Harun Yahya


Bilim ve Ütopya Dergisindeki Yanılgılar

Tuğrul Atasoy'un Yazısındaki
"İnsan Bilinci Maddeye İndirgenemez" İtirafı



Evrimci yayınlarda yanılgılar kadar zaman zaman itiraflar da yayınlanıyor. Bunun bir örneği, Dr. Tuğrul Atasoy imzasıyla Bilim ve Ütopya dergisinin Ağustos 1999 tarihli sayısında yayınlanan "Bilinç Nedir?" başlıklı yazı oldu. Atasoy, insan bilincine materyalist bir açıklama getirmeyi hedeflediği halde, bu açıklamanın imkansız olduğunu kabul ediyordu.

Materyalistler ruhun varlığını reddetme yanılgısına düştükleri için, insan bilincini sadece beynin bir ürünü olarak kabul ederler. "Ben" dediğimiz varlığın, sadece beynin içindeki nöronlar (sinir hücreleri) ve bunlar arasındaki kimyasal reaksiyonlar olduğunu iddia ederler. Oysa bilimsel bulgular, zihnin sadece beyinden ibaret olmadığını, aksine beynin ötesinde, beyni kullanan madde-ötesi bir varlığın bulunduğunu göstermektedir. İşte materyalist yazar Atasoy da bunu şöyle kabul etmektedir:

Bilincin tam bir tanımını bugün için yapamıyoruz. Onu ancak bileşkenlerini tanımlamak yoluyla tanımlamaya çalışıyoruz. Yine de biliyoruz ki bilinç her zaman bileşenlerinin toplamından fazlasıdır

Yani bilinç, "bileşenlerinin", örneğin beyindeki görme merkezi, duyma merkezi gibi maddi etkenlerin toplamından daha farklı bir şeydir. Bu durumda elbette bilincin açıklaması da materyalist bir bakış açısıyla yapılamaz. İlginçtir ki, materyalist yazar Atasoy da bunu kabul etmekte ve bilincin açıklanması için bu konuda 19. yüzyıldan beri hakim olan materyalist bakış açısının değişmesi gerektiğini itiraf ederek şöyle yazmaktadır:

Pekala tüm bunlardan sonra bilinç nedir? Yazının başında da belirttiğimiz gibi tam ve doğru bir yanıta henüz ulaşabilmiş değiliz. Bu tanımın yapılabilmesi ya da hiç olmaz ise onu daha iyi anlayabilmemiz için, bugün için kabul edilen paradigmaların değişmesi ile oluşacak olan bilimsel devrimlere ihtiyacımız var gibi gözükmektedir.

Atasoy biraz daha araştırmacı davranıp etrafındaki bilimsel gelişmeleri izlerse, "ihtiyacımız var" dediği "bilimsel devrim"in şu anda zaten yaşanmakta olduğunu, dünyanın dört bir yanından sayısız bilim adamının materyalist dogmayı terk ettiğini görebilir.








Evrimci bilim dergisi Earth

Evrimciler "ben" dediğimiz varlığın, sadece beynin içindeki sinir hücreleri ve bunlar arasındaki kimyasal reaksiyonlar olduğunu iddia ederler. Oysa bilimsel bulgular, zihnin sadece beyinden ibaret olmadığını, aksine beynin ötesinde, beyni kullanan madde-ötesi bir varlığın olduğunu göstermektedir. Bu varlık, göze ihtiyaç duymadan gören, kulak olmadan duyan, burna gerek duymadan koklayan "RUH"tur.







Evrimi Çürüten Bir Delili
Evrime Delil Gibi Gösterme Yanılgısı



Bilim ve Ütopya dergisinin Temmuz 2000 tarihli sayısının 78. ve 79. sayfalarında, Kiraz Perinçek'in derlediği "İnsanlığın Şafağı: Güney Afrika'da Yeni Buluntular" başlıklı bir yazı yayınlandı. Yazıda, Güney Afrika'da bulunan yeni fosil kayıtları konu edilmekteve büyük bir yanılgı ile aslında maymun türü oldukları çok önceleri anlaşılan bir türe ait fosiller, insansı (hominid) bir tür gibi gösterilmektedir. Kiraz Perinçek'in yazısındaki önemli bilgi eksikliklerinin ve yanılgılarının kamuoyunca bilinmesi gerektiği kanaatindeyiz.



Evrimci bilim adamlarının çok sık kullandıkları bu maymundan insana geçiş aşamaları tamamen hayalidir. Böyle bir süreç dünya üzerinde hiç yaşanmamıştır. İnsan her zaman insan, maymunlar ise her zaman maymun olarak yaşamışlardır.


Yazıda, Güney Afrika'da bulunan fosillerin Australopithecus robustus türüne ait olduğu belirtilmekte ve bu türden hominid (insansı) olarak söz edilmektedir. Oysa Australopithecus robustus bir hominid değil, bir maymun türüdür.

Bilindiği gibi, evrimciler hiçbir bilimsel delili olmamasına rağmen, günümüz insanının maymunsu birtakım varlıklardan evrimleştiğini iddia ederler. İnsanların sözde ilk maymunsu atalarına da "güney maymunu" anlamına gelen Australopithecus ismini verirler. Oysa bu canlılar (yazıda ismi geçen Australopithecus robustus da dahil olmak üzere) gerçekte soyu tükenmiş eski bir maymun türünden başka bir şey değildir. Çünkü;

1. Australopithecuslar'ın atası olduğu iddia edilen türlerle aynı dönemde yaşadığı defalarca tespit edilmiştir.



1924'de Raymond Dart tarafından keşfedilen Taung çocuğu fosili, Australopithecus'un bilinen ilk örneğiydi. Dart, kafatasının konumunu maymun ve insan arasındaki ara geçiş formu olarak belirlemişti. Ve bu fosile ait hiçbir iskelet kalıntısı olmamasına rağmen bu canlının iki ayaklı olması gerektiğine karar vermişti. Oysa ilerleyen yıllarda yapılan araştırmalar Australopithecus'un sadece bir maymun türü olduğunu ve dik yürüyemediğini ortaya çıkardı.


Evrimciler insanın evrimi hikayesinde "Australopithecus > Homo habilis > Homo erectus > Homo sapiens" şeklinde hayali bir sıralama yaparlar. Ve bu hayali sıralamadaki türlerin her birinin sonrakinin atası olduğu izlenimini vermeye çalışırlar. Oysa paleoantropologların son bulguları, Australopithecus, Homo habilis ve Homo erectus'un dünyanın farklı bölgelerinde fakat aynı dönemlerde yaşadıklarını göstermektedir. Nitekim söz konusu yazıda da, bulunan Australopithecus robustus fosillerinin yanında homo fosilleri ve büyük ihtimalle kazı aleti olarak kullanılmış kemik uçları da bulunduğu belirtilmektedir. Homo türünün, kendisinin atası olduğu iddia edilen Australopithecus robustus türü ile aynı dönemde yaşamış olması evrimcilerin ata-torun iddialarını tamamen geçersiz kılar. Nitekim, bu yazıda da fosilleri bulan jeolog André W. Keyser'in de, bu çelişkiyi şöyle ifade ettiği belirtilmiştir:

Bu sorulara rağmen, ne kadar çok şey bulursak o kadar çok şey öğreniyoruz: Australopithecus robustus nasıl yaşamış, Homo ile beraber nasıl aynı anda var olmuşlar?.. Kazıldıkça ve incelendikçe Drimolen'den daha çok yanıt ve soru çıkacak."

Görüldüğü gibi, evrimcilerin ata ve torunu olarak nitelendirdikleri türlerin aynı dönemde yaşadıklarının ortaya çıkması evrimcileri bu tür çıkmazlara sokmaktadır. Ortada açık bir gerçek vardır: Hiçbir tür bir diğerinin atası değildir. Her türü birbirinden bağımsız olarak Allah yaratmıştır ve elde edilen bilimsel bulgular bu gerçeği her seferinde bir kez daha doğrulamaktadır.

2. Australopithecuslar'ın fiziksel yapıları günümüz maymunlarıyla aynı özellikler taşımaktadır.




SAHTE ÇİZİM

HAYALİ LUCY TASVİRİ
Australopithecus evrimciler tarafından insanın atası gibi lanse edilmeye çalışılmaktaydı. Bu yüzden iki ayaklı, dik yürüyen Australopithecus resimleri çizildi. Ancak bu iddianın temelsizliği çok yakın bir zamanda ortaya çıkmış ve bu canlıların soyu tükenmiş birer maymun oldukları anlaşılmıştır.


Australopithecus türlerinin tümü, günümüz maymunlarına benzeyen soyu tükenmiş maymunlardır. Tümünün beyin hacimleri, günümüz şempanzelerininkiyle aynı veya daha küçüktür. Ellerinde ve ayaklarında günümüz maymunlarındaki gibi ağaçlara tırmanmaya yarayan çıkıntılar mevcuttur ve ayakları dallara tutunmak için kavrayıcı özelliklere sahiptir. Boyları kısadır (en fazla 130 cm.) ve aynı günümüz maymunlarındaki gibi erkek Australopithecus dişisinden çok daha iridir. Kafataslarındaki yüzlerce ayrıntı, birbirine yakın gözler, sivri azı dişleri, çene yapısı, uzun kollar, kısa bacaklar gibi birçok özellik, bu canlıların günümüz maymunlarından farklı olmadıklarını gösteren delillerdir.



Prof. Charles Oxnard


Bu konudaki evrimci iddia ise, -bilimsel bir dayanağı ve ispatı olmamasına rağmen- Australopithecus'un, tam bir maymun anatomisine sahip olmasına rağmen, diğer maymunların aksine, insanlar gibi dik olarak yürüdüğü tezidir. Söz konusu "dik yürüme" iddiası, Richard Leakey, Donald Johanson gibi evrimci paleoantropologların on yıllardır öne sürdükleri bir görüştür. Ama pek çok bilim adamı, Australopithecus'un iskelet yapısı üzerinde sayısız araştırma yapmış ve bu iddianın geçersizliğini delilleriyle ortaya koymuştur. İngiltere ve ABD'den iki anatomist, Lord Solly Zuckerman ve Prof. Charles Oxnard'ın, Australopithecus örnekleri üzerinde yaptıkları çok geniş kapsamlı çalışmalar bu canlıların iki ayaklı olmadıklarını, günümüz maymunlarınınkiyle aynı hareket şekline sahip olduklarını göstermiştir. İngiliz hükümetinin desteğiyle, beş uzmandan oluşan bir ekiple bu canlıların kemiklerini on beş yıl boyunca inceleyen Lord Zuckerman, kendisi de evrim teorisini benimsemesine rağmen, Australopithecuslar'ın sadece sıradan bir maymun türü oldukları ve kesinlikle dik yürümedikleri sonucuna varmıştır.14

Son olarak 1994 yılında İngiltere'deki Liverpool Üniversitesi'nden Fred Spoor ve ekibi, Australopithecus'un iskeleti ile ilgili kesin bir sonuca varmak için kapsamlı bir araştırma yapmıştır. Spoor'un vardığı sonuç, Australopithecus'un dört ayaklı olduğudur.15 Bu ise Australopithecus'un, insanlarla hiçbir ilgisi olmayan, nesli tükenmiş bir maymun türü olduğu anlamına gelmektedir.

Australopithecus'un insanın atası sayılamayacağı son dönemde evrimci kaynaklar tarafından da kabul edilmektedir. Fransız bilim dergisi Science et Vie, Mayıs 1999 sayısında bu konuyu kapak yapmıştır. Australopithecus afarensis türünün en önemli fosil örneği sayılan Lucy'i konu alan dergi, "Adieu Lucy" (Elveda Lucy) başlığını kullanarak, Australopithecus türü maymunların insanın soyağacından çıkarılması gerektiğini yazmıştır.


Sonuç



Yukarıda anlatılanlardan da açıkça görüldüğü gibi, Australopithecus robustus da dahil olmak üzere tüm Australopithecus türleri, soyu tükenmiş birer maymundur. Ne var ki evrimciler, hayali olarak hazırlanmış olan evrim soyacağına ideolojik olarak o kadar bağlıdırlar ki, yeni gelişmeler bu soyağacını kökünden söküp atmış olmasına rağmen, evrime karşı delil olan bulguları dahi bu ağacın bir yerine yerleştirmeye çalışmaktadırlar. Gerçekleri görmezden gelmek, "bu evrim açısından bir çelişkidir, ama bir gün çözülecektir" diye boş yere beklemek, bilim ve insanlık açısından önemli bir zaman ve emek kaybıdır.
Artık evrimcilerin gerçekleri kabullenmeleri gerekir: Evrim hiçbir zaman gerçekleşmemiştir ve bilim bunu her defasında bir kez daha ispatlamaktadır.


Ağustos 2000 Tarihli Bilim Ve Ütopya Dergisinde
Yer Alan Yanılgılar



Genom Projesi'nin kapak konusu olduğu Ağustos 2000 tarihli Bilim ve Ütopya dergisinde yer alan birçok makalede önemli yanılgılar bulunmaktadır. Bu yazı, bu yanılgıların düzeltilmesi ve kamuoyunun doğru ve ispatlı bilgilerle bilgilendirilmesi amacıyla hazırlanmıştır.


Ender Helvacıoğlu'nun "Madalyonun
İki Yüzü" Başlıklı Yazısındaki Önemli Yanılgılar
ve Bilim Dışı Evrim Mesajları



1. Ender Helvacıoğlu'nun, genom projesinin evrim teorisini kanıtladığı iddiası içi boş bir evrim propagandasıdır, bilimsel bir gerçekliği yoktur.

Ender Helvacıoğlu bu yazısında, genom projesi ile elde edilen bilgilerin evrim teorisini sözde ispatlayarak artık bir tartışma konusu olmaktan çıkardığını iddia etmektedir. Sn. Helvacıoğlu'nun bu yanılgısı, aslında evrimcilerin klasik bilimsellikten uzak "evrim propagandaları"na bir örnektir. Evrimciler, hiçbir zaman somut bir delil bulamadıkları için bu durumu, içi boş ama son derece iddialı görünen sloganlar kullanarak kendilerince telafi etmeye çalışırlar. Bilimsel olarak hiçbir doğruluğu olmayan "Genom projesi evrim teorisini kesin olarak ispatladı" sloganı ise, genom projesi gündeme geldiğinden bu yana Türk evrimcilerinin en çok kullandıkları cümle haline gelmiştir. Ne var ki, genom projesinde elde edilen bulgularla evrim teorisinin mekanizmalarının ne olduklarının bulunması arasında hiçbir bağlantı yoktur. Sn. Helvacıoğlu'nun iddiasına göre, genlerle oynanarak canlılarda fiziksel değişikliklere neden olmak evrim teorisinin sözde bir kanıtıdır. Bu hiç düşünülmeden veya "belki düşünmeyenler etkilenirler" diye söylenmiş bir sözdür. İnsan Genomu Projesi dahilinde, canlıların bozuk genlerinin düzeltilerek, birçok kalıtsal hastalığın iyileştirilebileceği veya genlerle oynanarak bir türün daha mükemmelleştirilebileceği doğrudur. Ne var ki, Sn. Helvacıoğlu'nun göz ardı ettiği konu şudur: Bu müdahalelerin hepsi bilinç, akıl, bilgi, yetenek ve teknoloji sahibi insanlar tarafından bir kontrol dahilinde uygulandığı takdirde iyileşmeye ve gelişmeye yönelik sonuçlar verecektir.



Bilimsel bulgular evrimci iddiaların kabul edilemezliğini açıkça ortaya koymaktadır. Bununla birlikte canlılıkta olağanüstü bir düzen olduğunu göstererek bunların üstün bir akıl ve bilgiyle var edildiklerini doğrulamaktadır. İşte bu üstün aklın sahibi Yüce Allah'tır.


Evrim teorisinin hiçbir zaman açıklamasının mümkün olmadığı soru da bu noktadadır. Evrim teorisinin iddiası, genlerin, proteinlerin, kısacası hayatın tüm yapıtaşlarının ve neticesinde canlılığın, hiçbir bilinç olmadan, tamamen tesadüflerin sonucunda zaman içinde kendi kendine oluştuğudur. Bu, kesinlikle kabul edilebilir bir açıklama değildir. Ne bilim, ne de mantık böyle bir tesadüf iddiasını kabul etmemektedir. Çünkü, genom projesinin gündeme gelmesiyle bir kez daha anlaşılmıştır ki, canlılık son derece kompleks, içiçe geçmiş ve hepsi birbirine bağlı, biri olmadan diğerinin olamayacağı yapılardan oluşmaktadır. Bu yapıların her biri kusursuz bir plan ve düzene sahiptir. Dolayısıyla böylesine mükemmel ve kompleks yapıların tesadüfler sonucunda, kendiliğinden oluşmaları ve yine tesadüfler sonucunda kendi kendilerini geliştirerek çok daha kompleks yapıları meydana getirmeleri imkansızdır. Bunun için bilinç, akıl ve bilgi gerekir. Bu sonucun bize gösterdiği tek bir gerçek vardır: Canlılığı sonsuz bir bilgi ve akıl sahibi olanAllah yaratmıştır. Genom Projesi ile elde edilen bulgular da, evrim teorisini kanıtlamamıştır, aksine Yaratılış gerçeğini bir kez daha gözler önüne sermiştir.

2. Genlerle oynamak "yaratmak" değildir.



Ender Helvacıoğlu


Sn. Helvacıoğlu'nun bir diğer yanılgısı ise, bilim adamlarının genlere müdahale ederek değişikliklere neden olabilmelerinin sonucunda insanın "yaratan" olduğunu sanmasıdır. Bu, evrimcilerin Allah'ı inkarlarının bir sonucu olarak her fırsatta ortaya attıkları son derece temelsiz ve ateizm propagandasına yönelik mantık dışı bir iddiadır. Çünkü, mevcut olan genler üzerinde oynamalar yapmak ve o canlıda değişimlere neden olmak o canlıyı yaratmak değildir. Veya klonlama örneğinde olduğu gibi, bir canlının kök hücrelerini alarak, o kök hücreyi bir canlının rahmine yerleştirip o canlının aynısından üretmek de yaratmak değildir. Yaratmak, yoktan var etmektir. Ve evrimciler gayet iyi bilmektedirler ki, tek bir canlı hücresini dahi yoktan var etmekten acizdirler. Bu konuda yaptıkları çalışmaların tamamı başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

3. Sn. Helvacıoğlu'nun Yaratılış gerçeğini kendince bir dogma, evrim dogmasını ise gerçek sanma yanılgısı

Sn. Helvacıoğlu yazısında, "Yaratılış dogmasına karşı, evrim kuramını savunmanın vazgeçilmez bir görev olduğu"nu belirtmiştir.

Sn. Helvacıoğlu'nun Yaratılışı bir dogma olarak nitelendirmesi çok büyük bir yanılgı ve tamamen kendi dogmatik ve tutucu bakış açısının bir ürünüdür. Çünkü, aslında kendisi de gayet iyi bilmektedir ki, Yaratılış, hiçbir bilimsel bulgu ile çelişmeyen apaçık bir gerçektir. Bilimsel bulgular, hep Yaratılış'ı destekler niteliktedir. Örneğin, Big Bang, evrenin bir başlangıcı olduğunu ispatlar bu ise Yaratılış gerçeğini teyid ederken, materyalizmi yalanlar; canlı türleri fosil kayıtlarında hiçbir ataya dair iz olmadan, aniden ve bugünkü halleriyle belirmektedir ve evrimcilerin olduğunu varsaydıkları ara geçiş formlarına ait bir tek fosil dahi bulunmamaktadır ve bu, evrim teorisini yalanlarken Yaratılış gerçeğini ispatlamaktadır. Canlılığın son derece kompleks yapısı ise, tesadüflerin bir ürünü olamayacağını canlılığın oluşumu için mutlaka akıl, bilinç, bilgi ve yetenek gerektiğini açıkça ortaya çıkartmıştır. Bu ise evrim teorisini yalanlarken, üstün bir yaratılışın, yani Allah'ın varlığının delili olmaktadır. Bunlar evrim teorisini ve materyalizmi yalanlarken, Yaratılış'ı destekleyen yüzlerce bilimsel bulgudan sadece birkaçıdır. Bu durumda Yaratılış gerçeğini kabul eden insanlar hiçbir zaman bilimsel bulgularla ters düşmezken, evrim teorisini savunanlar bilimsel bulguları göz ardı etmekte ve böylece evrim teorisi adında bir dogma oluşturmaktadırlar.


Ender Helvacıoğlu'nun "Biyolojinin Ardındaki
İdeoloji" Başlıklı Yazısında
Göz Ardı Ettiği Önemli Bir Gerçek
ve Diğer Yanılgıları



1. Canlıların genetik benzerliklerinin ortak bir atadan geldiklerinin delili olduğunu sanma yanılgısı

Evrimcilerin en sık kullandıkları "evrim telkini" metodlarından biri de, bilimsel bir geçerliliği olmayan bazı iddialarda bulunmak ve bunları evrimin sözde önemli ve çarpıcı bir delili gibi sunmaktır. Sn. Helvacıoğlu da, evrimcilerin bu taktiklerine sık sık başvurmuş ve yazısında türler arasında genetik benzerlikler olduğunu ve bunun türlerin ortak bir atadan geldiklerinin delili olduğunu iddia etmiştir. Bu yanılgısına örnek olarak ise insanın genetik şifresinin meyve sineğininkiyle %70, maymununkiyle ise %98 benzer olduğunu vermiştir.

Öncelikle belirtelim ki, insan ve maymun arasında %98 oranında genetik benzerlik olduğunu iddia etmek bilimsel değildir. Çünkü insanın genetik kodu henüz yeni çözülme aşamasındadır. Maymunların genetik kodu hakkında ise çok daha az bilgi mevcuttur. Yapılan karşılaştırmalar, hem insanda hem de maymunlarda en yoğun olarak bulunan bazı proteinler üzerinden yapılmakta ve böylece "%98" rakamına kasıtlı olarak ulaşılmaktadır. Buna karşın evrim teorisi adına "hoşa gitmeyen" veriler ise göz ardı edilmektedir. Dolayısıyla maymunla insan arasında %98 genetik benzerlik olduğunu iddia etmek bilimsel bir anlam ifade etmemektedir.



Ünlü genetikçi Theodosius Dobzhansky


Öte yandan, eğer canlılardaki genetik benzerliklere dayalı evrimsel ilişkiler kurulsaydı, o zaman insanın maymunlara benzemesi, ancak evrimcilere göre uzak sayılan canlı türlerine hiç benzememesi gerekirdi. Oysa durum hiç de böyle değildir.

Örneğin, New Scientist dergisinde aktarılan genetik analizler, nematod solucanları ve insan DNA'larında %75'lik bir benzerlik ortaya koymuştur.16 Bu, elbette insan ile nematodlar arasında sadece %25'lik bir fark bulunduğu anlamına gelmemektedir! Eğer evrimcilerin kurguladığı soyağacına bakılırsa, insanın dahil edildiği Chordata filimu ile Nematoda filumlarının 530 milyon yıl önce bile birbirlerinden ayrı oldukları görülür.

Nitekim farklı türlere ve sınıflara ait canlıların DNA ve kromozom analizleri sonucunda elde edilen bulgular karşılaştırıldığında, canlıların DNA ve kromozomlarındaki benzerliklerin ya da farklılıkların, öne sürülen hiçbir evrimci mantık ya da bağlantıyla uyuşmadığı çok açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Evrimci teze göre canlıların kompleksliklerinde kademeli bir artış yaşanmış olmalı, buna paralel olarak da genetik bilgilerini oluşturan kromozomlarının sayısının kademeli olarak artması beklenmelidir. Fakat elde edilen veriler bu tezin tamamen hayal ürünü olduğunu göstermektedir. Örneğin, domatesin 24 kromozomu varken, çok daha kompleks bir organizmaya ve sistemlere sahip olan copepode yengecinin sadece 6 koromozomu vardır. Ya da, tek hücreli bir canlı olan Euglena'da 45 kromozom bulunurken, Amerika'da yaşayan büyük bir timsah türü olan Alligatör'de 32 kromozom bulunur. Bununla birlikte mikroskobik bir canlı olan Radiolaria'da 800'den fazla kromozom vardır.

Evrim teorisyenlerinden Rus bilim adamı Dobzhansky, canlılar ve DNA'ları arasındaki bu kuralsız ilişkinin evrimin açıklayamadığı büyük bir sorun olduğunu şöyle itiraf etmektedir:

Daha kompleks organizmaların genelde basit olanlara göre hücrelerinde daha fazla DNA'ları vardır. Fakat bu kuralın dikkat çeken istisnaları vardır. Amphiuma (amfibiyen), Propterus (bir akciğerli balık), ve hatta sıradan kurbağalar ve kara kurbağaları tarafından geçilen insan ise, liste başı olmaktan çok uzaktır. Neden bu durum bu kadar uzun zamandır bir bilmece olarak kaldı?17



Protein molekülleri


Yine evrimci homoloji tezine göre, canlı büyüdükçe kromozom sayısının artması, küçüldükçe ise kromozom sayısının azalması beklenmelidir. Oysa birbirileriyle bütünüyle farklı boyut ve yapılara sahip olan ve aralarında herhangi bir evrimsel bağlantı olduğu iddia bile edilemeyen canlıların eşit sayıda kromozomlara sahip olmaları, canlıların kromozom benzerlikleri üzerine kurulan yüzeysel evrimci mantıkları alt üst etmektedir. Buna birkaç örnek verecek olursak, hem yulaf bitkisinin hem de makak maymununun 42'şer kromozomu vardır. Deer faresinin 48 kromozomu bulunurken kendisinden kat kat büyük olan gorilin de aynı sayıda, yani 48 kromozomu bulunur. Bir diğer ilginç örnek de çingene güvesi ve eşeğin kromozom sayılarıdır. Her ikisi de 62 kromozoma sahiptir.

Moleküler düzeydeki diğer karşılaştırmalar da, evrimci yorumları anlamsız kılan pek çok tutarsızlık örneği oluşturmaktadır. Çeşitli canlılardaki protein dizilimleri laboratuvarlarda analiz edildikçe, ortaya evrimciler açısından hiç beklenmedik, hatta kimi zaman hayret verici sonuçlar çıkmaktadır. Örneğin insandaki Sitokrom-C proteini bir atınkinden 14 amino asit farklıyken, bir kangurununkinden yalnızca 8 amino asit farklıdır. Yine Sitokrom-C dizilimi incelendiğinde, kaplumbağaların insanlara kendileri gibi bir sürüngen olan çıngıraklı yılanlardan daha yakın olduğu görülür. Bu durum evrimci bakış açısına göre yorumlandığında kaplumbağaların insanlarla, yılanlardan daha yakın akraba oldukları gibi anlamsız bir sonuç çıkcaktır.



Kompleks yapısıyla Sitokrom C proteini


Her ikisi de sürüngenler sınıfına dahil olan kaplumbağa ve çıngıraklı yılanın arasında 100 kodonda 21 amino asitlik fark, çok ayrı sınıfların temsilcileri arasındaki farklardan belirgin bir şekilde daha büyüktür. Örneğin, tavuk ve su yılanı arasındaki 17, veya at ve köpekbalığı arasındaki 16, hatta iki ayrı filuma ait köpek ve solucan sineği arasındaki 15 amino asitlik farktan bile daha büyüktür.

South Carolina Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden biyokimya araştırmacısı Dr. Christian Schwabe, moleküler alanda evrime delil bulabilmek için uzun yıllarını vermiş bir bilim adamıdır. Özellikle insülin ve relaxin türü proteinler üzerinde incelemeler yaparak canlılar arasında evrimsel akrabalıklar kurmaya çalışmıştır. Fakat çalışmalarının hiçbir noktasında evrime herhangi bir delil elde edemediğini pek çok kereler itiraf etmek zorunda kalmıştır. Trends in Biochemical Sciences dergisindeki bir makalesinde şöyle demektedir:

Moleküler evrim, evrimsel akrabalıkların ortaya çıkarılması için neredeyse paleontolojiden daha üstün bir metod olarak kabul edilmeye başlandı. Bir moleküler evrimci olarak bundan gurur duymam gerekirdi. Ama aksine, türlerin düzenli bir gelişme kaydettiğini göstermesi gereken moleküler benzerliklerin pek çok istisnası olması oldukça can sıkıcı görünüyor. Bu istisnalar o kadar çok ki, gerçekte, istisnaların ve tuhaflıkların daha önemli bir mesaj taşıdıklarını düşünüyorum.18

Schwabe, canlılardaki lizozimler, sitokromlar ve pek çok hormonların da amino asit dizilimlerinin karşılaştırılmasının evrimciler açısından "beklenmedik sonuçlar ve anormallikler" ortaya koyduğunu belirtmektedir. Schwabe, tüm bu kanıtlara dayanarak, proteinlerin hepsinin hiçbir evrim geçirmeden başlangıçtaki yapılarına sahip olduklarını ve moleküller arasında, aynı fosiller arasında olduğu gibi, hiçbir ara geçiş formu bulunmadığını savunmaktadır.
Michael Denton da moleküler biyoloji alanında elde edilen bulgulara dayanarak şu yorumu yapar:

Moleküler düzeyde, her canlı sınıfı, özgün, farklı ve diğerleriyle bağlantısızdır. Dolayısıyla moleküller, aynı fosiller gibi, evrimci biyoloji tarafından uzun zamandır aranan teorik ara geçişlerin olmadığını göstermiştir... Moleküler düzeyde hiçbir organizma bir diğerinin "atası" değildir, diğerinden daha "ilkel" ya da "gelişmiş" de değildir... Eğer bu moleküler kanıtlar bundan bir asır önce var olsaydı... organik evrim düşüncesi hiçbir zaman kabul görmeyebilirdi.19

Özetlemek gerekirse, canlılardaki benzer organlar ya da benzer moleküler yapılar, bu canlıların ortak bir atadan evrimleştikleri teorisine hiçbir destek sağlamamaktadır. Aksine, bu benzerlikler, canlılar arasında kurulabilecek her türlü hiyerarşik evrim şemasını imkansız hale getirmektedir. İnsan, bir protein karşılaştırmasına göre tavuklara, bir diğer karşılaştırmaya göre nematod solucanlarına, bir başka analize göre de timsahlara "benzer" gibi çıkıyorsa, insanın bu canlılardan herhangi birinden ya da başka hiçbir canlıdan evrimleştiği öne sürülemez.



Canlılardaki benzer organları ilk kez gündeme getiren Carl Linneaus ya da Richard Owen gibi bilim adamları, bu organları "ortak bir plan" örneği olarak açıklamışlardır. Son bulgular, bu açıklamanın doğru olduğunu göstermektedir.


Kısacası, canlılarda anatomik ya da kimyasal benzerlikler arayan bunu evrime delil saymaya çalışan homoloji varsayımı, bilimsel bulgular karşısında geçersizdir.

Peki bu durumda canlılardaki benzer yapıların bilimsel açıklaması nasıl yapılabilir? Bu sorunun cevabı, Darwin'in evrim teorisi bilim dünyasına hakim olmadan önce verilmiştir. Canlılardaki benzer organları ilk kez gündeme getiren Carl Linneaus ya da Richard Owen gibi bilim adamları, bu organları "ortak bir plan" örneği olarak görmüşlerdir. Yani benzer organlar, ortak bir atadan tesadüfen evrimleştikleri için değil, belirli bir işlevi görmek için bilinçli bir şekilde planlanmış oldukları için benzerdir.

Modern bilimsel bulgular ise, benzer organlar için ortaya atılan "ortak ata" iddiasının tutarlı olmadığını ve yapılabilecek yegane açıklamanıntüm canlılığı üstün kudret sahibi Yüce bir Yaratıcı'nın yani Rabbimiz olan Allah'ın yoktan var ettiği olduğunu göstermektedir.

Dolayısıyla Sn. Helvacıoğlu'nun, türler arasındaki genetik benzerlikleri evrimin bir delili gibi göstermeye çalışması, bilimsel bir aldatmacadan başka bir şey değildir.


Aykut Gence'nin "Biyoteknoloji Tamam,
Ama Ekolojiye Dikkat!" Başlıklı Yazısındakı
"Tutucu Evrimci" Yanılgılar



1. Sayın Gence'nin evrimi en önemli gerçek sanma yanılgısı

Sayın Gence, yazısında evrimci Dobzansky'nin "Evrimin ışığı dışında biyolojide hiçbir şeyin anlamı yoktur" sözlerini tekrarlamış ve biyoloji ile ilgilenen herkesin evrimi "zımnen" kabul etmiş olacağını ve aksinin "abesle iştigal etmek" olduğunu iddia etmiştir. Sayın Gence'nin evrim teorisinden bu kadar emin ve kesin sözleri, evrim teorisinin bilimsel bir kanun olmasından değil, Sn. Gence'nin evrim teorisine "herşeye rağmen" inanılması gerektiğini savunan tutucu yaklaşımından kaynaklanmaktadır.



Julian Huxley


Evrimci bilim adamları, evrimin hiçbir bilimsel delili olmadığını aslında bilmektedirler. Ancak bunu görmezlikten gelerek, ateizm ve materyalizm uğruna, evrim teorisine adeta bir din gibi inanırlar. Evrimin bir din gibi kabul gördüğü, evrimci bazı "ideologlar" tarafından açıkça ortaya konmaktadır. Bunların en bilinenleri, Julian Huxley ile Aykut Gence'nin kendisinden alıntılar yaptığı evrimci Dobzhansky'dir. Bu iki isim, "evrimsel hümanizm" adı verilen akımın öncüleridir. Bu batıl inanç, Julian Huxley'in 1958'de yayınladığı Religion Without Revelation (Vahiysiz Din) adlı kitabında ifade edilmiştir. Aynı konu, Mary Midgely'nin 1986'da yayınlanan Evolution as Religion (Bir Din Olarak Evrim) adlı kitabında ve Marjorie Grene'nin The Faith of Darwinism (Darwinizm İnancı) adlı makalesinde (Encounter, 1959) ele alınmıştır. Aykut Gence'nin hemen her yazısında atıfta bulunduğu Dobzhansky ise, söz konusu batıl evrim dinini, Fransız evrimci Teilhard de Chardin'den yaptığı bir alıntıyla şöyle ifade etmektedir:

Evrim bir teori, bir sistem ya da bir hipotez midir? Hayır, o bunların hepsinden öte bir şeydir. Evrim, kendisinden kuşku duyulmayan yegane ilkedir ki, tüm teoriler, tüm sistemler, tüm hipotezler, ciddiye alınabilir ve doğru olabilmek için ona dayanmak zorundadırlar. Evrim, tüm gerçekleri aydınlatan bir ışık, tüm çizgilerin kendisinden çıkması gereken bir ana çizgidir. İşte, evrim budur.20



Bir Din Olarak Evrim adlı kitabın yazarı Mary Midgely


Görüldüğü gibi, Aykut Gence'nin referansı olan evrimciler, evrim teorisini sözde "herşeyi aydınlatan bir ışık" olarak tanımlamakta ve var olan başka herşeyin bir ön kabul olarak evrimi benimsemesi gerektiğini gibi akıl dışı bir düşünceyi savunmaktadırlar. Burada evrim kavramına metafizik bir anlam verildiği ve bu kavramın temel ve değişmez bir dogma olarak kabul edildiği açıktır.

2. Aykut Gence'nin genetik materyalin benzer olmasının, evrime delil olduğunu sanma yanılgısı



Prof. Aykut Gence


Sn. Gence'nin bu yanılgısının cevabı Sn. Helvacıoğlu'nun genetik benzerliği evrimin delili sanma yanılgısına verilen cevapta açıklanmıştır. Ancak burada bir konuya daha dikkat çekmek istiyoruz. Evrimciler, bazen bilgi yetersizliklerinden, bazen bildiklerini işlerine gelmediği için görmezlikten geldiklerinden, bazen de pek üzerinde düşünmeden, evrimi savunmak için heyecana kapıldıklarından dolayı, aslında evrime delil olmayan, hatta evrimi çürüten verileri veya bulguları, evrimin delili olarak öne sürerler.

Yakın geçmişe kadar, halkın bu konularda detaylı bilgiye sahip olmamasından faydalanmışlardır. Ne var ki, özellikle son yıllarda, doğru bilgiye ulaşmak herkes için çok daha kolay olduğundan, evrimcilerin bu yöntemleri pek işe yaramamaktadır. Ne zaman, delil olmayan bir şeyi evrim teorisinin delili gibi sunmaya kalksalar, gerçek ve ispatlı bilgilerle oyunları bozulmaktadır.

Sonuç olarak, evrimcilerin gerçek bilgileri saptırmadan, taraflı ve yanlış yorumlarla üzerlerini örtmeden halka sunmaları bilim ve toplum ahlakı açısından son derece önemli ve gereklidir.


"Hayvan Bilinci" ile İlgili Yanlış Yorumlara Cevap



Kasım 2000 tarihli Bilim ve Ütopya dergisinde, Harvard Üniversitesi'nden psikolog Marc D. Hauser'in American Scientist dergisinde yazdığı ve Türkçe'ye Hürcan Aslı Aksoy tarafından çevrilen "Hayvanlar Sayılar Hakkında Ne Düşünür?" başlıklı bir makale yayınlandı. Makalede, insanın sayı sayma bilinci üzerinde yapılan bazı deneyler ile başta maymunlar olmak üzere farklı hayvan sınıfları üzerinde yapılan deneyler karşılaştırılıyordu. Makalenin amacı, insanların maymun benzeri yaratıklardan evrimleştiği iddiasına psikoloji bilimi yönünden sözde bir dayanak sağlayabilmekti.

Oysa gerçekte makalede söz konusu dayanaktan eser yoktu. Çünkü evrim teorisini destekleyen hiçbir delil öne sürülememişti. Nitekim makalenin yazarı da bunu yazı içinde bir kaç kez kabul etmek zorunda kalmıştı. Örneğin, insanın evrimi iddiasının spekülasyona (delile dayalı olmayan tahminlere) dayandığını şöyle itiraf etmişti:

Atalarımızda, sayıları hayvanlara göre daha yetkin bir şekilde göstermelerini ve kavramlaştırmalarını sağlayan hangi mekanizmalar evrimleşmiştir? Bu soruya vereceğimiz yanıt spekülasyona çok açıktır.

Yazının bir başka yerinde, insan bilincinin sözde "evrimsel kaynağı"nın belirsiz olduğu da şöyle ifade ediliyordu:

Sayı ve dil sistemlerimizi birleştiren araç, sınırlı sayıdaki öğeleri sınırsız çeşitlilikteki ifadelerle bağdaştırmayı sağlar. Bu kapasitenin evrimsel kaynağı henüz açıklığa kavuşmamıştır.

Yazının kapanış satırlarında ise, insan bilincine evrimsel bir köken bulunamadığı itiraf ediliyor, ancak evrimcilerin değişmez avuntu yöntemi olan (ve hiçbir zaman gerçekleşmeyecek olan) "ilerde bir gün belki buluruz" mantığı tekrar ediliyordu:

Unutmamalıyız ki, bu tür sistemler hayvan atalarımızdan bize kalan bir temel üzerine yükseliyor. Şimdi bile, bu iki bilgi alanının evrim veya gelişim sürecinde birbirini nasıl etkilediğini anlayamıyoruz. Ama bir gün anlayacağız.


Maymun-İnsan Evrimi İddiası, Bilimsel
Temeli Olmayan Bir Varsayımdır



Öncelikle belirtmek gerekir ki, Bilim ve Ütopya dergisindeki makale, insanın maymunlarla ortak bir atadan evrimleştiği varsayımı üzerine kuruludur. Bu varsayım sanki bilimsel bir gerçek gibi kabul edilmiş ve sonra da buna dayalı yorumlar yapılmıştır. Oysa ki, bu propaganda yönteminin çok yüzeysel olduğu ortadadır. Bunun iki temel sebebi şöyle sayılabilir:

1. Maymun benzeri memelilerden insanlara doğru bir evrim gerçekleştiğini gösteren herhangi bir fosil kaydı yoktur. Evrimcilerin spekülasyon malzemesi yaptıkları fosillerin hiçbiri, gerçekte böyle bir evrimin yaşandığını göstermemektedir. Evrim teorisinin 20. yüzyıldaki en bilinen savunucularından biri olan Ernst Mayr, "Homo sapiens'e (günümüz insanına) uzanan zincir gerçekte kayıptır" diyerek bu gerçeği kabul eder.21

2. Maymunlarla insanlar arasındaki dev zihinsel ve bedensel farklar -Bilim ve Ütopya'daki makalede de kısmen itiraf edildiği gibi- asla mutasyonlara dayalı bir doğal seleksiyon süreciyle açıklanamaz. Evrimciler, insanın maymunlarla ortak bir atadan evrimleştiği iddiasını delilsiz olarak kabul ederler, ancak bu evrimin nasıl olduğu sorusuna hep Bilim ve Ütopya'daki makalede de olduğu gibi "bilmiyoruz, belki gelecekte bir gün anlarız" cevabını verirler. Örneğin evrimci paleoantropolog Elaine Morgan şu itiraflarda bulunur:

İnsanlarla (insanın evrimiyle) ilgili en önemli dört sır şunlardır: 1) Neden iki ayak üzerinde yürürler? 2) Neden vücutlarındaki yoğun kılları kaybettiler? 3) Neden bu denli büyük beyinler geliştirdiler? 4) Neden konuşmayı öğrendiler? Bu sorulara verilecek standart cevaplar şöyledir: 1) Henüz bilmiyoruz. 2) Henüz bilmiyoruz. 3) Henüz bilmiyoruz. 4) Henüz bilmiyoruz. Sorular çok daha artırılabilir, ama cevapların tekdüzeliği hiç değişmeyecektir.22


Hayvanlardaki Bilincin Anlamı Nedir?





Balarıları buldukları yiyecek kaynağının yerini kovandaki arkadaşlarına tam olarak haber verebilirler. Bunu yandaki resimde görülen danslarını kullanarak yaparlar. Bir böceğin böylesine bilinçli hareketleri kendi kendine yapamayacağı çok açıktır. Allah Kuran'da balarılarının Kendi ilhamı ile hareket ettiklerini bildirmiştir.


Yazının başında Bilim ve Ütopya makalesinden aktardığımız kısa alıntılardan dahi anlaşılabileceği gibi, söz konusu makale, insan bilinci ile havyanlarda görülen bilinç örnekleri arasında evrimsel bir ilişki kurmaya çalışmış, ancak bunu başaramamıştır. Çünkü gerçekten de insan bilinci ile hayvanlarda görülen bilinçli davranış örnekleri arasında dev farklılıklar vardır ve insan bilincinin hayvan bilincinden evrimleştiği ididasını destekleyen hiçbir bilimsel kanıt yoktur.
Evrimcilerin bu konuda en çok başvurdukları yöntem, maymunlarda rastlanan bazı bilinç örneklerini kamuoyu gündemine getirerek, maymunların insanlara benzer olduğu ve dolayısıyla arada evrimsel bir ilişki bulunduğu yönündeki bilim dışı iddialarının propagandasını yapmaktır. Bilim ve Ütopya'daki makalede de bu yönteme başvurulmuş ve maymunlar üzerinde yapılan deneyler, bebekler üzerinde yapılan deneylerle karşılaştırılarak sözde bir benzerlik kurulmaya çalışılmıştır.

Oysaki doğadaki bilinç örnekleri yalnız maymunlarla sınırlı değildir. Evrimcilerin kurdukları hayali evrim şeması içinde insana çok daha uzak olan canlılarda da oldukça şaşırtıcı bilinç örnekleri bulunmaktadır.

Örneğin, balarıları, sayı saymaktan çok daha ileri giderek, ördükleri bal peteklerinin açılarını hesaplar ve her seferinde kusursuz olarak tekrar ederler. Dahası, balarılarının yiyecek kaynakları ile kendi kovanları arasındaki açıyı da hesapladıkları, bunu kovandaki diğer arılara dans yoluyla haber verdikleri bilinmektedir. (bkz. Harun Yahya, Balarısı Mucizesi, 1999)

Termitlerin dev gökdelenler yaptıkları ve bu gökdelenlerin içinde hava dolaşım kanalları, tarım alanları vs. oluşturdukları, kısacası ciddi bir "inşaat bilinci" içinde çalıştıkları bilinmektedir. (bkz. Harun Yahya, Termit Mucizesi, 2000)



Termitler karınca benzeri canlılardır ve kendi boyutlarına göre gökdelen sayılabilecek yanda resmi görülen yuvaları yaparlar. Termit yuvalarında mükemmel bir havalandırma ve ısıtma sistemi vardır. Asıl şaşırtıcı olan bütün bunları yapan termitlerin kör olmasıdır. Önünü bile göremeyen bir canlının gökdelenler inşa etme yeteneği kazanmasını tesadüflerle açıklamak imkansızdır.


Dikkat edilirse arı ve termit gibi canlılar, birer böcektir ve sözde "evrim şeması" içinde insana en uzak canlılar arasında yer alırlar.

İnsanla arasında hiçbir yakınlık kurulamayan canlılarda bilinçli davranış örnekleri, Bilim ve Ütopya dergisindeki makalede de belirtilmektedir. Güvercinler üzerinde yapılan bir deneyde, yem almak için bir düğmeyi gagalaması gereken güvercinin, 45 kez gagalama ile 50 kez gagalamayı ayırdettiği, yani 45 ve 50 sayılarını sayabildiği gözlemlenmiştir.

Tüm bunlardan çok daha şaşırtıcı olan bir başka gerçek ise, sözde evrim şeması içinde en "ilkel" ve insana da en uzak canlı olarak tanımlanan bakterilerin de bilinçli davranışlarda bulunmasıdır. Son yıllarda bakteriler üzerinde yapılan gözlemler, bu tek hücreli canlıların son derece "zekice" davrandıklarını, içinde bulundukları ortamı değerlendirip karar verdiklerini göstermektedir. Moleküler biyolog Michael Denton şöyle yazar:

Bir toz zerresinden bile daha küçük olmalarına rağmen, amipler, çok daha kompleks canlılara benzer yaşam stratejileri izlerler. Eğer bir amibi alıp onu bir kedinin boyutlarına getirebilseydik, bu memeliyle yaklaşık aynı derecede bir zekaya sahip olduğunu görecektik. Peki ama bu küçücük canlılar nasıl olup da bu denli iyi hesaplanmış kararlar alabilmektedirler?.. Bir amip yakalamak istediği avını bilinçli olarak kovalar, avı yön değiştirdiğinde o da onun ardından yön değiştirir, bu takibi uzun süre devam ettirir. Bu davranışlar moleküler düzeyde açıklanamamaktadır.23



Hiç bir düşünme organı bulunmayan amiplerin bilinçli davranışlarına maddesel bir açıklama getirmek imkansızdır.


Üstteki alıntının son cümlesine dikkat etmek gerekir. Amiplerin davranışları, "moleküler" düzeyde, yani kimyasal reaksiyonlarla, fiziksel etkilerle açıklanabilecek türden değildir. Bu canlılar, bilinçli olarak, karar vererek hareket etmektedirler. Ama ne ilginçtir ki, ne bir beyne, ne de sinir sistemine sahiptirler. Protein, yağ ve sudan oluşan bir hücredirler sadece.

İşte konunun en önemli yanı da budur. Evrimciler, materyalist anlayışa sahip oldukları için, canlılardaki bilinci sadece maddeyle (yani beyin kapasiteleriyle, sinir sistemiyle vs.) açıklamaya çalışmaktadırlar. İnsanın evrim sonucu bilinç kazandığı, maymunların insana en yakın bilince sahip olması gerektiği, "ilkel" saydıkları canlılarda ise bilinç olmaması gerektiği inancındadırlar. Oysa bilimsel bulgular durumun hiç de böyle olmadığını göstermektedir. Ne insan bilinci için ne de diğer canlılardaki bilinçli davranışlar için materyalist (ve dolayısıyla evrimci) bir açıklama yapılması mümkün değildir.


Bilincin Gerçek Kaynağı



Sonuçta, "en kompleks canlı" sayılan insandan, "en basit canlı" sayılan tek hücrelilere kadar, canlılarda materyalist bir anlayışla açıklanamayacak, hayret verici bir bilinç vardır.

"Arıyı, büyük matematikçilerin (peteğin yapısındaki ince hesapları) buluşlarından çok önce petek gözlerini yapmaya yönelten içgüdü için ne diyeceğiz?"
Charles Darwin

Kuran'da, bu konuda çok önemli bilgiler veririlir. Örneğin balarılarından söz edilen bir ayette, bu canlıların gösterdikleri "bilinçli" davranışların kendilerine Allah tarafından ilham edildiği bildirilmektedir:

Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)

Allah balarısına olduğu gibi tüm canlılara hakimdir. Bir başka ayette tüm canlıların O'nun hakimiyetinde olduğu haber verilmektedir: "O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiç bir canlı yoktur. " (Hud Suresi, 56)

İşte Kuran'da açıklanan bu sır, canlılardaki bilincin kaynağıdır. Bilinç, materyalistlerin sandığı gibi maddenin bir özelliği değildir. Maddeyi oluşturan atomları her ne yaparsanız yapın, bilinç sahibi kılamazsınız. Bilincin, mutlaka bir başka bilinçten gelmesi gerekir. Canlılardaki bilinç ise, Allah'ın ilhamından kaynaklanmaktadır.


DİPNOTLAR



14- Solly Zuckerman, Beyond The Ivory Tower, New York: Toplinger Publications, 1970, ss. 75-94

15- F.Spoor, B.Wood, F.Zonneveld, "Implication of Early Hominid Labryntine Morphology for Evolution of Human Bipedal Locomotion", Nature, Cilt 369, s. 645-648

16- Karen Hopkin, "The Greatest Apes", New Scientist, 15 May 1999, s. 27

17- Theodosius Dobzhansky, Genetics of the Evolutionary Process, 1970, s. 17-18.

18- Christian Schwabe, "On the Validity of Molecular Evolution", Trends in Biochemical Sciences, c. 11, Temmuz 1986, s. 280

19- Michael Denton. Evolution: A Theory in Crisis, London: Burnett Books, 1985, ss. 290-91

20- Boyce Rensberger, Houston Chronicle, 5 Kasım 1980, Bölüm 4, s. 15

21- Scientific American, Aralık 1992

22- Elaine Morgan, The Scars of Evolution, New York: Oxford University Press, 1994, s. 5

23- Michael Denton, Nature's Destiny, s.228

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü