Harun Yahya

Müminlerin Sadakatleri



Müminler Allah'a Sadıktırlar



Allah'ın Rızasını Kazanmak İçin İnfak Ederler



Allah Kuran'ın pek çok ayetinde, infak etmenin müminlerin sorumlu olduğu ibadetlerden biri olduğunu belirtmiştir. İnfak etmek, müminin Allah'ın kendisine vermiş olduğu her nimeti Allah yolunda, O'nun rızasını kazanmak için kullanmasıdır.

İnfak etmenin, müminin Allah'a duyduğu sadakatin bir göstergesi olduğunu, iman etmeyen ya da münafık karakterli insanların, bu konuya bakış açılarıyla kıyaslayarak da anlamak mümkündür. Kesin bir bilgiyle iman etmeyen samimiyetsiz kimseler için, sahip oldukları maddi servet çok değerlidir. Kendi inançlarına göre, sahip oldukları bu değerli şeyleri, kesin bir bilgiyle inanmadıkları veya şüphe duydukları bir şey uğruna asla harcayamazlar. Allah'a ve ahirete zayıf bir imanla inandıkları için de, Allah'a ve elçisine karşı bir sadakat duymaları ve bu yolda sahip olduklarını severek kullanmaları söz konusu olmaz. Bu nedenle, Allah yolunda infak etmeye çağrıldıkları zaman bundan kaçarak cimrilik ederler. Allah, kalplerinde hastalık bulunan insanların bu samimiyetsiz tavırlarını Kuran'da şöyle bildirmektedir:

İşte sizler böylesiniz; Allah yolunda infak etmeye çağrılıyorsunuz; buna rağmen bazılarınız cimrilik ediyor. Kim cimrilik ederse, artık o, ancak kendi nefsine cimrilik eder. Allah ise, Ganiy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)'dir; fakir olan sizlersiniz. Eğer yüz çevirecek olursanız, sizden başka bir kavmi getirip-değiştirir. Sonra onlar, sizin benzeriniz de olmazlar. (Muhammed Suresi, 38)

İmanlarında hastalık bulunan bu insanların bir başka çirkin davranışları da, dine zarar vermek ve müminlerin birbirlerine olan bağlılıklarını kırmak için, Allah'ın "Onlar ki: "Allah'ın ve Resulün yanında bulunanlara hiçbir infakta (harcamada) bulunmayın, sonunda dağılıp gitsinler" derler. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Ancak münafıklar kavramıyorlar." (Münafikun Suresi, 7) ayetiyle belirttiği gibi, başkalarının da müminlere yardım etmesini engellemek istemeleridir. Kendi aralarındaki sadakat duygusu, sadece paraya ve mala bağlı olduğundan, müminlerin birbirlerine olan bağlılıklarını da ancak bu açıdan değerlendirebilmektedirler. Bu şekilde hareket ettiklerinde, iman edenlerin 'dağılacaklarını' sanırlar. Oysa müminlerin kendi aralarındaki birliktelikleri maddi değerler üzerine kurulu değildir. Onları birarada tutan Allah'a olan imanları, sadakatleri ve Allah korkularıdır. Bu nedenle de münafık karakterli bu kimselerin bu yöndeki girişimleri hiçbir zaman için sonuç vermez.

Münafık karakterli insanların gösterdikleri bu ahlak, müminlerin mallarını Allah'ın rızasını kazanmak için infak etmelerinin önemini ortaya koymaktadır. İnfak, salih bir müminle bir inkarcıyı ya da münafık karakterli bir insanı birbirinden ayıran önemli ibadetlerden biridir. İnkar edenlerin, müminleri Allah yolundan alıkoymak için mallarından harcama yapmaları ise, bu kimselerin akılsız davranışlarının bir diğer örneğidir. Allah, bu kimselerin bu amaçla yaptıkları harcamaların kendilerine 'yürek acısı' olarak geri döneceğini Kuran'da şöyle bildirmiştir:

Gerçek şu ki, inkar edenler, (insanları) Allah'ın yolundan engellemek için mallarını harcarlar; bundan böyle de harcayacaklar. Sonra bu, onlara yürek acısı olacaktır, sonra bozguna uğratılacaklardır. İnkar edenler sonunda cehenneme sürülüp toplanacaklardır. (Enfal Suresi, 36)

Bu kimseler infak etmenin anlamının ve değerinin ve bunun dünyada ve ahirette kendilerine getireceği büyük kazançların da farkında değillerdir. Sahip oldukları herşeyin Allah'a ait olduğunun şuurunda olmadıkları için, bunları Allah yolunda harcamaktan sürekli olarak kaçınırlar. Kaçınmasalar bile, yaptıkları infakı Allah'ın rızasını kazanmak için değil, sadece kendi çıkarlarına yönelik olarak, gösteriş amaçlı yaparlar. Bu kimseler Allah'a ve Resulüne sevgi ve bağlılık duyacakları yerde, Allah'ın kendilerine infak etmeleri için verdiği maddi değerlere tutku ve bağlılık duyarlar. Bu kişilerdeki mal ve zenginlik tutkusu o kadar güçlüdür ki, kendilerine infak etmeleri hatırlatıldığında, buna karşılık vermiş oldukları cevap dahi, bu konudaki bakış açılarının çarpıklığını ortaya koymaktadır. Allah Kuran'da inkar edenlerin bu tavrını şöyle bildirmektedir:

Ve onlara: "Size Allah'ın rızık olarak verdiklerinden infak edin" denildiği zaman, o inkar edenler iman edenlere dediler ki: "Allah'ın, eğer dilemiş olsaydı yedireceği kimseyi biz mi yedirecekmişiz? Gerçekten siz, apaçık bir şaşkınlık içindesiniz." (Yasin Suresi, 47)

Yukarıda tarif edilen mallarda çoğalma psikolojisi, insanı, sahip olduklarını Allah yolunda harcamak gibi çok değerli bir ibadetten alıkoymaktadır. Diğer yandan infak etmek, iman edenlerin Allah'a olan güçlü sadakatlerini ve bağlılıklarını ortaya çıkarmaktadır. Allah Kuran'da, Allah'a olan bağlılıklarının çok güçlü olması sebebiyle, Allah yolunda infak edecek bir şey bulamadıkları zaman gözlerinden yaşlar boşanarak geri dönen müminlerin ahlakını örnek vermiştir:

..."Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum" dediğin ve infak edecek bir şey bulamayıp hüzünlerinden dolayı gözlerinden yaşlar boşana boşana geri dönenler üzerinde de (sorumluluk) yoktur. (Tevbe Suresi, 92)

Allah'a karşı içten bir sevgi ve sadakat duyan bir kişi, sahip olduğu veya olacağı herşeyi bu yolda severek ve isteyerek harcar. Bu yüzden infak etmek, Allah'ın "Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir; kendilerine isabet eden musibetlere sabredenler, namazı dosdoğru kılanlar ve rızık olarak verdiklerimizden infak edenlerdir." (Hac Suresi, 35) ayetiyle bildirdiği gibi, önemli bir mümin özelliğidir. Müminler, Allah'ın kendilerine infak etmeleri için verdiği tüm nimetleri O'nun rızasını kazanmak için kullanarak, Allah'a karşı olan bağlılıklarını ve teslimiyetlerini en güzel şekilde göstermeye çalışırlar.

Bunun yanı sıra, müminler için infak etmek o anki şartlara bağlı bir ibadet de değildir. İnsan zenginlik içerisinde olup infak edecek mala mülke sahip olduğunda bu ibadeti yerine getirmekle ne kadar sorumluysa, elindeki maddi imkanlar kısıtlı olduğunda da, yine o derece sorumludur. Ancak Allah, 'Kendisi'ne içten bağlı kalıp' hayra çağıran salih müminler oldukları sürece, infak için hiçbir şey bulamayan insanların sorumlu olmayacağını şu ayetle bildirmiştir:

Allah'a ve elçisine karşı 'içten bağlı kalıp hayra çağıranlar' oldukları sürece, güçsüz-zayıflara, hastalara ve infak etmek için bir şey bulamayanlara bir sorumluluk (günah) yoktur. İyilik edenlerin aleyhinde de bir yol yoktur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (Tevbe Suresi, 91)

Müminler ne kadar zor ve güç bir durumda olsalar da, eğer infak edecek bir şeyleri varsa bunu seve seve verirler. Hangi şartlar altında olurlarsa olsunlar, bu sorumluluklarını mutlaka yerine getirmeye çalışırlar. Bu yüzden Allah bir ayetinde müminlerden "Onlar bollukta da, darlıkta da infak edenler..." (Al-i İmran Suresi, 134) olarak bahsetmiştir. Bir başka ayette ise Allah, içinde bulundukları koşul ne olursa olsun, müminlerin infak konusunda istikrarlı ve kararlı bir tavır gösterdiklerini ve gizli ya da açık olmak üzere sürekli olarak bu ibadetlerini yerine getirdiklerini bildirmiştir:

Onlar ki, mallarını gece, gündüz; gizli ve açık infak ederler. Artık bunların ecirleri Rableri Katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 274)

İnfak etmenin müminlere kazandırdığı bir başka güzellik de, bu ibadetin müminlerin Allah'a yakınlaşmasına bir vesile olmasıdır. Allah bir ayette infak etmenin bu hikmetini şöyle bildirmektedir:

Bedevilerden öyleleri de vardır ki, onlar Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve infak ettiğini Allah Katında bir yakınlaşmaya ve elçinin dua ve bağışlama dileklerine (bir yol) sayar. Haberiniz olsun, bu gerçekten onlar için bir yakınlaşmadır. Allah da onları Kendi rahmetine sokacaktır. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Tevbe Suresi, 99)

Müminlerin, bu ibadetlerini 'Allah'a yakınlaşmaya ve elçinin dua ve bağışlamasına bir yol' olarak görmeleri, ne kadar samimi ve teslimiyetli bir ahlaka sahip olduklarının da bir göstergesidir. Müminler sahip oldukları malları, Allah'ın rızasını kazanabilecekleri salih ameller için kullanır ve bu yolla Allah'a şükredip yakınlaşmaya çalışırlar. Dolayısıyla infak etmek, hem müminlerin Allah'a olan sadakatlerinin gücünü ortaya koymakta hem onların imanlarını da güçlendirmekte hem de onları Allah'a daha da yakınlaştırarak teslimiyetlerini artırmaktadır. Allah bir ayetinde müminlerin, mallarını "yalnızca Allah'ın rızasını istemeyi, kendilerinde olanı 'kökleştirip-güçlendirmeyi" (Bakara Suresi, 265) amaçlarayarak infak ettiklerini bildirerek onların bu güzel ahlakını övmüştür.

İnkarcıların dünya hayatında çok değer verdikleri, büyük bir sevgi ve tutkuyla bağlandıkları malları, müminler için kendilerine Allah'ın rızasını kazandırmasını umdukları birer nimettir. Sahip oldukları herşeyin gerçek sahibinin Allah olduğunu bildikleri için, bu ibadeti yerine getirmekte hiçbir sıkıntı duymazlar. Tüm nimetleri sadece Allah'ın rızasını kazanmak için büyük bir şevkle kullanmaları ve infak etmeyi Allah'a yakınlaşmaya bir vesile olarak görmeleri, müminlerin Allah'a olan sadakatlerini en güzel şekilde ortaya koymaktadır.

Allah Yolunda 'Dosdoğru' Bir İstikamet Tutturmuşlardır



İnsanların düşünceleri ve yaşam tarzları, amaçlarına ve hedeflerine göre farklılık göstermektedir. Herkesin kendi hayatından belirli beklentileri olduğundan, her insan bunları elde edebileceği bir yaşam tarzını benimsemektedir.

Örneğin, büyük bir şirketin yöneticisi olmak isteyen bir kişinin, bu amacını gerçekleştirebilmesi için, üniversitenin işletme ile ilgili bir bölümüne girmesi ve yönetici olabilmek için gerekli tüm bilgi ve tecrübeyi kazanması gerekecektir. Yaşamı boyunca bu mesleği sürdüreceğinden, bu mesleğin kendisine getireceği bir yaşam tarzını benimseyecektir. Üniversitede profesör olmak isteyen bir kişi ise, çok yoğun şekilde çalışacak, belki yurt dışına gidip yıllarca orada kalarak eğitimini tamamlayacak, hatta bunun için gerekiyorsa gençliğinden ve özel zevklerinden de fedakarlıklarda bulunacaktır. Kısacası insanlar, amaçlarına göre bir yaşam tarzı seçmekte ve tüm hayatlarını bu amaçlarını gerçekleştirebilme üzerine kurmaktadırlar.

Elbette insanın dünya hayatında kendisine birtakım hedefler belirlemesinin ve bunlara ulaşmak için çaba harcamasının yanlış bir yönü yoktur. Yanlış olan, tüm hedeflerini sadece bu dünyevi isteklerle sınırlandırmış ve bunlar arasında ahirete yönelik bir hedefe yer vermemiş olmasıdır. Kişinin hedefi sadece bu dünya hayatı ise, bu durumda yaşamı yukarıda tarif ettiğimizden farklı olmayacaktır. Allah'a iman etmeyen ve ahiret hayatından habersiz yaşayan bir insan, kendisi için belirlediği geçici dünyevi hedeflere ulaşmak için çaba harcayacaktır.

İşte müminlerle inkarcılar arasındaki en önemli farklardan birisi de budur. Müminler inkarcılardan farklı olarak, bu dünyanın 'değersizliğini' ve 'geçiciliğini' çok iyi kavradıkları için, bu dünyaya hiçbir şekilde bağlanmazlar. Elbette dünya hayatının nimetlerinden de en güzel şekilde yararlanırlar ancak müminlerin bu dünyadaki amaçları Allah'a kulluk etmek ve O'nun rızasını ve rahmetini kazanıp, cennetine kavuşabilmektir. Bu yüzden müminler hayatlarını, kendilerine Allah'ın rızasını kazandıracak salih amellerde bulunmaya ve Kuran ahlakını yaşamaya adamışlardır. Allah'ın "... Kim Allah'a sımsıkı tutunursa, artık elbette o, dosdoğru olan bir yola iletilmiştir." (Al-i İmran Suresi, 101) ayetiyle belirttiği gibi, Allah'a sımsıkı bağlandıkları için, Allah onları Kendi dosdoğru yoluna iletir.

Müminler, hayatları boyunca sadece Allah'ın kendilerine gösterdiği yolu izleyen ve "... Hiç şüphesiz Allah'ın yolu, asıl yoldur. Ve biz alemlerin Rabbine (kendimizi) teslim etmekle emrolunduk." (Enam Suresi, 71) diyerek, bu yolda 'dosdoğru' bir istikamet tutturan insanlardır. 'Dosdoğru bir istikamet tutturmak', müminlerin hayatları boyunca Allah'ın kendilerine gösterdiği doğru yoldan hiçbir şekilde ayrılmadıklarını ifade etmektedir. Şüphesiz ki bir insanın hiçbir dünyevi kazanç hedeflemeden, kendini sadece Allah'ın rızasını ve sevgisini kazanmaya adaması, bu kişinin Allah'a olan güçlü sadakatini ve bağlılığını çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Allah, Kuran'da müminlerin bu üstün ahlakını örnek göstermiş ve onların melekler tarafından cennetle müjdeleneceklerini haber vermiştir:

Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki): "Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin." (Fussilet Suresi, 30)

Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra doğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); artık onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Ahkaf Suresi, 13)

Müminler Allah'ın rızasını kazanmayı herşeyin üzerinde tuttukları için, onların -Allah'ın dilemesi dışında- doğru yoldan sapmaları söz konusu değildir. Allah onların 'kalplerine imanı yazmış ve onları Kendi'nden bir ruh ile desteklemiştir' (Mücadele Suresi, 22). Müminler, Allah'ın kendilerine gösterdiği bu yolda ilerlemekten hiçbir şekilde taviz vermezler. Buna bağlı olarak duydukları güçlü sadakat ve teslimiyet duygusu ile Allah'ın "De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır." (Enam Suresi, 162) ayetiyle bildirdiği gibi, 'tüm hayatlarını Allah'ın rızası kazanmak için yaşarlar'. Yaptıkları her işte Allah'ı anar ve o işi Allah'ın rızasını kazanma niyetiyle yaparlar.

Bununla beraber müminler, kendilerine isabet eden zorluklara karşı da en güzel şekilde sabreder ve sürekli Allah'a dua ederek, Allah'tan yardım dilerler. Onlar için, hayatları boyunca bu yolda ilerleyebilmek ve Allah'ı razı edecek salih amellerde ve davranışlarda bulunabilmek çok önemlidir. Müminlerin bu yoldaki istekleri, şevkleri, güçleri ve kararlılıkları, onların Allah'a karşı duydukları içten sadakatin ve teslimiyetin bir göstergesidir.

Allah'a İbadet Etmekte Kararlılık Gösterirler



Kararlılık, herhangi bir amaca ulaşmak için, hiçbir engel ve zorluk tanımadan, azimli bir şekilde çaba harcayıp, yapılması gerekenleri tam olarak yerine getirmektir. Bu anlamda kararlılık, müminlerin hayatları boyunca ihtiyaç duydukları ve kendilerine Allah'ın rızasını kazandıran çok önemli bir ahlak özelliğidir. Allah, aşağıdaki ayet ile müminleri, ibadetlerinde kararlı davranmaları konusunda uyarmıştır:

Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir; şu halde O'na ibadet et ve O'na ibadette kararlı ol. Hiç O'nun adaşı olan birini biliyor musun? (Meryem Suresi, 65)

Allah, Kuran'da, Kendisi'ne inanan salih müminlerin hayatları boyunca uymaları gereken tüm emir ve yasakları bildirmiş ve dünya hayatında yaşamaları gereken imani olgunluğu ve ahlak özelliklerini onlara açıklamıştır. Her Müslüman, Kuran'dan sorumlu olduğunu ve Allah'ın rızasını kazanmanın önemini bildiği için, Allah'ın kendisine indirdiği tüm emir ve yasaklara uyar ve bu dünyada cennete layık olabilecek bir ahlaka ulaşmaya çabalar. Müminler, Allah'a en güzel şekilde kulluk eder ve Allah'ın razı olacağı umulan düşünce ve davranışlarda bulunurlar.

Allah Kuran'ın pek çok ayetinde müminlerin yapmaları gereken ibadetleri anlatmıştır. Müminler bu konuda hiçbir gevşeklik göstermezler. Tüm ibadetlerini severek ve isteyerek en güzel şekilde yerine getirirler. Allah, müminlerin bu konudaki kararlılıklarını Kuran'da şöyle haber vermiştir:

(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar. (Nur Suresi, 37)

Müminler Allah'ın, "Onların etleri ve kanları kesin olarak Allah'a ulaşmaz, ancak O'na sizden takva ulaşır. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirmiştir; O'nun size hidayet vermesine karşılık Allah'ı tekbir etmeniz için. Güzellikte bulunanlara müjde ver." (Hac Suresi, 37) ayetiyle bildirdiği gibi, yaptıkları bu ibadetleri Allah Katında asıl olarak değerli kılacak olanın, kalplerinde taşıdıkları niyetleri olduğunu bilirler. Bu nedenle de ihlas ve samimiyetle hareket etmeye büyük özen gösterirler.

Müminler ibadetlerindeki bu kararlılığı, Allah'ın hoşnut olduğu ve ayetlerle tarif ettiği üstün ahlaka kavuşmak için de gösterirler. Müminlerin bu yönde gösterdikleri çaba ve kararlılık, güzel ahlakı yaşayabilmek için nefislerine karşı verdikleri samimi mücadeleden de anlaşılır.

Allah, dünya hayatındaki imtihanın bir gereği olarak insana iki yol göstermiştir: iyi yol ve kötü yol. Müminler hayatları boyunca güzel bir ahlak gösterebilmek için, nefislerindeki bu kötü yola sapmaktan sakınırlar. Örneğin mümin öfkelenilecek bir durumla karşılaştığında kararlı bir şekilde öfkesini yener ve bağışlayıcı bir tavır gösterir. Kibirli bir kimseyle karşılaştığında, ona kibirli bir şekilde karşılık vermez; kararlılık gösterir ve tevazusunu korur. Rabbimiz Kuran'da, "... Nefisler ise 'kıskançlığa ve bencil tutkulara' hazır (elverişli) kılınmıştır..." (Nisa Suresi, 128) şeklinde buyurmuş, nefsimizin bencil tutkularına karşı dikkatli olmamızı ve güzel ahlakta kararlılık göstermemizi emretmiştir. Allah'ın bildirdiği ahlakı yaşayan insan, cömert, paylaşmayı seven ve kendinden çok diğer insanları düşünen biri haline gelir. Her koşulda kararlılığını korur ve çevresindeki insanlara her zaman için 'sözün en güzelini' söyler.

Müminler Kuran ahlakına büyük bir saygı ile bağlıdırlar. Hayatları zorluk ve sıkıntılar içinde geçse de, bolluk ve refah içinde yaşasalar da, Kuran ahlakından hiçbir şekilde taviz vermezler. Allah'ın Kuran'da, "Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: "Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz." (Bakara Suresi, 156) ayetiyle bildirdiği gibi, Allah'a olan bağlılıklarını ve teslimiyetlerini hiçbir zaman için kaybetmezler. Müminlerin bu şekilde hareket etmeleri onlara güçlü bir kişilik kazandırdığı gibi, onları imani açıdan da olgunlaştırır. Allah Kuran'da iman edenlerin bu üstün ahlakını ve Allah'a karşı olan sadakat ve teslimiyetlerini şöyle övmektedir:

İyilik yaparak kendini Allah'a teslim eden ve hanif (tevhidi) olan İbrahim'in dinine uyandan daha güzel din'li kimdir? Allah, İbrahim'i dost edinmiştir. (Nisa Suresi, 125)

Allah Kuran'da, dinine teslim olan Hz. İbrahim'i övmüş ve onu dost edindiğini bildirmiştir. Allah müminlerin her şartta değişmeyen teslimiyetli tavırlarını ve Kendisi'ne olan bağlılıklarını Kuran'da şöyle haber vermiştir:

Onlar ki, yeryüzünde kendilerini yerleştirir, iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekatı verirler, marufu emrederler, münkerden sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah'a aittir. (Hac Suresi, 41)

Müminlerin Kuran ahlakını yaşamaktaki kararlılıklarını gösteren bir diğer özellikleri de, Allah'ın rızasını kazanma çabalarında süreklilik göstermeleridir. Müminler sürekli olarak Allah'ın rızasını kazanmayı düşünür, bunun için salih amellerde bulunurlar. Allah'ın sevdiği ve rahmet ettiği bir kul olabilmeyi içten arzu ederler. Hayatları boyunca Allah'ı vekil tutar, din ahlakını katıksızca Allah'a halis kılarak yaşarlar. Müminlerin hiçbir gevşekliğe kapılmadan, sürekli olarak imanlarını güçlendirmeye çalışmaları, Allah'a duydukları sadakatin onlara sağlam bir kararlılık kazandırdığını göstermektedir.

Ahiret İçin 'Ciddi Bir Çaba' Gösterirler



Müminlerin Allah'ın rızasını ve cennetini kazanabilmek için hayatları boyunca 'ciddi bir çaba' göstermeleri, onların Allah'a olan sadakatlerinin bir göstergesidir. Rabbimiz Kuran'da müminlere Allah'ın rızasını ve ahiretini kazanmak için 'ciddi bir çaba' göstermekle sorumlu olduklarını buyurmuştur. Müminler bu 'ciddi çabayı', hem kendi nefislerini imani açıdan olgunlaştırıp Allah'ın hoşnut olacağı bir yapıya kavuşturmak, hem de Allah'ın Kuran'da tarif ettiği güzel ahlakı insanlara anlatmak için gösterirler. Müminlerin çabası, onların Allah'a olan teslimiyetlerinin getirdiği 'güç ve azim' sayesinde ortaya çıkmaktadır. Allah'a karşı duydukları iman ne kadar güçlü olursa, Allah'ın onların kalplerine hissettireceği şevk ve heyecan da o kadar kuvvetli olacaktır. Allah, Kuran'da, müminlere Kendi yolunda ciddi bir çaba harcamalarını şöyle öğütlemiştir:

Kim de ahireti ister ve bir mümin olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır. (İsra Suresi, 19)

İşte müminler ciddi çabayı ilk olarak kendi nefislerini Allah'ın razı olacağı umulan bir hale getirmek için harcarlar. İnkar eden bir kimsenin ise, -iman etmediği sürece- kendi nefsiyle mücadele edebilmesi ve bunda hayat boyu kararlı olup, ciddi bir çaba gösterebilmesi mümkün değildir. İnsanların bir kısmı hayatlarını Kuran ahlakından uzak, tamamen kendi istek ve tutkularına göre yaşamaktadırlar. İçlerindeki bu istekten hiçbir zaman vazgeçemedikleri için, Allah'ın rızasına göre bir hayat yaşamaya da yanaşmazlar.

Nefsin, iman etmeyen insanlar üzerindeki zorlayıcı etkisi anlaşıldığında, müminlerin nefisleriyle yaptıkları mücadelenin büyüklüğü de ortaya çıkmaktadır. İnkar edenler kendi nefislerinin isteklerine yenilirken, müminler Allah'a iman ettikleri ve O'na içten bağlılık oldukları için, nefisleriyle en güzel şekilde mücadele edecek bir güce ve isteğe sahiptirler. İnsanın kendi isteklerine ve tutkularına göre değil de, tamamen Allah'ın istediği şekilde hareket etmeye çalışması, şüphesiz ki ancak Rabbimiz'e duyulacak içten bir bağlılıkla mümkündür. Müminler, Allah'ın "Ey iman edenler, üzerinizdeki (yükümlülük) kendi nefislerinizdir..." (Maide Suresi, 105) ayeti gereği, dünyada üstlenmeleri gereken en büyük sorumluluklardan birinin, kendi nefislerini terbiye etmek olduğunun farkındadırlar. Hayatları boyunca kendilerine sürekli olarak kötülüğü emreden ve kendilerini Allah'ın rızasından uzaklaştırmaya çalışan bu saptırıcı güçle mücadele halindedirler. Nefislerinin aldatmacalarına karşı son derece uyanık olur ve Allah'ın rızasına uygun olmayacak hareketlerden şiddetle kaçınırlar. Amaçları Allah'ın rızasını kazanmak olduğundan, Allah'ın "İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah'ın rızasını ara(yıp kazan)mak amacıyla nefsini satın alır. Allah, kullarına karşı şefkatli olandır." (Bakara Suresi, 207) ayetiyle bildirdiği gibi, kendi nefislerini geri planda tutup daima Allah'ın rızasına uygun şekilde hareket ederler. Müminlerin nefislerini Allah'ın razı olacağını umdukları bir hale getirmek için gösterdikleri bu içten ve teslimiyetli çaba, Allah'a karşı bir ömür boyu kesintisiz olarak gösterdikleri sadakatin güzel bir örneğidir. Bu çabadan da her zaman kazançlı çıkarlar; Allah onları rahmetiyle ve yardımıyla destekler ve her işlerini en hayırlı şekilde sonuçlandırır.

Müminler, nefisleri konusunda göstermiş oldukları bu 'ciddi çabanın' yanı sıra, Allah'ın seçip beğendiği, insanlar için en uygun hayat tarzı olan İslam ahlakını insanlara anlatıp yaygınlaştırmak ve böylece dünya üzerinde fitne ve bozgunculuğun sona ermesi için de büyük bir 'çaba' harcarlar.

Dünya tarihi boyunca, inkar edenler, hak dinlerin, dolayısıyla müminlerin ve peygamberlerin karşısında olmuşlardır. Onların faaliyetlerini engellemeye ve çeşitli iftiralar atarak onları insanların gözünde küçük düşürmeye çalışmışlar, hatta onlara fiziksel saldırılarda bulunup, şiddet uygulamaktan da geri kalmamışlardır. İman edenler ve peygamberler yeryüzünde dirlik ve düzeni sağlamak, inkar edenlerin fikri ve fiziki saldırılarını engellemek büyük bir 'çaba' göstermiş, bu yolda birçok zorluk ve tepkiyle karşılaşmışlardır. Çeşitli iftiralara maruz kalmış, bulundukları şehirlerden sürülmüşlerdir. Ancak tüm bu zorluklara rağmen Kuran ahlakını yaşamaktan asla vazgeçmemiş, kınanmaktan korkmamış ve gösterilen haksız tepkilerden etkilenmemişlerdir.

Zorluklar iman edenleri hiçbir zaman için yılgınlaştırmamakta, aksine onları daha şevkli ve daha güçlü hale getirmektedir. Onlar, Allah'ın "Düzene konulması (ıslah)ından sonra yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın; O'na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır." (Araf Suresi, 56) ayetiyle bildirdiği üzere, yeryüzünde huzur, adalet ve mutluluğun egemen olabilmesi için, hiçbir karışıklık ve bozgunculuk olmaması gerektiğinin farkındadırlar. Bunun da sadece Kuran ahlakının yaşanmasıyla gerçekleşebileceğini bildiklerinden, Kuran ahlakını insanlara anlatmak için samimi bir çaba harcarlar.

Peygamber Efendimiz de "Müminin mizanında en ağır basacak şey güzel ahlaktır. Muhakkak ki, Allah Teala işi ve sözü çirkin olan ve hayasızca konuşan kimseye buğz eder" (G. Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 1. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 15/9) ve "Ruhumu kudret altında tutan Allah'a yemin ederim ki cennete sadece güzel ahlak sahipleri girer" (Tirmizi; Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 2. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s.792) hadis-i şerifleriyle güzel ahlakın önemine dikkat çekmiş ve müminleri bu konuda samimi bir çaba harcamaya davet etmiştir.

Allah'ın ve Peygamberimiz (sav)'in güzel ahlak konusundaki tavsiyelerini bilen müminler, hem kendi nefislerine karşı mücadele etmek hem de Kuran ahlakını insanlara anlatmak için büyük bir çaba gösterirler. Onların bu uğurda tüm hayatlarını ve sahip oldukları herşeyi feda edebilecek bir kararlılık gösterebilmeleri, Kuran'a sımsıkı sarılmalarıyla ve Allah'a karşı şiddetli bir sadakat ve bağlılık duygusu içinde olmalarıyla mümkün olabilmektedir. Allah Kuran'da, müminlerin Allah'a verdikleri sözü tutarak, O'na olan sadakatlerini kanıtladıklarını şöyle bildirmektedir:

Müminlerden öyle erkek -adamlar vardır ki- Allah ile yaptıkları ahde sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi beklemektedir. Onlar hiçbir değiştirme ile (sözlerini) değiştirmediler. Çünkü Allah, (sözüne bağlı kalıp doğru olan) sadıkları sadakatlerinden dolayı mükafatlandıracak, münafıkları da dilerse azaplandıracak veya tevbe (nasip edip tevbe)lerini kabul edecektir. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Ahzab Suresi, 23-24)

Peygambere Sadıktırlar



Peygamberin Allah'ın Elçisi Olduğuna İman Ederler



Allah, çağlar boyunca tüm insanlara, kendilerine dini tebliğ etmesi, bilmediklerini bildirmesi, onları temizleyip arındırması için, Kendisi'nden bir rahmet olarak peygamberler göndermiştir. Peygamberleri diğer insanlardan farklı kılan, onların Allah'ın özel olarak görevlendirdiği, yani 'seçtiği' insanlar olmalarıdır. Bu nedenle peygamberler, müminler için çok 'değerli' insanlardır. Müminler Allah'a karşı içten bir bağlılığa sahip oldukları için, Allah'ın kendilerine bir 'rahmet' olarak gönderdiği peygamberlere karşı da derin bir sevgi ve saygı duyar, onlara da güçlü bir sadakat ve bağlılık gösterirler. Peygamberlerle ilgili konuşmalarında ve davranışlarında çok sevgi dolu ve saygılı bir üslup kullanırlar.

Ayrıca müminler, Allah'ın elçilerine iman edip sadakat göstermenin, Allah'ın bir emri olduğunu da bilirler. Peygamberler, Allah'ın dinini tebliğ eden ve iman edenlerin örnek aldıkları kimselerdir. Kendilerine verilen bu büyük sorumluluk peygamberlerin imanlarının çok üstün ve güçlü olduğunu gösterir. Bundan dolayı müminlerin, Allah'ın elçisine sadık kalmaları, onun tavsiyelerine uymaları, onlara büyük bir kazanç sağlar. Allah Kuran'da, Allah'a ve O'nun Resulüne uyan kimselerin ahirette üstün bir karşılık göreceklerini bildirmiştir:

Allah'a ve O'nun Resulüne iman edenler; işte onlar Rableri Katında sıddıklar ve şehitler (veya şahitler)lerdir. Onların ecirleri ve nurları vardır. İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlar ise; işte onlar da cehennem halkıdır. (Hadid Suresi, 19)

Bir diğer ayette ise Allah, Peygamberimiz (sav)'e sadık kalarak O'nun yolunu izleyen kimseleri şöyle müjdelemektedir:

Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır. (Araf Suresi, 157)

Allah'ın Resulüne sadık olan, O'nun yolunu izleyen müminler, dünyada büyük bir rahatlığa ve huzura kavuşacaklardır. Bu da onların gücüne güç, imanlarına iman katıp artıracak ve -Allah'ın izniyle- Allah'ın rahmetini ve cennetini kazanmalarına vesile olacaktır.

Peygambere İtaat Ederler



İman edenlerin peygamberlere olan sadakatlerinin en önemli göstergelerinden biri, onların Allah'ın elçileri olduğunu bilerek, sözlerine en güzel şekilde itaat etmeleridir. Allah Kuran'ın pek çok ayetiyle inanan kimseleri peygamberlere itaat etmeye çağırmıştır. Peygamberler ise tarihin her döneminde, yaşadıkları toplumları Allah'a ve kendilerine itaat etmeye davet etmiş, dünyada ve ahirette kurtuluşlarının ancak bu ahlakı göstermeleriyle mümkün olacağını hatırlatmışlardır.

Müminlerin Allah'a ve elçilerine karşı itaatli bir şekilde hareket etmeleri, onların Allah'a karşı olan sadakatlerinin doğal bir sonucudur. Allah müminlerin, elçilerin hükümleri karşısında, Allah'a olan teslimiyetlerini şu şekilde dile getirdiklerini bildirmektedir:

Aralarında hükmetmesi için, Allah'a ve elçisine çağrıldıkları zaman mümin olanların sözü: "İşittik ve itaat ettik" demeleridir. İşte felaha kavuşanlar bunlardır. (Nur Suresi, 51)

Dolayısıyla ancak samimi bir sadakat ile yaşanabilen bir davranış olan itaat de, yine sadece müminlerin gösterebilecekleri bir tavırdır. Allah Kuran'ın pek çok ayetinde itaatin önemini ve bu ahlakın müminlere kazandıracağı güzellikleri haber vermiştir. "Allah'a ve elçisine itaat edin, ki merhamet olunasınız." (Al-i İmran Suresi, 132) ayetiyle Allah, elçilere olan itaatin, müminlere Allah'ın merhametini kazandıracağını bildirmiştir. Bu nedenle müminler bu konuya çok önem verirler. Allah'ın "De ki: "Allah'a ve elçisine itaat edin." Eğer yüz çevirirlerse şüphesiz Allah kafirleri sevmez." (Al-i İmran Suresi, 32) ayetiyle bildirdiği gibi, bunun kendilerine Allah'ın rızasını kazandıracak bir tavır olduğunu bilerek bu konuya büyük bir titizlik gösterirler.

Allah Kuran'da, müminlerin elçilere olan sadakatlerini ve itaat konusundaki kararlılıklarını şöyle bildirmektedir:

Müminler o kimselerdir ki, Allah'a ve Resulüne iman ederler, onunla birlikte toplu(mu ilgilendiren) bir iş üzerinde iken, O'ndan izin alıncaya kadar bırakıp-gitmeyenlerdir. Gerçekten senden izin alanlar, işte onlar Allah'a ve elçisine iman edenlerdir. Böylelikle, senden bazı işleri için izin istedikleri zaman, dilediklerine izin ver ve onlar için Allah'tan bağışlanma dile. Şüphesiz Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (Nur Suresi, 62)

Allah'ın ayette dikkat çektiği gibi, müminlerin Allah'ın Resulünden izin almadan bir işe girişmemeleri, O'na karşı duydukları içten bağlılığın ve sadakatin açık göstergelerinden biridir. Müminlerin göstermiş oldukları bu teslimiyetli tavır, onların Peygamberimiz (sav)'in sözlerine ve O'nun vereceği hükme ne kadar önem verdiklerini ve O'nun herhangi bir konuda yaptığı çağrıya hemen itaat ettiklerini göstermektedir. Allah, diğer bir Kuran ayetinde, müminlere Peygamberimiz (sav)in, kendilerine 'hayat verecek' şeylere yaptığı çağrılara icabet etmelerini şöyle öğütlemiştir:

Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'a ve Resulüne icabet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekten O'na götürülüp toplanacaksınız. (Enfal Suresi, 24)

Allah'ın elçilerine itaat, müminlere dünyada ve ahirette büyük yararlar sağlayan ve onları çeşitli hayırlara ulaştıran önemli bir ibadettir. Peygamberimiz (sav)'in "Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız: Allah'ın Kitabı ve Resulünün sünneti" hadis-i şeriflerinde de bildirdiği gibi, Müslümanların en önemli iki yol göstericisi Kuran ve Peygamber Efendimizin sünnetidir. (Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 2. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s. 328).

Günümüzde Peygamberimiz (sav)'e itaat ise, O'nun ahlakını en güzel şekilde örnek alıp uygulamak ve O'nun yolunu izlemekle mümkün olacaktır.

Kuran'a Sadıktırlar



Allah, çağlar boyunca pek çok kavme elçiler ve peygamberler göndermiş ve Kendi Katından hak kitaplar indirmiştir. Allah, Hz. Davud'a Zebur'u, Hz. Musa'ya Tevrat'ı, Hz. İsa'ya İncil'i ve son olarak da Hz. Muhammed (sav)'e Kuran'ı indirmiştir. Kuran'dan önce indirilmiş olan kitaplar tahrif edildiğinden, Allah Kuran'ı son kitap olarak indirmiş ve onun değiştirilemeyeceğini ve onu koruyacağını vadetmiştir. Kuran, Allah'a ve Resulüne iman eden her insanın rehber edineceği tek kitaptır.

Müminler Kuran'a göre hareket ederler ancak Kuran'dan önce indirilmiş hak kitaplara da inanır ve saygı duyarlar. Çünkü, Allah'ın "O sana kitabı hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi..." (Al-i İmran Suresi, 3) ayetiyle bildirdiği gibi, Kuran daha önce gönderilmiş İlahi kitapları da tasdik etmektedir. Buna bağlı olarak bir mümin, gönderilen tüm elçilere de inanarak, Allah'ın "Ey iman edenler, Allah'a, elçisine, elçisine indirdiği kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin..." (Nisa Suresi, 136) ayetiyle bildirdiği gibi, hiçbirini diğerinden ayırt etmez. Ancak müminler Allah'ın, koruması altında olduğunu bildirdiği Kuran'ı kendilerine rehber edinirler. Allah Kuran'ın hiçbir bozulmaya uğramadığını ve kıyamete kadar da korunacağını bildirmektedir. Hicr Suresi'nde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

"Hiç şüphesiz, zikri (Kuran'ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz." (Hicr Suresi, 9)

Rabbimizin mesajı olan Kuran müminler için çok önemlidir. Mümin, Allah'ın kendisi için 'seçip-beğendiği' dini ve kendisine emrettiği sorumlulukları Kuran'dan öğrenir. İhtiyaç duyduğu akıl için müminin kılavuzu yine Kuran'dır. Hayatı boyunca karşısına çıkacak tüm olaylarda, hareketlerini Allah'ın Kuran'da bildirdiği emir ve tavsiyelere göre yönlendirir. Allah, Kuran'ın uyulacak tek kılavuz olduğunu Müslümanlara şöyle bildirmektedir:

"...Biz kitabı sana, herşeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik" (Nahl Suresi, 89)

"İşte bu (Kuran) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O'nun yalnızca bir tek ilah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ)dır. (İbrahim Suresi, 52)

Müminler, Allah'ın kendilerine öğüt verdiği ahlakı, emirleri, kıyamet gününde ve ahiret hayatında karşılaşacakları gerçekleri sadece Kuran'dan öğrenip, bilgi sahibi olabilmektedir. Allah'ın "Andolsun bu Kuran'da insanlar için Biz her örnekten çeşitli açıklamalarda bulunduk..." (Kehf Suresi, 54) ayetiyle bildirdiği gibi, bir müminin hayatı boyunca ihtiyacı olan tüm bilgiler Kuran'da bulunmaktadır. Bundan dolayı müminler, sürekli olarak Kuran'ı okur, Allah'ın ayetlerine iman eder ve karşılaştıkları her olayı Kuran'a göre değerlendirirler. Allah'ın Kuran ile bildirdiği herşey müminler için 'doruğunda-olgunlaşmış birer hikmet'tir (Kamer Suresi, 5). Bu nedenle müminler, Kuran'a 'sımsıkı sarılır' ve Allah'ın bildirdiği tüm hükümleri titizlikle uygulamaya çalışırlar. Allah, müminlerin Kuran'a olan bu güçlü bağlılıklarını şöyle bildirmiştir:

Kendilerine verdiğimiz kitabı gereği gibi okuyanlar, işte ona iman edenler bunlardır. Kim onu inkar ederse, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (Bakara Suresi, 121)

Kitaba sımsıkı sarılanlar ve namazı dosdoğru kılanlar, şüphesiz Biz salih olanların ecirlerini kaybetmeyiz. (Araf Suresi, 170)

Allah'ın, "Rabbinin sözü, doğruluk bakımından da, adalet bakımından da tastamamdır. Onun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O işitendir, bilendir." (Enam Suresi, 115) ayetiyle bildirdiği gibi, Kuran doğruluk ve adalet bakımından tastamamdır. Bu nedenle Kuran'ı kendilerine rehber edinen müminler, hayatlarının her anında olabilecek en güzel, en huzurlu ve en mutlu şekilde yaşarlar.

Müminlerin Allah'ın kendilerine bir 'hidayet, öğüt ve şifa' olarak gönderdiği Kuran'a sımsıkı bir şekilde bağlanmaları, onların imanlarını ve Allah korkularını artırmakta ve onları Allah'a yakınlaştırmaktadır. Allah bu gerçeği Kuran'da şöyle haber vermiştir:

De ki: "İster ona inanın, ister inanmayın: O, daha önce kendilerine ilim verilenlere okunduğu zaman, çenelerinin üstüne kapanarak secde ederler." Ve derler ki: "Rabbimiz Yücedir, Rabbimiz'in vaadi gerçekten gerçekleşmiş bulunuyor." Çeneleri üstüne kapanıp ağlıyorlar ve (Kuran) onların huşu (saygı dolu korku)larını artırıyor. (İsra Suresi, 107-109)

Devlete ve Millete Sadıktırlar



İman eden tüm insanlarda olduğu gibi, ülkemizdeki inançlı insanların da devletimize ve milletimize karşı sadık ve itaatkar bir tavır içerisinde olmalarının temel nedeni, Allah'ın Kuran'da bildirdiği güzel ahlakı benimsemiş olmalarıdır. Kuran ahlakını yaşayan kimselerin devletimize bağlı olmalarının bir diğer nedeni de, devletin tanımı içerisinde bulunmaktadır.

Devlet, ortak bir hayatı ve kültürü paylaşan bir toplumda, bu toplumu düzenleme, koruma, refah ve huzuru sağlama gibi amaçlar güden ve bu amaçlara ulaşmak için de en adil yöntemleri kullanan kurumdur. Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi, bir ülkede bulunan insanların mutlu, huzurlu ve düzenli bir şekilde yaşayabilmesi, milli birliğin ve beraberliğin sağlanabilmesi ve bunların sonucunda ülkede dirlik ve düzenin kurulabilmesi için, devletin gücüne ve otoritesine ihtiyaç vardır. Devlet ülkenin ve milletin varlığı için en gerekli ve en önemli kurumdur. Gerek ülkenin savunulmasında, gerekse toplumsal güven ve barışın sağlanmasında, gerekse de ekonomik ve sosyal hayatta devletin rolü ve önemi çok büyüktür.

Bu nedenle, ülkeye zarar vermek isteyen her grup, ilk olarak devleti ve devlet otoritesini hedef almaktadır. Tarih boyunca bölücü ideolojiye sahip çeşitli örgütler ve kişiler, devletin var olan otoritesinden büyük rahatsızlık duymuş ve her fırsatta devleti yıpratmak ve devletin önemini azaltmak için çeşitli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Devletin çeşitli alanlardaki müdahalesinden ve işlevinden rahatsız olan bu kimselerin fikirlerini ve amaçlarını incelediğimizde, hepsinin temel bir noktada birleştiğini görürüz: Dini ve dinin getirdiği güzel ahlakı ortadan kaldırmak. Devlet aleyhtarı olan bu kimseler, devletin üniter yapısını yıkıp, kendi dinsiz ideolojilerine göre şekillendirdikleri bir sistemi yerleştirmeye çalışmaktadırlar. Dinsizliği benimsedikleri için, sorunları hep öfke ve şiddet ile çözmeye çalışır ve ülkedeki dirlik ve düzeni bozmayı amaçlarlar. Şüphesiz ki bu durum, hem ülke hem de bu ülkede yaşayan insanlar için büyük bir tehlike ve tehdittir. Bu nedenle var olan bu tehlikeyi önlemek, ortadan kaldırmak, toplumsal barış ve huzuru muhafaza etmek için, her bireyin devlete saygı ve bağlılık duyması ve itaat etmesi gerekmektedir.

Ancak tüm bunların ötesinde önemle üzerinde durulması gereken bir nokta daha vardır ki, bu da devlete itaatin, toplumda görülen ahlak anlayışına bağlı olmasıdır. Bir toplumda menfaatler, isyankarlık, çatışmacılık ve her türlü alanda ortaya çıkan 'dejenerasyon' makul görülürse, saygı, şefkat, fedakarlık, adalet ve hoşgörü gibi kavramlar terk edilirse, bu durumda o toplumun bireylerinin devlete bağlı olmaları da düşünülemez. Bu nedenle devlete bağlılığın temelinde güzel ahlak yatmaktadır. İşte Kuran ahlakını yaşayan kimseler bu gerçeğin bilincinde olan insanlardır. Manevi değerlere bağlılığın, Kuran ahlakını yaşamanın, beraberinde hem devlete hem de millete bağlılığı getireceğinin ve bunun sonucunda da ülkenin yaşam standardının yükseleceğinin farkındadırlar.

Müminler bu gerçeğin bilinciyle, büyük bir şevk ve istekle insanlara Kuran ahlakını anlatmaya çalışmakta ve onları Kuran ahlakını yaşamaya davet etmektedirler. Böyle bir çabanın, ülkenin ve milletin yararına olması onların bu konudaki şevk ve isteklerinin ana kaynağını oluşturmaktadır.

Kuran ahlakının müminlere ve insanlara getireceği başka bir güzellik de vardır ki, bu güzellik, itaat özelliğidir. Kuran ahlakı, beraberinde insanlara itaat özelliğini de kazandırdığı için, Kuran ahlakının uygulanması ve insanlara anlatılması, devletin güçlenmesinde ve toplumsal mutluluğun ve huzurun sağlanmasında çok önemli bir işleve sahiptir. Kuran ahlakının uygulanması ve yayılması, devletin ve milletin varlığı ve birliği açısından oldukça önemlidir. Bu sayede Kuran ahlakına göre yaşayan insanların oluşturduğu bir toplum, hem güzel ahlak göstererek milli birliği ve beraberliği sağlayacak, hem de devlete itaatin en yüksek derecede yaşandığı bir ortam ortaya çıkacaktır. İnsanlar daha merhametli, daha şefkatli, daha adaletli ve hoşgörülü olacak, bu da insanlar arasındaki milli birliği ve beraberliği pekiştirecektir. Kuran ahlakının yaygınlaşması, her bireyin Kuran ahlakını yaşaması, her türlü anarşiyi, terörü ve ahlaksızlığın ortaya çıkardığı 'dejenerasyonu' ortadan kaldıracak ve büyük bir barış, düzen ve huzur ortamı getirecektir. Allah, Kuran'ın pek çok ayetinde insanların oluşturduğu kargaşa ve karışıklığı 'bozgunculuk' olarak nitelemiş ve tüm insanlara bundan sakınmalarını emretmiştir:

...Allah'ın verdiği rızıktan yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk (fesat) yaparak karışıklık çıkarmayın. (Bakara Suresi, 60)

O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise bozgunculuğu sevmez. (Bakara Suresi, 205)

...Ölçüyü ve tartıyı tam tutun, insanların (hakları olan mallarını) eşyasını değerinden düşürüp-eksiltmeyin ve düzene (ıslaha) konulmasından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesat) çıkarmayın. Bu sizin için daha hayırlıdır, eğer inanıyorsanız. (Araf Suresi, 85)

Görüldüğü gibi iman sahibi kimseler, Kuran ahlakını yaşadıkları için devlete ve millete bağlı olan ve büyük saygı duyan insanlardır. Devletin güçlenmesi, milli birliğin ve beraberliğin sağlanabilmesi için Kuran ahlakına ihtiyaç olduğundan, Kuran ahlakını insanlara anlatan ve bu güzel ahlakı yaşamaya davet eden müminler, bundan büyük bir şeref ve mutluluk duymaktadırlar.

 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü