Harun Yahya

Sonuç



Kitapçığın başından bu yana incelediklerimiz bize somut bir gerçeği göstermektedir: Evrim, bilimsel verilerle ispatlanan bir gerçek değil, çeşitli sahtekarlık ve beyin yıkama yöntemleri ile topluma telkin edilen bir yalandır. Evrim'i toplumlara telkin eden belirli güçler vardır. Evrim'i insanlara kabul ettirmeyi "en büyük görev" olarak kabul eden Masonluk, sözkonusu güçlerin en önemlisidir.

Sözkonusu güçlerin Evrim üzerinde bu kadar durmalarının nedeni ise açıktır: Evrim, dinin gösterdiği doğrulara karşı öne sürülebilecek tek iddiadır. Siyasi/ekonomik çıkarları nedeniyle, dindar değil, din-dışı bir dünyayı tercih eden güçlerse, bu nedenle tek çareyi Evrim'de bulmaktadırlar. Evrim, dine sırt çevirmek (ve çevirtmek) isteyenler için yegane yoldur. Bu nedenle ne denli tutarsız, saçma ve çürük bir yol olursa olsun, mutlaka ve mutlaka savunulmakta, telkin edilmekte ve kabul ettirilmektedir.

Bu nedenle Evrim'i savunan güçlerin içinde bulundukları konum aslında oldukça ilginçtir: Önce bir yalan uydurmakta, sonra bu yalana kendileri inanmakta ve sonra da onu diğer insanlara telkin etmektedirler. Tam da "onlar, hem ondan (Kuran'dan) alıkoyarlar, hem kendileri kaçarlar" (Enam, 26) ayetinde haber verildiği gibi.

Evrimcilerin içinde bulundukları bu durum, Kuran'da (yani Evrimcilerin yalanlamaya uğraştığı kaynakta) daha pek çok yerde ayrıntılarıyla anlatılır. Kuran, insanları inkarda ısrar etmeye neyin yönelttiğini çok hikmetli bir biçimde bildirir. Bu nedenle Evrimci (ve daha diğer inkarcı) düşünce yapısının altında neyin yattığını Kuran'dan öğrenmekte yarar var.

Kuran, herşeyden önce, "iman"ın aslında son derece kolay ve doğal olduğunu vurgular: Canlıların öylesine mükemmel, öylesine hayret verici özellikleri vardır ki, bunların “rastlantılar sonucu” oluşmuş olması kesinlikle mümkün değildir. İnsan, bir yerde yazılı tek bir harfin bile kendi kendine mi oluşuğu, yoksa birisi tarafından mı yazıldığı sorusuna, açıkça "bir yazıcı tarafından yazılmıştır" cevabı verir. Harf varsa, yazar da vardır. Resim varsa, ressam da vardır. Yapılmış olan herşey, birisi tarafından yapılmıştır. Hiç bir şey, yaratılmadan var olmaz. Kuran, bu konuda insana şöyle seslenir:

"Yoksa onlar, hiç bir şey olmaksızın mı yaratıldılar? Yoksa yaratıcılar kendileri mi? Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır; onlar, kesin bir bilgiyle inanmıyorlar." (Tur, 35-36)

Sonsuz dengeye, sonsuz güzelliğe, sonsuz sanata sahip olan Evren ve içindekiler de kuşkusuz yaratılmış, yapılmıştır. Akıl ve vicdan sahibi her insan, bunu kolaylıkla farkedebilir ve tüm varlıkların bir Yaratıcı'nın eseri olduğunu rahatlıkla kavrayabilir.

Ama tüm insanlar akıl ve vicdan sahibi değildir. Bazıları, akıl ve vicdanlarını, tutku ve bencillikleri nedeniyle, “örtmüşlerdir”. (Allah’ı inkar etme anlamına kullanılan “küfür” kelimesi, Arapça’da “örtme” anlamına gelir.) Onlar, olayları vicdan kıstasına göre—dolayısıyla tabusuz ve önyargısız olarak—değerlendirmezler. Tam tersine, olayları değerlendirirken, kendi “istek ve tutku”larını kıstas olarak kabul ederler. Gerçeği, bu tutkulara göre yönlendirir ve tahrif ederler. Kuran, bu gibilerin durumunu şöyle tarif ediyor:

“Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı)dırlar.”(Furkan, 43-44)

“İstek ve tutkuların” (yani hevanın) ilah edinilmesi, özgür bir biçimde akletme yeteneğini ortadan kaldırır ve insanı ayetin bildirdiği “akılsızlık” boyutuna indirir. Böyle bir insan, karşılaştığı herşeyi kendi istek ve tutkularının bağımlısı olarak yorumlayacaktır. Böylece, karşılaştığı şeylerin Yaratıcı'yı tanıtmak amacıyla yaratılmış birer "ayet" olduğu bilincinden tümüyle kopar. Hayat, onun için, Allah’ın ayetlerinin görüleceği ve “verilmiş” bir süre değil, nasıl var olduğu belli olmayan, istek ve tutkuları tatmin etme fırsatıdır.

Hayatı bir kez böyle kabul ettikten sonra, istek ve tutkular (heva) ona yeni emirler verecektir: Bu tutkuların tatmin edilebilmesi için—ki aslında hiçbir zaman tatmin edilemez—birinci şart, Allah’ın varlığını tanımamak, ya da gözardı etmektir. Böylece, istek ve tutkularını ilah edinen insan, “kendi başına ve sorumsuz” olacağını sanır. Kuran, insanın kapıldığı bu psikolojiyi özellikle vurguluyor:

“İnsan, ‘kendi başına ve sorumsuz’ bırakılacağını mı sanıyor? Kendisi, akıtılan meniden bir damla su değil miydi? Sonra bir alak (embriyo) oldu, derken (Allah, onu) yarattı ve bir ‘düzen içinde biçim verdi’.”(Kıyamet, 36-38)

Evet, insan, hayatının başlangıcında “akıtılan meniden bir damla su”dur. Allah, ona bir “düzen içinde biçim” vermiştir. Ama aklını örten bencil istek ve tutkuları ise, ona, bunları inkar etmesini emretmektedir. Kim tarafından, nasıl ve neden yaratıldığını unutmasını, öleceğini göz ardı etmesini istemektedir. Geçmişini ve geleceğini unutup, yalnızca içinde bulunduğu “an”ı yaşamasını telkin etmektedir. Zaten, Kuran’ın inkarcıları hayvanlarla bir tutmasının bir nedeni de budur: Hayvanlar geçmiş ve geleceği değil, yalnızca içinde bulundukları “an”ı yaşarlar...

Bencil istek ve tutkularına esir olan insanın içine düştüğü bu batak, Kuran’ın Kehf Suresi’nde anlatılan, biri müslüman diğeri inkarcı olan iki kişi arasındaki diyalogda da özlü bir biçimde tarif edilir. 37, ayette, müslüman, diğerine şöyle der: “Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni düzgün (eli ayağı tutan, gücü kuvveti yerinde) bir adam kılan (Allah)ı inkar mı ettin?”

Ama başta da belirttiğimiz gibi, bazı insanlar kendilerini “topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da düzgün (eli ayağı tutan, gücü kuvveti yerinde) bir adam kılan (Allah)ı” inkar etmekte inatçıdırlar. Çünkü “...şüphesiz, insanların çoğu fasıklar(doğru yoldan sapanlar)dır.”(Maide, 49)

Çoğunluğu oluşturan ve Allah’ı değil, bencil istek ve tutkularını ilah edinmeleriyle müminlerden ayrılan bu insanlar, az önceki ayette bildirildiği gibi, kendilerini “kendi başına ve sorumsuz” olarak görmek istemektedirler. Yaratılmış olduklarını ve dolayısıyla Yaratıcı'larına karşı sorumlu oldukları gerçeğini reddetmek istemektedirler.

İşte Evrim Teorisi bu isteğin bir ifadesidir. Teori, insanın "kendi başına ve sorumsuz" olduğu şeklindeki kuruntuya zemin hazırlar. İlginçtir, Evrimci bir "bilim adamı", bu gerçeği, tam da Kuran'daki ifadeyi kullanarak, şöyle gözler önüne seriyor:

"İnsan, kainatta anlama kapasitesine ve potansiyeline sahip tek varlıktır. Şuursuz ve akılsız maddelerin bir ürünüdür. Böylece dünyaya gelişini kendisi başarmış olan insan, sadece kendisine karşı sorumludur. İnsan kainatta yaratıcı, kontrol edici bir güce sahip değildir. Fakat kendisinin ustası ve amiridir. Bu bakımından insan, kendi kaderini kendisi tayin ve idare etmelidir."(Simpson G. G., Life of Past, Yale University Press., New Hoven)

Kısacası Evrim, insana, Allah tarafından yaratılmış ve yalnızca da O’na karşı sorumlu olduğu gerçeğini reddettirmeye çalışan ve onu “zanna uymaya” çağıran bir safsatadır. Oysa ki “zan ise, haktan hiç bir şeyi sağlayamaz.” (Yunus, 36)

Önceki sayfalarda Evrim'in din-dışı güç merkezleri tarafından topluma telkin edildiğini sık sık vurgulamıştık. Bu güçlerin Evrim'e bu denli sarılmalarının nedeni, üstte belirtilen şeydir: Evrim'in insana "başıboş ve sorumsuz" olduğu "zan"nını vermesi ve ona Allah'ın kulu olduğunu inkar ettirmesi...

Masonlukla sembolleşen bu güçler, bu "zan"na hem kendileri uymakta, hem de başka insanları bu "zan"na uymaya sürüklemektedirler. Çünkü güçlerin temel özelliği, "istek ve tutku"larına (heva) tapmalarıdır. Bu tutkular, onlara, diğer insanlara hükmetme arzusu verir. Bunun gerçekleşebilmesi için de, diğer insanların da aynı yapıya girmesi, yani "istek ve tutku"larını ilah edinmesi gerekir.

Böylece toplu bir inkar sistemi doğmuştur ve bugün de halen işlemektedir. Ancak Evrim ve benzeri çürük dayanaklar (ideolojiler gibi) üzerine kurulu olan bu sistem, sonuçta sistemi yönetenleri de, sisteme tabi olanları da felakete götürecektir.

Felaket, Allah'ın azabıdır, Cehennemdir. Kuran, Allah'ı tanımayan sistemin her iki kanadının da (yönetenler ve yönetilenler) ahirette ne durumda olacağını şöyle anlatır:

"Onların tümü-toplanıp (kıyamette) Allah'ın huzuruna çıktılar da zayıflar (müstaz'aflar) büyüklük taslayanlara (müstekbirlere) dedi ki: 'Şüphesiz, biz size tâbi idik; şimdi siz, bizden Allah'ın azabından herhangi bir şeyi önleyebiliyor musunuz?' Dediler ki: 'Eğer Allah bize doğru yolu gösterseydi biz de sizlere doğru yolu gösterirdik. Şimdi yakınsak da, sabretsek de farketmez, bizim için kaçacak bir yer yoktur'."(İbrahim, 21)

"İnkâr edenler dedi ki: 'Biz kesin olarak, ne bu Kur'an'a inanırız, ne ondan önceki (indirile)ne.' Sen o zulmedenleri, Rableri huzurunda tutuklanmış olarak görsen; sözü (suçlamaları) birbirlerine karşı evirip-çevirir (birbirlerine yöneltirler). Za'fa uğratılan (müstaz'af)lar, büyüklük taslayanlara derler ki: 'Eğer sizler olmasaydınız, gerçekten bizler mü'min (kimse)ler olurduk.'

Büyüklük taslayanlar, za'fa uğratılan (müstaz'af)lara dediler ki: 'Size hidayet geldikten sonra, sizi biz mi ondan alıkoyduk? Hayır, siz (zaten) suçlu-günahkarlardınız.'

Za'fa uğratılanlar da büyüklük taslayanlara: 'Hayır, siz gece ve gündüz hileli düzenler (kurup) bizim Allah'ı inkar etmemizi ve O'na eşler koşmamızı bize emrediyordunuz' dediler. Azabı gördüklerinde pişmanlıklarını saklarlar; biz de inkâr edenlerin boyunlarına halkalar geçirdik. Onlar, yaptıklarından başkasıyla mı cezalandırılacaklardı?"(Sebe, 31-33)

Madem inkarın sonucu budur, öyleyse insan, ölüm kendisine gelmeden önce oturup düşünmelidir. Toplumun düşüncesini perde arkasından yönlendiren ve insanları Allah'ı inkar etmeye sürükleyen bazı güçlerin telkinlerine, ya da kendi bencil istek ve tutkularına göre değil, vicdan ve aklıyla düşünmelidir.

O zaman aşağıdaki ayetlerde ifade edilen gerçekleri görebilir:

"Sizleri Biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek misiniz? Şimdi (rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü? Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratıcı Biz miyiz?

Bizim önümüze geçilmiş değildir; (Yerinize) Benzerlerinizi getirip-değiştirme ve sizi şimdi bilemeyeceğiniz bir şekilde-inşa etme konusunda. Andolsun, ilk inşa (yaratma)yı bildiniz; ama öğüt alıp-düşünmeniz gerekmez mi?

Şimdi ekmekte olduğunuz (tohum)u gördünüz mü? Onu sizler mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren Biz miyiz? Eğer dilemiş olsaydık, gerçekten onu bir ot kırıntısı kılardık; böylelikle şaşar-kalırdınız. (Şöyle de sızlanırdınız:) 'Doğrusu biz, ağır bir borç altına girip-zorlandık. Hayır, biz büsbütün yoksun bırakıldık.'

Şimdi siz, içmekte olduğunuz suyu gördünüz mü? Onu sizler mi buluttan indiriyorsunuz, yoksa indiren Biz miyiz? Eğer dilemiş olsaydık onu tuzlu kılardık; şükretmeniz gerekmez mi?...

Şu halde büyük Rabbini ismiyle tesbih et."(Vakıa Suresi, 57-74)

 


Sen Yücesin,
bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok.
Gerçekten Sen, herşeyi bilen,
hüküm ve hikmet sahibi olansın.
(Bakara Suresi, 32)


 

Kitap bölümleri

Masaüstü Görünümü