Harun Yahya


Ntv’den Evrim Masalları -I-



18 Eylül 2002 tarihinde NTV kanalında, BBC'den alınan The Human Body (İnsan Vücudu) isimli bir belgeselin ilk bölümü yayınlandı. İnsan vücudunun tanıtıldığı programda, insanın sözde evrimi, izleyiciye hiçbir delil sunulmadan masalsı bir üslupla anlatıldı. Söz konusu belgesel, gerçekte evrim teorisinin bilimsel dayanaklardan tamamen yoksun olduğunu gösteriyordu. Aşağıda bu belgeselde yer alan yanılgılar bilimsel olarak açıklanmaktadır.


NTV'nin Bakteri Masalı



NTV'nin evrim masalları "İlkel dünyada ilk olarak bakteriler vardı, sonra bu bakterilerden bitkiler ve hayvanlar evrimleşti" cümlesiyle başlıyordu. Oysaki "ilkel dünyada bakteriler vardı" cümlesinin bir anlamı yoktur, çünkü mesele o bakterilerin nasıl var olduğudur. Söz konusu belgeseli hazırlayanlar, izleyicilerin konuya "bakteriler de kendi kendine ortaya çıkıyordur herhalde" gibi yüzeysel bir mantıkla bakacaklarını düşünerek yanılmış olabilirler. Ama gerçekte çok kompleks olmayan bir bakterinin kökenini açıklamak bile, evrim teorisi için üstteki cümleyle geçiştirilemeyecek kadar büyük bir "sorun"dur.

Bakterilerin kökeni evrim teorisi için sorundur, çünkü teori canlılığın ilkel dünyada rastgele kimyasal reaksiyonlarla geliştiğini ileri sürmektedir. Ama böyle bir bakteride bile hiçbir kimyasal reaksiyonla açıklanamayacak kadar kompleks bir organizasyon ve "bilgi" vardır.

Bu bilgiyi biraz inceleyelim: Bir bakterinin 2000 civarında geni vardır. Her bir gen ise 1000 kadar harf (şifre) içerir. Bu da bakterinin DNA'sındaki bilginin en az 2 milyon harf uzunluğunda olması demektir. Bu hesaba göre tek bir bakterinin DNA'sının içerdiği bilgi, her biri 100 bin kelimelik 20 romana denktir.1 Bu durumda, tek bir bakterinin dahi tesadüfen oluşması veya tesadüfi etkenlerle evrimleşmesi kesinlikle mümkün değildir. Bu kadar çok bilgi içeren bir yapıya rastgele yapılacak bir müdahale bakterinin tüm çalışma sistemini bozacak kadar önemlidir. Bakterilerin gen şifrelerinde bir aksaklık olması ise, çalışma sistemlerinin bozulması, dolayısıyla ölümü anlamına gelir.

New York Üniversitesi kimya profesörü ve DNA uzmanı Robert Shapiro, çok kompleks olmayan bir bakteride bulunan 2000 çeşit proteinin rastlantı sonucunda meydana gelme ihtimalini hesaplamıştır. Elde edilen rakam, 1040.000'de 1 ihtimaldir.2 (Bu sayı, 1 rakamının yanına 40 bin tane sıfır gelmesiyle oluşan muazzam bir sayıdır.)



15 bin kez büyütülmüş bu resimde özel olarak müdahele edilmiş bir bakteriden DNA molekülünün ayrıldığı görülmektedir. Bu bakterinin DNA'sında 4 milyon baz çifti vardır ve eğer bu DNA düz bir zemine gerilirse 1,5 mm uzunluğunda olur ki, bu da hücrenin kendisinden 1000 kez daha uzun olması demektir. Böylesine dar bir alana bu olağanüstü kompleks yapının sığdırılması bize Allah'ın yaratma sanatının inceliklerini göstermektedir.


Cardiff Üniversitesi'nden, Uygulamalı Matematik ve Astronomi Profesörü Chandra Wickramasinghe bu sayı karşısında şu yorumu yapar:

Bu sayı (1040.000) Darwin'i ve tüm evrim teorisini gömmeye yeterlidir. Bu gezegenin ya da bir başkasının üzerinde hiçbir zaman (hayatın doğabileceği) bir ilkel çorba olmamıştır ve yaşamın başlangıcı rastlantısal olarak gerçekleşemeyeceğine göre, amaçlı bir aklın ürünü olmalıdır.3

İngiliz matematikçi ve astronom Sir Fred Hoyle ise, tüm bu sayılar karşısında şöyle demektedir:

Aslında, yaşamın akıl sahibi bir varlık tarafından meydana getirildiği o kadar açıktır ki, insan bu açık gerçeğin neden yaygın olarak kabul edilmediğini merak etmektedir. Bunun (kabul edilmemesinin) nedeni, bilimsel değil, psikolojiktir.4

Görüldüğü gibi bir bakterinin dahi evrimcilerin iddia ettikleri gibi tesadüfen meydana gelmesi imkansızdır. Hatta bir bakteriyi oluşturan 2000 çeşit proteinden tek bir tanesinin dahi tesadüfen nasıl oluştuğunu açıklayamamaktadır. Dolayısıyla, "önce bakteri vardı, sonra bakteriden bitkiler ve hayvanlar oluştu" demek, hiçbir bilimsellik içermeyen büyük bir aldatmacadır. Zaten söz konusu belgeseli hazırlayanlar da bu durumun farkında olacaklar ki, ilk bakterinin nasıl oluştuğu konusuna hiç girmeden, masalsı anlatımlarına "nasıl olduysa yeryüzünde belirmiş olan bakteriler" ifadesiyle başlamışlardır.

Ayrıca, evrimcilerin bu evrim hayallerine gösterebildikleri tek bir delil yoktur. Bakterilerle, ilk bitki ve hayvan formu olduğunu iddia ettikleri canlılar arasında hiçbir ara geçiş formu bulunmamaktadır ve bunu kendileri de itiraf etmektedir. Bu evrimcilerden biri ülkemizin önde gelen evrim savunucularından Prof. Dr. Ali Demirsoy'dur. Demirsoy bu konuda şu itirafta bulunur:

Evrimde açıklanması en zor olan kademelerden biri de bu ilkel canlılardan, nasıl olup da organelli ve karmaşık hücrelerin meydana geldiğini bilimsel olarak açıklamaktır. Esasında bu iki form arasında gerçek bir geçiş formu da bulunamamıştır. Bir hücreliler ve çok hücreliler bu karmaşık yapıyı tümüyle taşırlar, herhangi bir şekilde daha basit yapılı organelleri olan ya da bunlardan birinin daha ilkel olduğu bir gruba veya canlıya rastlanmamıştır. Yani taşınan organeller her haliyle gelişmiştir. Basit ve ilkel formları yoktur.5



Solda tek hücreli silya hücresi, sağda ise kompleks bir yapıya sahip olan sinir hücreleri görülmektedir. Bu hücrelerin hepsi birer yaratılış harikasıdır.


Çevreleri Değiştikçe Bakterilerin Evrimleştikleri Yanılgısı



NTV'nin söz konusu belgeselinde, bakterilerin zaman içinde değişime uğradığı ve bunun sonucunda daha kompleks yaşam formlarının ortaya çıktığı öne sürülmektedir. Bu da hiçbir bilimsel temeli olmayan bir hayalgücü ürününden başka bir şey değildir. Bakteriler yaşam süreleri çok kısa olan ve dolayısıyla tek bir bilim adamının binlerce neslini gözlemleyebildiği canlılardır. Bu nedenle evrimciler yıllarca bakterileri sayısız mutasyona uğratmışlar, ancak tek bir bakteri neslinde dahi evrim gözleyememişlerdir. Fransa'nın en ünlü zoologlarından, 35 ciltlik Traité de Zoologie ansiklopedisinin editörü ve Fransız Bilimler Akademisi'nin (Académie des Sciences) eski başkanı Pierre-Paul Grassé, bakterilerin evrimi geçersiz kılan değişmezliği hakkında şunları yazar:

Bakteriler... çok sayıda üremeleri nedeniyle, en çok mutant (mutasyon geçirmiş canlı) ortaya çıkaran canlılardır. Ancak bakteriler... kendi türlerine çok büyük bir sadakat gösterirler. Escherichia coli bakterisinin mutantları çok dikkatli bir biçimde incelenmiştir ve bu konuda çok iyi bir örnektir. Okuyucular da kabul edecektir ki, evrimi kanıtlamak ve mekanizmalarını keşfetmek için örnek olarak seçilen bu canlının bir milyar yıldır hiçbir değişime uğramamış olması son derece şaşırtıcıdır. Eğer evrimsel bir değişim meydana getirmiyorlarsa, bu canlıların geçirdikleri bunca mutasyonun ne anlamı vardır? Sonuçta, bakterilerin ve virüslerin geçirdikleri mutasyonel değişimlerin, belirli bir genetik ortalamanın etrafında dönüp dolaşan kalıtsal dalgalanmalardan başka bir şey oluşturmadıkları ortaya çıkmaktadır; biraz sağa, biraz sola dalgalanma olmakta, ama nihai bir evrimsel değişim yaşanmamaktadır.6

Kısacası eğer mutasyonlar bakterilerde evrim sağlasaydı, bunun örneklerinin laboratuvarlarda görülmesi gerekirdi. Oysa durum bunun tam aksidir.


Küçük Değişikliklerin Zaman İçinde Evrime Neden Olduğu Yanılgısı



Belgeselde evrimcilerin klasik iddialarına yer verilmekte ve organizmalarda meydana gelen küçük değişikliklerin milyarlarca yıllık zaman içinde biriktiğini ve organizmaların türlerinin değişmesine neden olduğu öne sürülmektedir. Oysa, bu iddianın hiçbir bilimsel dayanağı yoktur.

Sözü edilen "tek tek, küçük, fark edilmeyen değişiklikler" mutasyonlardır. Çünkü evrim teorisinin değişime neden olarak gösterebildiği tek mekanizma mutasyonlardır.

Mutasyonlar; canlıların genetik şifrelerinde, radyasyon, kimyasal etkiler gibi birtakım dış etkenler nedeniyle meydana gelen bozulma ve değişmelerdir. Sağlıklı bir canlının genetik yapısı kusursuz bir düzen ve dizilime sahiptir. Mutasyonlar ise DNA üzerinde %99 zararlı ve tahrip edici, %1 ise etkisiz role sahiptir. Mutasyonlar canlıdaki genetik bilginin kayıtlı olduğu DNA dizilimlerini parçalar, yok eder veya yerlerini değiştirirler; mevcut bilgiyi ortadan kaldırırlar. Radyasyonun sebep olduğu mutasyonların genler üzerindeki zararlı etkisinin güncel örneklerinden birkaçı Hiroşima, Nagasaki ve Çernobil olaylarıdır. Bu felaketlere maruz kalanlarda meydana gelen genetik mutasyonlar sonucunda, sayısız insan ve canlı hayatını kaybetmiş, pek çoğu sakat kalmış, daha sonra gelen jenerasyonlarda dahi özürlü bireyler dünyaya gelmiştir.

Amerikalı genetikçi B. G. Ranganathan mutasyonların canlı organizmalara verdiği zararı şöyle açıklar:

Mutasyonlar küçük, rastgele ve zararlıdırlar. Çok ender olarak meydana gelirler ve en iyi ihtimalle etkisizdirler. Bu dört özellik, mutasyonların evrimsel bir gelişme meydana getiremeyeceğini gösterir. Zaten yüksek derecede özelleşmiş bir organizmada meydana gelebilecek rastlantısal bir değişim, ya etkisiz olacaktır ya da zararlı. Bir kol saatinde meydana gelecek rastgele bir değişim kol saatini geliştirmeyecektir. Ona büyük ihtimalle zarar verecek veya en iyi ihtimalle etkisiz olacaktır. Bir deprem bir şehri geliştirmez, ona yıkım getirir.7

Dolayısıyla, doğada canlılara küçük küçük fark edilmeyen yararlı değişiklikler kazandıracak bir mekanizma bulunmamaktadır. NTV'nin bu konunun detaylarına girmemesinin sebebi, bu değişimin nasıl gerçekleştiğinin bilinmemesinden kaynaklanmaktadır.



Türlerin Birbirlerinden Evrimleştiği Yanılgısı



Evrimcilere göre bütün canlılar birbirlerinden türemişlerdir. Önceden var olan bir canlı türü, zamanla bir diğerine dönüşmüş ve bütün türler bu şekilde ortaya çıkmışlardır. Teoriye göre bu dönüşüm yüz milyonlarca yıllık uzun bir zaman dilimini kapsamış ve kademe kademe ilerlemiştir.

Oysa eğer evrimcilerin bu iddiaları doğru olsaydı, yani NTV'nin iddia ettiği gibi, balıklar sürüngenlere, sürüngenler kuşlara... evrimleşmiş olsaydı, iddia edilen uzun dönüşüm süreci içinde sayısız "ara tür"ün oluşmuş ve yaşamış olması gerekirdi.

Bu iddiaya göre geçmişte, balık özelliklerini hala taşımalarına rağmen, bir yandan da bazı sürüngen özellikleri kazanmış olan yarı balık-yarı sürüngen canlılar yaşamış olmalıydı. Ya da sürüngen özelliklerini taşırken, bir yandan da bazı kuş özellikleri kazanmış sürüngen-kuşlar ortaya çıkmış olmalıydı. Bunlar, bir geçiş sürecinde oldukları için de, sakat, eksik, kusurlu canlılar olmalıydılar.

Geçmişte yaşamış olduklarına inanılan bu teorik canlılara "ara geçiş formu" adı verilir. Eğer gerçekten bu tür canlılar geçmişte yaşamışsa, bunların sayılarının ve türlerinin milyonlarca hatta milyarlarca olması gerekir. Ve bu canlıların kalıntılarına mutlaka fosil kayıtlarında rastlanması gerekir. Çünkü bu ara geçiş formlarının sayısının bugün bildiğimiz hayvan türlerinden bile fazla olması ve dünyanın dört bir yanının fosilleşmiş ara geçiş formu kalıntılarıyla dolu olması lazımdır. Bu gerçek Darwin tarafından da kabul edilmiştir.

Ancak bu ara geçiş formlarının fosilleri bir türlü bulunamamaktadır. Kuşkusuz Darwin de bunun farkındaydı. Bunun teorisi için büyük bir açmaz oluşturduğunu da görüyordu. Bu yüzden, Türlerin Kökeni kitabının "Teorinin Zorlukları" (Difficulties on Theory) adlı bölümünde şöyle yazmıştı:

Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır.8

Darwin'den sonra da evrimciler bu ara geçiş formlarını bulamadılar. Bilimsel bulgular, evrim teorisinin öngörülerinin aksine, canlıların yeryüzünde birdenbire, eksiksiz ve kusursuz bir biçimde ortaya çıktıklarını gösterdi. Ünlü İngiliz paleontolog (fosil bilimci) Derek W. Ager, evrim teorisini benimsemesine karşın bu gerçeği şöyle kabul eder:

Sorunumuz şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılarız; kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz.9

Bir başka evrimci paleontolog Mark Czarnecki ise şu yorumu yapar:

Teoriyi (evrimi) ispatlamanın önündeki büyük bir engel, her zaman için fosil kayıtları olmuştur... Bu kayıtlar hiçbir zaman için Darwin'in varsaydığı ara formların izlerini ortaya koymamıştır. Türler aniden oluşurlar ve yine aniden yok olurlar. Ve bu beklenmedik durum, türlerin yaratıldığını savunan argümana destek sağlamıştır.10

Peki, ara geçiş formlarının bulunamayışı ve bunun evrim teorisi için çok büyük bir problem olduğu açık bir gerçekken, NTV ve diğer bazı evrimciler nasıl olur da hiçbir delilleri yokken "balıklar sürüngen oldu, sürüngenler kuş oldu" masalını anlatmaya devam edebilmektedirler? Bu sorunun cevabı, Science dergisindeki bir makalede şöyle açıklanır:

Evrimsel biyoloji ve paleontoloji alanlarının dışında kalan çok sayıda iyi eğitimli bilim adamı, ne yazık ki, fosil kayıtlarının Darwinizm'e çok uygun olduğu gibi bir yanlış fikre kapılmıştır. Bu büyük olasılıkla ikincil kaynaklardaki olağanüstü basitleştirmeden kaynaklanmaktadır; alt seviye ders kitapları, yarı-popüler makaleler vs... Öte yandan büyük olasılıkla biraz taraflı düşünce de devreye girmektedir. Darwin'den sonraki yıllarda, onun taraftarları bu yönde (fosiller alanında) gelişmeler elde etmeyi ummuşlardır. Bu gelişmeler elde edilememiş, ama yine de iyimser bir bekleyiş devam etmiş ve bir kısım hayal ürünü fantaziler de ders kitaplarına kadar girmiştir.11

Science dergisinde açıklandığı gibi NTV'nin bilim dışı iddiasının arkasında "tarafsız olamama, hayal kurma" gibi etkenler bulunmaktadır. NTV, evrim fantazilerini bir masal gibi izleyiciye sunmuş ve "prense dönüşen kurbağa" masalını anlatır gibi, "insana dönüşen bakteriler, kuş olan sürüngenler, karaya çıkan balıklar" masalını anlatmıştır.


NTV, Haeckel'in Sahtekarlığını Neden Hala Bilim Gibi Gösteriyor?



NTV'nin İnsan Vücudu belgeselinde, insan ve balık embriyoları karşılaştırılmakta ve yıllar önce bilim literatüründen çıkarılmış "Rekapitülasyon" teorisi, bilimsel bir gerçek gibi gösterilmektedir. Rekapitülasyon terimi, evrimci biyolog Ernst Haeckel'in 19. yüzyılın sonlarında ortaya attığı "Bireyoluş Soyoluşun Tekrarıdır" (Ontogeny Recapitulates Phylogeny) teorisinin özet ifade biçimidir.

Haeckel tarafından öne sürülen bu teori, canlı embriyolarının gelişim süreçleri sırasında, sözde atalarının geçirmiş oldukları evrimsel süreci tekrarladıklarını iddia eder. Örneğin, NTV'nin insan ve balık embriyolarını ekrana getirerek iddia ettiği gibi, insan embriyosunun, anne karnındaki gelişimi sırasında önce balık, sonra sürüngen özellikleri gösterdiğini, en son olarak da insana dönüştüğünü öne sürer.



Haeckel'in hayali iddialarının geçersizliği bilimsel kanıtlarla ortaya konmuştur. İnsan embriyosunun anne karnındaki gelişimi ile yeryüzündeki en büyük mucizelerden biri gerçekleşmektedir.


Oysa bu teorinin tamamen hayal ürünü bir senaryo olduğu yıllar önce ortaya çıkmıştır. İnsan embriyosunun ilk dönemlerinde ortaya çıktığı iddia edilen sözde "solungaçların", gerçekte insanın orta kulak kanalının, paratiroidlerinin ve timüs bezlerinin başlangıcı olduğu anlaşılmıştır. Embriyonun "yumurta sarısı kesesi"ne benzetilen kısmının da gerçekte bebek için kan üreten bir kese olduğu ortaya çıkmıştır. Haeckel'in ve onu izleyenlerin "kuyruk" olarak tanımladıkları kısım ise, insanın omurga kemiğidir ve sadece bacaklardan daha önce ortaya çıktığı için "kuyruk" gibi gözükmektedir.

Bunlar bilim dünyasında herkesin bildiği gerçeklerdir. Evrimciler de bunu kabul ederler. Neo-Darwinizm'in kurucularından George Gaylord Simpson, "Haeckel evrimsel gelişimi yanlış bir şekilde ortaya koydu. Bugün canlıların embriyolojik gelişimlerinin geçmişlerini yansıtmadığı artık kesin olarak biliniyor" diye yazar.12 American Scientist'te yayınlanan bir makalede ise şöyle denmektedir:

Biyogenetik yasası (Rekapitülasyon Teorisi) artık tamamen ölmüştür. 1950'li yıllarda ders kitaplarından çıkarıldı. Aslında bilimsel bir tartışma olarak 20'li yıllarda sonu gelmişti.13



Haeckel 19. yüzyılın sonlarından kalma çizimlerinin sahte olduğunu kendisi de itiraf etmek zorunda kalmıştır.


New Scientist dergisindeki 16 Ekim 1999 tarihli bir makalede ise şunlar yazılıdır:

Haeckel'in keskin yasasının yanlış olduğu yakın bir zaman sonra gösterildi. Örneğin, erken insan embriyosunun hiçbir zaman bir balık gibi solungaçları yoktur ve embriyo hiçbir zaman erişkin bir sürüngene ya da maymuna benzer evrelerden geçmez.14

Konunun daha da ilginç bir başka yönü ise, Ernst Haeckel'in aslında ortaya attığı Rekapitülasyon teorisini desteklemek için çizim sahtekarlıkları yapmış olmasıdır. Haeckel, balık ve insan embriyolarını birbirine benzetebilmek için sahte çizimler yapmıştır. Bunun ortaya çıkmasından sonra yaptığı savunma ise, diğer evrimcilerin de benzeri sahtekarlıklar yaptığını belirtmekten başka bir şey değildir:

Bu yaptığım sahtekarlık itirafından sonra kendimi ayıplanmış ve kınanmış olarak görmem gerekir. Fakat benim avuntum şudur ki; suçlu durumda yanyana bulunduğumuz yüzlerce arkadaş, birçok güvenilir gözlemci ve ünlü biyolog vardır ki, onların çıkardıkları en iyi biyoloji kitaplarında, tezlerinde ve dergilerinde benim derecemde yapılmış sahtekarlıklar, kesin olmayan bilgiler, az çok tahrif edilmiş şematize edilip yeniden düzenlenmiş şekiller bulunuyor.15

Ünlü bilim dergisi Science da, 5 Eylül 1997 tarihli sayısında, Haeckel'in embriyo çizimlerinin bir sahtekarlık ürünü olduğunu açıklayan bir makale yayınlamıştır. "Haeckel's Embryos: Fraud Rediscovered" (Haeckel'in Embriyoları: Sahtekarlık Yeniden Keşfedildi) başlıklı yazıda şöyle denmektedir:

Londra'daki St. George's Hospital Medical School'dan embriyolog Michael Richardson, '(Haeckel'in çizimlerinin) verdiği izlenim, yani embriyoların birbirine çok benzedikleri izlenimi yanlış' diyor... O ve arkadaşları Haeckel'in çizdiği türdeki ve yaştaki canlıların embriyolarını yeniden inceleyerek ve fotoğraflayarak kendi karşılaştırmalarını yapmışlar. Richardson, "Anatomy and Embryology" dergisine yazdığı makalede, 'embriyolar çoğu zaman şaşırtıcı derecede farklı görünüyorlar' diye not ediyor.

Kısacası, Haeckel'in çizimlerinin bir sahtekarlık olduğu henüz 1901 yılında ortaya çıkmış olmasına rağmen, NTV gibi evrim savunucuları, bu teoriyi bilimsel bir gerçek gibi izleyiciye sunmaya çalışmaktadır.


İçi Boş İfadeler, İzleyiciyi "Büyülemeye" Çalışan Boş Sözler



"Evrim mucizesi", "evrim bu olağanüstü değişimi başardı", "evrimin şekillendirdiği insan vücudu" gibi ifadelere, evrimci kaynaklarda sık sık rastlanır. NTV de bu ifadeleri bolca kullanmış, son derece renkli ve çarpıcı görüntülerle birlikte "evrim mucizesi" telkinini vermeye çalışmıştır. Ancak NTV'nin kullandığı bu ifadeler incelendiğinde, bunların tamamen bilimsel delilden yoksun oldukları görülmektedir.

NTV, hiçbir bilimsel dayanağı olmayan cümleleri kullanarak ard arda birçok iddia sıralamış, tahmin edileceği üzere, bunların hiçbirinin nasıl gerçekleştiğini, hangi evrim mekanizmalarının bu değişimleri nasıl meydana getirdiğini açıklamamıştır. İşte NTV'nin açıklamadığı daha doğrusu açıklayamadığı için süslü ifadelerle geçiştirdiği konulardan bazıları:


NTV, "gördüğünüz gibi sularda ilk bakteriler vardı, sonra bunlar daha kompleks canlılara evrimleşti" demiş, ancak cansız maddelerle dolu dünyada ilk bakterilerin o sularda nasıl belirdiğinden ve bunların nasıl kompleks canlılara evrimleştiğinden hiç söz etmemiştir. Çünkü bunu ne NTV ne de diğer evrimciler bilmemektedirler.

NTV, "bakterilerin içinde bulunduğu çevre değiştikçe, daha kompleks hücre grupları oluşmaya başladı" demiş, ancak tek bir hücrenin bile tesadüfi evrim mekanizmaları ile oluşmasının büyük bir muamma olduğu gerçeğinden söz etmemiştir.

NTV, "balıklar sürüngenlere evrimleşti" demiş, ancak suda solungaçları ile nefes alıp verebilen, karada nefes alabilmek için bir akciğeri, yürümek için ayakları olmayan bu canlının nasıl olup da karaya hemen uyum sağladığından, hangi evrim mekanizmaları ile hangi organlarının nasıl evrimleşebildiğinden hiç söz etmemiştir. Çünkü bu, evrimciler için büyük bir sorundur ve bunu hiçbir sözde evrim mekanizması ile açıklayamamaktadırlar.

NTV, "sürüngenler kuş oldu, sürüngen pulları kuş tüylerine dönüştü" demiş, ancak böylesine imkansız bir evrimleşmenin nasıl gerçekleştiğinden yine bahsetmemiştir. Çünkü, sürüngenlerin kuşlara tesadüfi mutasyonlarla evrimleşmesinin imkansız olduğu, sürüngen pullarının ise kuş tüyleri ile tamamen farklı yapılara sahip olduğu ve birbirlerine dönüşmelerinin mümkün olmadığı evrimciler tarafından da bilinen bir gerçektir.

NTV, kulak kemiklerinden söz ederken "evrimin binlerce yıldır inanılmaz yöntemlerle şekillendirdiği bir yer" ifadesini kullanmış, ancak bu "inanılmaz yöntemler"in neler olduğundan hiç söz etmemiştir. Çünkü böyle bir yöntem ne NTV ne de diğer evrimciler tarafından bilinmemektedir.

NTV, "işitme yanında dengemizi ve iki ayağımız üzerinde yürümemizi sağlayan kulağın diğer bölümleri, ellerimiz, kollarımız ve bütün vücudumuz evrim sayesinde şekilenmiştir" demiş, ancak evrimin tüm bu kompleks organları nasıl şekillendirdiğinden hiç söz etmemiştir. Çünkü evrim teorisi indirgenemez kompleksliğe sahip organların nasıl oluştuğunu açıklayamaz.

NTV, "nasıl yaşadığımız, vücudumuzun şekli gibi kararlar, daha ilk insan ortaya çıkmadan milyarlarca yıl önce verildi" demiştir. Ancak milyarlarca yıl sonra oluşacak olan insanın gözünün, kulağının, kalbinin, beyninin nasıl olacağına kimin karar verdiğini, cansız maddelerle dolu dünyada bu kadar olağanüstü bilinçli, akıllı ve organize sistemler için kimlerin planlar yaptığını açıklamamıştır. Acaba, NTV bu soruların cevabını verebilecek midir? Yani ilkel dünyada, kusursuz bir yaratılışa sahip insan vücudu ile ilgili planları, hangi şuursuz, akılsız ve bilgisiz atomlar yapmış olabilir?


Görüldüğü gibi, NTV'nin evrim propagandası son derece temelsizdir; akıl, mantık ve bilimle hiçbir ilgisi olmayan iddialar bilim kisvesi altında izleyiciye sunulmuştur. NTV, evrim teorisinin tüm bu iddiaları gerçekte açıklayamadığının farkında olacak ki, evrim hikayesini anlatmaya başlamadan önce, bu hikayenin "inanılması güç bir hikaye" olduğunu vurgulamış ve şöyle demiştir:

Vücudumuz günlük hayatı mümkün kılan mucizenin yanında bizden büyük bir sır daha saklar. İnanılması daha güç olan bu sır, şu anki halimize nasıl geldiğimizin hikayesidir.


Yaşamın Volkanların, Sülfürlü Suların Olduğu
Bir Ortamda Kendiliğinden Başladığı Yanılgısı



Evrim teorisinin ne kadar mantıksız ve dayanaksız olduğunu görmek için NTV'deki belgeselde yer alan şu iddianın incelenmesi yeterlidir: NTV'deki belgeselde, Amerika'daki termal suların bulunduğu Yellowstone Parkı görüntüye gelmekte ve "eğer 3 milyar yıl önce burada olsaydınız ilk canlıların nasıl oluştuğuna tanıklık ederdiniz" denmektedir. Madem canlıların oluşumuna tanıklık etmek evrimcilerin iddia ettiği gibi bu kadar kolaydır, öyle ise neden evrimciler bu tür yerlerde ilk canlılığı oluşturmak için deneyler yapmamaktadırlar?



Günümüzde…

Evrimciler rastgele tesadüflerle aminoasitlerin "ilkel çorba" adını verdikleri bir ortamda oluştuğunu ve ilk canlılığın böylece ortaya çıktığını iddia ederler. Eğer canlıların oluşumuna tanıklık etmek bu kadar kolay ise neden evrimciler bir havuzun içine diledikleri malzemeleri atarak bir deney gerçekleştirmiyorlar? Üstelik, bu deneyde günümüz teknolojisiyle diledikleri koşulları oluşturabilir, diledikleri malzemeleri kullanabilirler. Hatta, "ilkel dünya" olarak nitelendirdikleri başıboş, rastgele etkenleri bertaraf edebilir; rastgele mutasyonlar değil, bilinçli bir şekilde yönlendirilmiş mutasyonları kullanabilirler.

35 Milyarlarca Yıl Sonra…

Hatta, onlara hazır proteinler ve canlılık için gereken fosfattan karbona kadar her türlü malzemeyi kullanma izni de verilebilir. Bunun yanında, eğer "zamana ihtiyacımız var" diyorlarsa, bu deney alanını milyarlarca yıl boyunca birbirlerine miras bırakabilirler. Ne var ki, tüm bu tanınan imkanlara rağmen evrimciler böyle bir yerde, gülleri, kaplanları, domatesi, beyin cerrahlarını, kendi bedenini oluşturan hücreleri inceleyen biyoloji profesörlerini oluşturamazlar. Ortaya sadece kahverengi çamurlu bir sudan başkası çıkamaz.


Üstelik, bu deneylerde evrimciler günümüz teknolojisiyle diledikleri koşulları oluşturabilir, diledikleri malzemeleri kullanabilirler. Hatta, ilkel dünya koşullarındaki başıboş, rastgele etkenleri bertaraf edebilir, rastgele mutasyonlar değil, bilinçli bir şekilde yönlendirilmiş mutasyonları kullanabilirler. Hatta, onlara hazır proteinler ve canlılık için gereken fosfattan karbona kadar her türlü malzemeyi kullanma izni de verilebilir. Bunun yanında, eğer "zamana ihtiyacımız var" diyorlarsa, bu deney alanını milyarlarca yıl boyunca birbirlerine miras bırakabilirler. Dünyanın en önde gelen evrimci bilim adamları, bu deneye katkıda bulunabilir.

Ne var ki, tüm bu tanınan imkanlara rağmen evrimciler böyle bir yerde, gülleri, kaplanları, kartalları, güvercinleri, kelebekleri, muhabbet kuşlarını, kedileri, incir ağacını, dutları, portakalı, domatesi, limonu, karpuzu, menekşeleri, ayçiçeğini, film yapımcılarını, yazarları, atom mühendislerini, beyin cerrahlarını, üniversite öğrencilerini, kendini oluşturan hücreleri inceleyen biyoloji profesörlerini, üniversite rektörlerini, devlet başkanlarını, ressamları, mimarları oluşturamazlar. Değil burada sayılanları, bu deney alanında tek bir hücre bile meydana getiremezler.

Prof. Hoyle, bir evrimci olmasına rağmen bu gerçeği itiraf etmiştir:

Eğer maddenin, organik (cansız) sistemleri hayata doğru iten bir temel prensibi olsaydı, bunun varlığının laboratuvarda kolaylıkla kanıtlanabilir olması gerekirdi. İlkel çorbayı temsil etmek üzere, örneğin bir yüzme havuzunu ele alın. Bunu biyolojik olmayan özellikteki kimyasallarla istediğiniz gibi doldurun. İstediğiniz gazı üzerine pompalayın veya arasından isterseniz hoşunuza giden herhangi bir çeşitte radyasyon verin. Deneyin bir sene sürmesine izin verin ve o 2000 enzimden (canlı hücreler tarafından üretilen proteinler) kaç tanesinin havuzda ortaya çıkacağını görün. Ben cevabını vereceğim, böylelikle deneyi yapmanın zaman, zorluk ve masrafından kurtulmuş olursunuz. Muhtemelen aminoasitlerden ve diğer basit organik kimyasallardan oluşan, kahverengimsi çamurdan başka hiçbir şey bulamayacaksınız. Bu iddiadan bu kadar emin nasıl olabilirim? Eğer tam tersi olacak olsaydı, bu deney şimdiye kadar çoktan yapılmış olurdu ve eğer yapılsaydı dünya çapında çok iyi bilinip ünlü olurdu. Bunun maliyeti ise Ay'a bir adamı yerleştirmeyle karşılaştırıldığında çok önemsiz kalacaktır.16


Sonuç



NTV, sonuç alamayacağı bir evrim propagandasının içine girmiştir. İzleyiciye hiçbir delil sunmadan, "burada bakteriler vardı, sonra bunlar evrimleşti ve en sonunda insan oldu, bu evrimin büyük bir mucizesidir" diyerek, insanları evrime inandırmaya çalışmak boş bir çabadır. Çünkü günümüzde, ortaokul çocukları dahi evrim hikayelerini ciddiye almamakta, hatta bunları komik bulmaktadır.


DİPNOTLAR



1. Mahlon B. Hoagland, Hayatın Kökleri, Tübitak Yayınları, 8. basım, s. 25.

2. Robert Shapiro, Origins: A Sceptics Guide to the Creation of Life on Earth, Summit Books, New York, 1986, s.127.

3. Fred Hoyle, Chandra Wickramasinghe, Evolution from Space, Simon & Schuster, New York, 1984, s. 148.

4. Fred Hoyle, Chandra Wickramasinghe, Evolution from Space, s. 130.

5. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Meteksan Yayınları, Ankara, s. 79.

6. Pierre-Paul Grassé, Evolution of Living Organisms, Academic Press, New York, 1977, s. 87.

7. B. G. Ranganathan, Origins?, The Banner Of Truth Trust, Pennsylvania, 1988.

8. Charles Darwin, The Origin of Species, ss. 172, 280.

9. Derek A. Ager, "The Nature of the Fossil Record", Proceedings of the British Geological Association, cilt 87, 1976, s. 133.

10. Mark Czarnecki, "The Revival of the Creationist Crusade", MacLean's, 19 Ocak 1981, s. 56.

11. Science, 17 Temmuz 1981, s. 289.

12. G. G. Simpson, W. Beck, An Introduction to Biology, Harcourt Brace and World, New York, 1965, s. 241.

13. Keith S. Thompson, "Ontogeny and Phylogeny Recapitulated", American Scientist, cilt 76, Mayıs-Haziran 1988, s. 273.

14. Ken McNamara, "Embryos and Evolution", New Scientist, 16 Ekim 1999.

15. Francis Hitching, The Neck of the Giraffe: Where Darwin Went Wrong, Ticknor and Fields, New York, 1982, s. 204.

16. Sir Fred Hoyle, The Intelligent Universe, Holt, Rinehart and Winston, New York, 1983, ss. 20-21.

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü