Harun Yahya

Şükretmek



Şükretmek, verilen her türlü nimetten ötürü, dille ve kalple Allah'a olan minnet ve teşekkürünü ifade etmek, bu nimetleri Kuran'da belirtildiği şekilde kullanarak hakkını vermek demektir.

Kalben ve dille olmasının yanı sıra şükrün fiilen yapılması da çok önemlidir. Bu da, verilen nimeti Allah yolunda, Allah'ın rızasının en fazla olduğu yönde değerlendirmekle olur. İnsan mal, mülk, zenginlik, makam, mevki, itibar, zeka, sağlık, kuvvet gibi nimetleri Allah yolunda, Allah'ın emrettiği biçimde kullanmazsa verilen nimetin şükrünü hakkıyla yapamamış olur.

Bu yüzden, şükretmek Kuran'ın pek çok ayetinde tekrarlanan ve müminlerin çok titizlikle korumaları gereken bir ibadettir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:


Hayır, artık (yalnızca) Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol. (Zümer Suresi, 66)

Öyleyse Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden helal (ve) temiz olanlarını yiyin; eğer O'na kulluk ediyorsanız Allah'ın nimetine şükredin. (Nahl Suresi, 114)


Şükretmekle mümin, Allah'ın sevgisini ve hoşnutluğunu kazanır, O'na daha fazla yakınlaşır. Sebeplere, vasıtalara takılmaz, sahip olduğu herşeyi yalnızca Allah'tan bilir ve şirkten uzaklaşır. Bu şekilde, verilen nimetin maddi lezzetinden kat kat daha fazla olan manevi bir lezzeti tadar. Verilen bu nimetler vesilesiyle Allah'ı yüceltir.

Bu dünyada verilen tüm nimetler şükrü veya nankörlüğü ortaya çıkarmak için yaratılmış birer imtihan aracıdır. Bu önemli gerçek Kuran'da şöyle haber verilmektedir:

Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: "Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim." Derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti). Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiçbir şeye ve kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerim olandır. (Neml Suresi, 40)

Yine Hz. Süleyman (as)'ın Kuran'da geçen ifadelerinden şükredebilmenin bile Allah'ın çok büyük bir nimeti olduğunu ve ancak Allah'ın lütfu ve dilemesiyle insanın şükredebileceğini anlıyoruz. Çok büyük bir batıni sırrı da içeren, Hz. Süleyman (as)'ın şükretme ile ilgili duası ayette şöyle bildirilir:

(Süleyman) Bu sözü üzerine tebessüm edip güldü ve dedi ki: "Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih kulların arasına kat." (Neml Suresi, 19)

Şükretmenin de, iman ve tüm salih ameller için olduğu gibi, Allah'ın ilhamıyla olduğu ayette açıkça belirtilmiştir.

Vicdanlı bir insan etrafına baktığı zaman dört bir yandan Allah'ın nimetleriyle kuşatılmış olduğunu, bunların hiçbirisine kendisinin güç yetiremeyeceğini, yalnızca Allah'ın dilemesiyle bu nimetlere kavuşabildiğini fark eder. İnsanın kendisine ait sandığı bedeni, aklı, zekası, duyguları, sağlığı ve kuvveti bile bu nimetlerin yalnızca birer parçasıdırlar.

Bu yüzden şükretmek yalnızca belli zamanlarda, büyük bir kazanç ya da fayda elde edildiğinde veya güzel bir yemek yendiğinde ya da kötü bir olay sağ salim atlatıldığında sadece dil ucuyla, "Elhamdülillah, Allah'a çok şükür" demek değildir. Şükür her an tüm kalbiyle yaşanması gereken bir ruh halidir. Çünkü Allah'ın nimetleri saymakla, hatta, ayette bildirildiği gibi, genelleme yapılarak bile bitirilemez:

Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 18)

Allah'ın nimetlerine şükretmemek ya da az şükretmek nankörlüktür. Bu ise şeytanın insanlara karşı kurduğu çok büyük bir tuzaktır. Şeytan her zaman, insanları şükretmekten alıkoymak ister. Şeytanın bu saptırması ayetlerde şöyle haber verilir:

Dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım. Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın." (Araf Suresi, 16-17)

Görüldüğü gibi şeytanın bütün çabaları tek bir ana hedef etrafında toplanmaktadır; insanların şükretmelerine engel olmak. Bu konuda çoğu kimseler üzerinde etkili de olmuştur:

... Şüphesiz Allah, insanlara karşı büyük ihsan (Fazl) sahibidir, ancak onların çoğu şükretmezler. (Yunus Suresi, 60)

Şeytanın, özellikle şükretme konusunda insanlara yaklaşacağının bildirilmiş olması, bu ibadetin önemini de ortaya koymaktadır. Şüphesiz bu kadar önemli bir ibadeti terk ederek nankörlük yapmanın Allah Katındaki karşılığı da ona göre olacaktır:

Rabbiniz şöyle buyurmuştu: "Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size artırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir." (İbrahim Suresi, 7)

Bağışlanma Dilemek



Bir ayette şöyle bildirilir:

Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiçbir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler. (Nahl Suresi, 61)

Ayette zulümleri nedeniyle insanların sorguya çekilmeleri halinde, yeryüzünde istisnasız tek bir canlının bile kalmayacağından bahsedilmektedir. Buna iman edenlerin de dahil olduğu çok açıktır. O halde hiçbir mümin kendini hatasız ve günahsız göremez. İman edenler de, gün içinde bilerek ya da bilmeyerek pek çok hata yapabilirler. Aklının, imanının, şuurunun derecesine göre bu hata ve günahlar az ya da çok olabilir. Ancak hiç kimse kendini hata yapmaktan müstağni göremez. Kendini kusursuz ve mükemmel görmek başlı başına bir hata olur. Kuran'da bu tarz bir kusursuzluk iddiasının Firavunlara özgü sapkın bir anlayış olduğu bildirilmiştir.

Mümin, imanı ve buna bağlı olarak da aklı arttıkça kendini günahsız görmeye değil, tam tersine kendi hata ve günahlarını daha iyi fark etmeye başlar. İçinde bulunduğu durumu daha net kavradığı, Allah korkusu çok daha arttığı için, bir yandan hatalarını düzeltmeye, tekrarlamamaya çalışırken bir yandan da isteyerek ya da istemeyerek işlediği günahları için sürekli olarak bağışlanma diler. İşte şuurlu bir müminin göstermesi gereken davranış budur. Dahası, bağışlanma dilemek zaten tüm müminlere farz kılınmıştır:

Ve Rabbiniz'den bağışlanma dileyin; sonra O'na tevbe edin. O da sizi, adı konulmuş bir vakte kadar güzel bir meta (fayda) ile metalandırsın ve her ihsan sahibine Kendi ihsanını versin. Eğer yüz çevirirseniz gerçekten ben, sizin için büyük bir günün azabından korkarım. (Hud Suresi, 3)

Bağışlanma dilemenin nimet verilmesine vesile olacağı da bu ayetten anlaşılmaktadır.

Kuran'ın pek çok ayetinde, peygamberlerin çeşitli vesilelerle Allah'tan bağışlanma dilediklerinden bahsedilir. O anda herhangi bir günah işlememiş olsa bile, Allah'ın azabını hatırladıklarında ya da Allah'ın bir imtihanıyla karşılaştıklarında peygamberlerin hemen Allah'tan bağışlanma dilediklerini görürüz. Bir ayette de Peygamberimiz (sav)'e insanların akın akın dine girdiklerini gördüğünde, Allah'ı hamd ile tesbih edip bağışlanma dilemesi bildirilir. Bir başka ayette ise cennete giren müminlerin övülen özellikleri arasında düzenli olarak bağışlanma dilemelerinden bahsedilmektedir:


Onlar, seher vakitlerinde istiğfar ederlerdi. (Zariyat Suresi, 18)

Görüldüğü gibi bağışlanma dilemek için mutlaka o anda bir günah işlemiş olmak gerekmez. Bağışlanma dilemek, bir anlamda, müminin kulluğunu, Allah karşısındaki aczini, O'nun yardımı olmaksızın günahtan sakınmasının bile mümkün olmadığını dile getirmesidir. Bağışlanma dilemeye önem vermemenin altında aczinin, kusurunun, günahlarının farkında olmama gibi bir gaflet ve şuursuzluk hali yatar. Bunun doğal bir sonucu olarak insanın kalbi katılaşır ve zamanla kendi nefsini ilahlaştırıp (Allah'ı tenzih ederiz) şeytani bir enaniyet ve müstağniyet haline girer. Müstağniyet ise, Kuran'da haber verildiği üzere kişiyi azgınlaştırır, şeytanın dostlarından biri haline getirir. (Yasin Suresi, 75)


Emanete ve Ahitlere Riayet Etmek



Emanet denince bunu, yalnızca dar anlamıyla, verilen bir şeyi bir süre için saklama şeklinde anlamamalıdır. Üstlenilen her türlü görev ve sorumluluk kişinin üzerindeki bir emanettir. Bu görev gereği gibi yerine getirilmezse emanete ihanet edilmiş olur.

Kuran'da tarif edilen mümin, dürüst, emin ve sorumluluk sahibi bir insandır. Küçük hesaplar, küçük çıkarlar peşinde koşmaz. Bu nedenle, verilen bir ahdi yerine getirme veya üzerine aldığı bir emanete en güzel şekilde riayet etme konusunda kendisine tam bir güven duyulur. Müminlerin bu özelliğinden Kuran'daki birçok ayette övgüyle bahsedilir:


Onlar, emanetlerine ve ahidlerine riayet edenlerdir. (Müminun Suresi, 8)

Onlar, kendilerine verilen emanete ve verdikleri ahde (harfiyen) riayet edenlerdir. (Mearic Suresi, 32)

... Ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)


Ahit verme ve emanet üstlenme konusunda kişinin, kaldıramayacağını bildiği bir yükün altına girmesi doğru olmaz. Çünkü verilen ahdi tutmamak, emanete ihanet etmek, Allah Katında hesabı sorulacak olan sorumluluklardır.


... Ahde vefa gösterin. Çünkü ahid bir sorumluluktur. (İsra Suresi, 34)

Ey iman edenler, Allah'a ve resulüne ihanet etmeyin, bile bile emanetlerinize de ihanet etmeyin. (Enfal Suresi, 27)


Yalnız burada önemli olan husus, kişinin yapabileceği konularda, başaramama korkusu, tembellik ve benzeri nedenlerle sorumluluk almaktan kaçmamasıdır. Yapamayacağı şeyi üstlenmek gibi, yapabileceği hayırlı bir işten, sorumluluktan kaçınmak da kişiyi vebal altına sokar. Sorumluluk almak her zaman kişinin kendi seçimine bağlı değildir. Hele Allah'ın emri gibi kesin itaat gerektiren durumlarda müminin zaten kendi isteğine göre seçme hakkı yoktur.

Allah yolunda fikri mücadele edilirken herkese kendi tecrübesi, kabiliyeti doğrultusunda çeşitli görevler verilebilir. "Yapamam, ben bu sorumluluğun altından kalkamam" gibi mazeretlerin hiçbir meşru geçerliliği olamaz. Müminin kesin bir itaat, halis bir niyet ve samimi bir dua ile kendisine verilen sorumluluğu en mükemmel şekilde yerine getirememesi için hiçbir sebep yoktur.

İş Hayatında ve Günlük Yaşamda Farkli Bir Karakter Göstermekten Sakınmak



Müminin dikkat etmesi gereken konulardan biri de, gündelik yaşam içinde kendini dünyevi olayların akışına kaptırarak gerçek amacını unutmamaktır. Müminin gerçek amacı, Allah'ın kulu olduğunun bilincinde olmak, Kuran'da bildirilen emir ve tavsiyeleri harfiyen yerine getirmektir. İnsan, ulaştığı imani yakınlığı sürekli tazelemek ve geliştirmek yönünde gayret göstermediği takdirde mevcut durumunu da koruyamaz. Maneviyatı hızla eksilmeye, imani duyarlılığı, aklı azalmaya başlar.

Kimileri için rahatlık ortamı, zorluk ortamına göre daha büyük bir imtihan vesilesidir. Zorluk ve çile zamanında akıl ve şuur açıldığı için Allah'la olan manevi bağlantıyı korumak bazılarına göre daha kolaydır. Ancak önemli olan bu bağlantıyı her türlü şartta korumaktır.

Allah yolunda, birçok güçlükleri aşmış, zorlu imtihanları atlatmış bir kimse bile, tefekkürünü, imandan kaynaklanan şevkini, heyecanını canlı tutmalı, gerçek amacını hatırdan çıkarmamalıdır. Aksi takdirde kişinin kalbi katılaşır, vicdanı duyarsız hale gelir, dolayısıyla içinde bulunduğu felaketin şuuruna varamaz, öğüt alamaz bir duruma gelir. Allah'ın dilemesi dışında, dönüşü olmayan bir yola girer. Körleşen kalbi artık ahireti göremediği için, bu geçici dünyaya yönelir. Dünya ve dünyanın geçici süsleri, sahte çekicilikleri ona Allah'tan, Resulü’nden ve Allah yolunda mücadele etmekten daha sevimli gelmeye başlar. Allah böyle bir tehlikeye karşı müminleri Kuran'da şöyle uyarmıştır:

De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun resulünden ve O'nun yolunda cehd etmekten (çaba harcamaktan) daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez." (Tevbe Suresi, 24)

Mümin, fark etmeden dünya hayatına meyletme tehlikesine karşı son derece uyanık olmalıdır. Müminin, zaman zaman gaflete kapılarak, Allah'ın rızasının olduğu bir işi terk edip nefsinin istekleri doğrultusunda birtakım dünyevi yararlara tamah etmesi yakışık almayan bir durumdur. Bu tür hareketlerin sürekliliğinde her zaman küfre, münafıklığa açılan bir kapı vardır. Şuurları kapanarak dünyevi bir menfaati Allah'ın Resulüne tercih ederek, onu ayakta bırakıp gidenlerin durumu da böyledir:

Oysa onlar (kendilerini tümüyle Allah'a ve İslam'a teslim etmeyenler) bir ticaret ya da bir eğlence gördükleri zaman, (hemen) ona sökün ettiler ve seni ayakta bıraktılar. De ki: "Allah'ın Katında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır." (Cuma Suresi, 11)

İçinde sürekli Allah korkusu, kıyamet ve cehennem korkusu bulunan ihlaslı müminler ise dünyanın aldatıcılığına kendilerini kaptırmazlar.

(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar. (Nur Suresi, 37)

 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü