetik biliminin gelişmesiyle birlikte hiçbir dayanağı kalmamıştır. Mendel'in 1865 yılında keşfettiği kalıtım kanunları, yaşam sırasında kazanılan özelliklerin sonraki nesillere aktarılmasının mümkün olmadığını ispatlamıştır. Böylece Lamarck'ın zürafa masalı da tarihe karışmıştır.







Yukarıdaki ifadeler adeta birer "bilimsel facia" niteliğindedir. Herşeyden önce canlının iki ayaklı mı, dört ayaklı mı olacağı onun hücre çekirdeğindeki genleri tarafından kontrol edilir. DNA'sında "iki ayaklılık geni" varsa o canlı iki ayaklı, dört ayaklılık geni varsa o canlı dört ayaklı olur. Dört ayaklı bir canlı güneşten korunmak için istediği kadar dik durmaya çabalasın, bu durumunu uzun süre koruyamaz ve tekrar dört ayağı üzerine geri döner. Ayrıca yalnızca iskelet yapısı değil, dolaşım sistemi, sinir sistemi ve diğer tüm organları dört ayaklılığa uyumlu bir yapıya ve fonksiyonlara sahiptir. Dolayısıyla canlının sıcak bastığı için bütün bu organlarını ve sistemlerini iki ayaklılığa göre ayarlaması ve genetik şifresini de bu yönde değiştirmesi gerekmektedir. Böyle bir değişimi de ne akılsız bir maymunun ne de dünyanın en dahi insanının gerçekleştirmesi mümkündür. Bu bir nevi açık denizde suya atlayan bir insanın hayatta kalmak ve deniz şartlarına uyum sağlamak için, kendinde yüzgeç ve solungaçlar oluşturmasına benzer. İstemekle ve gayret etmekle bu tür bir değişiklik oluşamayacağı meydandadır. Aksine bir düşünce ise ancak ortaçağ cehaletinin getirdiği bir hayal ürünü olabilir.



Fransız biyolog Lamarck


Kaldı ki, eğer bir insanın kendi vücut yapısını değiştirebileceği varsayılsa, bunun sonraki nesilleri etkilemeyeceği açıktır. Bu, Mendel'den bu yana biyolojinin en temel gerçeklerinden biridir. Buna rağmen Focus dergisinin hala Mendel öncesi ilkel kalıtım inançlarına bağlı olarak Lamarckist yorumlar yapması, "dik durmaya çalışan maymunlar giderek daha fazla dikleşip insan oldular" gibi akıl dışı iddialar öne sürmesi, kesinlikle bilimsel ve mantıklı değildir.

Sonuçta, yukarıdaki kuramın bilim dünyasında kabul görmesi şöyle dursun, biraz biyoloji bilgisi olan bir kimsenin bile bu kuramı ciddiye alması mümkün değildir.

İşte Focus'tan benzer bir mantık çöküntüsü daha:

(Australopithecus'lar) Doğu ve Güney Afrika ikliminin 2.5 milyon yıl önce kuraklaşması sonucunda evrimleşmişlerdi.

İklimin kuraklaşmasının bir canlının genetik şifresinde o iklime uyum gösterecek bir değişiklik oluşturması mümkün değildir. Dolayısıyla yukarıdaki ifadenin de Lamarck'ın 150 yıl önce öne sürdüğü, "zürafaların yüksek dallardaki yapraklara erişmek için çabalarken boyunlarının uzadığı" şeklindeki bilim dışı yaklaşımından hiçbir farkı yoktur.

Bu hurafelerin ne derece bilim dışı oldukları elbette bu tür makaleleri hazırlayanlar tarafından da çok iyi bilinmektedir. Fakat konu hakkında detaylı bilgisi olmayan bir kesim üzerinde bu tür hikayelerle etki oluşturmak istenildiğinde gerektiğinde 150 yıl öncesinin safsataları bile "evrim aldatmacası"na malzeme yapılabilmektedir.








İnsan iskeleti (en solda) dik yürümeye uygun bir tasarıma sahiptir. Omurga, leğen kemikleri ve diğer yapılar sayesinde insan iki ayağının üzerinde dik yürüyebilir. Maymunlar ise öne eğik bir iskelet yapısına, kısa bacaklara ve uzun kollara sahiptir (en sağda) Bu iki yapı arasında bir geçiş formu anatomik olarak çok verimsiz olacaktır ve dolayısıyla bu yönde bir evrim yaşanmış olması imkansızdır.









İnsanların maymun benzeri canlılardan evrimleştiğini iddiası ancak Lamarkcist mantıklarla savunulabilmektedir. Oysa Lamarck'ın ilkel iddiaları, 100 yıl önce bilimin dışına atılmıştır.


Aynı bilim dışı yaklaşımın yazıda yer alan çok daha açık bir örneği de şu cümlededir:

Kurak otlaklardaki hareketli yaşam tarzı terlemeye yol açtığından, tüyler döküldü ve deri soluk almaya başladı. Pürüzsüz derili, uzun boylu, büyük beyinli insanlar evrimleşti.

Birincisi; kurak ortamda terlemenin tüylerin dökülmesiyle hiçbir ilgisi yoktur. Bugün kurak ortamda yaşayan binlerce maymun türünün vücudu sık tüylerle kaplıdır. Eğer tüy dökülmesi, derinin pürüzsüzleşmesi evrimin bir kanıtı ise -ki hiçbir şekilde değildir-, tüm insanların, aynı zamanda Afrika gibi sıcak ve kurak ortamlarda yaşayan tüm canlıların binlerce yıl öncesinden vücutlarında tek bir tüy bile kalmamış olması gerekmektedir.

İkincisi; varsayalım iklim nedeniyle bazı canlıların tüyleri döküldü. Bu durum onların genetik şifrelerine etki etmeyeceği için, daha sonra gelecek nesiller yine tüylü olacaklardır. Aksini savunmak, yani dış etkenlerle kazanılan bir fiziksel özelliğin sonraki nesillere geçtiğini öne sürmek Lamarck'ın teorisiyle aynıdır. Focus'un savunduğu akıl dışı görüş de budur.

Üçüncüsü; terlemeden, tüylerden ve deriden bahsederken aynı cümlenin devamında birdenbire, "pürüzsüz derili, uzun boylu ve büyük beyinli insanlar gelişti" gibi inanılmaz bir çıkarıma gidilmiştir. Acaba uzun boy ve büyük beyin de terleme sonucunda mı ortaya çıkmıştır? Anlaşılan o ki tüy dökülmesi için uydurulan türden bir senaryo, uzun boy ve büyük beyin için de zorlama olarak kullanılmış ve senaryoya dahil edilmiştir. Bu şekilde, uzun boyun ve büyük beyinin esrarı da evrimciler tarafından "bilimsel olarak" açıklanmıştır!


Sonuç



Buraya kadar görüldüğü gibi, evrim savunucularının geldikleri son nokta "hezimet" kelimesiyle dahi ifade edilemeyecek boyutlara ulaşmıştır. Yıllarca öncesinin çürütülmüş fosilleriyle, 150 yıl öncesinin ilkel bilim anlayışıyla evrimi ayakta tutmaya çalışanların gerçekte kendi elleriyle kendi fikir sistemlerini yok etme sürecine girdikleri ve bu sürecin artık geri dönülmez olduğu açıkça ortadadır.


DİPNOTLAR



52- Pierre Paul Grassé, Evolution of Living Organisms, Academic Press, New York, 1977, s.103

53- Gordon R. Taylor, The Great Evolution Mystery, Harper & Row Publishers 1983, s. 222

54- Charles Darwin, Türlerin Kökeni,Onur Yayınları, Beşinci Baskı, Ankara 1996, s. 273

55- R.H.Tuttle, Natural History, Mart 1990, s.61-64

56- Focus, Ekim 2000, sf.101

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü