Harun Yahya


81-100: Sorular ve Cevaplar



81 - Hikmet sahibi olmak ne demektir?



Hikmet sahibi olmak her zaman akılcı, özlü, isabetli konuşmak ve davranmaktır. Hikmet sahibi kişi olayların içyüzünü ve gerçek yönlerini görme yeteneğine ve derin bir kavrayışa sahiptir. Bu nedenle her kararı, her hareketi isabetli olur. Konuşması çarpıcı ve etkileyicidir. Anlattığı herşey insanların kalbinde samimi bir etki oluşturur.

Hikmet, her an Allah'a yönelen, Kuran'a göre yaşayan, daima Kuran'a göre düşünen samimi ve ihlaslı insanlara Allah Katından verilen bir özelliktir. Allah "Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir…" (Bakara Suresi, 269) ayetiyle hikmetin büyük bir nimet olduğunu bildirmiştir.


82 - İsraf Kuran'da nasıl geçmektedir?



Allah israfı kullarına haram kılmıştır. Ve harcama yaparken nasıl bir ölçü ile yapmaları gerektiğini şöyle bildirmiştir:

Onlar, harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne kısarlar; (harcamaları,) ikisi arasında orta bir yoldur. (Furkan Suresi, 67)

Müslümanlar sahip oldukları herşeyi Allah yolunda, Allah'ı en çok razı edecekleri şekilde kullanırlar. Ellerindeki herşeyin kendilerine Allah'ın verdiği birer nimet olduğunu, bunların hiçbirinin asıl sahipleri olmadıklarını unutmazlar. Fedakarlık yapmaları gerektiği zaman da sahip oldukları herşeyi Kuran'ın emrettiği şekilde harcar, ancak gereksiz bir harcama olacağı zaman tek bir kuruşu bile israf etmekten sakınırlar. Allah Kuran'da müminlere, ihtiyacı olan kimselere mallarından vermelerini ancak saçıp savurmamalarını emretmiştir:

Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. İsraf ederek saçıp-savurma. Çünkü saçıp-savuranlar, şeytanın kardeşleri olmuşlardır; şeytan ise Rabbine karşı nankördür." (İsra Suresi, 26-27)

Bir de israfın nimetlerden uzak durmak olarak anlaşılmaması gerekir. Allah Kuran'da "… yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez." (Araf Suresi, 31) ayetiyle bildirdiği gibi, inananların nimetlerden faydalanmasını bildirmiş ve sadece bunların israf edilmesini yasaklamıştır. Fakat bugün din ahlakından uzak olan toplumlarda israf konusuna gereken önem verilmez. Lokantalarda, evlerde tabak tabak yiyecekler, kilolarca ekmek, meyve, sebze kolayca çöpe atılabilmektedir. Oysa Allah israfın küçük büyük demeden her türlüsünü haram kılmıştır. Bu yüzden insanların düşüncesizce "bu bozuldu", "bunları kullanamayız" gibi sözlerle ellerindekileri atmaları değil, tüm nimetleri bozulma aşamasına getirmeden değerlendirmenin yollarını aramaları gerekir. Ancak bu şekilde nimetin hakkını vermiş olurlar, aksi takdirde büyük bir bereketsizlik ve Allah'a karşı nankörlük söz konusu olur.


83- Meleklerin insanların canını alması nasıl olur? İnsan canı alınırken meleği görür mü?



Ölüm bir nevi boyut değiştirmedir. Ölen insanın ruhu ile dünya boyutundaki bedeni arasında bağlantı kesilir. İnsan ölüm anından itibaren ölüm meleklerini görebilecek bir boyuta geçiş yapar. Ve bu geçiş, insanın sonsuz hayatının da başlangıcıdır. İşte farklı bir boyuta geçiş ile birlikte insanlar canlarını almaya gelen melekleri görürler, hatta gelen melekler kendileri ile konuşurlar. Ancak herkesin canı aynı şekilde alınmaz. Müminlerin canını almaya gelen melekler ile küfrün canını almaya gelen meleklerin yaptıkları ve konuştukları birbirinden tamamen farklı olur.

Müminlerin canlarını almaya gelen melekler onlara "selam" diyerek canlarını güzellikle çekip alırlar. Bu sırada onları gidecekleri cennet ile müjdelerler. (Nahl Suresi, 32)

İnkar edenlerin canlarını almaya gelen melekler ise hiç beklemedikleri bir anda onların yüzlerine ve sırtlarına vurmaya başlarlar. (Muhammed Suresi, 27) Canını en derinden acıyla çekerler ve bu sırada inkarcının ayakları birbirine dolanır. (Kıyamet Suresi, 29) Melekler ellerini ona doğru uzatırken ona sonsuza kadar devam edecek, alçaltıcı ve yakıcı bir azabı müjdelerler. (En'am Suresi, 93)


84 - Vesvese nedir?



Şeytan insana her yönden yanaşarak onu Allah'ın yolundan alıkoymaya çalışır. Bunun için çok çeşitli oyunlar oynar. Vesvese de şeytanın bu oyunlarından biridir. Vesvese, şeytanın insanı boş şeylerle uğraştırmak, asıl düşünmesi gereken önemli konulardan uzaklaştırmak için fısıldadığı sözler, yanıltmalar, kalbe verdiği kuşkular, boş kuruntular ve huzursuzluk verici düşüncelerdir. Şeytanın bu yönü Kuran'da şöyle bildirilir:

De ki: İnsanların Rabbine sığınırım. İnsanların malikine, İnsanların (gerçek) İlahına; 'Sinsice, kalplere vesvese ve şüphe düşürüp duran' vesvesecinin şerrinden. Ki o, insanların göğüslerine vesvese verir (içlerine kuşku, kuruntu fısıldar). (Nas Suresi, 1-5)

Şeytan, insanın aklına getirdiği Kuran dışı düşüncelerle onun sağlıklı düşünmesini engellemek, onu, başta dini konular olmak üzere dünya ve ahiret hayatına zararı dokunacak kuruntulara kaptırmak ister. Pek çok saçma ve tutarsız düşünceyi, kendi düşünceleriymiş gibi telkin edip insanın kendisine olan güvenini kaybettirmeye çalışır. Kuran ile hareket etmeyen kimse şeytanın bu hilesini fark etmez ve onun vesveselerine kendisini kaptırıp sürekli kuruntular içinde bocalar. Şeytanın bu fısıltıları kişinin dini yanlış tanımasına, Allah'ın gücünü gereği gibi takdir edememesine, sürekli şüphe içinde olmasına da neden olur. Bunun sonucunda Allah'ın büyüklüğünü, dünyada var oluş amacını düşünmek yerine ne kendisine ne de beraber olduğu insanlara fayda vermeyecek konulara kendini kaptırarak, hayatını geçirir. Sonuçta şeytan Kuran'dan habersiz, din ahlakından uzak bu kişi üzerinde amacını gerçekleştirmiş, onun sonsuz azabına vesile olmuş olur. İnkarcıların ve günahkarların her zaman şeytanın telkinlerine açık oldukları, şeytanın vesveseleri doğrultusunda hareket ettikleri Kuran'da haber verilir:

Şeytanların kimlere inmekte olduklarını size haber vereyim mi? Onlar, 'gerçeği ters yüz eden,' günaha düşkün olan her yalancıya inerler. Bunlar (şeytanlara) kulak verirler ve çoğu yalan söylemektedirler. (Şuara Suresi, 221-223)


85 - İnsan vesveseden nasıl kurtulur?



Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibi şeytanın hileli düzeni çok zayıftır. (Nisa Suresi, 76) İman edenler ve Rabbimiz'e tevekkül edenler üzerinde bir etkisi yoktur. Allah müminlere kendilerine bir vesvese geldiği zaman ne yapmaları ve bu vesveseden nasıl kurtulmaları gerektiğini Kuran'da bildirmiştir. Kuran'a tabi olan müminler kendilerine bir vesvese geldiği zaman hemen şeytandan Allah'a sığınırlar. Kısa süre içinde akıllarından geçen düşüncenin şeytana ait bir vesvese olduğunu anlarlar. Hiçbir kuruntuya, ya da sıkıntıya kapılmadan, Allah'ı zikreder ve şeytanın bu pisliğinden kurtulurlar.

Allah Kuran'da kendilerine vesvese geldiğinde müminlerin bunu hemen düşünüp tanıyacaklarını şöyle bildirmiştir:

Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. (Allah'tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir. (Araf Suresi, 200-201)


86 - Kuran okunurken ne yapmak gerekir?



Allah Kuran okunurken, şeytandan Allah'a sığınmayı ve insanların susup dinlemelerini emretmiştir:

Kur'an okunduğu zaman, hemen onu dinleyin ve susun. Umulur ki esirgenmiş olursunuz. (Araf Suresi, 204)

Toplumda birçok insan Allah'ın bu emrini bilmez. Televizyonda, radyoda Kuran okunurken insanlar günlük hayatlarına devam eder, bir yandan da sohbet ederler. Oysa böyle bir durumda yapılması gereken susup dinlemektir. Eğer şartlardan dolayı bir sessizlik sağlanamıyorsa o zaman televizyon veya radyo kapatılabilir. Çünkü aksini yapmak Allah'ın farz kıldığı bir hükmü yerine getirmemek olur.


87 - Kuran'ı okumak yeterli midir?



Bugün kendisini Müslüman olarak nitelendiren birçok insan, Allah'ın kendisinden ne istediğini ne yaparsa gerçek Müslüman olacağını bilmez. Çünkü hayatında bir kere bile Allah'ın kendisine gönderdiği kutsal kitabı okumamıştır. Oysa Allah Kuran'ı, insanları neden yarattığını ve onlardan ne istediğini bildirmek için yollamıştır. Allah'ı tanımak, O'nu razı ederek, cennetine gitmek isteyen insanların Kuran'ı çok iyi bilmeleri gerekir.

Ancak cahiliye toplumlarında Kuran'a bakış açısı son derece yanlıştır. Bu insanlardan bazıları Kuran'ı sadece okur, ama Allah'ın kendisine verdiği öğütleri hiç düşünmez, üzerine almaz, hayatına geçirmez. Kuran okumak bir ibadettir ama Kuran, Allah'ı tanımak, Allah'ın istediklerini öğrenmek ve hayata geçirmek için okunur. Yine bu insanlardan bazıları Kuran'ın sadece bir dua kitabı olduğunu sanır. Dua ederken Kuran'dan ezberlediği ayetleri anlamadan okur. Elbette Kuran'da Allah peygamberlerin dualarından örnekler vermiştir ve müminlerin bu duaları örnek almaları gerekir. Ancak Kuran'ı sadece bir dua kitabı olarak düşünmek yanlış ve eksik bir bakış açısı olur.

Allah müminler için bir rehber olarak Kuran'ı indirmiştir ve Kuran, apaçık ayetleri ile müminleri karanlıklardan nura çıkarır. Kuran'ın bu özelliğini Allah şöyle bildirir:

… Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap geldi. Allah, rızasına uyanları bununla kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları Kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltip-iletir. (Maide Suresi, 15-16)

… Bu bir Kitap'tır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik. (İbrahim Suresi, 1)


Söz konusu insanların Kuran hakkındaki yanlış bir inançları da, Kuran'ın geçmiş ümmetlere indirildiği şeklindedir. Oysa zamanın geçmesi, teknolojinin gelişmesi, uzay veya bilgisayar çağında olmamız bir şeyi değiştirmez. 1400 sene önceki insanlar ile bugün yaşayan ya da gelecekte yaşayacak olan insanların hırsları, tutkuları, dünyaya bakış açıları, cahillikleri hep aynıdır. Ve bunların yerine koymaları gereken doğru bilginin kaynağı da her zaman için Kuran'dır. Allah Kuran'a tabi olmamak için onun "geçmişlerin masalı" olduğunu iddia eden insanları cehennem ile uyarıp korkutmuştur:

Ona ayetlerimiz okunduğu zaman: "Geçmişlerin masallarıdır" dedi. Asla, hayır; onların kazandıkları, kalpleri üzerinde pas tutmuştur. Hayır; gerçekten onlar, Rablerinden perdelenerek-yoksun tutulmuşlardır. Sonra onlar, kuşkusuz cehenneme yollanacaklardır. (Mutaffifin Suresi, 13-16)


88 - Din hangi yönleriyle barış ve huzuru sağlar?



Din herşeyden önce insanların vicdanlarına göre yaşamalarını gerekli kılar. Herkesin vicdanlı davrandığı bir ortamda ise çekişme, kavga veya huzuru bozacak herhangi bir davranışa rastlanmaz.

Din ahlakını yaşayan insanlar akıl ve sağduyu sahibi kişilerdir ve olaylara yaklaşımları da bu şekilde olur. Dolayısıyla daima çözümcü ve rahatlatıcı bir tutum sergilerler. Bu da bulundukları ortamın refah içinde olmasını sağlar.

Din ahlakında adalet vardır. Herkese hakkı tam olarak verilir, dolayısıyla kimsenin kendi hakkı için mücadele vermesine, bunun için türlü türlü yollara başvurmasına gerek kalmaz. Hakkı zaten diğer dindar ve vicdanlı kişiler tarafından en güzel şekliyle korunur.

Dindar insanlar Allah'tan korktukları için cinayet, intihar, hırsızlık gibi Allah'ın haram kıldığı eylemlere girişmezler. Ahirette hesabını veremeyecekleri bir şeyi asla yapmazlar.

Din ahlakında kişisel çıkarlar için hırs yapmak yoktur. Herkes dinin ortak menfaati için gücünün yettiğinin en fazlasını yapmakla sorumludur. Dolayısıyla çıkarların çatışması sonucu oluşabilecek bir huzursuzluk söz konusu olmaz.

Dinde baskı ve zorlama yoktur. Müminler sadece dinin gösterdiği gerçekleri anlatmakla sorumlu tutulmuşlardır.

Ayrıca Kuran'da Allah'ın iman edenlerin üzerine özel olarak güven duygusu ve huzur indirdiği bildirilmektedir. Bu, salih müminlere Allah Katından verilen büyük bir nimettir. Bu gerçek Kuran'da şöyle bildirilir:

Mü'minlerin kalplerine, imanlarına iman katıp-arttırsınlar diye, 'güven duygusu ve huzur' indiren O'dur. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır: Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Fetih Suresi, 4)

Burada anlatılanlar din ahlakının insanlara sunduğu güzel ortamın çok genel bir tarifidir. Din gerek insanlar, gerek toplumlar açısından dünyada yaşanabilecek en huzur dolu, en ideal, en kusursuz ortamı sağlar.


89 - Kuran'da öğütlenen ticaret ahlakı nasıldır?



Mümin hayatı boyunca yaptığı her işi Allah'ın rızası ve hoşnutluğu için yapar. Yaptığı iş ne olursa olsun ona asıl amacını unutturmaz. Allah Kuran'da müminlerden bahsederken ticaretin veya alışverişin onlara asıl amaçlarını unutturmadığını şöyle bildirmiştir:

(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar. (Nur Suresi, 37)

Allah'ın müminlerden istediği üstün bir ahlak vardır ve müminler hangi iş üzerinde olurlarsa olsunlar bu ahlakın gereklerini yerine getirirler. Ticaret yaparken de yine dürüst, yine samimi, yine fedakar, yine çalışkan, yine adaletli, yine tevazuludurlar. Yine bütün dikkatleri Allah'ın rızasında ve O'nun helal-haram sınırlarındadır. Bunlarla birlikte Allah müminlere ticaret yaparken başkalarının haklarına tecavüz etmemelerini, ölçüyü ve tartıyı tam tutmalarını, insanların eşyasını değerden düşürmemelerini emretmiştir. (Hud Suresi, 85)


Ayrıca ticaret yaparken dürüst olmanın, insanlara haksızlık yapmamanın ve böyle güzel bir ahlak göstererek Allah'ı razı etmenin daha hayırlı olacağı İsra Suresi'nde şu şekilde bildirilmiştir:

Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam tutun ve dosdoğru bir tartıyla tartın; bu, daha hayırlıdır ve sonuç bakımından daha güzeldir. (İsra Suresi, 35)


90 - Tevekkülsüzlüğün insan ruhunda yol açtığı tahribatlar nelerdir?



Tevekkül bir insanın her işinde Allah'a güvenip dayanması, tek koruyucusunun Allah olduğunu bilerek O'na teslim olması anlamına gelir. Olayların her zaman Allah'ın kontrolü altında gerçekleştiğini bilen müminler O'nun, Kendisi'ne iman edenleri, her zaman desteklediğini, onlara yardım ettiğini de bilirler. Elbette bu ruh halini yaşayan insanın kalbi her zaman huzur ve güven içindedir. Tevekkülü yaşamayan, kendini Allah'a teslim etmemiş kişiler ise hayatlarını büyük bir korku, endişe, sıkıntı, panik, güvensizlik, tatminsizlik, hırs, öfke, bunalım, pişmanlık, kıskançlık gibi duygular içinde geçirirler. Allah inkarları dolayısıyla bu insanların kalplerine büyük bir sıkıntı yerleştirir. Tevekkülün rahatlığını, konforunu, huzurunu onlara yaşatmaz. Allah'a güvenip dayanmayanların kalbinde oluşan bu sıkıntı Kuran'da şöyle tarif edilmiştir:

Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir. (En'am Suresi, 125)

Allah'ı birleyen (Hanif)ler olarak, O'na (hiçbir) ortak koşmaksızın. Kim Allah'a ortak koşarsa, sanki o gökten düşmüş de onu bir kuş kapıvermiş veya rüzgar onu ıssız bir yere sürükleyip atmış gibidir. (Hac Suresi, 31)


91 - Fiili dua nasıl yapılır?



Fiili dua bir insanın sözlü dua ederek istediği şeyi, elinden gelen tüm gayreti gösterip, o işin gerçekleşmesi için gereken herşeyi yerine getirerek istemeye devam etmesidir. Örneğin bir insan su ister, ama suyun önüne gelmesini beklemez, gider suyu bardağına koyar ve sonra suyu içer. Yani Allah'tan istediği şeyin gerçekleşmesi için Allah'ın kendisine öğrettiği sebepleri ve kanunları elinden geldiği kadar yerine getirip sonucunu Allah'tan bekler. Bunun gibi, bir insan bir sınavı kazanmayı çok ister, Allah'a bunun için dua eder, elbette bunun için gerekli çalışmaları da yapar, öğrenmesi gerekenleri öğrenir, çalışmasını engelleyecek, dikkatini dağıtacak ortamlardan kaçınır ve bu gayretinin sonucunda da Allah ona bir başarı verir.

İnsanların bir kısmı, dua hakkında yanlış bir inanca sahiptirler. Bu kişilere göre Allah'a dua edildikten sonra bir köşeye çekilmek ve duanın sonucunu beklemek gerekir. Oysa bu samimi bir tavır değildir. Çünkü bir şeyi gerçekten isteyen kişi onun için hem sözlü, hem de fiili duayı yerine getirmelidir. Ancak her türlü fiili çabayı yerine getirip "ben herşeyi yaptım" diyen ve Allah'a sözlü olarak dua etmeyi unutan bir insanın da hatasına düşmemek gerekir. Her iki duanın da birarada yapılması gerekir.


92 - Bazı toplumlardaki dejenerasyonla dinsizlik arasındaki bağlantı nedir?



Allah'ın insanlara indirdiği dine teslim olmayı kabul etmeyen insanlar Kuran'da anlatılan güzel ahlakı yaşayamazlar ve yine Kuran'da insanlara bildirilmiş olan sınırları korumazlar. Allah'tan korkup sakınmadıkları ve ahirete de inanmadıkları için yaptıklarının hesabını verme korkusu içinde olmazlar. Bu yüzden dinin yaşanmadığı toplumlar her türlü ahlaksızlığı ve kötülüğü korkusuzca, sonucunu düşünmeden yaşayan insanlardan oluşur. Böyle toplumların hızlı ve büyük çaplı bir dejenerasyon sürecine girmesi de kaçınılmazdır. Çünkü bu insanlar yasaklandığı halde, rahatlıkla hırsızlık yapar, insanlara zarar verir, öfkelenir, adam öldürür, başkalarının haklarına tecavüz eder, yalan söyler, kendilerinden başka kimseye asla değer vermez, herşeyi bir çıkar karşılığında yapar, kendilerinden daha güçsüz birini mutlaka ezerler. "Ben dindar değilim ama öfkeli de değilim" diyen kişi bir gün tahammül edemeyeceği bir olayla karşılaşır ve kendinde her türlü kötülüğü yapma hakkını görür. Öyle öfkelenir ki yeri geldiğinde adam öldürmeye bile kalkışabilir.

İşte dinsizlik, herhangi bir sınır tanımadığı için, toplumların tüm insani duygularını öldürür. Ve müthiş bir dejenerasyonun yaşanmasına sebebiyet verir. Dinsiz toplumlarda, dinin insanlara getirdiği adalet, yumuşak başlılık, terbiye, merhamet ve sevgi asla olmaz. Bu yüzden dinsizlik bir toplumdaki dejenerasyonun ana kaynağıdır.


93 - Cinler nasıl varlıklardır? Cinlerin de iman edeni ve etmeyeni var mıdır? Ahirette onların da yaşayacağı cennet ve cehennem olacak mı?



Cinler tıpkı insanlar gibi Allah'a ibadet etmeleri için, fakat insan gibi topraktan değil ateşten yaratılmış, insanlardan farklı bir boyutta yaşayan varlıklardır. (Zariyat Suresi, 56), (Hicr Suresi, 27) Allah cinlere de iman etmeleri için elçilerini göndermektedir. (En'am Suresi, 130) Onların içlerinde de iman edenler ve iman etmeyenler vardır. Allah cinlerin bu durumunu bir ayetinde şöyle haber vermektedir:

"Ve elbette bizden Müslüman olanlar da var, zulmedenler de. İşte (Allah'a) teslim olanlar, artık onlar 'gerçeği ve doğruyu' araştırıp-bulanlardır." (Cin Suresi, 14)

Aynı zamanda aralarında insanlarda olduğu gibi peygamberlere düşmanlık yapanlar da vardır:

Böylece her peygambere, insan ve cin şeytanlarından bir düşman kıldık... (En'am Suresi, 112)

Ve cinler de tıpkı insanlar gibi ahirette yaptıklarının karşılığını göreceklerdir. Allah'a iman edip, peygamberlerin uyarılarını dinleyenler asla haksızlığa uğratılmayıp, ecirlerinin karşılığını alacaklardır. İnkarcı olan cinler ise, inkarcı insanlarla birlikte cehenneme atılacaklardır. Allah bu kesin gerçeği Kuran'da bildirmiştir:

Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)


94 - Cinler gelecekten haber verebilir mi?



Allah Kuran'da, gaybı Kendisi'nden başka kimsenin kesinlikle bilmediğini ve bilmeye de asla güç yetiremeyeceğini birçok ayette bildirmiştir. Bu ayetlerden biri şöyledir:

De ki: "Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka kimse bilmez. Onlar ne zaman dirileceklerinin şuuruna varmıyorlar." (Neml Suresi, 65)

Cinler de Allah'ın dilemesi dışında hiçbir şekilde gelecekle ilgili bir bilgi elde edemezler. Kuran'da cinlerin gaybtan bilgi almaya çalıştıklarını ama bunu başaramadıklarını, kendilerinin de bunu itiraf ettiğini anlatan ayetler vardır. Cin Suresi'nde geçen bu ayetler insanların cinler hakkındaki yanlış inançlarını da ortadan kaldıracak şekildedir. Ayrıca Kuran'da Hz. Süleyman'a hizmet eden cinlerden de söz edilmektedir. Ve bu cinlerin Hz. Süleyman'ın ölümünü çok sonra haber aldıkları bildirilmektedir. Dolayısıyla cinlerden bir fayda görmek ümidiyle onlara sığınan insanlar çok büyük bir yanılgıya düştüklerini bilmelidirler. Çünkü cinlerin geleceğe yönelik bir bilgi edinmeleri -Allah'ın dilemesi dışında- mümkün değildir. Kuran'da Hz. Süleyman kıssasıyla da cinlerin gayba yönelik bir bilgi taşımadıklarına dikkat çekilmiştir:

Böylece onun (Süleyman'ın) ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü, onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkca ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azab içinde kalıp-yaşamazlardı. (Sebe Suresi, 14)

Cin Suresi'nde cinlerin gaybtan haber öğrenemedikleri ile ilgili bildirilen diğer ayetler ise şöyledir:

Doğrusu biz göğü yokladık; fakat onu güçlü koruyucular ve şihablarla kaplı (doldurulmuş) bulduk. Oysa gerçekte biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, (hemen) kendisini izleyen bir şihab bulur. Doğrusu bilmiyoruz; yeryüzünde olanlara bir kötülük mü istendi, yoksa Rableri kendileri için (doğruya iletici) bir hayır mı diledi? (Cin Suresi, 8-10)


95 - Yeryüzünde canlılığın ilk olarak nasıl ortaya çıktığı sorusunun cevabı fosil kayıtlarına bakılarak bulunabilir mi?



Fosil kayıtlarına bakılarak canlıların nasıl ortaya çıktıkları sorusunun cevabını kolaylıkla verebiliriz. Kompleks canlılarla ilgili fosil kayıtlarına ilk olarak, günümüzden yaklaşık 520-530 milyon yıl önceki bir dönem olan Kambriyen Devrine ait tabakalarda rastlanmaktadır.

Kambriyen kayalıklarında bulunmuş olan fosillerde, salyangozlara, trilobitlere, süngerlere, solucanlara, denizanalarına, yüzücü kabuklulara ve deniz zambaklarına rastlanmaktadır. Bu omurgasız canlıların hepsi bir anda ve evrim teorisinin iddia ettiğinin aksine bir ataları olmadan ortaya çıkmışlardır. Canlıların bu şekilde, mucizevi olarak birdenbire ortaya çıkışları, evrimci bilimadamları tarafından "Kambriyen Patlaması"olarak da adlandırılır.

Nasıl olup da bu kadar çok çeşitte canlının aniden ortaya çıktığı sorusu evrimcilerin hiçbir şekilde cevaplayamadıkları bir sorudur. Öyle ki evrimin dünya çapındaki en önemli savunucularından olan İngiliz ateist biyolog Richard Dawkins, bu gerçek karşısında şunları söylemektedir:

… Kambriyen katmanları, başlıca omurgasız gruplarını bulduğumuz en eski katmanlardır. Bunlar, ilk olarak ortaya çıktıkları halleriyle, oldukça evrimleşmiş bir haldeler. Sanki hiçbir evrim tarihine sahip olmadan, o halde, orada meydana gelmiş gibiler. Tabi ki, bu ani ortaya çıkış, yaratılışçıları oldukça memnun etmektedir. (Richard Dawkins, The Blind Watchmaker, London: W.W. Norton 1986, s.229)

Kambriyen Patlaması, bir evrimci olan Dawkins'in de itiraf ettiği gibi, canlıların yeryüzünde bir anda ve özel bir yaratılışla var olduklarının delillerinden biridir..


96 - Bundan milyonlarca yıl önce yaşamış olan canlılar nasıl yapılara sahiplerdi?



Bundan yaklaşık 500 milyon yıl önce yaşamış olan canlılar da günümüz canlıları gibi kompleks yapılara sahiplerdi. Kambriyen Devri'nde ortaya çıkan canlı fosilleri, bilim adamları ve özellikle de evrimciler açısından son derece şaşırtıcı olmuştur. Çünkü evrim teorisinin iddiasına göre, o dönemde ortaya çıkan canlılarda bugünkülerden farklı, daha "ilkel" sayılabilecek sistemlerin var olması gerekir.

Oysa sahip oldukları göz, solungaç, kan dolaşımı sistemi gibi kompleks yapılar bu canlıların ilkel olmadıklarının bir delilidir. Örneğin Kambriyen Devri canlılarından olan trilobitler, günümüz böceklerinde de var olan çift mercekli petek göz yapısına sahiplerdi. Karmaşık bir yapısı olan bu trilobit gözlerinin petek şeklinde yüzlerce parçası vardı. 530 milyon yıl önce çıkmış olan bu kusursuz göz yapısı karşısında evrimciler de hayretlerini ifade etmek zorunda kalmışlardır.

Harvard, Rochester ve Chicago Üniversiteleri'nden evrimci jeoloji profesörü David Raup; "Trilobitlerin gözü, ancak günümüzün iyi eğitim görmüş ve son derece yetenekli bir optik mühendisi tarafından geliştirilebilecek bir tasarıma sahipti" (David Raup, "Conflicts Between Darwin and Paleontology", Bulletin, Field Museum of Natural History, Cilt 50, Ocak 1979, s.24) diyerek trilobit gözünün tesadüfen oluşmasının imkansızlığını da kabul etmek zorunda kalmıştır.


97 - Dinozorların sinek avlamaya çalışırken kanatlandığını söyleyen evrimciler sineklerin kökenini açıklayabilirler mi?



Evrimciler sineklerin kökeni ile ilgili hiçbir açıklama yapamazlar. Ama ne ilginçtir ki küçücük bir sineğin nasıl oluştuğunu açıklayamazken, koskoca dinozorların kuşlara dönüşmesine kendilerince açıklama getirmeye çalışırlar. Üstelik dinozorların sinek avlamak için ön ayaklarını birbirine çırparken ayakların kanatlara dönüştüğü gibi masalsı bir iddiada bulunurlar. Henüz küçücük bir sineğe açıklama getiremeyen bir teorinin ondan çok daha hantal bir canlının oluşumundan söz etmesi elbette anlamsızdır.

Evrimcilerin sineklerin kökeni konusuna hiç değinmemelerinin önemli nedenleri vardır. Öncelikle sinekler son derece kusursuz, hatta günümüz teknolojisiyle dahi tam olarak taklit edilememiş bir uçuş mekanizmasına sahiptirler. Bir sineğin saniyede 500-1000 kere hareket ettirebildiği mükemmel bir kanat sistemi vardır. Üstelik bu sistem öylesine kusursuz planlanmıştır ki, sinek bu şaşırtıcı hızdaki hareketi her iki kanadı için eş zamanlı olarak yapabilir. Bununla birlikte karmaşık bir solunum sistemine de sahiptir. Uçuş için gereken oksijeni diğer canlılara göre çok daha süratli ve verimli kullanabilir.

İngiliz biyolog Wootton Robin sineklerdeki üstün yaratılışı şöyle tarif etmektedir:

Sinek kanatlarının işleyişini öğrendikçe, sahip oldukları tasarımın ne denli kusursuz ve hassas olduğunu daha iyi anlıyoruz… Son derece elastik özelliklere sahip parçalar, havanın en iyi biçimde kullanılabilmesi için, gerekli kuvvetler karşısında gerekli esnekliği gösterecek biçimde hassasiyetle biraraya getirilmişlerdir. Sinek kanatlarıyla boy ölçüşebilecek teknolojik bir yapı yok gibidir. (J. Robin Wootton, "The Mechanical Design of Insect Wings", Scientific American, Cilt 263, Kasım 1990, s.120)


98 - Fil, sincap ve diğer memeliler tek bir kökenden gelmiş olabilirler mi?



Evrim teorisinin bilim dışı iddialarına göre sürüngenler hem kuşların hem de memelilerin atasıdırlar. Memeli olarak nitelendirilen canlılar genel hatlarıyla düşünüldüğünde böyle bir iddianın imkansız olduğu rahatlıkla görülecektir. Örneğin kaplanları, inekleri, ayıları, filleri, yunusları, balinaları, fareleri, yarasaları bir düşünelim. Bu memeli türleri arasında son derece büyük yapısal farklılıklar vardır. Üstelik bu canlıların her birinin kendi ihtiyaçlarına uygun, özel mekanizmaları vardır. Örneğin yunuslar son derece hassas bir sonar sistemine sahiptirler. Ayılarınsa yaşadıkları bölgenin iklim şartlarına uygun mekanizmaları vardır.

Bu farklılıkların evrimciler açısından nasıl büyük bir zorluk oluşturduğunu evrimci Zoolog Eric Lombard şöyle belirtmiştir:

Memeliler sınıfı içinde evrimsel akrabalık ilişkileri (filogenetik bağlar) kurmak için bilgi arayanlar, hayal kırıklığına uğrayacaktır. (Eric Lombard, "Review of Evolutionary Priniples of the mammalian Middle Ear, Gerald Fleischer", Evolution, Cilt 33, Aralık 1979, s.1230)

Bu farklılıkların dışında fosil kayıtları da tüm canlıların olduğu gibi memelilerin de bugünkü kusursuz yapılarıyla, bir anda ortaya çıktıklarını hiçbir şekilde evrimsel bir süreç yaşamadıklarını gösterir.


99 - Canlı hücreleri tesadüfen meydana gelmiş olabilirler mi?



Hayır olamazlar, çünkü hücreler kendi kendilerine ya da tesadüfen oluşamayacak komplekslikte bir yapıya sahiptirler. Bir hücrede bulunan özel çalışma sistemleri, haberleşme sistemleri, hücre içi ve dışı ulaşımı sağlayan sistemler, madde alış verişini denetleyen sistemler, bilgilerin depolandığı merkezler gibi son derece kompleks yapılar, ancak mikroskoplar yardımıyla görülebilecek kadar küçük bir alana sığdırılmıştır. Evrimci bilim adamlarından W. H. Thorpe: "Canlı hücrelerinin en basitinin sahip olduğu mekanizma bile, insanoğlunun şimdiye kadar yaptığı, hatta hayal ettiği bütün makinalardan çok daha komplekstir" (W. R. Bird, The Origin of Species Revisited., Nashville: Thomas Nelson Co., 1991, s.298-299) diyerek hücrenin yapısındaki mükemmelliği vurgulamaktadır.

20. yüzyıl teknolojisi ile üretilememiş olan, bu kadar kusursuz bir yapının kendi kendine oluşma ihtimali sıfırdır. Hücreyi, tüm bu kusursuz yapısıyla Allah yaratmıştır.


100 - Hücrenin çekirdeğinde bulunan DNA molekülünün tesadüfen oluşması mümkün müdür?



DNA, son derece kompleks yapısı olan bir moleküldür. Bu molekülde insan vücudu ile ilgili tüm bilgiler kodlanmış halde bulunur. Boy, saç, göz ve cilt rengi gibi özelliklerin yanısıra, vücuttaki 206 kemiğin, 600 kasın, 10.000 işitme siniri ağının, 2 milyon optik sinir ağının, 100 milyar sinir hücresinin ve 100 trilyon hücrenin planları tek bir hücrenin DNA'sına sığdırılmıştır. DNA'daki bu bilgileri kağıda dökmeye kalktığımızda ise, yaklaşık 500'er sayfalık 900 ciltten oluşan dev bir kütüphane oluşturmamız gerekir. Ama bu bilgilerin tümü, ciltler dolusu ansiklopedilerde değil, gözle görülemeyen DNA'nın "gen" adı verilen parçalarında şifrelenmiştir.

Genlerse nükleotid adı verilen dört bazın belirli bir sıralamada dizilmesiyle oluşur. Bu sıralamada meydana gelebilecek herhangi bir hata o geni işlemez hale getirir. İnsan vücudunda ise toplam olarak 200.000 tane gen vardır. Bu genleri oluşturan milyonlarca nükleotidin her birinin doğru sıralamada olmaları şarttır. Bu sıralamanın tesadüfen oluşma ihtimali ile ilgili matematiksel hesaplar yapıldığında bunun imkansız olduğu görülür. Örneğin bu konuda evrimci bir biyolog olan Frank Salisbury'nin yaptığı hesaplamaya göre, böyle bir ihtimal 41000'de birdir. 41000'de bir, 10620'de bire eşittir ki bu sayı 10'un yanına 620 tane sıfır eklenmesiyle elde edilen, aklın kavrama sınırlarının çok üstünde bir rakamdır.

Nükleotidlerin tesadüfen biraraya gelerek DNA ve RNA'yı oluşturmalarının imkansızlığını, evrimci bilimadamı Paul Auger şöyle ifade etmiştir:

Rastgele kimyasal olaylar sayesinde nükleotidler gibi karmaşık moleküllerin ortaya çıkışı konusunda bence iki aşamayı net bir biçimde birbirinden ayırmamız gerekir; tek tek nükleotidlerin üretilmesi –ki bu belki mümkün olabilir- ve bunların çok özel seriler halinde birbirine bağlanması. İşte bu ikincisi, olanaksızdır. (Paul Auger, De La Physique Theorique a la Biologie, 1970, s. 336)


... Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok.
Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.
(Bakara Suresi, 32)


 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü