Harun Yahya


Çad



Sömürgeci Fransa'nın Yok Etmeye Çalıştığı Müslüman Ülke



sömürge

Kitabın ilk bölümünde sömürgeci devletlerin yaptıkları büyük "yağmalama"nın Afrika ülkelerinin tüm kaynaklarını kuruttuğuna ve bu ülkeleri çok büyük bir sefaletin eşiğine getirdiğine dikkat çekmiştik. Afrikalı halkları kendilerince "evrim sürecini tamamlamamış ilkel bir ırk" olarak kabul edip, kendilerinde bu ülkeleri sömürme hakkı gören Batılı devletler, özellikle de Müslüman halklara karşı çok büyük bir zulüm gerçekleştirmişlerdir. Bu zulüm 15. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar açık bir şekilde yapılırken, 20. yüzyılda gizliden gizliye devam etmiştir.

İngiltere ve Fransa gibi sömürgeci güçler, Afrika'daki kolonilerini daha fazla ellerinde tutamadıklarında bu bölgeden çekilmiş, ancak devlet yönetimini kendilerine yakın "kukla yönetimlere" devretmişlerdir. Sömürgeci sistem bu politika sayesinde üstü kapalı olarak sürmüştür. Günümüzde Afrika ülkelerinin bir kısmında eski sömürgeci devletlerle yakın ilişki içinde olan yönetimler iktidardadır ve bu kez zulüm bu kişilerin eliyle yürütülmektedir. Bu kukla yönetimler çoğu zaman ülke nüfusunun küçük bir bölümünü oluşturan Hıristiyan ya da diğer dinlere mensup azınlıklar olmuştur. Bu azınlık hükümetleri Batılı devletlerden aldıkları destekle Müslüman halklara karşı çok büyük baskılar yapmaya devam etmişlerdir. Bunun neticesinde de çoğunluğu oluşturan Müslümanlarla azınlık yönetimler arasında büyük iç savaşlar çıkmış, ülkeler kaosa sürüklenmiştir. Bugün pek çok ülkede bu çatışmalar devam etmektedir.

Çad haritası

Sömürgeci devletlerin izledikleri bir diğer yöntem ise, dindarlık kisvesi altında halkın sempatisini toplayan, gerçekte ise dini değerlere karşı olan liderleri iktidara getirmek olmuştur. Bu hükümetler her ne kadar Müslüman olduklarını iddia etseler de, Müslüman halka karşı çok büyük bir zulüm uygulamış ve onların dini gereklerini yerine getirmelerini engellemişlerdir. Bu zulmün en açık örnekleri Tunus, Cezayir gibi ülkelerde yaşanmaktadır. Bu ülkelerde görünüşte Müslüman yönetimler iktidardadır. Oysa Müslüman halka karşı şiddetli baskı ve eziyetler, yine bu yönetimler tarafından yürütülmektedir.

Çad da, Cezayir ve Tunus'a benzer bir tarihe sahiptir. Yıllar boyunca süren sömürgecilik döneminin sonrasında bağımsızlık kazanmış, ancak bunun ardından yıllarca süren iç savaş ve bitmek bilmeyen bir kaos başlamıştır.


Çad'ın Sömürge Tarihi









Çad halkı, zulüm

1900'den 1960'a kadar süren Fransız işgali sırasında her türlü insanlık dışı uygulamaya, zulme, baskı ve şiddete yer vardı. Fransız kuvvetleri Çad halkına ve İslam dinine karşı tanklar, tüfekler ve bombalarla savaş açmıştı. Bağımsızlık sonrasında ise zulüm Fransa'ya yakın Çad yönetiminin eliyle devam ettirildi.








1086 yılında Kanum Krallığı'nın İslamiyet'i kabul etmesiyle Müslüman olan Çad, 16. yüzyıla gelindiğinde bölgenin en zengin ve en güçlü ülkelerinin arasındaydı. Ancak 19. yüzyılda iç bölünmelerle zayıflayan krallık, 1900'de Fransızların işgaline uğradı ve Fransa Çad'ı diğer sömürgelerine bağladı.

İşte bu andan itibaren sömürgeci Fransız kuvvetlerinin Müslüman halka ve İslam dinine karşı savaşı başladı. Bu savaşta her türlü insanlık dışı uygulamaya, zulme, baskıya ve şiddete yer vardı. İlk hedef, Çad halkının İslami kimliğini yok etmek ve yerine daha önce üzerinde durduğumuz materyalist ve dinsiz bir kimlik yerleştirmekti. Bu amaçla bölgedeki bütün camiler, Kuran kursları, medreseler, din eğitim merkezleri, dini cemiyetler, kütüphaneler yıkıldı. İşgalci Fransız güçleri İslami eğitimi yasaklayarak, Müslümanların dinlerini öğrenmelerine engel oldular. Bütün dini vakıf ve cemiyetleri kapattılar. Burada görev yapan öğretmenler, imamlar ve öğrencilerin birçoğu mahkum edildi. Bazıları yapılan baskınlarda şehit oldular, bazıları da çöle ve dağlara kaçmak zorunda kaldılar. Tutuklanan din bilginlerinin çoğu hapishanelerde ya boğdurularak ya da satırlarla doğranarak işkence altında öldürülmüştü. Yeni açılan okullarda ise, sadece Fransız askerlerinin çocukları okuyabilmekte, onlar için dispanserler ve eğlence salonları açılmaktaydı. Halkın sağlık sorunları ile ilgilenen kimse ise yoktu.








Hissene HabréHissene Habré








Ülkede bulunan Müslüman aydınlar ve zulümden kurtulmak isteyen halk çeşitli ülkelere sığınmak zorunda kaldılar. Bazı İslam alimleri çırılçıplak şehir merkezlerinde dolaştırılıyor, kadınların şerefleri ile alay edilerek, parça parça edilip öldürülüyordu. Her türlü ibadet ve dini toplantı, rejime karşı suç kabul edilmekteydi. 1917 yılında Çad'daki Fransız yönetimi, alçakça bir katliam gerçekleştirdi. Dini hayatın yeniden düzenlenmesi amacıyla bir konferans düzenlediğini açıklayarak ülkedeki tüm İslam alimlerini davet etti. Davete çok sayıda Müslüman alim katıldı. Ancak bir Fransız komiser, ellerinde satırlar, kılıçlar, şişler bulunan yüzlerce cellat getirmişti. Etraf sivil halktan tecrit edilmiş, askeri birlikler vaziyet almışlardı. Komplo anlaşıldığında ise iş işten geçmişti. Her taraf kesilmiş ve doğranmış insan cesetleri ile doldu. Baraka kan gölüne döndü. Vahşi Fransız askerleri ellerinde satırlarla zafer çığlıkları atıyorlardı.

Halk ile Fransız askeri kuvvetleri arasındaki çatışmalar çok uzun yıllar sürdü. Bu mücadeleler sonucunda 1960 yılında, Çad bağımsızlığını kazandı. Ancak bağımsızlığını kazanması, aynı diğer Afrika ülkelerinde olduğu gibi, halkın barışa ve huzura kavuşması anlamına gelmiyordu. Çünkü Müslüman çoğunluğun yaşadığı ülkenin başına, eski sömürgeci Fransa ile sıkı bağlar içerisinde olan Çad İlerici Partisi'den bir Hıristiyan getirildi.

Yeni yönetim baskı ve zulüm konusunda Fransa'nın yolunu izliyordu. Fransa'ya yakınlığı ile tanınan François Tombalbaye'nin hem Cumhurbaşkanlığına hem de Başbakanlığa getirilmesi, Müslüman halk arasında çok büyük bir tepki oluşturdu. Bu tepkiyi dile getiren Çadlı Müslüman aydınların öldürülmesi üzerine ülke çapında ayaklanmalar baş gösterdi. Ardından Müslümanlara yönelik bir tasviye operasyonu başladı. Mısırlı yazar İmadüddin Halil, Afrika Dramı adlı kitabında olayları şöyle anlatır:

... 22 Mart 1963'te Çad kabinesinde değişiklik yapılarak bütün Müslüman bakanlar görevden alınarak, yerlerine Müslüman olmayanlar atandı. Eski Dışişleri Bakanı ülke dışına sürgüne gönderildi, aynı gün Cumhurbaşkanı tarafından Baş Yargıç, Devlet Bakanı, Adalet Bakanı ve Vatan Derneği Başkanı ve birçok tanınmış şahsiyetin tutuklanması için emir verildi. Bunlar tutuklamalardan 35 gün sonra mahkemeye çıkarıldılar. Mahkemenin verdiği karara göre, Baş Yargıç görevden alınıp, asli vatandaş olmadığı gerekçesi ile sınır dışına sürülecek, bütün mallarına el konulacak ve diğer tutukluların da tutukluluğu devam edecekti. Bu olaylardan sonra Cumhurbaşkanı İslami harekete karşı baskı ve şiddet yöntemleri uygulamaya başladı. Bu da 1.000 kişinin ölümüne ve binlerce kişinin yaralanmasına yol açan bir halk ayaklanmasına neden oldu. Bunun ardından formaliteyi uygulamaktan ibaret göstermelik bir mahkeme heyeti kuruldu. Burada İslami Hareketin liderleri ve eski bakanlar yargılandı. Müebbetle 15 yıl arasında değişen hürriyeti bağlayıcı hapis cezaları verildi. Çad'daki bu huzursuzluk ve hoşnutsuzluk havası günümüze kadar sürüp gelmektedir.38


İsrail'in Çad İç Savaşındaki Rolü



Politik istikrarsızlık, ülkenin ilk Devlet Başkanı François Tombalbaye'nin 1975 yılında bir suikastte öldürülmesiyle büyüdü ve 1980 yılında başlayan iç savaş ile daha da kötü bir boyuta ulaştı. Bu iç savaşın iki tarafı vardı: Bir tarafta ülkenin kuzeyindeki Müslümanlar yer alıyordu, diğer yanda da ülkenin güneyindeki Bantu bölgesinde yaşayan Hıristiyanlar ve yerel dinlere bağlı kabileler... Ancak bu iç savaş, çoğu Üçüncü Dünya ülkesinde olduğu gibi gerçek anlamda bir "iç" savaş değildi. Çünkü dış güçler aktif olarak taraf tutmaktaydılar. Bu dış güçlerin başında ise İslam karşıtı güçlerin her zaman yanında olan İsrail geliyordu. İsrail Müslümanlara karşı güneydeki Bantuların yanındaydı.







sefil çocuklar

Fransa'dan arkeologlar, botanik, jeoloji ve daha birçok konudaki uzmanlar gruplar halinde Çad'a geliyor ve incelemelerde bulunuyorlardı. Tespit edilen yeraltı kaynakları Fransa'ya aktarılıyordu. Bunun sonucunda tüm zenginlikler yitirilmiş, istikrar ortadan kalkmış, yıllarca huzur içinde yaşayan halk bir iç çatışmanın içine düşmüş ve Çad adeta bir yokluklar ülkesi haline gelmişti.








İç savaşta kuzeyli Müslümanların lideri Goukouni Oueddie idi. İşin ilginç yanı ise güneyli Hıristiyan/putperest ittifakın başında da bir sözde Müslümanın, daha doğrusu "Müslüman kökenli" bir kişinin, Hissene Habré'nin yer alışıydı...

İsrail, CIA ile birlikte Habré güçlerini destekledi ve onlara Sovyet yapımı silahlar verdi. 1983'de Çad'da İsrail askeri danışmanlarının bulunduğuna dair birkaç ayrı kaynaktan alınan raporlar yayınlandı. Ağustos 1983'de ise İsrailli askeri uzmanların, 2.500 Zaire askeriyle birlikte Habré güçlerini desteklemek üzere Çad'a geldiği ortaya çıktı. Filistin halkına yönelik katliamların baş aktörlerinden "Lübnan Kasabı" Ariel Şaron ise, Çad'daki savaş sırasında önemli bir görev üstleniyordu. Ocak 1983'de Savunma Bakanlığı'ndan ayrılmadan hemen önce, Çad'a bir ziyaret yapmıştı. Hallahmi'nin yazdığına göre, Şaron'un bu ziyareti, İsrail'in Çad müdahalesini artırmaya hazır olduğunun bir göstergesiydi.








Çad

Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nur Suresi, 22)








Görüldüğü gibi, İsrail verdiği askeri ve siyasi destekle Müslümanların güçlenmesini engellemek için türlü yöntemler denemiştir. İç savaş sonrası Çad'da bir daha huzur ve barış sağlanamamıştır. Gerek Fransa'nın gerekse İsrail'in dış müdahaleleri iç çatışmaların şiddetini her gün biraz daha artırmış, Çad adeta bir darbeler ülkesi haline gelmiştir. Hükümetin, muhalif hareketleri bastırmak için yaptığı katliamlar ise ardında on binlerce mülteci ve binlerce ölü bırakmıştır.

Çad'ın bugün geldiği durum İslam karşıtı güçlerin bir ülkeyi ne hale getirebileceğinin en açık örneklerinden biridir. Tüm zenginlikler yitirilmiş, istikrar ortadan kalkmış, yıllarca huzur içinde yaşayan halk bir iç çatışmanın içine düşmüş ve Çad adeta bir yokluklar ülkesi haline gelmiştir.

Ancak unutulmamalıdır ki bu, umutsuzluğa kapılmayı gerektirecek bir durum değildir. Çünkü bu olumsuz tablonun çok kolay bir çözümü vardır. Çözüm İslam ahlakının insanlar arasında katıksızca yaşanmasıdır. Bu gerçekleştiği zaman asırlardır hallolmayan tüm problemler birer birer çözülecek, savaşların ve çatışmaların yerini barış ve huzur alacaktır. İslam ahlakının hakim olduğu bir ortamda ne bir haksızlığın, ne de bir adaletsizliğin gerçekleşmesi mümkün olmayacaktır. Çad'da yaşanan tüm bu zulümler de, bizlere bir kez daha İslam dünyasının mazlum durumunu göstermekte ve bu durumu değiştirmek için yürütülecek fikri mücadelenin ne kadar acil ve ehemmiyetli olduğunu hatırlatmaktadır. Afrika'nın uzak bir ülkesindeki Müslümanlar, sırf Müslüman oldukları için zulüm görmektedir ve bu durum, dünyadaki tüm Müslümanları ilgilendiren bir sorumluluktur.

Tarih boyunca Müslümanlara zulmetmiş olan inkarcı liderlerin ve kadroların yaptıklarının yanlarına kar kalmadığını da bilmek gerekir. Dünyada büyük bir iktidar sahibi olarak ölmüş de olsalar, ahirette ebedi azapla cezalandırılacaklardır. Allah'ın sonsuz adaleti o inkar edenlerin üzerinde tecelli edecek ve her bir kişi tüm yapıp ettiklerinin hesabını verecektir. Bu, Allah'ın iman edenlere bir vaadi ve aynı zamanda da bir müjdesidir. Allah ayetlerinde şöyle buyurur:

Gerçek şu ki, mü'min erkeklerle mü'min kadınlara işkence (fitne) uygulayanlar, sonra tevbe etmeyenler; işte onlar için, cehennem azabı vardır ve yakıcı azap onlaradır. (Buruc Suresi, 10)

Zulmeden her nefis, yeryüzündekilerin tümüne sahip olsa bunu (azaba karşılık) mutlaka fidye olarak verirdi. Onlar azabı görünce pişmanlıklarını gizlerler, oysa onlar haksızlığa uğratılmadan aralarında adaletle hükmedilmiştir. (Yunus Suresi, 54)

 


DİPNOTLAR



38- İmadüddin Halil, Afrika Dramı, s. 49-50, (Harun Yahya, Yeni Masonik Düzen, Vural Yayıncılık, Şubat 1996 s.771)

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü