Harun Yahya

İnkarcıların Müminlere Karşı Olmaları



Tarih boyunca Allah'ın gönderdiği elçiler, diğer insanlara hak dini tebliğ etme, iyiliği emredip kötülüklerden men etme görevini üstlenmişlerdir. Peygamberlerin olmadığı dönemlerde ise samimi, dürüst ve güçlü bir imana sahip olan Müslümanlar, Allah'ın insanlar için seçip beğendiği din ahlakını anlatma görevini üstlenmişlerdir. Ancak, Allah'a iman eden ve insanları da  Allah'ın hoşnutluğunu, rahmetini ve cennetini kazanmaya davet eden bu mübarek insanlar, tarihin her döneminde bazı çevrelerin sözlü ve fiili saldırılarına maruz kalmışlar; hatta kimi zaman ölüm tehdidi altında yaşamlarını sürdürmüşlerdir.

Allah'a gönülden bağlı ve üstün bir ahlaka sahip olan müminlere karşı olup onlara öfke besleyenler kuşkusuz büyük bir gaflet içindedirler. Çünkü müminler Allah'tan korkup sakınan, tüm insanlara daima dostane bir hoşgörüyle yaklaşan, çevrelerine hep huzur, neşe ve güvenlik veren, daima adaleti gözeten, her türlü haram fiilden kaçınan insanlardır. Dünyevi hırsları olmadığı için, kimseyle çıkar hesabı içinde olmazlar. Aksine fedakar, alçakgönüllü ve kanaatkardırlar. Ancak bu seçkin özelliklerine rağmen bazı kimselerin şiddetli saldırıları ile karşı karşıya kalırlar. Allah bu kimselerin kimler olduğunu ve müminlere karşı saldırılarının nedenini Kuran'da geçmişten örnekler vererek bize bildirmektedir. Söz konusu kişiler, Allah'a ve dine karşı oldukları için iman edenlere de karşıdırlar. Onlar, büyüklenme arzularından dolayı, kendilerini yaratan, bir hiçken kendilerine can veren ve sayısız nimetle rızıklandıran, sonsuz güç sahibi Yüce Allah'ın varlığını kabul etmek istemezler. Hayata hırsla bağlanmış olmaları ve dünyayı ahirete tercih etmiş olmaları nedeniyle, Allah'ın dinine uymanın kendilerine getireceği sorumluluktan kaçmak için inkarı seçerler. Kendilerini hiç kimseye karşı sorumlu hissetmek istemez; yaptıkları kötülüklerin, ahlaksızlıkların, çirkinliklerin hesabını verecekleri bir günün geleceğini düşünmezler. Bu nedenle, kendilerine Allah'ı ve din ahlakını, hesap gününü hatırlatan insanlar olduğunda, onları kendileri için adeta bir tehdit olarak görürler.

Bu yanlış düşüncelerinin sonucu olarak, ya iman edenleri engellemeye ya da kendi batıl dinlerine geri çevirmeye çalışırlar. Kuran'da bildirildiğine göre din ahlakından uzak insanlar bu amaçlarını gerçekleştirmek için çeşitli karanlık yöntemler kullanırlar; müminlere pusu kurar, tuzaklar ve komplolar hazırlar, işkence ile canlarını yakar, alaycı sözler söylerek onlara zulmetmeye çalışırlar. İşte "iftira atma" da, inkarcıların iman edenlere karşı kullandıkları bu yöntemlerden biridir. Böylece iman edenleri kendi akıllarınca yıldırmaya, doğru bildikleri yoldan vazgeçirmeye çalışırlar. İnkarcıların, tarih boyunca bir kez bile sonuç vermemiş olan bu saldırılarını Allah bir ayetinde şöyle bildirir:

"Eğer sizi ele geçirecek olurlarsa size düşman kesilirler, ellerini ve dillerini kötülükle size uzatırlar. Onlar sizin inkar etmenizi içten arzu etmişlerdir." (Mümtehine Suresi, 2)

Bu kitapta üzerinde duracağımız iftiraların kaynağı, ayette de bildirildiği gibi, iman edenlere öfkeyle "ellerini ve dillerini uzatanlar"dır. İlerleyen sayfalarda da göreceğimiz gibi, iftira, binlerce yıldır din ahlakına karşı olan, yeryüzünde ahlaksızlığı ve bozgunculuğu yaygınlaştırmak isteyen insanların dindar, samimi, güzel ahlaklı insanlara karşı kullandıkları ve birbirlerine miras gibi aktardıkları bir yöntemdir. Bu çirkin yöntem Hz. Nuh'tan, Süleyman (as) 'a, Hz. Musa (as)'dan Hz. Muhammed (sav)'e, Allah'ın tüm elçilerine ve onların yanlarındaki salih kişilere karşı kullanılmıştır. Yakın tarihimizde ise Bediüzzaman Said Nursi gibi değerli bir İslam büyüğü de dine karşı olanların bu yıldırma yöntemiyle karşılaşmıştır.

Ancak, şu çok önemli ve kesin bir gerçektir ki: Geçmişte hiçbir iftiracı amacına ulaşamamıştır. Ne Firavun, ne Nemrut, ne de Peygamberimiz (sav)'in yakınlarına iftira atanlar, iftiraları ile bu kıymetli insanlara bir zarar vermişlerdir. Allah daima salih kullarını inkarcıların attıkları iftiralardan temize çıkarmıştır. Allah Kuran'da bu konuyla ilgiliHz. Musa (as)'yı örnek vermektedir:

Ey iman edenler, Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın; ki sonunda Allah onu, demekte olduklarından temize çıkardı. O, Allah Katında vecihti. Ey iman edenler, Allah'tan sakının ve sözü doğru söyleyin. (Ahzab Suresi, 69-70)

Geçmişte Müslümanlara atılan iftiralar nasıl sonuçsuz kaldıysa, günümüzde de aynı şekilde sonuçsuz kalacaktır ve bundan böyle de hiçbir sonuç vermeyecektir.

Geçmişte İftiracılar Kimlerdi?



Allah, her dönemde insanlara elçiler göndermiş ve onlar aracılığı ile insanları uyarıp korkutmuş, onlara ahireti ve hesap gününü hatırlatmış, cennetin ve cehennemin varlığını haber vermiştir. Allah bu gerçeği ayetinde şöyle bildirmektedir:

Şüphesiz Biz seni, hak ile bir müjde verici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki, içinde bir uyarıcı gelip-geçmiş olmasın. (Fatır Suresi, 24)

Allah'ın Kuran'da bildirdiğine göre, insanların çok azı bu elçilere inanmış ve onların yolunu izlemiştir. Büyük bir bölümü ise inkar ederek, elçilere karşı olmuşlardır. Bu konuyla ilgili ayetlerden bazıları şöyledir:

… Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman etmemişti. (Hud Suresi, 40)

Ya da kendi elçilerini tanımadılar mı ki, şimdi onu inkar ediyorlar? Yahut: "Onda bir delilik var" mı diyorlar? Hayır, o, onlara hak ile gelmiş bulunmaktadır ve onların çoğu hakkı çirkin karşılıyorlar. (Müminun Suresi, 69-70)

Allah'ın Kuran'da bizlere bildirdiği bir diğer bilgi ise, inkar edenlerin ve elçilere karşı gelenlerin başını çeken kitlenin, genellikle o topluluğun önde gelen kesiminden olmasıdır. Kuran'da bu konuyla ilgili bildirilen ayetlerden bazıları şöyledir:

İşte böyle, senden önce de (herhangi) bir memlekete bir elçi göndermiş olmayalım, mutlaka onun 'refah içinde şımarıp azan önde gelenleri' (şöyle) demişlerdir: "Gerçekten biz, atalarımızı bir ümmet (din) üzerinde bulduk ve doğrusu biz, onların izlerine (eserlerine) uymuş kimseleriz." (Zuhruf Suresi, 23)

Biz hangi ülkeye bir uyarıcı gönderdikse, mutlaka oranın 'refah içinde şımaran önde gelenleri': "Gerçekten biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi tanımıyoruz" demişlerdir. (Sebe Suresi, 34)

Ayetlerde, bu inkarcı kesimin iki önemli özelliğine dikkat çekilmektedir: Birincisi bu insanların kendi toplulukları içinde bolluk ve zenginlik, yani "refah" içinde şımarmış oldukları; ikincisi ise bu şımarıklık ve azgınlık nedeniyle kendilerini doğru yola davet eden elçileri inkar ettikleridir. Önde gelenler kendilerine hakkı getiren, Allah'ın dinini ve dinin sunduğu güzel ahlakı tebliğ edenlere karşı çıkarlar. Çünkü söz konusu bu kimseler, müminlerin tebliğ ettiği güzel ahlak yaygın olarak yaşandığında, dünyada hırsla sahip olmayı umdukları kazançları elde edemeyeceklerinden korkarlar.

Bu insanların hırslı karakterlerine rağmen Allah'ın elçileri kendilerine ve diğer insanlara dünya hayatının geçici ve aldatıcı bir yer olduğunu, asıl olanın ölümden sonraki ahiret hayatı olduğunu, ahirette kazananlardan olmak için önemli olanın para, mal, mülk gibi dünyevi kıstaslar değil insanın ahlakı ve takvası olduğunu söylemekten vazgeçmemişlerdir. İşte bu gerçeğin dile getirilmesi, söz konusu insanları hırslandırır ve müminlere öfke beslemelerine neden olur. Çünkü Müslümanlar yaptıkları tebliğ ile, onlara hırsla bağlı oldukları herşeyin değersiz olduğunu gösterirler. Allah bir ayetinde bu zihniyetteki insanların dünyaya olan bağlılıklarını şöyle açıklamaktadır:

Gerçek şu ki bunlar, çarçabuk geçmekte olan (dünyay)ı seviyorlar. Önlerinde bulunan ağır bir günü bırakıyorlar. (İnsan Suresi, 27)

Dünyada kendilerince bir güç, itibar, zenginlik ya da şöhret sahibi olan bu insanların bir kısmı, Allah'ın emrettiği sınırları tanımadıkları için, her türlü haram fiili işleyebilir, olmadık sapkınlıkların içine girebilirler. Din ahlakı ise onların batıl yaşam tarzlarının, inançlarının, kendi sistemlerine göre belirledikleri doğru ve yanlışlarının, hırslarının hatalı olduğunu ortaya koyar. Bunun bir sonucu olarak bu kişiler din ahlakının yaşanmasını engellemek için ellerinden gelen herşeyi yaparlar.

İnkar edenlerin sahip oldukları batıl düşünce sisteminin ve yeryüzünde yaygınlaştırdıkları ahlaksızlığın yanlış olduğunu kendilerine anlatanlara karşı duydukları büyük öfke Kuran'da şöyle tarif edilmektedir:

… Onlar size kötülük ve zarar vermeye çalışıyor, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin gizli tuttukları ise, daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık; belki akıl erdirirsiniz. Sizler, işte böylesiniz; onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler. Siz Kitabın tümüne inanırsınız, onlar sizinle karşılaştıklarında "inandık" derler, kendi başlarına kaldıklarında ise, size olan kin ve öfkelerinden dolayı parmak uçlarını ısırırlar. De ki: "Kin ve öfkenizle ölün." Şüphesiz Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. (Al-i İmran Suresi, 118-119)

Yukarıdaki ayetlerde de bildirildiği gibi, inkar edenler müminlere zarar vermek, onları yok etmek veya etkisiz hale getirmek için her yolu denerler. İftira atmak ve bunun için müminlerin aleyhinde hileli düzenler kurmak ise daha önce de belirttiğimiz gibi inkarcıların en sık başvurdukları yöntemlerden biridir.

İnkar edenler, kendileri gibi diğer insanların da Allah'ın yolundan sapmalarını isterler. Bu nedenle, halkın salih Müslümanlardan etkilenmelerini ve onların sözlerine uymalarını engellemek için, müminleri insanların gözünde küçük düşürmeye çalışırlar. Müminlerin ise, Allah'ın dinine sımsıkı bağlı oldukları için, kendilerini küçük düşürecek hiçbir tavırları, alışkanlıkları veya inançları yoktur. Harama girmez, Allah'ın helal sınırları içinde yaşarlar, daima her yerde güzel ahlak gösterirler, tertemiz bir yaşantıları vardır. Bunu bilen inkarcılar, sadece iftira atarak, yalan söyleyerek, olmayanı var göstererek amaçlarına ulaşmaya çalışırlar. Biraraya gelerek müminlerin aleyhinde düzenler kurar, müminlere ne iftira atacaklarını kararlaştırırlar. İftirayı halk arasında yaygınlaştıracak kişilere kadar aralarında iş bölümü yaparlar. İftiraları ile kendilerince müminleri karalayacaklarını ve insanların gözünde değersizleştireceklerini zannederler. Oysa, asla başarıya ulaşamazlar. Allah bir ayetinde bu insanların müminlere karşı kurdukları düzenlerden ve bunların akıbetinden şöyle bahseder:

Böylece Biz, her ülkenin önde gelenlerini -orada hileli- düzenler kursunlar diye- oranın suçlu-günahkarları kıldık. Oysa onlar, hileli-düzeni ancak kendilerine kurarlar da bunun şuuruna varmazlar. (En'am Suresi, 123)

Kuran'da geçmişte peygamberlere ve Müslümanlara atılan iftiralardan bazıları bildirilmiştir. İlerleyen bölümlerde anlatılacak olan bu olayların ve sonuçlarının hatırlatılması her açıdan önemlidir. Bu hatırlatma, inkarcıların bugüne kadar iftira atarak hiçbir sonuç elde edemediklerinin ve gelecekte de elde edemeyeceklerinin kesin olarak anlaşılması açısından faydalı olacaktır. Ayrıca, iftiraya uğrayan samimi ve dürüst insanların, geçmişte salih Müslümanların yaşadıkları çok benzer olayları görerek şevklerinin ve hidayetlerinin artmasına vesile olacaktır.

 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü