Harun Yahya

"Ben Daha Gencim, Din Ahlakını İleride Yaşarım" Yanılgısına Cevap



Günümüzde cahiliye toplumunun yaşam tarzındaki umursuzluk ve kayıtsızlık psikolojisi, bazı kimselerin dini anlayışına da yansımıştır. Bu yanlış anlayışa göre, İslam dini, ihtiyar insanların, orta yaşlı kişilerin, arasıra evlere gelip mevlüt okuyan hocaların ya da cuma günleri Yasin-i şerif okuyan ninelerin dinidir. Bu batıl anlayışın bir sonucu olarak, dinin; insanların ölüme yaklaştıkları dönemde ya da üzüntü ve sıkıntı anlarında ihtiyaç duydukları bir rahatlama, huzur ve teselli vasıtası olduğu düşünülür. Bu çarpık mantığa göre daha genç yaşta, yani tam dünyanın nimetlerinden faydalanılacağı bir dönemde, din ahlakını yaşamaya başlamak, pek kabul görmez. Eğer kişi tüm bunlara rağmen dine olan inancını ve saygısını koruyabilmişse, yapacağı en iyi niyetli hareket, onu ilerideki yaşamına ertelemek olur.

Kuşkusuz bu son derece yanlış bir bakış açısıdır. Kuran'da haber verilen gerçek İslam sadece yaşlandıktan sonra yaşanacak bir din değildir; tam aksine, insanı iyiyle kötüyü ayırt etmeye başladığı yaştan itibaren yaşayacağı bir güzellik ve kurtuluştur.

Yaşlılık, çoğu zaman hastalıklar, bedeni zayıflıklar nedeniyle insanın pek çok acizlik içinde yaşadığı bir dönemi oluşturur. Gençlik ise Allah'ın insana verdiği en büyük nimetlerden birisidir. Gerek fiziksel, gerekse zihinsel yönden insanın en yüksek verime ve kapasiteye sahip olduğu bu dönemde Allah'ı unutması, yapabileceği en büyük nankörlüklerden birisi olur. Allah'ın Kuran'da farz kıldığı, iyiliği emredip kötülükten men etmek, İslam ahlakını insanlara anlatmak, Allah'ın şanını yüceltmek gibi çok önemli hükümleri genç, güçlü ve sağlıklıyken yerine getirmeyen bir kimse, yaşlılıkta bunları nasıl yapabilir?

Allah Kuran'ın çeşitli yerlerinde inanmış, Kendisi’ne gönülden bağlanmış gençlerden övgüyle bahsetmektedir:

O gençler, mağaraya sığındıkları zaman, demişlerdi ki: "Rabbimiz, Katından bize bir rahmet ver ve işimizden bize doğruyu kolaylaştır (bizi başarılı kıl)... Biz sana onların haberlerini bir gerçek (olay) olarak aktarıyoruz. Gerçekten onlar Rablerine iman etmiş gençlerdi ve Biz de onların hidayetlerini arttırmıştık. Onların kalpleri üzerinde (sabrı ve kararlılığı) rabtetmiştik; (Krala karşı) Kıyam ettiklerinde demişlerdi ki: "Bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir; ilah olarak biz O'ndan başkasına kesinlikle tapmayız (eğer tersini) söyleyecek olursak andolsun gerçeğin dışına çıkarız." (Kehf Suresi, 10-14)

Hz. Musa'ya da kendi döneminde kavminin bir kısım "genç"lerinden başkası iman etmemiştir:

Sonunda Musa'ya kendi kavminin bir zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları korkusuyla- iman eden olmadı. Çünkü Firavun gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten ölçüyü taşıranlardandı. (Yunus Suresi, 83)

Kuran'da bahsi geçen peygamberlerin birçoğu genç yaşta bu önemli sorumluluğu yüklenmişlerdir. Hz. İbrahim de bu mübarek insanlardan birisiydi. Henüz genç yaştayken çeşitli putlara ibadet ederek Allah'a ortak koşan kavmiyle ilmen mücadeleye girişmiş ve insanlar arasında tanınmaya başlamıştı. Öyle ki, kavminin önde gelen inkarcıları, "Kendisine İbrahim denilen bir gencin bunları (putları) diline doladığını işittik" (Enbiya Suresi, 60) demişlerdi.

Kuran'a göre insan akılca olgunlaştığı, şuuru açıldığı andan itibaren Kuran ahlakını yaşamakla yükümlüdür. "Dini ilerde yaşarım" diyerek gençken din ahlakından uzak bir hayat sürdürmeye razı olan bir kimsenin aslında beş dakika sonra dahi hayatta olacağına dair hiçbir garantisi yoktur. Allah bu konuyla ilgili şöyle buyurur:

Kıyamet saatinin bilgisi, şüphesiz Allah'ın Katındadır. Yağmuru yağdırır; rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdardır. (Lokman Suresi, 34)

O ülkeler halkı, geceleri uyurken, onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler? Ya da o ülkeler halkı, kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, onlara zorlu-azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler? Onlar, Allah'ın tuzağından güvende mi idiler? Allah'ın bir tuzak kurmasından, hüsrana uğrayan bir topluluktan başkası (akılsızca) güvende olmaz. (Araf Suresi, 97-99)

Genç, güçlü ve sağlıklıyken Allah'ın davetine icabet etmeyenlerin, ahiretteki akibetleri Kuran'da şöyle tasvir edilir:

Ayağın üstünden (örtünün) açılacağı ve onların secdeye çağrılacakları gün, artık güç yetiremezler. Gözleri 'korkudan ve dehşetten düşük', kendilerini de zillet sarıp-kuşatmış. Oysa onlar, (daha önce) sapasağlam iken secdeye davet edilirlerdi. (Kalem Suresi, 42-43)

Bir de halk arasında, "gençken hayatımı yaşar, ölmeden önce de nasıl olsa tevbe ederim, hiç günahım kalmaz" gibi batıl bir inanış vardır. Genelde bilgisizlikten ve din ahlakından uzak bir yaşamdan kaynaklanan böyle batıl bir zihniyet, Allah'a karşı çok büyük bir samimiyetsizliktir. Çünkü bu lafın gerçek anlamı: "Ben şimdi her türlü günaha girer, her türlü kötülüğü yaparım, Allah'ın sınırlarını dilediğim gibi çiğnerim. Daha sonra, hayatımın sonuna doğru da tevbe edip, ahiretimi de kurtarmış olurum" demektir. Halbuki "kalplerin özünde saklı olanı bilen "Allah, böyle samimiyetsiz bir zihniyetin başarıya ulaşamayacağını, böyle tevbelerin Kendi Katında geçerli olmayacağını önceden bildirmiştir:

Tevbe; ne kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır. (Nisa Suresi, 18)

Bu akıldan yoksun düşüncenin sahibi, Allah'ı gereği gibi takdir edemediği için, kendince Allah'ın kendisini bir tevbeyle affedeceğini ve cennete sokacağını zanneder. Günlük hayatında yaptığı küçük uyanıklıklar gibi Yüce Rabbimiz Allah'ı aldatabileceğini sanır. (Allah’ı tenzih ederiz.) Oysa sonuçta aldanan da, hüsrana uğrayan da elbette kendisi olur. Ummadığı bir anda ölüm onu hazırlıksız bir şekilde yakalar ve bunun geri dönüşü yoktur. Fakat buna rağmen hayatında sahip olduğu o sinsi zihniyetini de beraberinde taşır. Bu küstah, fakat, aynı zamanda da umutsuz çırpınış Kuran'da şöyle haber verilmiştir:

Suçlu-günahkarları, Rableri huzurunda başları öne eğilmiş olarak: "Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, salih bir amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız" (diye yalvaracakları zamanı) bir görsen. Eğer Biz dilemiş olsaydık, her bir nefse kendi hidayetini verirdik. Fakat Benden çıkan şu söz gerçekleşecektir: "Andolsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan (inkâr edenlerle) tamamıyla dolduracağım." Öyleyse bu (azab) gününüzle karşılaşmayı unutmanıza karşılık azabı tadın. Biz de sizi gerçekten unuttuk; yaptıklarınıza karşılık ebedi azabı tadın. (Secde Suresi, 12-14)

Sonunda, onlardan birine ölüm geldiği zaman, der ki: "Rabbim, beni geri çevirin. Ki, geride bıraktığım (dünya)da salih amellerde bulunayım." Asla, gerçekten bu, yalnızca bir sözdür, bunu da kendisi söylemektedir. Onların önlerinde, diriltilip kaldırılacakları güne kadar bir engel (berzah) vardır. (Müminun Suresi, 99-100)

Allah iman edenlerin, geri dönüşü ve telafisi mümkün olmayan böyle kötü bir duruma düşmemeleri için nasıl bir tutum izlemeleri gerektiğini çeşitli ayetlerde açıklar:

Sizden birinize ölüm gelip de: "Rabbim, beni yakın bir süreye (ecele) kadar geciktirsen ben de böylece sadaka versem ve salihlerden olsam" demezden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Oysa Allah, kendi eceli gelmiş bulunan hiçbir kimseyi kesinlikle ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Münafikun Suresi, 10-11)

Ey iman edenler, Allah'tan nasıl korkup-sakınmak gerekiyorsa öylece korkup-sakının ve siz, ancak Müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin. (Al-i İmran Suresi, 102)

Ey iman edenler, Allah'tan korkun. Herkes yarın için neyi takdim ettiğine baksın. Allah'tan korkun. Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdârdır. (Haşr Suresi, 18)

Dikkat edilirse buraya kadar ele aldığımız zihniyet Allah'ı tamamen inkar etmeye değil, fakat "Allah'ı gereği gibi takdir edememe"ye ve bunun sonucu olarak "Allah'tan gereği gibi korkup sakınmama"ya dayanmaktadır. Allah'ın varlığını kabul etmek ayrı, O'nun sonsuz güç ve aklını, bilgisini, her an herşey üzerindeki hakimiyet ve kontrolünü, azabından hiç kimsenin bir garantisi olmadığını bilip hissetmek ve O'ndan gücünün yettiği kadar korkup-sakınmak ayrı şeylerdir. Şeytan da Allah'ın varlığından kesin olarak emindir. Fakat isyankar olma gafletine kapılmıştır. Kuran'da Allah'ın var olduğunu kabul eden, ancak O'nu gereği gibi takdir edemeyip isyankar olan kimselerden şöyle söz edilir:

De ki: "Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir? Onlar: "Allah" diyeceklerdir. Öyleyse de ki: "Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız? İşte bu, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Öyleyse haktan sonra sapıklıktan başka ne var? Peki, nasıl hâlâ çevriliyorsunuz? Böylece Rabbinin sözü o fasık kimseler üzerinde (şöyle) gerçekleşmiştir ki: "Onlar şüphesiz iman etmezler." (Yunus Suresi, 31-33)

Andolsun, onlara: "Kendilerini kim yarattı?" diye soracak olsan, elbette: "Allah" diyecekler. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorlar? (Zuhruf Suresi, 87)

 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü