Harun Yahya

Kuran Ahlakı Bölüm 16-20



16. Ümitsizliğe ve Şeytanın Olumsuz Telkinine Fırsat Vermemek



Ümitsizlik iki türlü olabilir. Birincisi, insanın karşılaştığı zorluklar karşısında ümitsizliğe kapılmasıdır. Ancak iman eden her insan, Allah'ın koruması altında yürütülen ve O'nun destekleyeceğini vaat ettiği işlerde bir olumsuzluk olmayacağını bilmelidir. Çünkü Kuran'daki ayetlerde, Allah'ın kesin bir biçimde müminlerin destekçisi olduğu ve onları asla inkarcılar karşısında yardımsız bırakmayacağı haber verilmektedir.

Ümitsizliğin ikinci türü ise, kişinin yaptığı bir hata ya da işlediği bir günah nedeniyle kendi imanından ümit kesmesi, Allah'ın kendisini bağışlamayacağına ve artık cehennemlik olduğuna kendini inandırmasıdır. Oysa bu tamamen Kuran'a muhalif bir düşünce, bir kuruntudur. Aksine Allah Kendisi'ne samimi bir biçimde tevbe edenlerin tüm günahlarını bağışlar. Allah'a yönelmek, O'nun rahmetine sığınmak için hiçbir zaman "çok geç" değildir. Allah, Kuran'da kullarına şöyle seslenmektedir:

... Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir. (Zümer Suresi, 53)

Ümitsizlik, şeytanın mümini Allah yolundan alıkoymak için verdiği vesveselerden biridir. Şeytan bu yolla hata yapan bir müminin moralini bozmaya, yapılan basit hataları kendi gözünde büyütmeye ve onu daha da büyük hatalara sürüklemeye çalışır. Hedefi, mümini imanından ve samimiyetinden kuşkuya düşürmek, ona boş kuruntular aşılamaktır. Eğer insan şeytanın bu yönteminden etkilenirse, giderek imani bir zayıflığa düşer, hata üstüne hata yapmaya başlar. "Bir kere hata yaptım, artık dönüşü yok" diye dile getirilen çarpık bir mantık içerisinde, giderek daha da büyük günahlara sürüklenir.

Mümin böyle bir hisse kapıldığında hemen Allah'a sığınmalı, Kuran'ın nuruyla düşünmeli ve şeytanın istediği bu korkunç ruh halinden çıkmalıdır. Bir ayette, müminin göstermesi gereken tavır şöyle açıklanır:

Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. (Araf Suresi, 200)

Mümin, ihlaslı ve samimi olduktan sonra hata dahi yapsa, bağışlanma diledikten sonra Allah'ın kendisini affetmesini umabilir. Yapılan hata ne olursa olsun yine de her an tevbe edip durumunu düzeltebilir. Allah sonsuz rahmet ve adalet sahibi iken, müminlere cenneti ve başarıyı vaat etmişken ümitsizliğe kapılmak, ancak şeytanın bir hilesidir. Hz. Yakub (as)'ın Kuran'da bildirilen şu öğüdü, tüm müminler için yol göstericidir:

... Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez. (Yusuf Suresi, 87)

17. Her Olayın Kuran Ahlakıyla Değerlendirilmesi



Müminin yaşamının amacı, Allah'a kulluk etmekten başka bir şey değildir. İnsan dünya üzerinde kendi hırslarına göre yaşamak, tutkularının peşinde koşmak ya da başka insanlara hizmet etmek için değil, yalnızca ve yalnızca Allah'a kulluk etmek için yaratılmıştır.

Allah'a kulluk etmesinin yolu ise, Kuran'ı ve sünneti kendisine rehber edinmesidir. Mümin için nihai amaç, Kuran'ın her hükmüne elinden gelenin en fazlasıyla uyabilmektir.

Kuran'a bakıldığında ise, müminin yalnızca namaz, oruç, hac gibi muhkem ibadetlerle değil, aynı zamanda diğer başka ibadetlerle de yükümlü kılındığını görürüz. Örneğin bir ayette "Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et..." (Nahl Suresi, 125) emri verilir. Burada kast edilen "hikmet"in ve "güzel öğüt"ün ne olduğunu, mümin, hem Kuran'ın genel ruhuna ve üslubuna bakarak, hem de kendi akıl ve anlayışına başvurarak bulacaktır.

Müminin aklını ve anlayışını devreye sokmasını gerektiren pek çok yükümlülük daha vardır. Örneğin Allah Kuran'da, müminin karşılaşacağı insan tiplerini ve toplum modellerini haber verir, bunlara karşı gösterilmesi gereken tavırları da bildirir. Hatta çoğu zaman, karşılaşılan insan tipine ve onun öne sürdüğü mantıklara karşı söylenmesi gereken sözler, "De ki" ile başlayan ayetlerde haber verilir.

Mümine karşılaşacağı durumlarla ilgili bilgi ve emir veren tüm bu ayetler, Kuran'da çok açık bir biçimde yazılıdırlar. Ancak, bunların günlük yaşama aktarılması, öncelikle Kuran'da kast edilen durumların günlük hayatta teşhis edilmesini gerektirir ki, müminin aklının ve anlayışının devreye girdiği husus budur.

Kuran'da, farklı insan tipleri anlatılır; Müslümanlar, müşrikler, münafıklar, kalplerinde hastalık olanlar, Hıristiyanlar, Museviler gibi. Mümin bunlarla ilgili ayetleri çok iyi öğrenebilir; çünkü asıl yapılması gereken şey, Kuran'da tarif edilen bu insan karakterlerini çok iyi tanıyabilmek, insan ilişkilerini ve tüm yaşamını Allah'ın emirleri doğrultusunda şekillendirmektir.

Mümin bilmelidir ki, etrafındaki tüm insanlar, Kuran'da tarif edilen bu insan modellerinin birine girmektedir. Çünkü hepsi yaratılmıştır ve "Biz, bir 'oyun ve oyalanma konusu' olsun diye göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları yaratmadık" (Enbiya Suresi, 16) hükmü gereği bir amaç üzere, Allah'ın Kuran'da tarif ettiği toplum modelini oluşturmak için vardırlar.

Mümin, bu gerçeğin bilincinde olarak hareket ederse, Allah'ın kendisine yüklediği sorumlulukları tam olarak yerine getirebilir. İnsanın gördüğü her madde, her olay gerçekte Kuran'da yazılanların birer yansımasından başka bir şey değildir. Bir ayette, bu konu şöyle açıklanmıştır:

Biz ayetlerimizi hem afakta, hem kendi nefislerinde onlara göstereceğiz; öyle ki, şüphesiz onun hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Herşeyin üzerinde Rabbinin şahit olması yetmez mi? (Fussilet Suresi, 53)

İşte tüm evren, gerçekte Kuran'ın "afakta" (ufuklarda) görünen ayetlerinin toplamından ibarettir. Nasıl bir tablo, kendi ressamını tanıtırsa, o tablodaki her detay, ressamın fırçasının izlerini gösterirse, tüm evren ve o evrenin her detayı da herşeyin yaratıcısı olan Allah'ı göstermek için vardır.

Mümin bu gerçeğin bilincine vardıkça, hem Allah'ı daha iyi tanır ve O'na daha çok yaklaşır, hem de O'nun hükümlerine çok daha ayrıntılı bir biçimde itaat eder. Hayatın her detayının gerçekte Kuran'da tarif ya da işaret edilen bir "ayet" olduğunu kavradıkça, "günlük yaşam" denen şeyin her aşamasında Kuran'a göre düşünecek ve Kuran'ın hükümlerini uygulayacak hale gelir. Her olay, Allah'ın yarattığı kadere bağımlı olarak gelişir, bu yüzden de herşeyin bir sebebi ve hikmeti vardır. Mümine düşen, karşılaştığı her olayı Kuran'a göre yorumlamak ve Kuran'da belirtilen tepkileri vermektir. Eğer "boş" bir şeyle karşılaşırsa, Kuran'ın hükmüne göre ondan yüz çevirmelidir.

Müminin karşılaştığı her olayı Kuran ayetlerine göre yorumlaması, öncelikle Kuran'a dayalı bir ahlak ve karakter geliştirmesine bağlıdır. Bunun için de cahiliyenin telkin ettiği tüm kültürü ve karakter özelliklerini üzerinden atması gerekir. Bir olay karşısında ne yapması gerektiğine, cahiliye toplumunda yerleşik olan kıstaslara göre değil, Kuran'a göre karar vermelidir. Kuran'da ise karşılaştığı her duruma ışık tutan bir çözüm bulacaktır. Çünkü o, "herşeyin açıklayıcısı" (Nahl Suresi, 89) olarak insanlara indirilmiştir.

18. Kalpteki Niyeti Allah'ın Bilmesi



İnkarcıların en temel özelliklerinden biri, samimiyetsiz olmalarıdır. Hem Allah'a, hem diğer insanlara, hem de kendilerine karşı samimiyetsizdirler. İnsanların yüzüne karşı menfaat gereği çok sıcak davranırken, içlerinden onlara karşı çok kolay kin veya kıskançlık besleyebilmektedirler. Aynı iki yüzlülüğü kendilerine karşı da yaparlar; yaptıkları yanlışları kendileri de bildikleri halde bilinçaltlarına iter ve kendi kendilerini mükemmel bir insan olduklarına inandırırlar.

Bu samimiyetsizliğin temelinde, kalplerinden geçen düşüncelerin kimse tarafından bilinemeyeceği ve dolayısıyla bu düşünceler nedeniyle kimse tarafından suçlanamayacakları yanılgısı yatar. Bu yanılgı kendileriyle aynı ahlak bozukluğuna sahip olan kişiler arasında geçerlidir; kimse kimsenin gerçek düşüncelerini bilmez. Ancak hesaplamadıkları bir şey vardır; Allah, insanların zihinlerinden geçen tüm düşünceleri, hatta kendilerinin bile farkına varmadıkları bilinçaltlarını en iyi biçimde bilendir. Allah'ın gizli veya açık herşeyi bilen olduğu ayetlerde şöyle bildirilmektedir:

Göklerde ve yerde olanların tümünü bilir; sizin saklı tuttuklarınızı da, açığa vurduklarınızı da bilir. Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. (Tegabün Suresi, 4)

Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. O, yarattığını bilmez mi? O, Latif'tir; Habir'dir. (Mülk Suresi, 13-14)

Hiç kimse, Allah'ın bilgisi dışında bir diğeriyle konuşamaz,hiç kimse Allah'ın bilgisi dışında bir plan yapamaz, bir düzen kuramaz. Kuran'da bu gerçek şöyle ifade edilmiştir:

Allah'ın göklerde ve yerde olanların tümünü gerçekten bilmekte olduğunu görmüyor musun? Fısıldaşmakta olan üç kişiden dördüncüleri mutlaka O'dur; beşin altıncısı da mutlaka O'dur. Bundan az veya çok olsun, her nerede olsalar mutlaka O, kendileriyle beraberdir. Sonra yaptıklarını kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Şüphesiz Allah, herşeyi bilendir. (Mücadele Suresi, 7)

Dolayısıyla insanın Allah'ı aldatması hiçbir şekilde mümkün değildir. Allah, kişinin yaptığı tüm fiilleri, kalbinden geçen düşünceleri, hatta onun dahi tam olarak bilmediği bilinçaltını bilir. Bir ayette şöyle bildirilir:

Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız. (Kaf Suresi, 16)

Bu durumda insanın yapması gereken şey, Allah'a karşı son derece samimi ve boyun eğici olmaktan başka bir şey değildir. Allah insanın ne olduğunu bilirken, Allah'a karşı kendini olduğundan üstün göstermeye çalışmanın hiçbir anlamı yoktur. İnsan, zaaflarını, eksiklerini, kusurlarını, imani zayıflıklarını Allah'a samimi bir biçimde açmalı ve O'ndan yardım istemelidir.

Peygamberler, Allah ile olan samimi bağlantının en güzel örnekleridir. Allah'a "Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster" şeklinde dua eden, Allah kendisine "inanmıyor musun?" diye sorunca da, "hayır (inandım), ancak kalbimin tatmin olması için" (Bakara Suresi, 260) şeklinde cevabı ile Hz. İbrahim (as), bu konuda Kuran'da örnek verilmektedir. Aynı şekilde, Allah kendisine "Firavun'a git" emrini verdiğinde, "Rabbim, gerçekten onlardan bir kişi öldürdüm, beni öldürmelerinden korkuyorum" (Kasas Suresi, 33) diyerek Allah'tan güç ve dirayet isteyen Hz. Musa (as)'ın ayette bildirilen sözleri bir samimiyet örneğidir.

İnsan Allah'a muhtaç olduğunu kavramadan kendini güçlü, dirayetli, takva sahibi, cesur görmeye çalışmakla bu özelliklere kavuşmaz. Çünkü "... insan zayıf olarak yaratılmıştır" (Nisa Suresi, 28) ve bu zaafı, Allah'a muhtaç olduğunu iyice anlasın diye vardır. Bu nedenle, samimi bir biçimde Allah'a yakınlaşmalı, kendisinde gördüğü her türlü hata için Rabbimiz'e sığınmalı, Rabbimiz'den yardım ve destek istemelidir.

19. Dünya Hayatının Geçiciliği



İnsan dünyaya geçici bir süre için gelmiştir. Burada hem imtihan edilecek, hem eğitilecek, sonra da ahiretteki ebedi yurduna gidecektir. Dünyadaki nimetler, güzellikler ise, cennetteki gerçek nimetlerin çok eksik bir kopyası olarak, ahireti hatırlatmak kastıyla yaratılmışlardır. Ancak inkarcılar bunu kavrayamaz ve ebedi sandıkları dünya hayatını varlıklarının tek amacı haline getirirler. Bu ise tam anlamıyla bir aldanıştır. Çünkü son derece geçici, eksik ve kusurlu olan dünya nimetleri, ebediyete ve mükemmelliğe istek duyan insanı tatminden çok uzaktırlar. Yüce Rabbimiz Allah dünyanın nasıl bir aldanış yeri olduğunu bir ayette şöyle bildirir:

Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kurur, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp olmuştur. Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)

Gerçekten de, gaflet içinde yaşayan inkarcıların hepsi, üstte sayılan birkaç geçici değere (mal ve çocuklarda çoğalma tutkusu, övünme gibi) ulaşmayı amaç edinerek yaşarlar. Al-i İmran Suresi'ndeki ayetlerde, dünyadaki aldatıcı süsler hakkında şöyle buyrulmaktadır:

Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır. De ki: "Size bundan daha hayırlısını bildireyim mi? Korkup sakınanlar için Rablerinin Katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır. Allah, kulları hakkıyla görendir." (Al-i İmran Suresi, 14-15)

Dünya, ahiretle karşılaştırılamayacak kadar basit ve değersizdir. Nitekim Arapçadaki "dünya" kelimesi, "dar, sıkışık, pis yer" anlamından türemiştir. İnsanlar dünya üzerinde geçirecekleri 60-70 yıllık ömrü başta çok uzun ve tatmin edici sanırlar, oysa çok kısa bir süre sonra bu ömrün sonuna gelir. Ölüm yaklaştıkça da, yaşadıkları hayatın ne kadar kısa olduğunu daha iyi anlarlar. Mahşer (diriliş) günü ise, onlarla şöyle konuşulur:

Dedi ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor." Dedi ki: "Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz. Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?" (Müminun Suresi, 112-115)

Allah'a isyan ederek dünya hayatına hırsla kapılmak ve ahireti göz ardı etmek, ebedi cehennemle cezalandırılacak bir suçtur. Allah, "Kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr edenler" hakkında şu hükmü verir:

İşte bunlar, ahireti verip dünya hayatını satın alanlardır; bundan dolayı azapları hafifletilmez ve kendilerine yardım edilmez. (Bakara Suresi, 86)

Başka ayetlerde ise şöyle buyrulmaktadır:

Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olanlar ve bununla tatmin olanlar ve Bizim ayetlerimizden habersiz olanlar; İşte bunların, kazandıkları dolayısıyla barınma yerleri ateştir. (Yunus Suresi, 7-8)

Bazı insanlar dünyanın Allah'ın yarattığı geçici bir yurt olduğunu inkar ederler. Dahası bu geçici yurtta Allah'ın yarattığı bazı nimetlere Rabbimiz'den yüz çevirerek hırsla bağlanır, bunları sahiplenirler. Böyle bir insan, bu tavrını değiştirmezse, elbette ki azaba müstahaktır. Kuran'da, böylelerinin durumu çok açık ifade edilmiştir. Ayetlerde şöyle hükmedilmiştir:

Artık kim taşkınlık edip-azarsa, ve dünya hayatını seçerse, Şüphesiz cehennem, (onun için) bir barınma yeridir. (Naziat Suresi, 37-39)


Dünya Bir Rüya Yeridir. ''İnsanlar Uykudadırlar, Ölüm İle Uyanırlar.''

ADNAN OKTAR: Bakın Müslümanların epey bir kısmı bu konudan çekiniyorlar. Madde insanların beyninde oluşuyor görüntü olarak Allah oluşturuyor. Dışarıda vardır ama dışarıdaki saydam olan, simsiyah karanlık olan madde ile insanın bir bağlantısı olmuyor. Onu Allah biliyor. Asıl gördükleri Allah’ın beyinlerinde yarattığı görüntüdür. O görüntü de Allah’ın meydana getirdiği hafif amperdeki bir elektrikle oluşuyor. Çok az bir amperdeki elektrikle, beynine gelen çok düşük volttaki bir elektrik beyninin içerisinde, şu kadarcık et parçasının içerisinde bütün bu alem oluşuyor. ve adamlar konuşuyor, kavga ediyor. Elindeki çeki senedi yırtıyor birbirlerinin başına atıyorlar. Arbede çıkartıyorlar, kan gövdeyi götürüyor. Hepsi beyninin içinde oluşuyor. İnsanlar da rüyasında kavga ederler, olay çıkartırlar. Kaçar, kovalanır, hastaneye kalkar, bağırır, çağırır, ağlar. “Aman” der “kabusmuş” der, insanlar. Dünya da işte bir rüya yeridir. Öldüğümüzde biz yine bu rüyadan başka bir rüyaya geçmiş olacağız. İnsan rüyadan rüyaya geçer. Hatta “siz tabakadan tabakaya bindirileceksiniz” diyor Allah, ayet var “tabakadan tabakaya bindirileceksiniz”. Şeytandan Allah’a sığınırım. Rüyadan rüyaya geçiyor insanlar, hatta uyandığında bak, diyor ki adam ayet bu: “Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı?” diyor. Adam uyuduğu kanaatinde, uykudan kalktığı kanaatinde, rüyadan kalktığı kanaatinde “uyuyorduk biz” diyor, “yattık, kalktık burası neresi, nerdeyiz biz?” diyor, “ne oldu böyle?” diyor. Aklına da gelmiyor öldüğü. Sonra çağırıcı çağırdığında herkes o tarafa koştuğunda cehennemin arazisine giriyorlar. “Eyvah bize” diyorlar “bu din günü” diyorlar. “Öldük” diyorlar. “Öldük ve dirildik” diyorlar. “Şimdi anladık” diyorlar. “Eyvah” diyorlar, ayet var Kuran ayeti. “Bu din günü” diyorlar. Sonra da Allah’a diyorlar: “Ya Rabbi” diyorlar, “bizi geri gönder, biz anladık” diyorlar, “hata yaptık, eksikliklerimiz var, çok mükemmel olacağız” diyorlar. Allah diyor ki, “dönseler yine ahlaksızlıklarına devam ederler” diyor Allah. Çünkü onlar kendilerini çok akıllı zanediyorlar. O görüntüyü bilerek döneceklerini zannediyorlar. Halbuki Allah onları unutturarak gönderir, gönderse bile, farz edelim gönderse. Gönderdiğinde ne diyecek biliyor musun? Hatta o hatırlasa, farz edelim onu hatırlasa bile, “ya, ne korkunç rüya gördüm arkadaşım” der. ve eski azgınlığına bütün şiddeti ile devam edecektir. Rüyasında birçok dinsiz, cehenneme gittiğini görür. Etkileniyorlar mı? Yoo. Öldüğünü de görür rüyasında, etkilenmezler. Aynısıdır işte, yani o yine etkilenmez, yine kaldığı yerden devam eder. Başka?

ALTUĞ BERKER: Hocam, ahirzamansohbetleri@hotmail.com sitemize soru sormuş okuyucularımız: “Mümin neler karşısında üzüntü duymalıdır? Peygamberimiz (sav) ve büyük İslam alimleri neler karşısında üzüntü duymuşlardır? Teşekkür ederim, Atakan.”

ADNAN OKTAR: Üzüntünün tamamı haramdır. Yani bütün üzüntü çeşitlerinin tamamı haramdır. Çünkü üzüntü, (haşa) Allah’a isyandır. Çünkü bir şey meydana gelmiş, adam üzülüyor. Şer görünse de, mutlaka hayır vardır. Mutlaka hayır vardır. “Üzülmeyin, gevşemeyin”, şeytandan Allah’a sığınırım, “inanıyorsanız güçlü olan sizsiniz, galip olan sizsiniz” diyor Allah. Mehdiyet’e de bakan bir ayettir bu. Bu muhkem ayet. Allah haram kılmıştır üzülmeyi. Müslüman üzülmez. İmanı zayıfsa, yahut inanmıyorsa üzülür. Çünkü onu kendi yaptı sanır. Dünyaya aşıktır o, dünyevi bir olay onu çok sarsar. O görüntü içerisinde, hani var ya film seyredip ağlayan tipler... Filmin hemen akabinde, sinemadan çıktı mı; mesela kovboy filminden çıkıyor, kovboy gibi yürüyerek çıkan tipler oluyor böyle, o kadar etkisinde kalıyor değil mi?... Böyle kendi de o havaya giriyor, yani kendinin de o filmin bir kahramanı olduğuna inanıyor. Böyle tipler çok çok fazladır.

SUNUCU: Efendimiz (sav)’in de böyle bir hadisi var. “Sizlerin içlerinizde en kötünüz, dünyayı sevendir” diyor Hocam.

ADNAN OKTAR: Hayır, dünyanın ne olduğunu bilseler, sevmezler, bu kadar bağlanmazlar. Ne olduğundan haberleri yok. Şimdi mesela ben bu fincanı elime alıyorum; yani bayağı net. Çok çok net. 3 boyutlu görünüyor. Yani görüntü gibi görünmüyor. Benden uzakta görünüyor ayrıca, o kadar kaliteli bir görüntü oluşuyor beynimde. Bir de his var yani dokunma hissi de oluşmuş. Bu da beynimin içinde. Ama sanki uzakta dokunuyormuşum gibi. Yani his kalitesi 3 boyutlu olduğu için, gerçekten uzakta dokunuyormuşum imajı veriyor şu an bana. Bir de tadı var. Yani alenen ıhlamur. Şekerli, kokusu da var. Şimdi inanmayan beri gelsin. Halbuki hepsi beynimin içerisinde oluyor. İşte bu görüntünün ve hislerin 3 boyutlu kalitesinden dolayı, üçü de çok, beşi de çok kalitelidir hislerin. Yani çok kaliteli yaratıyor Allah hisleri. Yani kusursuz, temiz ve çok nettir. Ama ahiret daha nettir tabii. ...

CİHAT GÜNDOĞDU: Hadis-i şerifte de Hocam, sizin söylediğiniz gibi, inşaAllah: “İnsanlar uykudadırlar, ölüm ile uyanırlar” diye geçiyor inşaAllah.

ADNAN OKTAR: “İnsanlar uykudadırlar, ölüm ile uyanırlar.” Uyanırlar, yine bir uykuya geçmiş olurlar, tabii. Ama bak bu çok net, yani konuyu tam açıklıyor. “İnsanlar uykudadırlar, ölüm ile uyanırlar.” İşte bizim anlattığımız konunun bir özeti bu. ve bunu Peygamber (sav) söylüyor. Mesela rüyasında bir şey görüp ağlamak nasıl mantıksızsa, üzülmek nasıl mantıksızsa, aynı şekilde dünyada bir şey olduğunda, ona üzülüp ağlamak da aynı şekilde mantıksızdır. (Sayın Adnan Oktar’ın 4 Mart 2010 tarihli www.harunyahya.tv röportajından)


20. Mülkün Gerçek Sahibi Allah’tır



İnsanların çektiği acıların ya da birbirlerine yaptıkları eziyetlerin başlıca nedenlerinden biri, mülk kavgasıdır. Hatta cahiliye ahlakını yaşayan insanların neredeyse bütün hayatları, "mülk sahibi olma" hırsına dayanır. Bu kişiler sürekli daha fazla mala sahip olabilmek için uğraşır, bu tutkuyu yaşamlarının en büyük amacı haline getirirler.

Oysa dünya hayatının temelini oluşturan bu "çoğalma tutkusu" (Hadid Suresi, 20), tam manasıyla bir aldanıştır. Çünkü yeryüzündeki tüm mülkün sahibi Allah'tır. İnsanlar, "mal sahibi" olduklarını sanmakla kendilerini aldatırlar. Sahip olduklarını sandıkları şeyleri kendileri yaratmamışlardır, o şeyleri yaşatmaya güçleri yetmez. Yok olmalarını da engelleyemezler. Dahası, bir şeye "sahip" olacak bir durumları yoktur, çünkü kendileri bir başka varlığa aittirler: "İnsanların sahibi" (Nas Suresi, 2) olan Allah'ın kontrolü altındadırlar.

Kuran'da, tüm varlıkların, kendilerini yaratmış olan Allah'ın mülkü olduğu şöyle haber verilir: "Göklerde, yerde, bu ikisinin arasında ve nemli toprağın altında olanların tümü O'nundur". (Taha Suresi, 6) Bir başka ayette ise şöyle denir: "Göklerin ve yerin mülkünün Allah'a ait olduğunu bilmiyor musun? O, kimi dilerse azaplandırır, kimi dilerse bağışlar. Allah, herşeye güç yetirendir.” (Maide Suresi, 40)

Allah, sahip oldukları malları insanlara dünya hayatında "emanet" olarak vermiştir. Bu emanet, belli bir vakte kadardır ve elbette günü geldiğinde hesabı sorulacaktır.

İnsana sorulacak olan hesap, kendisine "emanet" olarak verilen mülkü nasıl ve hangi mantıkla kullandığıdır. Eğer o mülkü kendisinin saymış, sahiplenmiş ve o mülkü nasıl kullanması gerektiğini kendisine anlatan resullere karşı, ayette bildirildiği gibi, "Mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi senin namazın mı emrediyor?" (Hud Suresi, 87) diye cevap vermişse, büyük bir azaba müstahak olur. Kuran'da, bu kişilerin ahirette karşılaşacakları durum şöyle haber verilmiştir:

Allah'ın, bol ihsanından kendilerine verdiği şeylerde cimrilik edenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır; bu, onlar için şerdir; kıyamet günü, cimrilik ettikleriyle tasmalandırılacaklardır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır. (Al-i İmran Suresi, 180)

Ayette belirtildiği gibi, Allah'ın bol ihsanından insanlara verilen mallar, o insanlar tarafından "cimrilik" yapmadan harcanması içindir. İnsan, malı sahiplenip onu muhafaza etmeye çalışmak yerine, malın gerçek sahibinin Allah olduğunu bilmek ve malı Rabbimiz'in emrettiği biçimde harcamakla yükümlüdür. Kendisine emanet verilen mallardan, kendi ihtiyaçları için gerekli olan makul bir kısmını kullanacak, "ihtiyaçtan arta kalanı" (Bakara Suresi, 219) ise Allah yolunda harcayacaktır. Eğer Allah yolunda harcamak yerine, bu malları "biriktirmeye" kalkarsa, onları sahiplenmiş olur. Bunun ahiretteki cezası ise çok ağırdır. Bu kimseler hakkında Allah Kuran'da şöyle buyurmaktadır:

... Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azabı müjdele. Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak (ve:) "İşte bu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızdır; yığıp-sakladıklarınızı tadın" (denilecek). (Tevbe Suresi, 34-35)

İslam'da "iktisat" vardır, ama "malı yığma" yoktur. Müminler, yığılacak mallara değil yalnızca Allah'a güvenirler. Allah da bu tevekküllerine karşılık onların bereketini artırır. İnfak ettikleri (Allah yolunda harcadıkları) mallara karşılık, onlara çok daha fazlasını verir. Ancak onlar bunu da infak ederler, Allah nimetini daha da artırır. Bir ayette, infakın bereketi şöyle ifade edilir:

Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat artırır. Allah (ihsanı) bol olandır, bilendir. (Bakara Suresi, 261)

Malı sahiplenen ve onu hayır yolunda harcamayıp biriktirenin durumu ise şöyle anlatılır:

... O, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Gerçekten malının kendisini ebedi kılacağını sanıyor. Hayır; andolsun o, 'hutame'ye atılacaktır. "Hutame"nin ne olduğunu sana bildiren nedir? Allah'ın tutuşturulmuş ateşidir. (Hümeze Suresi, 2-6)

 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü