Harun Yahya

Kehf Suresi, 091-100. Ayetler



Kehf Suresi, 89-91




Sonra (yine) bir yol tuttu. Sonunda güneşin doğduğu yere kadar ulaştı ve onu (güneşi), kendileri için bir siper kılmadığımız bir kavim üzerine doğmakta iken buldu. İşte böyle, onun yanında "özü kapsayan bilgi olduğunu" (veya yanında olup-biten herşeyi) Biz (ilmimizle) büsbütün kuşatmıştık.
(Kehf Suresi, 89-91)


Hz. Zülkarneyn ikinci kez yol tuttuğunda bu kez doğu tarafına doğru gider. Ayette geçen bu ifade ile, muhtemelen yine haritaya göre en doğudaki Kore, Çin ya da Kuzey Çin (Mançurya) gibi bölgelere işaret ediliyor olabilir.

Ayetin devamında Hz. Zülkarneyn'in "Güneş'i kendileri için bir siper kılmadığımız bir kavim" ile karşılaştığından bahsedilmektedir. Ayette geçen siper kelimesinin Arapçası "sitren"dir ve bu kelime "örtmek, gizlemek" anlamına gelen Arapça "setere" fiilinden gelmektedir. Buradan anlaşıldığı gibi siper kelimesi bu ayette, "elbise ya da binadan müteşekkil örtü" anlamında kullanılmaktadır.




güneş, manzara



Sonunda güneşin doğduğu yere kadar ulaştı…
(Kehf Suresi, 90)





Dolayısıyla söz konusu topluluk, içinde barınabilecekleri bir evleri olmayan, düz bir arazide yaşayan, güneşten korunabilecekleri barınakları, şemsiyeleri veya herhangi başka bir gereçleri bulunmayan, dışarıda yaşayan göçebe bir topluluk olabilir. Geceleri çalışıp, gündüzleri de yer altında bir sığınakta yaşıyor olabilirler. Aynı zamanda giyecekleri olmayan, ilkel şartlarda, medeni olmayan bir ortamda yaşayan bir topluluk olmaları da muhtemeldir. Nitekim Ömer Nasuhi Bilmen de ayette geçen bu ifadeyi aynı şekilde tefsir etmektedir:

"Zülkarneyn'in bu seyahatinde (güneşin doğduğu bir cihete kavuştu) güneşin ilk ziya neşrettiği bir mamureye geldi. O güneşi (bir kavim üzerine tulu eder buldu ki, onlar için güneşe karşı bir siper yapmış değildik) bu kavim için güneşin şulelerini bertaraf edecek bir giysi, bir bina ve bir tepe gibi birşey bulunmuyordu. Bunlar güneş doğunca, ya yer altındaki mahzenlere veya denize sokulurlardı. Güneş bertaraf olunca çıkar maişetleriyle uğraşırlardı."7

91. ayette ise Hz. Zülkarneyn'in özü kapsayan bir bilgiye sahip olduğundan bahsedilmektedir. Özü kapsayan bilgi ifadesinin Arapçadaki karşılığı "hubr"dur. Ve bu kelime "bütün incelikleri ve hakikati bilme" anlamında kullanılmaktadır.

Bu ilim daha önceki bölümlerde de vurguladığımız gibi Allah'ın dilediği kullarına Kendi Katından verdiği özel bir ilimdir. Kehf Suresi'nin 68. ayetinde de dikkat çekildiği gibi, Hz. Hızır da bu özel ilme sahip kutlu bir kişidir.

Kehf Suresi, 92-93




Sonra bir yol (daha) tuttu. İki seddin arasına kadar ulaştı, onların (sedlerin) önünde hemen hemen hiçbir sözü kavramayan bir kavim buldu.
(Kehf Suresi, 92-93)


Hz. Zülkarneyn üçüncü kez yol tuttuğunda bu kez geri döner ve en doğu ile en batı arasında bir bölgeye ulaşır. Burası, Himalayalar'da bir bölge olabilir.

Nitekim Bediüzzaman Said Nursi de aynı bölgelere işaret etmekte ve Hz. Zülkarneyn'in "... Hind ve Çin'deki akvam-ı mazlumeye tecavüzlerini durdurmak için o Himalaya silsilelerine yakın iki dağ ortasında uzun bir sed yaptığı ve o akvam-ı vahşiyenin kesretle hücumlarına çok zaman mani olduğunu..."8 hatırlatmaktadır. Üstad'ın da belirttiği gibi bu iki set, iki dağ silsilesi olabilir.

Ayette Hz. Zülkarneyn'in yeni gittiği bölgede karşılaştığı topluluğun hemen hiçbir sözü kavramadıkları da ifade edilmektedir. "Hiçbir söz" değil, "hemen hemen hiçbir söz" denmesi, bu topluluğun farklı ve alışılmışın dışında bir dil konuştuğuna işaret ediyor olabilir.




dağ manzarası



… iki dağın arası eşit düzeye gelince, “Körükleyin” dedi…
(Kehf Suresi, 96)





Ancak Hz. Zülkarneyn bu kavimle konuşabilmektedir. Bu durumda Hz. Zülkarneyn ya özel bilgisiyle bu farklı dili anlayıp konuşuyordur ya da yanında bulunan kişiler bu dili anlıyor olabilirler. Bu ayet, Hz. Zülkarneyn'in yanında bu konularda bilgili özel bir ekibi olduğuna işaret ediyor olabilir.

Ayetlerden ayrıca Hz. Zülkarneyn'in gittiği her yerde sefalet, yoksulluk ve zayıf bırakılmışlık olduğu anlaşılmaktadır. Batı tarafındaki topluluk da, doğudaki topluluk da ihtiyaç içindedir. Doğudaki topluluk güneşten korunacak bir barınakları olmayacak kadar büyük bir sefaletle iç içedir. İki setin arasındaki halk ise cehalet içindedir, kültürel ve teknolojik açıdan gelişmemiştir. Ayrıca kendilerini dış tehlikelerden korumaktan aciz bir topluluktur. Bu nedenle de ülke büyük bir anarşi tehlikesiyle karşı karşıyadır. Hz. Zülkarneyn'den yardım istemelerinin en önemli nedeni de işte bu yoksulluk, cehalet ve kargaşa olabilir. Bunların hepsi o dönemde yeryüzünde mevcut durumu anlamamız için önemli işaretlerdir.

Kehf Suresi, 94




Dediler ki: "Ey Zu'l-Karneyn, gerçekten Ye'cuc ve Me'cuc, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyorlar, bizimle onlar arasında bir sed inşa etmen için sana vergi verelim mi?"
(Kehf Suresi, 94)


Arapçaya başka bir dilden girdikleri tahmin edilen Ye'cüc ve Me'cüc kelimeleri ile yeryüzünde bozgunculuk yapan bir topluluğa dikkat çekilmektedir. Nitekim İslam alimleri de yorumlarında Ye'cüc ve Me'cüc'ün o bölgede zorbalık yapan, fesat çıkaran, insanlara zulmeden bir ya da daha fazla kavim olduklarını ifade etmektedirler.

Ye'cüc ve Me'cüc'ün bozgunculukları nedeniyle zor durumda olan bu kavim, Hz. Zülkarneyn'den kendilerine yardım etmesini istemekte, bu yardımın karşılığında da ona vergi vermeyi teklif etmektedirler. Buradan Hz. Zülkarneyn'in tek başına bir kişi olmadığı, bir devleti yönettiği anlaşılmaktadır. Aynı Hz. Süleyman gibi Hz. Zülkarneyn de devlet gücüne ve askeri güce sahiptir.




dünya haritası



Kehf Suresi'ndeki kıssadan anlaşıldığı kadarıyla, Hz. Zülkarneyn, dünyanın pek çok bölgesini kontrolü altında bulunduran, Müslüman bir hükümdardı.





Ayette işaret edilen bir diğer konu da Hz. Zülkarneyn'in yanında, önceki ayette işaret edilen dil uzmanları gibi, bayındırlık ve imar konularından da anlayan bir ekip olduğudur. Hz. Zülkarneyn'in bu konularla ilgilendiği, mimari ve imar teknolojisini iyi bildiği de yapılan yardım talebinden anlaşılmaktadır. Hatta bu konulardaki bilgisi ile tanındığı, meşhur olduğuna da ayetlerde işaret edilmektedir. Onun bu ünü nedeniyle, diğer devletler kendisinden bu yönde bir yardım istemektedirler. Tüm bu özellikleri, Hz. Zülkarneyn'in devletinin gücünü ve çapını anlamak için de bir delil niteliğindedir.

Hz. Zülkarneyn ayrıca "yeryüzünde bozgunculuğu ve fitneyi önleyen bir kişi" olarak da tanınmaktadır. Bu nedenle de zor durumda olan, bu yönde sıkıntı çeken, iç karışıklıklar yaşayan veya dışarıdan baskı gören devletler ondan yardım istemektedirler. Bu, Hz. Zülkarneyn'in dünyaya nizam veren, komşu ülkelerin yardım istediği, askeri gücüne ve yeryüzünde bozgunculuğu önleyici yönüne güvendiği, çok güçlü bir devletin başında olduğunun bir delili olabilir. Bir milletin başka bir devletten yardım talep etmesi, üstelik bu yardımın karşılığında vergi vermeye razı olması bu milletin içinde bulunduğu sıkıntılı duruma çözüm bulamadığının göstergesidir. Yardım istedikleri devletin de, kendileri için zorlu olan konulara çözüm bulabilen, güçlü ve yerleşik bir hakimiyete sahip olduğunun apaçık bir alametidir.

Hz. Zülkarneyn'in hem batı tarafında hem de doğu tarafında böyle büyük saygı görmesi ve etkili olması onun dünyaya hakim bir devletin başında olduğunun göstergesi olabilir. Dolayısıyla ayetlerden onun, yeryüzüne barış, adalet ve güvenlik getirmekle sorumlu olduğunu bilen bir lider olduğunu anlıyoruz. Kendisini sadece kendi ülkesinden değil, dünyanın her bölgesinden sorumlu hissetmektedir.   Allah bu ayetiyle, yeryüzüne adalet, barış ve güvenlik getirmenin her Müslümanın üzerine bir sorumluluk olduğuna da işaret etmektedir. Her ülke kendi imkanları doğrultusunda dünya sorunları ile ilgilenmeli ve ihtiyaç içinde olan topluluklara maddi ve manevi yardımda bulunmalıdır.

Hz. Zülkarneyn kıssasıyla ahir zamanda İslam ahlakının da –aynı Hz. Zülkarneyn'de olduğu gibi- tüm dünyaya hakim olacağına işaret edilmektedir. Rabbimiz Nur Suresi'nde bu güzel müjdeyi iman edenlere şu şekilde bildirmektedir:

Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)

Kehf Suresi, 95




Dedi ki: "Rabbimin beni kendisinde sağlam bir iktidarla yerleşik kıldığı (güç, nimet ve imkan), daha hayırlıdır. Madem öyle, bana (insani) güçle yardım edin de, sizinle onlar arasında sapasağlam bir engel kılayım."
(Kehf Suresi, 95)


Bu ayette tekrar Hz. Zülkarneyn'in iktidarının sağlamlığına dikkat çekilmektedir. Onun iktidarı en küçük bir darbede yıkılacak kadar çürük ve zayıf bir iktidar değildir. Son derece güçlü, halkına ve ihtiyaç içinde olan diğer milletlere güven veren, yönetim şekli ve uygulamalarıyla insanlar üzerinde tedirginlik oluşturmayan bir devlettir. Allah'ın izniyle hiçbir zorluk ve darbe ile yıkılmayacak bir sağlamlığa sahip görünmektedir. Bu ayetle Allah, iç ve dış muhalefetin, baskıların ve zorbalıkların asla etki etmeyeceği, çatışma, kaynama ve ayaklanmalarla sarsılmayacak kadar devlete hakim bir iktidarın önemine dikkat çekmektedir. 




çölde develer



Belkıs, tarihteki güçlü devletlerden biri olan Sebe devletinin melikesidir. Kuran'da Hz. Süleyman'ın Sebe melikesi Belkıs'ın kendisine gönderdiği hediyeleri geri çevirdiği haber verilmiştir. Üstte, Sebe melikesinin Hz. Süleyman'a gönderdiği hediye kervanını temsil eden bir resim.





Hz. Zülkarneyn yaptığı yardım karşılığında hediye almamaktadır. Kuran'da peygamberlerin bu ahlakıyla ilgili başka örnekler de bulunmaktadır. Örneğin Hz. Süleyman'ın kendisine gönderilen hediyeleri reddedişi Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

"Ben onlara bir hediye göndereyim de, bir bakayım elçiler neyle dönerler." (Elçi hediyelerle) Süleyman'a geldiği zaman: "Sizler bana mal ile yardımda mı bulunmak istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır; hayır, siz, hediyenizle sevinip öğünebilirsiniz" dedi. (Neml Suresi, 35-36)

Hz. Süleyman'ın da, Hz. Zülkarneyn'in de kendilerine teklif edilen maddi karşılığı kabul etmemesinin pek çok hikmeti olabilir. Bu hikmetlerden biri alacağı bir yardımın karşı tarafta oluşturabileceği olumsuz etkileri  engellemek olabilir. Çünkü insanın maddi yardımda bulunduğu bir kişiye karşı saygısında, itaatinde ve boyun eğiciliğinde azalma olabilir. Bu, insan psikolojisinde olan bir ruh halidir. Ayette böyle bir duruma mahal vermemek için, yapılan bir yardımın ücretsiz ve ikram olarak yapılmasının önemine işaret edilmektedir. Hiç şüphesiz böyle bir yardım hem sevgiyi, hem de bağlılığı daha çok artıracaktır. Üstelik Hz. Zülkarneyn de tıpkı Hz. Süleyman gibi, ekonomisi ve hazinesi çok güçlü bir devletin başındadır ve bu zengin devletin, yaptığı yardıma bir karşılık beklemeye ihtiyacı yoktur.

Ancak Hz. Zülkarneyn, maddi karşılık almadığı bu kavmin, yapacağı yardıma insan gücüyle destek olmalarını istemektedir. Böylece kendi devletinin insan gücünü kullanmayı tercih etmemekte, yardım ettiği kavmin yerel halkını görevlendirmekte, onlara çeşitli sorumluluklar vermektedir. Bu şekilde, onlara sanatı ve bilimi öğretmekte, kültürel ve teknolojik açıdan ilerlemelerini sağlamaktadır. Ayrıca atıl ve boş duran insan gücünü harekete geçirmektedir. Böylece hem kendi devletinin hazinesinden gereksiz harcama yapmamakta, hem de kendi savunmalarında görevlendirmek suretiyle onları ülkelerine fayda sağlar hale getirmektedir. Adalete, saygıya ve hakkaniyete dayanan böyle bir ilişki hiç şüphesiz karşılıklı güveni ve halkın desteğini kolaylıkla elde edebilir.




istanbul boğazı




Böyle bir uygulamanın pek çok olumlu yönü vardır. Bunlardan birincisi, halkın eğitimi ve yetişmiş insan gücünün artmasıdır. Ayrıca halk tembellikten ve ataletten kurtulacak, kendi çabaları ile başarı elde etmenin huzurunu yaşayacaktır. Bu aynı zamanda, milletin özgüvenini kazandıracak bir uygulamadır. Kendi devletinin bekası için çalışan bir milletin yaptığı işte zorluk çıkarması, isyana ve başkaldırıya eğilim göstermesi çok zordur.

Dolayısıyla bu yardım sırasında da halk kolaylıkla yönetilecektir. Ayrıca insanlar kendi kavimlerinden insanlarla daha rahat ve daha verimli çalışır, kendi milletlerine hizmet etmekten daha çok zevk alırlar. Allah rızası için yapılan işlerde tabi ki bunun ehemmiyeti yoktur. Ama her insanın bu konuda titizlik göstermesi, sadece Allah rızasını gözetmesi beklenemez. Bu vesileyle dindar olanlar gibi, dindar olmayan insanların da hukukları korunmuş olur. Burada Hz. Zülkarneyn'in, yaşadığı dönemde dünyanın dört bir yanını fethetmiş bir hükümdar olarak ne kadar akılcı bir politika izlediğini görmek mümkündür.

Ayette Hz. Zülkarneyn'in "bir engel yaptığından" bahsedilmektedir. Burada geçişi engelleyen bir yapının inşa edilmesiyle, yıkılmaz ve devrilmez mimariye, yüksek teknolojiye işaret edilmektedir. Özellikle de bina, köprü başta olmak üzere her türlü imarın sağlam olması son derece önemlidir. Bu gibi yapılar deprem, sel, yağmur gibi doğal felaketlerle ya da herhangi bir askeri saldırıyla yıkılmayacak kadar sağlam yapılmalıdır.

Kehf Suresi, 96




"Bana demir kütleleri getirin", iki dağın arası eşit düzeye gelince, "Körükleyin" dedi. Onu ateş haline getirinceye kadar (bu işi yaptı, sonra:) dedi ki: "Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır (katran) dökeyim."
(Kehf Suresi, 96)





katran



Katran





Ayette Hz. Zülkarneyn'in iki dağ arasında set inşa ederken betonarme teknolojisinden faydalandığına işaret ediliyor olabilir. Bu teknoloji günümüzde hemen hemen tüm binaların ve büyük barajların inşaatlarının yapımında kullanılmaktadır.

Ayrıca ayette Hz. Zülkarneyn'in iki dağ arasındaki bu sağlam engeli yaparken demir ve katranı (bazı tefsircilere göre erimiş bakırı) kullandığı haber verilmektedir. İnşaat sektöründe kullanılan en sağlam malzeme demirdir. Binaların ya da köprü, baraj gibi mimari eserlerin sağlamlığının artırılması için mutlaka demir kullanılması gerekir. Çünkü demir olmadan yapılan inşaatlar en ufak bir hasarda, sarsıntıda ya da tahribatta hemen çökerler.

Hz. Zülkarneyn, seti oluştururken demir kütleleri ve harç kullanarak büyük bir set meydana getirmiş olabilir. Demirleri uç uça getirmiş ve üzerlerine dökülen harç ile sağlam bir betonarme yapı oluşturmuştur. (En doğrusunu Allah bilir).

Ayette "eritilmiş bakır" olarak çevrilen ifadenin bir anlamı da "katran"dır. Katran, demiri nem ve deniz suyundan korumak için kullanılan, çam ağacından ve maden kömüründen elde edilen bir kaplama maddesidir. Hz. Zülkarneyn katranı, oluşturduğu demirden yapının üzerine akıtmış ve bu sayede demirin okside olup, paslanmasını engellemiş olabilir. Nitekim bugün modern betonarme teknolojisiyle inşa edilen yapılarda da katran benzeri yalıtım malzemeleri sıkça kullanılmaktadır.




dağ manzarası




Hz. Zülkarneyn betonarme yapıyı oluşturmak için üzerine katran akıtılmış olan demiri, kum, kireç, çakıl taşı ve sudan oluşturulan bir harç malzemesi ile birleştirmiş olabilir. Böylece betonun çok daha güçlü olmasını sağlamış olabilir. Normal şartlar altında kum ve kireçle yapılan bir harç kolaylıkla delinebilir. Ancak bu harç demirle takviye edilince, delinmesi mümkün olmaz. Bu yapı, delmek isteyenler açısından son derece caydırıcı olur. Bu betonarme yapının üzerine uygulanan bir baskı sonucunda yıkılması, zarar görmesi, üzerinde geçiş yapılacak bir delik açılması, o zamanki şartlarda yıkılması Allah'ın dilemesi dışında imkansızdır.




inşaat



Hz. Zülkarneyn'in inşa ettiği set, günümüz baraj teknolojisine benzer bir sistem ile de yapılmış olabilir. Ayetlerden öğrendiğimiz bilgiler buna işaret etmektedir. Resimlerde görüldüğü gibi demirle desteklenmiş inşaatlar, özel aletler olmadan yıkılamayacak ve aşılamayacak derecede sağlam olmaktadır. Aşağıda demirlerin, kullanıldıkları duvarın delinmesini engelleyici stilde dizilişleri görülüyor.








baraj




Kehf Suresi, 97-98




Böylelikle, ne onu aşabildiler, ne onu delmeye güç yetirebildiler. Dedi ki: "Bu benim Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin va'di geldiği zaman, O, bunu dümdüz eder; Rabbimin va'di haktır."
(Kehf Suresi, 97-98)


Kehf Suresi'nin 97. ayetinde Zülkarneyn tarafından yapılan setin aşılamadığı bildirilmektedir. Bu ifade setin yüksek olduğuna bir işarettir. Ayrıca o dönemin insanlarının bu seti delmeye güç yetirememeleri ise setin dayanıklılığına dikkat çekmektedir. Bu dayanıklılık da yine söz konusu setin yapımında, günümüzde tüm modern yapılarda kullanılan betonarme teknolojisine benzer sistemle inşa edildiğinin delillerinden olabilir.

Ayrıca 98. ayette bildirildiği üzere, Hz. Zülkarneyn'in setin yapımını tamamladıktan sonra ilk hatırlattığı şey Allah'ın, Rahman ve Rahim sıfatlarıdır. O, bu setin Allah'ın merhametinin bir delili olduğunu ve Allah dilemedikçe böyle bir seti yapmayı hiç kimsenin başaramayacağını çok iyi bilmektedir. Bu nedenle de seti yapanın Rabbimiz olduğunu hemen hatırlatmakta, böylece insanların bu başarıyı kendilerinden sanma gafletine düşmelerine engel olmak istemektedir.  Kehf Suresi'nin 98. ayetinde Hz. Zülkarneyn'in inşa ettiği bu güçlü setin kıyamete kadar baki kalacağı da haber verilmektedir. Ayette geçen vaad kelimesi, bir sonraki ayetten de anlaşıldığı gibi kıyameti ifade etmektedir. Bu ise, setin kıyamete kadar korunacağı anlamına gelmektedir.

Ayette yapımı bildirilen bu setin yeri belki zaman içinde bulunur, belki bulunmayabilir. Bunun bilgisi Rabbimizin katındadır. Önemli olan şudur: Ayette haber verildiği gibi bu setin kıyamete kadar yıkılması mümkün değildir. Allah ayetinde bu setin ancak kıyamette yıkılacağını açıkça haber vermiştir. Nitekim Allah kıyamet günü herşeyin yıkılacağını, dağların yürütüleceğini, yer üzerinde hiçbir şeyin kalmayacağını diğer pek çok ayetinde de bildirmiştir. Bu ayetlerden birkaçı şöyledir:

Dağları yürüteceğimiz gün, yeri çırılçıplak (dümdüz olmuş) görürsün… (Kehf Suresi, 47)

Yer, düzlendiği, içinde olanları dışa atıp boşaldığı, Ve 'kendi yaratılışına uygun Rabbine boyun eğdiği zaman. (İnşikak Suresi, 3-5)

Sana dağlar hakkında soruyorlar. De ki: "Benim Rabbim, onları darmadağın edip savuracak. Yerlerini bomboş, çırçıplak bırakacaktır. Orada ne bir eğrilik göreceksin, ne de bir tümsek. (Taha Suresi, 105-107)

Hz. Zülkarneyn Kıssası Hakkında Farklı Bir Yorum




Hz. Zülkarneyn kıssası hakkında akla gelen bir diğer ihtimal ise, bu kıssanın gelecekte gerçekleşecek olayları anlatıyor olmasıdır.

Daha önce vurguladığımız gibi Allah katında zaman tektir; gelecek , geçmiş ve şu an tek bir anda yaşanmaktadır. Nitekim Kuran'ın bazı ayetlerinde, kıyamet gününde, cennette ve cehennemde vuku bulacak her bir detay gerçekleşmiş ve sonuçlanmış olaylar olarak bizlere anlatılmaktadır. Bu ayetlerden biri şöyledir:

Sur'a üfürüldü; böylece Allah'ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp-yıkılıverdi. Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetliyorlar. (Zümer Suresi, 68)

Görüldüğü gibi ayette bildirilen olaylar geçmişte olmuş bitmiş olaylar gibi anlatılmaktadır. Oysa bunların tümü bizim için gelecektir, henüz gerçekleşmemiştir. Dolayısıyla Hz. Zülkarneyn kıssası da geleceğe dair bir olay olup, bize geçmiş zaman olarak anlatılıyor olabilir.

Allah Kehf Suresi'nin 84. ayetinde Hz. Zülkarneyn için "... ona herşeyden bir yol (sebep) verdik" şeklinde buyurmaktadır. Burada Hz. Zülkarneyn'in gelecekte dünyanın her yerine hakim, büyük bir güce sahip olacağına işaret ediliyor olabilir.

Günümüzde bir ülkenin -ya da bir liderin- dünya hakimiyetinden söz edebilmek için, bu ülkenin maddi gücünün yanısıra, iletişim teknolojisine de sahip olması gerekmektedir. Bir liderin bölge bölge dolaşıp ülkeleri denetlemesi mümkün değildir. Bu nedenle liderin merkezi bir başkentte olup, diğer bölgeleri uydu ve çeşitli iletişim araçlarıyla kontrol altında tutması çok daha akılcıdır. Nitekim Kehf Suresi'nin 95. ayetinde geçen "Rabbimin beni kendisinde sağlam bir iktidarla yerleşik kıldığı (güç, nimet ve imkan), daha hayırlıdır" ifadesiyle, Hz. Zülkarneyn'in yerleşik bir düzene sahip olduğuna işaret edilmektedir.

Kıssayı bu yönde incelediğimizde her ayetin farklı bir işareti olabileceğini görürüz. Örneğin Hz. Zülkarneyn'in önce batıya, sonra doğuya gittiği, daha sonra da geriye döndüğü bildirilmektedir. Bu ayetlerde, uydu yayınında kanalların değiştirilmesine, yayında kanal değiştirdikçe Hz.Zülkarneyn'in farklı bir bölge ile iletişim kurduğuna işaret ediliyor olabilir. Ayetlerde sürekli bir "bulma"ya dikkat çekilmektedir. Hz. Zülkarneyn'in "göze"nin yanında bir kavim "bulduğundan", doğu tarafında sözden anlamayan bir topluluk "bulduğundan" bahsedilmektedir. Bu "bulmalar" bir "arama" sonucunda oluşmaktadır ve uydu kanallarında yapılan bir "aramaya" bakıyor olabilir. 

Ayetlerde doğu tarafındaki halk için "güneşi kendilerine siper edinmemiş" denmektedir. Eğer bu bilgileri iletişim teknolojisini göz önünde bulundurarak yorumlarsak, burada iki farklı işaret olduğunu düşünebiliriz. Hz. Zülkarneyn uydu aracılığıyla bu bölgeleri izliyor ve onlar hakkında istihbarat elde ediyor olabilir. (En doğrusunu Allah bilir) Ayrıca bu ifade ile ahir zamanda pek çok alanda kullanılacak olan enfraruj teknolojisine de işaret ediliyor olabilir. Günümüzde enfraruj kameralar tıp, adli tıp, meteoroloji, kriminoloji, istihbarat, endüstri gibi pek çok alanda kullanılmaktadır. İnsan vücudu da bu kameralar aracılığıyla tüm detaylarıyla incelenebilmektedir.




uydu teknolojisi



Uydu teknolojisi sayesinde yeryüzünden detaylı görüntü alınmakta, özellikle de istihbarat amaçlı uydular her ülkeyi yakından takip edebilmektedir. İkonos uydusundan alınan Washington Anıtı (solda) ve Venedik (sağda) fotoğrafı.





Ayetlerde Hz. Zülkarneyn'in hitap ettiği bildirilen topluluk tüm bir kavim ise, onlara uydu aracılığı ile ve televizyon yayını sayesinde hitapta bulunuyor olabilir. Bu şekilde dünyanın her yerindeki insanların şikayetlerini ve ihtiyaçlarını öğrenip, daha sonra hakim olduğu bu bölgeleri karargahından talimatla yönetmesi mümkündür.




enfraruj kamera



Resimlerde de görüldüğü gibi enfraruj teknolojisi sayesinde suç işlenen bölgelerdeki her türlü suç aleti kolaylıkla tespit edilmekte, karanlıkta işlenen suçlar da tüm detaylarıyla gözlenmektedir. Ayrıca hastalıkların ön teşhisinde de önemli ilerlemeler kaydedilmektedir.





Ayetlerde geçen Yecüc ve Mecüc'ün bozgunculuğu klasik anlamda bir terör ya da anarşi olayı olabileceği gibi, yayın aracılığıyla yapılan bir bozgunculuk da olabilir. Diğer yayınları engelleyip, sadece kendileri bozgunculuk amaçlı bir yayın yapıyor olabilir. Hz. Zülkarneyn de bu yayını farklı yöntemlerle engellemiş, böylece bozgunculuğun önüne geçmiş olabilir. Örneğin ayette söz edilen demir ve bakırı kullanarak, bir elektromanyetik alan oluşturmuş, bu şekilde radyo ve televizyon yayınlarını bozmuş olabilir. Nitekim elektromanyetik kaynaklardan biri olan trafo, demir çekirdek etrafına bakır iletken sarılarak elde edilmektedir. Bu elektromanyetik alan çok güçlü olduğu takdirde radyo ve televizyon yayınlarını bozabilir.




televizyon philips




Bir diğer ihtimal ise çok büyük, kitlevi bir uydu anteni yapımına işaret edilmiş olmasıdır. Antenin büyük olmasının sebebi ise Yecüc ve Mecüc'ün yeryüzündeki tüm yayınları çalışmaz hale getiren bozucu etkisini aşabilmek için olabilir. Antenlerin yüzeyleri, genel olarak daha ucuz ve hafif olan alüminyumdan yapılır. Ancak antenin iletkenliğini artıracak en ideal malzeme aslında alüminyum değildir. Bakır çok daha ideal bir iletkendir. Bu bakımdan bakır tercih edilmiş olabilir. Ancak bu kadar büyük bir antenin bakır plakalarla kaplanması da akılcı değildir. Bunun yerine antenin yüzeyi eritilmiş bakırla kaplanırsa, hem kalıcı bir çözüm olur, hem de tek parça pürüzsüz bir yüzey elde edilerek antenin olabilecek en yüksek performansta çalışması gerçekleştirilir.

Karşıt yayın yoluyla ya da elektromanyetik alan oluşturarak yapılan bu seti,  görünmez bir engel olarak ifade etmek mümkündür. Nitekim bazı İslam alimleri Kehf Suresi'nin 93. ayetinde geçen ifadeyi "seddeyn" değil "süddeyn", Kehf Suresi'nin 94. ayetinde geçen ifadeyi ise "sedd" değil, "südd" şeklinde okurlar. Eğer "sedd" şeklinde okunursa bu "gözle görünen engel" manasına gelirken, "südd" şeklinde okunursa "gözle görülmeyen engel" anlamına gelmektedir.  (En doğrusunu Allah bilir).




televizyon sony




Ayette geçen "Böylelikle, ne onu aşabildiler, ne onu delmeye güç yetirebildiler" (Kehf Suresi, 97) şeklindeki ifade de buna işaret ediyor olabilir. Çünkü bu büyük antenin yayınını engellemek isteyen Yecüc ve Mecüc'ün ya bu yayının üzerine çıkabilmeleri ya da bu yayını delmeleri gerekmektedir. Uluslararası literatürde korsan yayınların herhangi bir yayının arasına girerek, illegal yayın yapmasına da "yayın delme" adının verilmesi manidardır.

Bu yorumla değerlendirildiğinde "hemen hiçbir söz anlamayan" tabirinin de yapılan uydu yayınını, bazı zamanlar kavrayamayan bir kavme işaret ettiği düşünülebilir. Bu kavim yayının bozulduğu anlarda sözü anlayamıyor, sonra yayın düzeldiğinde de makul olarak hemen kavramaya başlıyor olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Kehf Suresi'nin 86. ayetinde geçen "... kara çamurlu bir göze" şeklindeki ifade de dikkat çekicidir. Çünkü normal bir televizyon ekranında güneşin batışı küçük bir su gözesinde batış gibidir. Televizyonda görüntülerin rengi değişir ve deniz sathındaki bir batış ekranda grileşeceği için, dışarıdan bu görüntüyü izleyen bir kişi için güneş, kara görünümlü bir gözede batıyormuş gibi gözükür. "Aynin hami'e" ifadesinde geçen "ayn=göz" ve "hami'e=bulanık" kelimelerinin bu anlamları da göze ve  televizyondaki görüntünün bulanıklığına işaret ediyor olabilir.

Ayrıca hem batı hem de doğu tarafı ile iletişim içinde olması, bir tarafta güneş doğarken diğer tarafta güneş batması da dünyanın farklı bölgeleri ile bağlantı içinde olduğuna işaret ediyor olabilir.


Kehf Suresi, 99-100




Biz o gün, bir kısmını bir kısmı içinde dalgalanırcasına bırakıvermişiz. Sur'a da üfürülmüştür, artık onların tümünü birarada toparlamışız. Ve o gün, cehennemi, inkar edenlere tam bir sunuşla sunmuşuz.
(Kehf Suresi, 99-100)


Tüm kainatın da bir ölümü olduğu Kuran'da bildirilmektedir. Ölümlü olan yalnız insan değildir. Tüm hayvanlar, bitkiler, gezegenler, kısacası yaratılmış olan canlı cansız tüm maddesel varlıklar bir gün mutlaka yok olacaklardır. Kuran'da bu gün, "İnsanların, alemlerin Rabbi için kalkacağı..." (Mutaffifin Suresi, 6) gün şeklinde tarif edilmektedir.

Kıyamet dehşet verici bir gündür. O gün, önceden inanmamış olanlar, Allah'ın azametini, kudretini ilk kez, hem de çok büyük bir şiddetle hissedeceklerdir. İşte bu nedenle kıyamet, inkarcılar için başlı başına büyük bir azap, bir dehşet, pişmanlık, acı ve şaşkınlık günüdür. Kıyameti gören insan, hiçbir şekilde tarif edilemeyecek, dünyadaki tüm korkulardan yüzlerce kat şiddetli olan bir korkuya kapılacaktır.

Kıyametin başlangıcı Sur'a üfürülmesi ile olur. Bu, dünyanın ve bütün evrenin toplu yıkımının ve sonun başlangıcının işaretidir. Artık geriye dönüş yoktur. Dünya hayatının tamamen bitip herkes için gerçek hayatın, yani ahiretin başladığının sesidir bu. Bu ses, inkar edenlerin kalplerinde kesintisiz ve sonsuza dek taşıyacakları korku, dehşet, yılgınlık ve şaşkınlığı başlatan ilk sestir. Müddessir Suresi'nde kıyamet gününün inkar edenler için nasıl bir an olduğu şöyle belirtilmiştir:

Çünkü o boruya (sur'a) üfürüldüğü zaman. İşte o gün, zorlu bir gündür. Kafirler içinse hiç kolay değildir. (Müddessir Suresi, 8-10)

Kehf Suresi'nin bu ayetlerinde de kıyamet anında bu kavimlerin dalgalar halinde birbirlerine geçeceğine dikkat çekilmektedir. İnsanlar, ölüm korkusunun verdiği sarhoşluk içinde dalgalanır gibi bir oraya, bir diğer tarafa gideceklerdir. Kontrollerini tamamen yitirecek, korku içinde ne yaptıklarını, nereye gittiklerini şaşıracaklardır.

İnsan dünyada kıyametten ne kadar gaflette ve ona karşı ne kadar hazırlıksızsa, o gün kapılacağı dehşet de o denli büyük olur. Bu korku ve dehşet hissi, kendisine ölüm anı gelmesinden itibaren sonsuza kadar peşini bırakmayacaktır. Bu korkunun, çocukların saçlarını bile bir anda ağartabilen bir korku olduğu ayetlerde şöyle haber verilmektedir:

Eğer inkar edecek olursanız, çocukların saçlarını ağartan bir günde kendinizi nasıl koruyacaksınız? Bu nedenle gök bile yarılıp-çatlamıştır; (artık) O'nun va'di gerçekleştirilip-yerine getirilmiştir. (Müzzemmil Suresi, 17-18)

Allah'ı, o güne kadar yaptıklarından habersiz sananlar o anda kendilerinin aslında kıyamet gününe kadar zaman verilmiş aciz kullar olduklarını anlarlar. Çünkü Allah, o zamana dek ayette bildirildiği üzere; "... onları yalnızca gözlerin dehşetle belireceği bir güne ertelemektedir." (İbrahim Suresi, 42) Diğer ayetlerde de, inkarcıların korku ve şaşkınlığı şöyle tarif edilir:

Kaari'a (başa çarpıp patlak verecek felaket)... Nedir kaari'a? Sana o kaaria'yı bildiren nedir? İnsanların, 'her yana dağılmış' pervaneler gibi olacakları gün ve dağların 'etrafa saçılmış' renkli yünler gibi olacakları (gün). (Kaaria Suresi, 1-5)

Hac Suresi'ndeki ayetlerde ise, insanların adeta şuurlarını kaybettikleri, kendilerini bilmezcesine koşuşturdukları şu şekilde aktarılır:

Ey insanlar, Rabbinizden korkup-sakının, çünkü Kıyamet saatinin sarsıntısı büyük bir şeydir. Onu gördüğünüz gün, her emzikli kendi emzirdiğini unutup geçecek ve her gebe kendi yükünü düşürecektir. İnsanları da sarhoş olmuş görürsün, oysa onlar sarhoş değillerdir. Ancak Allah'ın azabı pek şiddetlidir. (Hac Suresi, 1-2)

İnsanların o günkü çaresizliğini anlatan ayetlerden birkaçı da şöyledir:

Ay karardığı, Güneş ve Ay birleştirildiği zaman. İnsan o gün: "Kaçış nereye?" der. Hayır, sığınacak herhangi bir yer yok. O gün, 'sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar)' yalnızca Rabbi'nin katıdır. (Kıyamet Suresi, 8-12)

Kehf Suresi, 101




Ki onlar, Beni zikretme (konusun)da   gözleri bir perde içindeydi.
(Kuran'ı) dinlemeye katlanamazlardı.
(Kehf Suresi, 101)


Kehf Suresi'nin bu ayetinde Allah inkar edenlerin zikirden yana gaflet içinde olduklarını bildirmektedir. Rabbimiz bir başka ayetinde de "Hayır, onlar Rablerini zikirden yüz çevirenlerdir" (Enbiya Suresi, 42) şeklinde buyurmaktadır. Onlar Allah'ın ayetlerini inkar etmekte, kainatın her bir detayındaki yaratılış delillerini görmezlikten gelmekte ve Allah'ın insanlara bir hidayet rehberi olarak indirdiği Kuran'ı dinlemekten şiddetle kaçmaktadırlar. Oysa Allah zikrin önemini pek çok ayette vurgulamakta ve aksinin gaflet hali olacağını bildirmektedir:

"Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma.” (Araf Suresi, 205)

İnsan, Kuran ahlakını yaşamakla, her yaptığı işte Allah'ın rızasını aramakla ve Allah'ın emir ve tavsiyelerine titizlikle uymakla yükümlüdür. Zikrin önemi Ankebut Suresi'nde de şu şekilde bildirilir:

Sana Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tür. Allah, yaptıklarınızı bilir. (Ankebut Suresi, 45)

Müminler için ise Allah'ın "Ey iman edenler, ne mallarınız, ne çocuklarınız sizi Allah'ı zikretmekten 'tutkuya kaptırarak-alıkoymasın'; kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.” (Münafıkun Suresi, 9) emri gereği zikir herşeyden önemlidir. Allah "Rabbinin ismini zikret ve her şeyden kendini çekerek yalnızca O'na yönel” (Müzzemmil Suresi, 8) şeklinde buyurmuştur. Müslümanların Allah'ı zikretme konusundaki kararlılıkları bir ayette de şu şekilde bildirilir:

(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar. (Nur Suresi, 37)

Kehf Suresi'nin 101. ayetinde dikkat çekilen bir diğer konu ise inkar edenlerin Kuran'ı dinlemeye katlanamamalarıdır. Onlar kendileri gibi, diğer insanların da Kuran'dan uzak durmalarını isterler. Çünkü Kuran'ı dinleyen bir kişi vicdanının sesine uyarak, iyilerin yanına geçebilir; hakkı uygulamaya, yaşamaya ve yaşatmaya başlayabilir. İşte bu nedenle de inkar edenler, kendilerine yapılan tebliği dinlememek için türlü yöntemler kullanırlar. Allah "İnkar edenler dediler ki: "Bu Kur'an'ı dinlemeyin ve onda (okunurken) yaygaralar koparın. Belki üstün gelirsiniz." (Fussilet Suresi, 26) ayetiyle bu kimselerin kullandıkları yöntemi de bildirmiştir.

İnkar edenler Kuran'ı dinlememek için yukarıdaki ayette belirtildiği gibi yüksek sesle üstün gelmeye çaba harcar, konuyu değiştirmeye çalışır veya saldırgan bir üslupla ayetlerin okunmasını engellemeye gayret ederler. Bu yöntemler işe yaramazsa, bu kez iman edenleri susturmak için şiddete, tehdite ve türlü baskı yöntemlerine başvurabilirler. Bunları yapmalarının tek nedeni ise duydukları gerçeklerden etkileneceklerinden, vicdanlarının harekete geçeceğinden ve bazı düşüncelerinin ne kadar hatalı olduğunu fark edeceklerinden korkmalarıdır. Bu korkularını onların yüz ifadelerinden, tavırlarından, Kuran ayetleri okunurken ve yaratılış gerçeği anlatılırken bir anda paniğe kapılmalarından hemen anlamak mümkündür. Tek kurtuluşları Kuran ahlakına uymak olmasına rağmen inkarcıların hakkı dinlemekten kaçacaklarını Allah Yasin Suresi'nde şöyle bildirir:

Onlara: "Önünüzde ve arkanızda olandan sakının, belki esirgenirsiniz" denildiğinde, (dinlemeyip inkara devam ederler). Onlara, Rablerinin ayetlerinden bir ayet gelmeyi görsün, mutlaka ondan yüz çevirirler. (Yasin Suresi, 45-46)

Oysa Kuran'ı dinlememek için kulaklarını tıkayanlar bilmelidirler ki, hesap günü çok büyük bir pişmanlık yaşayacaklardır. O gün tek istedikleri şey ise ölümün herşeyi kesip bitirmesi olacaktır. Bu durum Kuran'da şöyle haber verilir:

Kitabı sol eline verilen ise; o da, der ki: "Bana keşke kitabım verilmeseydi. Hesabımı hiç bilmeseydim. Keşke o (ölüm herşeyi) kesip bitirseydi. Malım bana hiçbir yarar sağlayamadı. Güç ve kudretim yok olup gitti." (Hakka Suresi, 25-29)

Kehf Suresi, 102




İnkar edenler, Beni bırakıp kullarımı veliler edindiklerini mi sandılar? Gerçekten Biz cehennemi kafirler için bir durak olarak hazırlamışız.
(Kehf Suresi, 102)


Ayette bazı insanların Allah'ı unutup, O'nun dışında dost ve veliler edindikleri vurgulanmaktadır. Söz konusu insanlar bir zorlukla karşılaştıklarında, bir sıkıntıları olduğunda, yardıma ihtiyaç duyduklarında "veli” edindikleri kişilerin kendilerine yardım edebilecekleri, sıkıntılarını giderebilecekleri yanılgısına düşerler. Oysa insanlardan medet ummak, yardım beklemek çok büyük bir hatadır. Allah dilemedikçe hiçbir insanın bir diğerine yardımda bulunması mümkün değildir. Çünkü Allah'ın dışındaki varlıklar da yalnızca O'nun yarattıklarıdır. O'nun dilemesiyle var olmuşlardır. O'nun dilemesiyle varlıklarını devam ettirirler. Zorlukları giderip kolaylaştıran, sıkıntıları ortadan kaldıran, şifayı ve rızkı veren, güldüren ve ağlatan Allah'tır. Kısaca Allah'tan başka herşey ve herkes, sonsuz aciz, sonsuz fakir, sonsuz muhtaç varlıklardır. Bunların kendilerine ait bir güçleri, kabiliyetleri yoktur; öyle ki kendilerine bile yardıma güç yetiremezler. O halde, ortada Allah'tan başka güvenilecek, yardım umulacak, bir şeyler istenecek, beklenecek kimse de yoktur.

Bu nedenle, Allah'tan değil de başkalarından yardım dilemek, onları veli edinip Allah'ı unutmak, Allah'a güvenmeyip, sebeplere, aracılara, insanlara güvenmek, Allah'ın yarattıklarını Allah'tan bağımsız bir güç, irade ve etki sahibi olarak görmek demektir ki, bu da apaçık şirktir. Allah'ı bırakıp da kullarından yardım bekleyenlerin düştükleri sapkınlık Kuran'da şöyle ifade edilir:

Yardım görürler umuduyla, Allah'tan başka ilahlar edindiler. Onların (o ilahların) kendilerine yardım etmeye güçleri yetmez; oysa kendileri onlar için hazır bulundurulmuş askerlerdir. (Yasin Suresi, 74-75)

Bir azap yurdu olan cehennemde, Allah'ın "Kahhar" (Kahredici), "Cebbar" (istediğini zorla yaptıran), "Muntakim" (intikam alıcı) gibi isimleri sonsuza dek tecelli edecektir. Kehf Suresi'nin bu ayetinde ise bu sonsuz azabın inkar edenler için bir durak olduğu bildirilmektedir.

İnkar edenler, Allah'ın huzurunda hesaba çekildikten sonra kitaplarını sol yanlarından alırlar. Bu an, sonsuza dek içinde kalacakları cehenneme sürülecekleri andır. İnkar edenler için hiçbir kaçış imkanı yoktur. Cehennem ehlinin her biri, kendisi için görevlendirilmiş bir şahit, bir de sürücü melekle gelir. Konuyla ilgili bazı ayetler şöyledir:

Sur'a da üfürülmüştür. İşte bu, tehdidin (gerçekleştiği) gündür. (Artık) Her bir nefis, yanında bir sürücü ve bir şahid ile gelmiştir. Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir. Onun yakını olan (ve yanından ayrılmayan melek) dedi ki: "İşte bu, yanımda hazır durumda olan şey." Siz ikiniz (ey melekler), her inatçı nankörü atın cehennemin içine, Hayra engel olan, saldırgan şüpheciyi, Ki o, Allah'la beraber başka bir ilah edinmişti. Artık ikiniz, onu en şiddetli olan azabın içine atın. (Kaf Suresi, 20-26)

İşte inkar edenler bu korkunç yere doğru yüzüstü sürüklenerek götürülürler. Kuran'da geçen ifadeyle "bölük bölük" cehenneme doğru sevk edilirler. Cehennemin dehşet verici uğultusunu uzaktan duyarlar. (Mülk Suresi, 7-8)

Ayetlerde belirtildiğine göre, inkarcılar, dirilişle birlikte başlarına gelecekleri hissetmeye başlarlar. Boyunları aşağılanmaktan ve utançtan ötürü bükülmüştür. Başları düşmüş, dostsuz, yardımcısız kalmış, kibirleri kırılmış, çökmüş durumdadırlar. Utançlarından dolayı başlarını kaldırmadan gözlerinin ucuyla bakarlar. Bir ayette Rabbimiz şöyle bildirmektedir:

Onları görürsün; zilletten başları önlerine düşmüş bir halde, ona (ateşe) sunulurlarken göz ucuyla sezdirmeden bakarlar. İman edenler de: "Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendi nefislerini, hem yakın akraba (veya yandaş)larını da hüsrana uğratmışlardır" dediler. Haberiniz olsun; gerçekten zalimler, kalıcı bir azap içindedirler. (Şura Suresi, 45)

Cehennemin kapısında ise inkarcılar şöyle karşılanırlar:

İnkar edenler, cehenneme bölük bölük sevk edildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: "Size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" Onlar: "Evet" dediler. Ancak azap kelimesi kafirlerin üzerine hak oldu. Dediler ki: "İçinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından (içeri) girin. Büyüklüğe kapılanların konaklama yeri ne kötüdür." (Zümer Suresi, 71-72)

İnkar edenler cehenneme girdiklerinde cehennemin kapıları üzerlerine kapatılır. Karşı karşıya kaldıkları azap, Kuran'da "büyük bir azap" (Al-i İmran Suresi, 176), "şiddetli bir azap" (Al-i İmran Suresi, 4) ve "acıklı bir azap" (Al-i İmran Suresi, 21) olarak tarif edilmiştir.  İnsanın dünya hayatında bildiği kıstaslar, cehennem azabını tam olarak kavramaya yeterli değildir. Allah'ın azabının bir benzerinin olmadığı ayetlerde şöyle haber verilir:

Artık o gün hiç kimse (Allah'ın) vereceği azab gibi azablandıramaz. Onun vuracağı bağı hiç kimse vuramaz. (Fecr Suresi, 25-26)




cehennem, ateş




Cehennem ehli, cehennemde "cayır cayır yanmakta olan" (Mearic Suresi, 15),  "alevleri kabardıkça kabaran" (Leyl Suresi, 14), "çılgınca yanan" (Furkan Suresi, 11) bu ateşin içine atılırlar. Ayetlerde şöyle buyrulur:

Kimin tartıları hafif kalırsa. Artık onun da anası (son durağı) "haviye"dir (uçurum). Onun ne olduğunu (mahiyetini) sana bildiren nedir? O, kızgın bir ateştir. (Kaaria Suresi, 8-11)

Ateş, cehennemdeki azaplardan sadece bir tanesidir.  Cehennemde insanı hem fiziksel hem de psikolojik yönden azaplandıracak çok çeşitli yöntemler vardır. Kuran'da geçen ifadeyle, azap cehennemde her yönden gelmektedir. Azaptan kendilerini korumaya fırsatları yoktur, azap her yandan onları kuşatmaktadır. Üstlerinden, altlarından gelen azabı savmaya güç yetiremezler ve bu sonsuza kadar devam eder.

Kehf Suresi, 103-105




De ki: "Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrana uğrayacak olanları size haber vereyim mi?" "Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar." İşte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar edenlerdir. Artık onların yapıp-ettikleri boşa çıkmıştır, kıyamet gününde onlar için bir tartı tutmayacağız.
(Kehf Suresi, 103-105)


Bu ayetlerde dünya hayatı boyunca çalışıp çabalamış, belki maddi açıdan başarılı olmuş, belli bir kariyere sahip olmuş, sanat eserleri, bilimsel buluşlar ortaya koymuş, ancak Allah'ın varlığını ve ayetlerini inkar ettikleri için ahirette çabaları boşa gitmiş olan insanlardan bahsedilmektedir.

Bir insan Allah'a inanmaz, Kuran ayetlerini inkar eder ve yapılan hatırlatmalardan yüz çevirirse, bu kişi -büyük eserler meydana getirse veya çok önemli buluşlar yapsa da- ahireti açısından büyük bir kayıpta demektir. Ayetlerde bu kişilerin durumu şu şekilde ifade edilir:

... Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O ahirette hüsrana uğrayanlardandır. (Maide Suresi, 5)

Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanlar, onların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar yaptıklarından başkasıyla mı cezalandırılacaklardı? (Araf Suresi, 147)

... Onlar sizden kuvvet bakımından daha güçlü, mal ve çocuklar bakımından daha çoktular. Onlar kendi paylarıyla yararlanmaya baktılar; siz de, sizden öncekilerin kendi paylarıyla yararlanmaya kalkışmaları gibi, kendi paylarınızla yararlanmaya baktınız ve siz de (dünyaya ve zevke) dalanlar gibi daldınız. İşte onların dünyada ahirette bütün yapıp-ettikleri (amelleri) boşa çıkmıştır ve işte onlar kayba uğrayanlardır. (Tevbe Suresi, 69)

Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlar; sen (bütün) mü'minleri müjdele. (Tevbe Suresi, 112)

Ayetlerde inkar edenlerin tüm çabaları boşa giderken, iman edenlerin her iyiliklerinin en güzeliyle karşılık bulacağı da müjdelenmektedir. Onların hiçbir amellerinin boşa çıkarılmayacağı bir ayette şöyle haber verilir:

Nitekim Rableri onlara (dualarını kabul ederek) cevab verdi: "Şüphesiz Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam. Sizin kiminiz kiminizdendir. İşte, hicret edenlerin, yurtlarından sürülüp-çıkarılanların ve yolumda işkence görenlerin, çarpışıp öldürülenlerin, mutlaka kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. (Bu,) Allah katından bir karşılık (sevap)tır. (O) Allah, karşılığın (sevabın) en güzeli O'nun katındadır." (Al-i İmran Suresi, 195)

Kehf Suresi, 106




İşte, inkar etmeleri, ayetlerimi ve elçilerimi alay konusu edinmelerinden dolayı onların cezası cehennemdir.
(Kehf Suresi, 106)


Kehf Suresi'nin 106. ayetinde de inkar edenlerin Allah'ı, elçisini ve ayetlerini alaya almalarından dolayı cehennem azabıyla cezalandırılacaklarından bahsedilmektedir. Alay, inkar edenlerin Kuran'ı dinlememek için en sık başvurdukları yöntemdir. Allah, inkarcıların birbirlerine adeta vasiyet ettikleri bu ahlak bozukluğunu bir ayetinde şöyle bildirir:

Onlara Rablerinin ayetlerinden bir ayet gelmeyiversin, mutlaka ondan yüz çevirirler. Kendilerine hak gelince, onu yalanladılar; fakat alaya aldıklarının haberleri onlara gelecektir. (Enam Suresi, 4-5)

Bir başka ayette ise şu şekilde belirtilmektedir:

Fakat onlara ayetlerimizle geldiği zaman, bir de ne görsün, onlar bunlara (alay edip) gülüyorlar. (Zuhruf Suresi, 47)

Bu kişilerin alay etmelerinin altında yatan en önemli neden ise anlatılanları dinlemek istememeleridir. Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi bu gerçeklere kulak verdiklerinde vicdanlarının harekete geçeceğinden, ahiretin varlığının, ölümün ve dünya hayatındaki sorumluluklarının akıllarına geleceğinden korkarlar. Bu nedenle de alaya başvururlar. Allah'ın elçileri vasıtasıyla indirdiği dinlerle alay etmek kastıyla kendilerince karikatürler çizer, mizahi yazılar yazar, bununla neşe bulmaya ve Kuran'da bildirilen gerçekleri unutmaya çalışırlar.

Alay, fikri bir açıklaması, karşısındaki fikre karşı getirebilecek bir delili olmayan kişilerin, bu zayıflıklarını ve komplekslerini gizlemek için kullandıkları cahilce bir yöntemdir. Alayla kendi inkarlarını haklı göstermeye çalışan bu kişiler, Allah'ın "(Asıl) Allah onlarla alay eder ve taşkınlıkları içinde şaşkınca dolaşmalarına (belli bir) süre tanır" (Bakara Suresi, 15) ayetiyle de belirttiği gibi, ancak kısa bir süre bu alaylarını devam ettirebileceklerdir. Ölüm gelip çattığı zaman "… Alay konusu edindikleri şey de kendilerini çepeçevre kuşatmıştır" (Zümer Suresi, 48) ayetine uygun bir ortamla karşılaşacaklardır. Allah başka ayetlerinde de Kuran ayetleriyle alay edenlerin cehennem azabı karşısındaki durumlarını şu şekilde tarif etmektedir:

Hayır, sen (bu muhteşem yaratışa ve onların inkarına) şaşırdın kaldın; onlar ise alay edip duruyorlar. Kendilerine öğüt verildiğinde, öğüt almıyorlar. Bir ayet (mucize) gördüklerinde de, alay konusu edinip eğleniyorlar. "Bu, açıkca bir büyüden başkası değildir" dediler. "Biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuzda mı, gerçekten biz mi diriltilecekmişiz? Veya önceki atalarımız da mı?" De ki: "Evet, üstelik boyun bükmüş kimseler olarak (diriltileceksiniz). "İşte o, yalnızca bir tek çığlıktan ibarettir; artık kendileri (diriltilmiş olarak) bakıp duruyorlar. Derler ki: "Eyvahlar bize; bu, din günüdür." "Bu, sizin yalanladığınız (mümini kafirden, haklıyı haksızdan) ayırma günüdür." (Saffat Suresi, 12-21)

 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü