Harun Yahya

Akıl ve Duygusallık



Aklı örten etkenlerin en önemlilerinden biri, duygusallık, ya da diğer adıyla romantizmdir. Bu, son derece tehlikeli ve zararlı bir ruh halidir ve pek çok insanı akletmekten alıkoyar.

Duygusallık, insan duygularının aklın denetimini aşması ve aklı geride bırakarak insanın kontrolünü ele almasıdır. Duygusal bir insan, hiçbir akılcı tutarlılığı olmayan şeyleri sırf duygularının esiri olduğu için yapabilir. Oysa mümin, duygularını akla göre yönlendirir ve düzenler.

Örneğin, sevgi kavramının, bir duygusal bir de akılcı şekli olabilir. Duygusal sevgi besleyen insan, sevilmeye asla layık olmayan insanlara ya da nesnelere sevgi duyar. Halk arasındaki "arabesk" kültüründe yer alan sevgi kavramı bunun en açık örneğidir; bu kültürde kendisine acı çektiren, kendisine değer vermeyen insanların sevilmesi mantığı yer almaktadır.

Buna karşın müminin sevgisi tamamen aklına göredir. Sevdiği insanı, ondaki güzel özellikleri -ki bu özellikler Kuran'da bildirilen "iman alametleri" ya da "mümin özellikleri"dir- araştırıp görerek sever. Sevilmeye layık olmayan bir kişiye ise asla sevgi beslemez.

Kuran'da duygusal sevginin tehlikesine sık sık dikkat çekilmektedir. Mümtehine Suresi'nde Allah şöyle buyurmaktadır:


Ey iman edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size geleni inkar etmişler, Rabbiniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı elçiyi de, sizi de (yurtlarınızdan) sürüp-çıkarmışlardır. Eğer siz, Benim yolumda cehd etmek (çaba harcamak) ve Benim rızamı aramak amacıyla çıkmışsanız (nasıl) onlara karşı hâlâ sevgi gizliyorsunuz? Ben, sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilirim. Kim sizden bunu yaparsa, artık o, elbette yolun ortasından şaşırıp-sapmış olur.

Eğer sizi ele geçirecek olurlarsa, size düşman kesilirler, ellerini ve dillerini kötülükle size uzatırlar. Onlar sizin inkar etmenizi içten arzu etmişlerdir...

İbrahim ve onunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: "Biz, sizlerden ve Allah'ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp-inkar ettik. Sizinle aramızda, siz Allah'a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir"... (Mümtehine Suresi, 1-4)


Ayetlerde bildirilen, "Siz onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size geleni inkar etmişler, Rabbiniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı elçiyi de, sizi de (yurtlarınızdan) sürüp-çıkarmışlardır" ifadesiyle elçiye düşman konumundaki birisine sevgi göstermenin akıl dışı olduğu bildirilmektedir.

Bu durumda böyle kişilere sevgi göstermenin tek bir açıklaması vardır: Duygusallık.

Bu tehlike başka ayetlerde de bildirilir. Örneğin, Hz. Nuh (as), tufandan kurtulmak için Allah'a sığınmayan oğlunun bağışlanmasını Allah'tan dilemiş, oysa Allah, Hz. Nuh (as)'a oğlunun inkarcılardan olduğunu ve ona sevgi duymaması gerektiğini vahyetmiştir:


(Gemi) Onlarla dağlar gibi dalga(lar) içinde yüzüyorken Nuh, bir kenara çekilmiş olan oğluna seslendi: "Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve kafirlerle birlikte olma." (Oğlu) Dedi ki: "Ben bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur." Dedi ki: "Bugün Allah'ın emrinden, esirgeyen olan (Allah)dan başka bir koruyucu yoktur." Ve ikisinin arasına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu... Nuh, Rabbine seslendi. Dedi ki: "Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve senin va'din de doğrusu haktır. Sen hakimlerin hakimisin." Dedi ki: "Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme. Gerçekten ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum." Dedi ki: "Rabbim, bilgim olmayan şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Ve eğer beni bağışlamaz ve beni esirgemezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum." (Hud Suresi, 42-47)


Akıl, ancak güzel ahlaklı yani sevilmeye layık insanları sevmeyi gerektirmektedir. Dolayısıyla bir mümin için Allah'ı ya da hükümlerini tanımayan bir kişinin sevilmesi mümkün değildir. Böyle bir sevgi, ancak cahiliye kültüründen kaynaklanan duygusal bir sevgi olabilir. Ancak burada şu hususu da belirtmekte yarar vardır: Müminlerin inkar edenlere karşı sevgi duymamaları, bu insanlara karşı katı davranmaları anlamına gelmez. Allah, müminlere tüm insanlara karşı şefkatle ve merhametle yaklaşmayı emretmiştir. Hangi düşünceden hangi inançtan olursa olsun, mümin karşısındaki kişiye nezaketle davranmalı, bu kişilerin hakkını ve hukukunu en adil şekilde korumalıdır.

Hz. Nuh (as) ve Hz. Lut (as)'ın eşleri de inkar etmişler ve Allah'ın azabıyla cezalandırılmışlardır. Hz. Lut (as)'ın içinde bulunduğu sapkın kavim helak edilmiştir. Helaktan önce Hz. Lut (as)'a gelen melekler, ona gece şehri terk etmesi, ancak eşini geride bırakması gerektiğini bildirmişler, Hz. Lut (as) da hiç tereddütsüz buna uymuştur. Bu olay ayette şöyle haber verilmektedir:


(Elçiler) Dediler ki: "Ey Lut, biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana kesin olarak ulaşamazlar. Gecenin bir parçasında ailenle birlikte yürü (yola çık). Sakın, hiçbiriniz dönüp arkasına bakmasın; fakat senin karın başka. Çünkü onlara isabet edecek olan, ona da isabet edecektir. Onlara va'dolunan (azap) sabah vaktidir. Sabah da yakın değil mi?" (Hud Suresi, 81)


Hz. Lut (as), Allah'ın verdiği hükme tam itaat etmiştir. Örnek mümin tavrı budur. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:


Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah'a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları Kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orda süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir. (Mücadele Suresi, 22)


Müminlerin duygusallıktan uzak davranmalarının sırrı, sahip oldukları gerçek sevgi anlayışıdır. Bir ayette, müminlerin sevgi anlayışıyla inkarcıların sevgi anlayışı arasındaki fark şöyle anlatılır:


İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını "eş ve ortak" tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 165)


Ayette ifade edildiği gibi, müminler gerçekte Allah'ı severler. İnsanlara olan sevgileri bunun bir yansımasıdır. Müminler, iman edenleri severler çünkü onlar Allah'ın emrettiği ahlakı yaşayan kimselerdir. İnkar edenler ise, hevalarına uymuş, Allah'tan uzaklaşmışlardır. İnkarcılar ise her varlığı, her nesneyi Allah'tan bağımsız müstakil bir varlık zanneder ve bu yanılgıları nedeniyle her birine müstakil bağlılık duyarlar. Bu durum ayette bildirildiği gibi "Allah'a ortak koşmak", yani putperestliktir.

Müminlerin duygusal olmamaları gerektiğini bildiren başka örnekler de vardır. Hz. Musa (as)'ın annesinin gelen vahiy üzerine bebeği tereddütsüz suya bırakması (Kasas Suresi, 7), müminlerin öfkelerini yenmeleri (Al-i İmran Suresi, 134), sevdikleri şeyi infak etmeleri (Al-i İmran Suresi, 92); başlarına gelen hiçbir şeye üzülmemeleri (Hadid Suresi, 23) gibi pek çok örnek vardır. Bunlar, müminlerin kendi duygusal saplantılarına göre değil, Allah'ın emir ve rızasına göre davranmaları gerektiğine dair örneklerdir.

Ancak bu noktada bir yanlış anlamaya kapılmamak gerekir: Duygusal olmamak, duygusuz olmak demek değildir. Aksine müminler içli insanlardır. Kuran'da Hz. İbrahim (as)'ın "çok duygulu, yumuşak huylu" (Tevbe Suresi, 114) olduğu haber verilir. Yanlış olan, cahiliye kültüründen kaynaklanan, olumsuz duygusallıktır. Bu, duyguların aklın önüne geçmesi ve insanı dinin gerektirdiği yapıdan dışarı çıkarmasıyla gerçekleşir. Buradaki duygu, ruhtan değil, nefisten gelen olumsuz bir duygudur.

Toplumda bunun farklı örnekleri görülebilir. Genç kız duygusallığı bunlardan biridir. Bu kültürde çarpık bir sevgi anlayışı vardır. Sevdiği insanın ruhunu, karakterini değil imajını sever. Örneğin, "romantik serseri" ya da "beyaz atlı prens" gibi belirli kalıplar vardır. Burada sevilen, o insanın ahlakı, karakteri değil cahiliye toplumlarında kabul gören bu gibi yanlış imajlardır. Bu da cahiliye toplumunun verdiği telkinden kaynaklanır.

Bunun yanında başka duygusallık örnekleri de gözlemlenebilir. Melankolik, arabesk kültür gibi. Bu kültürde acıdan garip bir zevk alınır. Dert, ızdırap, üzüntü çekmek zevkli bir şeymiş gibi algılanır. Çoğu kişi sigaraya bu kültürün etkisiyle başlar. Bu son derece zararlı alışkanlık tamamen telkinden kaynaklanır. Bu konuda yapılan filmlere, kliplere özenilir.

Buraya kadar verdiğimiz birkaç örnekte de görüldüğü gibi duygusal ruh halinin aslında hiçbir mantığı yoktur. Bu düşünen her insanın kolaylıkla anlayabileceği bir gerçektir.“

Müminlerin Sevgisi ve Evliliği Allah Rızası İçindir”




ADNAN OKTAR: Olabilir bu tip insanlar, aklı fikri evlilikte olan tipler çoktur. "Adın ne?" dersen "evlilik, koca" der. Çünkü kocası olması onun için bütün hayatını garanti altına alması demektir. Sosyal sigortaların en yüksek dereceden bir insana sunduğu sigorta hizmeti ne ise, onu sunduğunu düşünüyor. Çünkü onu yedirecek, içirecek, gezdirecek, ona para verecek, hastalığında tedavisini yaptıracak. O da ona cinselliğini sunmuş olacak. Yani böyle bir anlaşma. Bu samimi bir Müslümanın, Allah’tan korkanın yapacağı bir karakter değildir, bir kişilik değildir. Müslüman Allah’ın tecellisini görmek için, ahirette arkadaşı olması için evlenir bir insanla. Hayat arkadaşını seçer. Ahiretliktir. Dünyada kaç günlük bir hayat var ki de evleniyorsun? Ne kadar kalıyorsun burada? Ahiretliğini seçmek için insan evlenir. İnşaAllah. Ve dünyada da Allah’a yakınlığına vesile olması için, Allah’ın tecellisini görmek için evlenir insan. Ve asil amaçlı olur. Para karşılığı, çıkar amacıyla, kendine baktırtmak, besletmek, sigortalı gibi olması amacıyla, hasebiyle bunu yapmaz. Bu çok küçük düşürücü. Dolayısıyla bir Müslüman kızın akşama kadar koca peşinde olması, gelinlikçilerde, şurada burada vaktini kaybetmesi değil de, Kuran’ın, İslam ahlakının dünyaya hakim olması, İslam ahlakının bütün dünyaya nurunu ışığını saçması için gayret etmesi gerekir. Fakat böyle vakalar da var tabii... Tabii çok küçük düşürücü.

Bir de bunu yaparken, mesela bir genç birisiyle tanışıyor, görüşüyor. Onu kandırmak için çok samimiyetsiz yalanlar söylüyorlar. İlk gördüğünde çarpıldığını, böyle bir şeyle hiç karşılaşmadığını, ilk defa başına geldiğini, olayın onun tahmin etmediği şekilde geliştiğini… Halbuki adama bakıyor, iki ayağı var, iki kolu var, bir sakatlığı yok, maaşı da yerinde, arabası var, yani bakabilecek konumda, rahat edebileceği konumda. Aklına yatıyor, olay bu. Teknik gözle bakıyor. Zaten onlar diyorlar, mantık evliliği yaptığını söylüyor, mantık evliliği.

Aşk evliliklerinin özelliği arabanın çok iyi olmasından kaynaklanıyor genellikle, aşkın şiddetlenmesine sebep oluyor. Evin çok iyi olması, paranın çok iyi olması, bir de damat adayı da tam onun dengiyse yani kendi kafasına göre, eli yüzü düzgünse tamam. Ama imani yönü, Kurani yönü, takva yönü, ihlas ve samimiyet yönü, o tamamen bir kenarda oluyor. Yani onu esas almıyorlar. Bu Allah’a karşı oynanmış bir oyun olmuş oluyor. O zaman Allah, onun arabasını onun başına bela ediyor. Evini başına bela ediyor. Ev, onun için hapishaneye dönüyor. Araba, hapishane aracı gibi oluyor onun için, sıkıcı bir hale geliyor. Adam onun başında bir gardiyan gibi oluyor. Yani gardiyanları tenzih ederim de, cezaevinde olan bir insanın devletin memuru gardiyanla karşı karşıya olması ayrıdır, o güzeldir, gardiyanlar yardımcı olan insanlardır. Ama bir de zulüm gardiyanı vardır, azap gardiyanı vardır. Bu zulüm ve azap gardiyanına dönüşüyor. Yani her gördüğünde ondan sıkılıyor, rahatsız oluyor. Elinin yüzünün düzgün olması artık onu ilgilendirmiyor. Yani o öfke, o nefret meydana geldiğinde istediği kadar güzel olsun, artık o nefretten ve öfkeden kurtulamaz.

Nitekim mesela sanatçılar evleniyorlar, Avrupa’da vs. Delikanlıya bakıyorsun hakikaten yakışıklı, boy, pos, para pul şöhret hepsi var. Kadın aynı şekilde. Para, pul, şöhret, güzellik, estetik her şey mükemmel. Evleniyorlar daha iki ay geçmeden boşanmak istiyorlar. Bir nefret oluşuyor, demek ki onun tipinden bir rahatlık ve zevk, hoşnutluk alamıyor, Allah’ın rızasını aramazsa. Çünkü ona çok itici olur, eli, yüzü, eti, kemiği her şeyi ona itici gelmeye başlar, ondan kurtulamaz. Sesi de itici gelir. Konuşmaları itici gelir, istediği kadar güzel olsun. İstediği kadar boylu poslu olsun hiç fark etmez, çok rahatsız edici gelir. Evi istediği kadar güzel olsun ona cehennem gibi gelir, o eve girmek istemez. Arabası da çok rahatsız eder. O yüzden tahammül edemedikleri için boşanmak istiyorlar. Kökeninde bu oluyor. Ama Allah rızası için insan sevdiğinde, sevdiğinin her şeyi ona güzel gelir. Yemesi, içmesi, oturması, kalkması, konuşması, mimikleri. Her şeyinde Allah’ın tecellisini gördüğü için ondan çok derin zevk alır, hoşnut olur, bıkmaz. Bilakis sevgisi her an daha da artar, her yıl, her hafta daha da sevgisi artar. Bu tarz sevgi anlayışında da ilk heyecanı yani o çıkardan kaynaklanan heyacanı, hevesi, ilk gün mesela yüz ise, ikinci günün akşamı bire düşmüş oluyor. Ondan sonra 0,01... 0,000 işte öyle devam ediyor. Ve dayanılmaz noktaya geldiğinde nefret, boşanmaya gidiyorlar. Birçoğunda böyle. Ama daha başında zaten biliyor onun başına geleceğini, diyor ki, "eğer boşanırsan şu kadar para vereceksin, şu kadar ev vereceksin, şu kadar bilmem ne yapacaksın." İki taraf da birbirlerini böyle bağlayacak bir sistem kuruyorlar başlangıçta. Birbirlerine oyun oynayacaklarından emin oluyor bir kısmı. Yani bir fenalık yapacağından emin oluyor.

Hepsi böyledir diyemem tabii, yani böyle tedbir alan insanlar için konuşuyoruz. Hepsi böyle demem ama, benim dediklerim kendilerini biliyorlar. Peki bunu bile bile bir adam karşısındakine nasıl sevgi duysun? Nasıl değer versin? Çünkü sevmek için bir kere değer vermek gerekiyor, ciddi şekilde değer vermen lazım, çok değer vermen, çok saygı duyman gerekir, şefkat duyman lazım. Ne değer veriyor, ne saygı duyuyor, ne şefkat duyuyor. O zaman Allah nefreti geliştiriyor içinde, dayanılmaz bir nefrete dönüşür. Onun için bir Müslüman delikanlı için de çok kızdırıcı, mesela kapalı bir genç kızın bir an önce karşısındakini hemen böyle müflisten mal kaçırır gibi kandırmaya çalışması, bir de sahte izahlarla, sahte anlatımlarla onu ömür boyu kendine hizmetçi etmek için mahkum etmeye çalışması çok çirkin. Ömür boyu fikren mücadele etmek, ömür boyu Allah’ın dinine yardımcı olmak için, ahiretliğini seçmek için, Allah’ın tecellisini görmek için, Allah’ın rızasının en çoğunu arayarak insan evlenebilir. Bakın, Allah’ın rızasını arayarak değil sadece, Allah’ın rızasının en çoğunu arayarak. Çünkü orada her türlü kendini kandırabilir. Mesela, "kapalı bir kız aldım" diyor. Tamam niçin? "Bu sağlam, her yönden sağlam hissediliyor, başörtüsünden dolayı" diyor.

Bir kere sağlamlık imanla ilgilidir, akılla ilgilidir, takvayla ve samimiyetle ilgilidir ve Allah’a hizmetle ilgilidir. Yani icraatıyla anlaşılır... O yüzden doğrudan tavrına, samimi hayatına dikkat etmek lazım. Candanlığına ve hedeflerine dikkat etmek lazım. Kafayı gelinliğe, eve, arabaya, şuna buna bozduysa, burada bir anormallik vardır. İslam alemi fokur fokur kaynıyor, Müslümanlar perişan durumda, İslam’ı savunmaya kalkanların konumunu da görüyor. Mehdi (as)’ın gelişini örtmek için neler konuşuyorlar. Hz. İsa (as)’ın gelişini örtmek için ve bu büyük müjdeyi, bu güzellik olan, Allah’tan nimet olan konuyu, bir nimeti kapatmak için neler yaptıklarını da görüyorlar. Böyle bir konumda Irak’ın ne halde olduğunu görerek, Afganistan’ın ne halde olduğunu görerek, dünyadaki Müslümanların ne halde olduğunu görerek, daha hala suskun kalmaları ve gelinliğinin, arabasının, evinin, kıyafetinin, lüksünün peşinde olması, yazlığının peşinde olması tabii ki insanda rahatsızlık meydana getirir. Evliliğin tek amacının Allah’ın rızasının en çoğu olması gerekir. İnşaAllah. (Kaçkar TV röportajından, 22 Nisan 2010)


 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü