Harun Yahya

Cahiliyenin Zorluk Karşısındaki Tavrı



İçinde bulundukları şartlar ne olursa olsun, Müslümanların ahlaklarında bir değişiklik olmadığını önceki bölümlerde görmüştük. İman etmeyenler veya kalplerinde hastalık bulunanlar ise zor zamanlara karşı dirençli değillerdir. Mutlaka bir tahammül sınırları, bir "bam telleri" vardır. Bu nedenle de zorluk ve sıkıntıların üst üste gelmesi, onları çok büyük bir gerginliğe sürükler. Bu gerginlik, kimi zaman ufacık bir olayda su yüzüne çıkar; hiddetlenirler, bağırırlar, kavga ederler, hakaret ederler, saldırganlaşırlar, şiddete başvururlar… Günlük hayatta neşeli, güleryüzlü, rahat olan insanlar, zorluk anlarında adeta karakter değiştirirler. O kişinin yerine saldırgan, huysuz, ters, asık suratlı ve kaba bir insan gelir. Müslüman doğruyu ve güzeli sabırla anlatırken, cahiliye insanları anlatmak yerine saldırmayı tercih ederler. İşte bu, cahiliyenin gerçek yüzü, gerçek karakteridir.

Bu gerçek karakterin ortaya çıkmasına yol açan nedenler ise, işinden çıkarılması, bir hastalığa yakalanması, bir kaza, felaket, iflas gibi zorlukların üst üste gelmesi olabilir. Bu karakterdeki insanlar iki gün soğukta kalsalar ya da uykusuz bırakılsalar, alıştıkları konfor herhangi bir sebeple ellerinden alınsa hemen moralleri bozulur ve ümitsizliğe düşerler. Allah Kuran'da bir zorlukla karşılaştıklarında nasıl nankör bir karakter gösterdiklerini şöyle haber verir:

Fakat insan; ne zaman Rabbi kendisini bir denemeden geçirse, ona bir keremde bulunsa, nimetler verse: "Rabbim bana ikram etti" der. Ama ne zaman onu deneyerek, rızkını kıssa, hemen: "Rabbim bana ihanet etti" der. (Fecr Suresi, 15-16)

Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi Allah din ahlakından uzak insanları da kimi zaman nimetler vererek, kimi zaman da bu nimetlerden kısarak dener. Müslümanlar böyle bir durumda mutlaka mütevekkil ve şükredici davrandıkları halde, inkarcılar bir anda Allah'a karşı nankörlük ederler. İşte bu insanlar, dünyada imtihan olduklarının şuurunda değildirler ve bundan dolayı da hem dünyada hem de ahirette kayba uğrarlar.

İnkarcıların, Allah'tan kendilerine imtihan olarak bir zorluk verildiğinde gösterdikleri tavırlardan bir diğeri de, bunalım ve üzüntüdür. Üst üste gelen zorluklara dayanamayıp, ya intihar eder ya da içki ve uyuşturucu kullanarak bunalıma düşerler. Fakat hiçbiri bu zorlukların nedenlerini ve kendilerine getireceği kazançları düşünmez. Oysa Allah'ın inkar edenlere bu sıkıntı ve eziyetleri vermesinin bir hikmeti de, insanların "… Belki dönerler diye, onları azabla yakaladık." (Zuhruf Suresi, 48) ayetinde de bildirildiği gibi doğru yola dönmeleri, yani tevbe edip iman etmeleridir. Fakat bu sıkıntı ve zorluklar çoğu zaman bu inkarcıların kalplerinin katılaşması ve inkarlarının daha da artmasıyla sonuçlanır:

Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici (süslü) gösterdi. Derken kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onların üzerlerine herşeyin kapılarını açtık. Öyle ki kendilerine verilen şeylerle 'sevince kapılıp şımarınca', onları apansız yakaladık. Artık onlar umutları suya düşenler oldular. (En'am Suresi, 43-44)

Dünyaya Bağlananların İçine Düştükleri Durum



Müslümanlar imtihanın sırrını kavramanın verdiği mutluluğu ve rahatlığı yaşarlarken, dünyaya bağlananlar çok büyük bir sıkıntı, azap ve yozlaşma içinde bir hayat sürerler. Müslümanlar sabrın güzelliğini ve zevkini yaşarlarken, dünyaya hiç bitmeyecekmiş gibi bağlanıp bir denemeye tabi tutulduklarını fark edemeyenler, sabırsızlığın, tevekkülsüzlüğün, bencilliğin, cimriliğin, dünya hırsının sıkıntısını ve azabını yaşarlar. Bu azap, hayatlarının her anında kendini gösterir. Her işlerinde bir bereketsizlik ve huzursuzluk vardır. Güzellikleri göremez, üstün bir ahlakın verdiği zevki asla tadamazlar.

Namussuzluk, ahlaksızlık, riya hayatlarının her anına hakim olur. En büyük yanılgıları ise hep kendilerini düşünürken, cimrilik ve bencillik yaparken -ileriyi görüp, bunların kendilerine getireceği zararları göremedikleri için- kendilerini çok büyük bir karda zannetmeleridir. Aslında bu şekilde düşünenler hem dünya hayatlarında hem de ahiret hayatlarında çok büyük bir kayıp içindedirler, fakat bunu fark edemezler. İnkar edenler altından ırmaklar akan cennet yurdunu, sonsuz nimetleri kaybetmişlerdir. En önemlisi ise Allah'ın rızasını ve rahmetini kaybetmiş olmalarıdır.

Allah Fatır Suresi'nde inkarcıların nasıl bir kayıp içinde olduklarını şu şekilde bildirir:

Yeryüzünde sizi halifeler kılan O'dur. Öyleyse kim inkar ederse, artık inkarı kendi aleyhinedir. Rableri Katında kafir olanlara kendi inkarları gazabtan başkasını artırmaz ve kafir olanlara kendi inkarları kayıptan başkasını artırmaz. (Fatır Suresi, 39)

İnkar edenlerin içine düştükleri bu durum, onları dışarıdan izleyen bir Müslüman için son derece ibret vericidir. Örneğin hırsızlık yapıp, yetimin, fakirin, ihtiyaç içinde olanın malını gasp eden bir kişinin, bu haram paralarla alıp giydiği şeylerin manevi kiri her halinden fark edilmektedir. Allah ayetlerinde iman etmeyenlerin durumlarını "Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir." (En'am Suresi, 125) şeklinde bildirir. Onların üzerindeki fiziksel pisliğin yanı sıra manevi pisliği de haber verir. Bu kir, belki fiziksel olarak görünmeyen ve Allah'tan korkan kişilerin fark edebilecekleri manevi bir kirdir. Mala ve mülke sahip olmasına rağmen cimrilik yapan, fakire, yoksula ve ihtiyaç içinde olana yedirmeyen, yardım edecek bile olsa bunu minnet altında bırakarak yapan bu kişiler, manevi kiri de üzerlerinde taşımaktadırlar. "Dini yalanlayanı gördün mü? İşte yetimi itip-kakan; yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur." (Maun Suresi, 1-3) ayetlerinde bildirilen bu ahlaktaki kişilerin tüm hareketleri, haram yemeleri, sadakada bulunmayıp para yığıp biriktirmeleri ve bu paraları gayri meşru şekilde harcamaları iman edenlerde çok büyük bir iticilik uyandırır.

Günlük hayatta sık sık çok zengin olup, bu zenginliğini haram işlerle kazanan kişilerin resimlerini görürüz. Hayatlarını cinayetle, rüşvetle, yolsuzlukla, dolandırıcılıkla kazananların tavırları günahkar bir yaşamın izlerini taşır. Allah haksız kazanç sağlayan, yetim malı yiyen, yoksula, ihtiyacı olana vermeyen, zulmü kendilerine yol edinen insanların tüm heybetlerini, güzelliklerini ellerinden alır. Onlar kendilerini güzelleştirmeye çalıştıkça, manevi bir kir, şiddetli bir karartı ve çirkinlik onları sarar. Bu, ahlaksızlığın, günahta ileri gitmenin, şerefsizliğin bir işaretidir. Allah kötü ahlakın sonunda insanların yüzlerini kaplayan bu karanlık ve kirli ifadeyi "zillet" kelimesiyle bizlere açıklar:

Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. Kötülükler kazanmış olanlar ise; her bir kötülüğün karşılığı, kendi misliyledir. Bunları bir zillet sarıp kaplar. Onları Allah'tan (kurtaracak) hiçbir koruyucu yok. Onların yüzleri, sanki bir karanlık gecenin parçalarına bürünmüş gibidir. İşte bunlar ateşin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. (Yunus Suresi, 26-27)

Ayette de belirtildiği gibi güzel ahlak üzere olan kişilerin güzellikleri artarken kötü ahlak, karanlık bir gece gibi inkarcıların yüzlerini bürür. Çünkü Allah imtihan dünyasının bir gereği olarak herkese yaptığıyla karşılık verecektir. Kötüler kötülüklerle, iyiler de güzelliklerle karşılık bulacaklardır. Böyle kişilerin her türlü tavır ve hareketi de inananlar açısından son derece itici olur.

Örneğin bu ahlaktaki bir insanın evine gidilse her hareketi insanda bir rahatsızlık meydana getirir. Bir yemek ikram ettiklerinde ikramları dıştan ne kadar güzel gözükse de, onların ahlaklarının farkında olan bir insanın gözüne hiçbiri güzel gözükmez. Çünkü tüm hayatları haram üzerine kurulmuştur. Sundukları yiyecekte, ikram ettikleri bir içecekte, fakirin, yetimin hakkı vardır. Bir mümin helal parayla kazanılmış bir tas çorbayı, haram yolla oluşturulmuş şatafatlı bir yemek sofrasından kat kat güzel görür. Evine gelenleri koltuğunda oturmaya buyur eder, ama bu koltuğun nasıl elde edildiğini bilen bir insanın içinden asla oturmak gelmez. Her bir ayrıntıda zavallı kadınların, çocukların, mağdur konumdaki yaşlıların hakkı olduğu aklından geçer. Belki fiziki anlamda bir temizlik olsa bile, daha önce bahsettiğimiz manevi kir bunlarda da hissedilir. Hiçbir şey gönül rahatlığıyla el sürülecek türden olmaz. Ayetlerde Yüce Allah "haram yiyicilerin" ve "yalana kulak tutanların" hem dünyada hem de ahirette aşağılık kılındıklarını, insanların gözünde de alçaltıldıklarını bildirmiştir:

… Allah, kimin fitne(ye düşme)sini isterse, artık onun için sen Allah'tan hiçbir şeye malik olamazsın. İşte onlar, Allah'ın kalplerini arıtmak istemedikleridir. Dünyada onlar için bir aşağılanma, ahirette onlar için büyük bir azap vardır. Onlar, yalana kulak tutanlardır, haram yiyicilerdir… (Maide Suresi, 41-42)

Aslında bu kişiler de kendilerinden ve kendilerine benzeyen insanlardan rahatsız olurlar. Çünkü vicdansız ve zalimce tavırlarına kendileri de şahittirler. Allah'ın haram kıldığı işleri bilerek yapmaları sonucunda hayasız bir görünüm almışlardır. Günümüzde bu hayasız görüntünün en belirgin olduğu kişiler de fuhuş yapanlar ve bunlardan para kazananlardır. Bu ahlaksızlığı meslek edinenler insanlıktan çok büyük bir hızla uzaklaşırlar. Üzerlerinde insanlığa dair hiçbir güzellik kalmaz, tüm heybetleri gider. Fuhuş, kadında da, erkekte de çok büyük bir iticilik oluşturur. Allah bu insanlara hastalıklar, belalar, musibetler, yokluklar musallat eder. Aşağılanırlar, horlanırlar. Biraz önce bahsettiğimiz manevi kir ve zillet bu kişilerde de çok belirgindir.

Allah ayetlerinde imtihanın sırrını kavramış ve yüzlerindeki nurla umut ettikleri cennet yurduna kavuşan inananların yanında, bu zillet ehlinin cehennemdeki durumunu da bildirmektedir. Bunlar, ateşe sunulurken tek yapabildikleri Allah'ın sonsuz nimetlerine kavuşan müminlere sezdirmeden, göz ucuyla bakmaktır. Bu kişiler hüsrana uğramış ve tüm yakınlarını da hüsrana uğratmışlardır:

Onları görürsün; zilletten başları önlerine düşmüş bir halde, ona (ateşe) sunulurlarken göz ucuyla sezdirmeden bakarlar. İman edenler de: "Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendi nefislerini, hem yakın akraba (veya yandaş)larını da hüsrana uğratmışlardır" dediler. Haberiniz olsun; gerçekten zalimler, kalıcı bir azap içindedirler. (Şura Suresi, 45)

 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü