Harun Yahya

Ramazan 2014, 12. Gün









A9'u izlemek için

Uydunuzu Nasıl Ayarlayacaksınız?







Allah... O'ndan başka İlah yoktur. Diridir, Kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)

Sana, arşın altından, cennet hazinelerinden bir söze delalet edeyim mi? Şöyle dersin: "La havle vela kuvvete İlla Billah" (Allah'tan başka ne men edecek ve ne de yapacak bir kuvvet vardır.) O zaman Allah buyurur ki: "Kulum teslim oldu ve selamet buldu." (Ramuz el-Ehadis-1, s. 166/3)



Allah’ı sevmemiz her şeyin üstündedir. Allah’ı sevmeyen bir milleti Allah perişan eder. Allah’a ilgi duymayan bir milleti Allah perişan eder. Allah sevilmeden, Allah’a hayran olunmadan, Allah’a aşk duyulmadan bir millette bereket bolluk olmaz. Sadece sefalet, sıkıntı, azap, bölünme, kahır olur başka bir şey olmaz. Biz tabii ki rahat, huzurlu yaşayalım diye Allah’ı sevmiyoruz, Allah’ı sevmemiz gerektiği için seviyoruz. Vicdanımızın gereği olduğu için seviyoruz ama milletçe coşkuyla Allah’ı daha çok sevmemiz lazım, daha çok bağlanmamız lazım. Bereket de, bolluk da, güzellik de, iyilik de, huzur da, büyüme de, güç de, iktidar da, dünya hâkimiyeti de bu sırrın içindedir. Bu sırrın dışına çıktığında mümkün değil. İstediğin teknik önlemi al, istediğin ülkeyle yardımlaş, istediğin propagandayı yap, istediğin bilim adamlarını devreye sok sürünme ve beladan, ızdıraptan ve acıdan başka bir şey gelmez çünkü bütün güç kudret Allah’ın elinde.  Fakat bir kısım insanlar maddeyi ve olayları Allah’tan bağımsız zannedince belaya kapı açılıyor, bela yol bulup geliyor. (A9 TV, 27 Mayıs 2012)

Halim bir üslupla konuşmak ve şefkatle yaklaşmak Kuran’ın emridir.





Hiçbir Şeyi Allah'tan, Elçisinden Ve Mücadeleden Üstün Görmemek

Müminin yükümlülüğü, tüm yaşamı boyunca Allah'a kulluk etmektir. Allah'a kulluk etmek dışında başka herhangi bir mantık üzerine kurulmuş olan bir hayat, Allah'ı inkar etmek ya da O'na ortak koşmak anlamına gelir ki bu davranışın sonu cehennem olabilir.

Bir başka deyişle, dünya yaşamının tümü, mümin için bir araç olmalıdır. Hayatın her parçasını, Allah'a yakınlaşmak ve din ahlakını yaşamak için bir vesile olarak görmelidir. Eğer araç amaç haline gelirse, ki inkarcıların yaptığı budur, o halde ortada büyük bir tehlike var demektir.

Kulluk etmekten başka bir amaç için yaşamayan mümin, dünyadan çoktan vazgeçmiştir. Allah, bu durumu şöyle açıklar:

Hiç şüphesiz Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (Tevbe Suresi, 111)

Müminler mallarını ve canlarını Allah'a adamışlardır. Dolayısıyla, malları ya da canları üzerinde herhangi bir tasarrufları olamaz. Allah neyi emrederse, onu şevkle yaparlar. Allah bir nimet verirse, onu kullanır ve Rabbimize şükrederler.

Böyle bir mümin, hiçbir fedakarlıktan kaçınmaz ve dünya üzerindeki hiçbir şey de onu mücadeleden alıkoyup oyalayamaz. Allah'ın emrini yerine getirmek için dünyanın en güzel nimetlerini bırakıp bir anda kendisini ölüm tehlikesinin içine atabilir. Aksi bir tavır ise, insanın malını ve canını satmadığını, hala onları sahiplendiğini gösterir ki, sonu hüsrandır. Allah şu hükmü verir:

De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resulü'nden ve O'nun yolunda cehd etmekten (çaba harcamaktan) daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 24)

Bu iman ve bu bilinç Peygamber Efendimiz (sav)'e tabi olan sahabelerde o kadar güçlüydü ki, savaşa gitmekten çekinmek bir yana dursun, Peygamberimiz (sav)'in yanında savaşa gidebilmek için her yolu deneyen, gitmek imkanı olmadığında ise üzüntüsünden ağlayanlar vardı. Allah, bu salih müminlerle mücadeleden kaçan kişiler arasındaki farkı şöyle haber verir:

Allah'a ve elçisine karşı 'içten bağlı kalıp hayra çağıranlar' oldukları sürece, güçsüz-zayıflara, hastalara ve infak etmek için bir şey bulamayanlara bir sorumluluk (günah) yoktur. İyilik edenlerin aleyhinde de bir yol yoktur. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. Bir de (savaşa katılabilecekleri bir bineğe) bindirmen için sana her gelişlerinde "Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum" dediğin ve infak edecek bir şey bulamayıp hüzünlerinden dolayı gözlerinden yaşlar boşana boşana geri dönenler üzerinde de (sorumluluk) yoktur. Yol, ancak o kimseler aleyhinedir ki, zengin oldukları halde (savaşa çıkmamak için) senden izin isterler ve bunlar geride kalanlarla birlikte olmayı seçerler. Allah, onların kalplerini mühürlemiştir. Bundan dolayı onlar, bilmezler. (Tevbe Suresi, 91-93)



Meryem Suresi'nin 33. Ayeti Kuran'da Hz. İsa (a.s.)'ın yeryüzüne ikinci kez gelişine işaret eden önemli delillerden biridir

Hz. İsa (a.s.)’ın yeryüzüne yeniden gelecek olması ahir zamanın en önemli müjdelerinden birisidir. Allah Kuran’ın bazı ayetlerinde Hz. İsa (a.s.)’ın ölmediğini, öldürülmediğini, Allah Katı’na yükseltildiğini ve yeryüzüne yeniden gönderileceğini açıkça bildirmiştir. Kuran’da Hz. İsa (a.s.)’ın yeryüzüne ikinci kez geleceğini ifade eden delillerden bir tanesi de Meryem Suresi’nin 33. ayetidir. Bu ayet-i kerime hem içerdiği Arapça kelimelerin anlamları, hem ayetin numarası, hem de ayetin ebced değerleri itibariyle Hz. İsa (a.s.)’ın nüzulüne dair pek çok sır içermektedir. 

-1-

Bilindiği üzere Arapça çok zengin bir dildir ve Arapça’da tek bir kelime birden fazla hatta kimi zaman 20’den fazla manaya gelebilmektedir. Meryem Suresi'nin 33. ayetinin de Arapça anlamı incelendiğinde çok önemli bilgilerin haber verildiği görülmektedir. Bu ayet, Hz. İsa (as)'ın ahir zamanda yeniden dünyaya gelişine işaret eden ayetlerde biridir.Meryem Suresi 33. ayette Cenab-ı Allah şu şekilde bildirmektedir:

"Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de."

Ayetin Arapçası ise şu şekildedir:

“Ve esselamu aleyye yevme vulidtu ve yevme emutu ve yevme ubasu hayyen.”

Bu ayette “öleceğim gün” şeklinde tercüme edilen “yevme emutu” ifadesindeki“emutu” kelimesi “mate” fiilinden türemiştir ve “ölmek” anlamını taşımasının yanısıra “uyumak” anlamına da gelmektedir. En güvenilir hadis imamlarından olan İmam-ı Buhari ve İmam-ı Tirmizi Hazretleri’nin Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den naklettikleri bir duanın Arapça'sında da, “uyur” şeklinde tercüme edilen kelime “emutu”  kelimesidir.   

Allahümme bismike EMÛTÜ ve ahyâ. (Buhari ve Tirmizi)

Allah'ım! Senin ismini anarak UYUR ve senin ismini anarak uyanırım. (Buhari ve Tirmizi)

Meryem Suresi'nin 33. ayetinde  “emutu” kelimesi yer almaktadır. Yani, bu ayetin meallerinde "öldüğüm gün" şeklinde tercüme edilen kelime, Peygamberimiz (sav)'in hadisinde uyumak olarak geçmektedir.

Ayette “diri olarak yeniden kaldırılacağım gün” şeklinde tercüme edilmiş olan“yevme ubasu hayyen” ifadesindeki “ubasu” kelimesi ise “diriltilmek”anlamının yanısıra “uyandırılmak, gönderilmek, vazifeli kılınmak”anlamlarını da içermektedir. 

Görüldüğü üzere hem “emutu” hem de “ubasu” kelimelerinin diğer anlamları birarada değerlendirildiğinde, ayette Hz. İsa (a.s.)’ın ölmediği, uyku benzeri bir halde Allah Katı’na yükseltildiği ve içinde bulunduğumuz ahir zamanda yeniden Allah’ın vazifeli kıldığı bir elçi olarak yeryüzüne gönderileceği bildirilmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.)

-2-

Meryem Suresi’ndeki bu ayetin ayet numarası da önemli bir sır içermektedir. Bu sırrı anlayabilmek için Allah’ın Hz. İsa (a.s.)’dan bahsettiği Maide Suresi’nin 110. ayeti ve Al-i İmran Suresi’nin 46. ayetine bakmak gerekmektedir. Allah bu ayetlerde şu şekilde bildirmektedir:

"Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin (kehlen) iken de insanlarla konuşuyordun.” (Maide Suresi, 110)

"Beşikte de, yetişkinliğinde (kehlen) de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir." (Al-i İmran Suresi, 46)

Ayetlerde Hz. İsa (a.s.)'ın yetişkin halini ifade etmek için kullanılan "kehlen"kelimesinin anlamı "otuz ile elli yaşları arasında, gençlik devresini bitirip ihtiyarlığa ayak basan, yaşı kemale ermiş kimse" şeklindedir. Hristiyan kaynaklarda da Hz. İsa (a.s.)’ın Allah Katı’na yükseltildiğinde 33 yaşında olduğu ittifakla kabul edilmektedir. 

Büyük İslam alimlerinden Kurtubi Hazretleri de Hz. İsa (a.s.)’ın "kehl" halinde insanlarla konuşmasını, yeryüzüne indirildiğinde konuşacağı şeklinde yorumlamakta ve şöyle söylemektedir:

"Hz. İsa 33 yaşındaki bir kıvamda indirilecek ve, ‘Ey insanlar ben Allah'ın kuluyum!’ diyecektir." (Kurtubî, el-Camiu liahkami’l-Kur’ân, 4/90-91.)

Bütün bu bilgiler topluca değerlendirildiğinde, Meryem Suresi’ndeki ayetin numarasının 33 olmasının da, Hz İsa (a.s.)’ın ahir zamanda yeniden yeryüzüne gönderileceği yaşa işaret etmesi açısından manidar olduğu görülmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.)

-3-

Meryem Suresi’nin 33. ayetinin ebced değerleri hesaplandığında ortaya çıkan tarihlerde de Hz. İsa (a.s.)’ın ikinci kez yeryüzüne gönderilişine dair sırlar bulunmaktadır. Ayetteki kelimelerin harflerinin sayısal değerleri toplandığında elde edilen tarihler, hadislerde bildirilen ahir zaman alametlerinin yaşanacağı, Hz. Mehdi (a.s.)’ın zuhur edeceği ve Hz. İsa (a.s.) ile birlikte görev yapacağı tarihlere denk gelmektedir. Ayetin ebced hesaplaması şu şekildedir:

“Ve   esselamu  aleyye   yevme  vulidtu   ve   yevme   emutu   ve  yevme   ubasu  hayyen”

6    +    222    +   120  +  56   +   440   +  6  +  56   +    447  +  6  + 56    +   573  +   19  = 2007

(Şeddeli, tenvinsiz)

6   +   162     +   110  +   56    +   440   +  6  +  56   +   447  +  6  + 56    +   573  +   69  = 1987

(Şeddesiz, tenvinli)

6    +    222    +   120  +  56   +   440   +  6  +  56   +    447  +  6  + 56    +   573  +   69   = 2057 (Şeddeli ve tenvinli)

Farklı şekillerde yapılan üç hesaplamada ortaya çıkan tarihlerin hepsi ahir zaman dönemlerine işaret etmektedir. Bu tarihler Hz. Mehdi (a.s.)’ın zuhur edeceği, Hz. İsa (a.s.)’ın nüzul edeceği ve Hz. Mehdi (a.s.)’yle birlikte vazife yapacakları dönemlere işaret ediyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.)


Allah kullarına bir rehber ve yol gösterici olarak indirdiği hak kitabımız Kuran-ı Kerim’deki ayetlerinde pek çok sır ve hikmet gizlemiştir. Ayetlerin ilk okunduğunda anlaşılan birinci anlamları dışında, daha pek çok derin anlamları bulunmaktadır. Nitekim Meryem Suresi’nin 33. ayetinde de Allah derin hikmetler gizlemiştir. Allah takdir ettiği zamanda bu sırları ve hikmetleri kullarından dilediğine açmakta ve ayetlerin diğer anlamlarının da kulları tarafından anlaşılmasını nasip etmektedir. 

Bu ayetin içerisinde de Cenab-ı Allah hem kelimelerle, hem sayısal değerlerle hem de ayet numarasıyla bir güzellik bildirmiştir. Bütün bu bilgileri birarada ele aldığımızda ise, Allah’ın bu ayetiyle biz kullarına Hz. İsa (a.s.)’ın ölmediğini, uykuya benzer bir halde Kendi Katı’na yükselttiğini ve içinde bulunduğumuz bu dönemde yeniden yeryüzüne geri göndereceğini müjdelediği anlaşılmaktadır. (Doğrusunu Allah bilir.)



''Darwin'den bu yana evrim değişti ve gelişti'' iddiasına cevap

25 Ocak 2011 tarihli NTV evrim programında konuklardan biri, "Darwin’den sonraki 150 yıl boyunca meydana gelen değişimlerin çok iyi algılanamadığını bu nedenle evrimin tam anlaşılamadığını" iddia etmiştir.

Darwin’den bu yana evrimin “değiştiği” iddiası bir anlamda doğrudur. Ancak bu doğruluk evrime bir şey kazandırmamaktadır. Çünkü bilimsel gelişmeler evrim teorisinin son derece ilkel mantıklarla kurgulanmış bir senaryo olduğunu daha da net şekilde ortaya koymuştur.

Darwin'den bu yana yaşanan gelişmelerin tümü evrim teorisini yalanlamıştır

Darwin, kendi döneminde hücreyi su dolu bir baloncuk zannediyordu. Darwinden sonra HÜCRENİN, NEW YORK ŞEHRİNİN KOMPLEKSLİĞİNİ AŞAN BİR KOMPLEKSLİĞE SAHİP OLDUĞU ANLAŞILDI.

Darwin döneminde ara fosil yoktu, fakat Darwin hayali ara formların mutlaka ileride bulunacağını düşünüyordu. Ancak sonraki yıllarda yeryüzünün tamamı kazıldığı ve 350 milyondan fazla fosile ulaşıldığı halde, TEK BİR TANE BİLE ARA FOSİL OLMADIĞI ortaya çıktı.

DARWİN DÖNEMİNDE GENETİK BİLİNMİYORDU. Bu nedenle doğal seleksiyon ile avantajlı hale gelen bir canlının başka canlılardan türeyebileceğine inanılıyordu. Genetik biliminin gelişmesi ile bu iddianın gülünçlüğü açıkça anlaşıldı.

Darwin döneminde değil elektron mikroskobu, buzdolabı, hatta tükenmez kalem bile yoktu. Darwin, CANLILARDAKİ MİKROSKOBİK YAPILARIN NEYE BENZEDİĞİNDEN HABERSİZDİ. İncelediği böcekler üzerinden kafasına göre çıkarımlarda bulunuyor, kendi hayal dünyasında çeşitli senaryolar kurguluyordu.

Darwin, kıyıda oynayan ayıların, çırpınırken balinaya dönüştüğünü iddia edecek kadar bilimsellikten uzak bir maceraperestti.

Darwin'den bu yana değişen en büyük şey, BİLİMİN EVRİM TEORİSİNİ TAM ANLAMIYLA YALANLAMASI OLDU.

Dolayısıyla 150 yıl içinde gerçekten de Darwin ve onun evrim teorisi üzerinde çok ciddi değişiklikler olmuştur. O dönemde ateist masonların gündeme getirip yaygınlaştırdığı bu sahtekarlık şu anda rezil olmuş, bütün dünyada olağanüstü derecede küçük düşmüştür.

150 yıl sonra olan değişiklik, evrimin yerle bir olmasıdır. 

Renkli görme





Bediüzzaman Hazretleri Müslüman Kardeşlerimizin Gördüğü Zulmün Hz. Mehdi (a.s.) Önderliğinde Son Bulacağını Müjdelemiştir

“Cenab-ı Hak bir dakika zarfında beyne-es sema vel-arz alemini (yer ile gök arasındaki alemi) bulutlarla doldurup boşalttığı gibi bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder (dindirir) ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin numunesini (örneğini) ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden KADİR-İ ZÜLCELAL (herşeye muktedir olan Yüce Allah) HZ. MEHDİ (A.S.) İLE DE, ALEM-İ İSLAM’IN (İslam aleminin) ZULÜMATINI (zulüm devrini, karanlığını) DAĞITABİLİR. VE VA’DETMİŞTİR VAADİNİ ELBETTE YAPACAKTIR.” (Mektubat, s. 411-412)

Bediüzzaman, Celal ve Kudret sahibi olan Rabbimiz’in, Hz. Mehdi (a.s.) ile dinsizlik ve zulüm devrini ortadan kaldıracağını belirtmiştir. Rabbimiz’in, yer ile gök arasındaki tüm alemi bulutlarla bir dakika içinde doldurup boşalttığı, bir saniyede denizin fırtınalarını durdurduğu ve bahar mevsiminde bir saatte yaz mevsiminin örneğini ve yazın da bir saatte kış fırtınasını yarattığı gibi, bu olayı da hemen gerçekleştirmeye kadir olduğunu hatırlatmıştır. Bediüzzaman, Allah’ın bu vaadinin hak olduğunu ve vaadini mutlaka gerçekleştireceğini ifade etmiştir. Hz. Mehdi (a.s.) Allah’ın izniyle İslam dünyasının karşı karşıya kaldığı zulüm ve zorluklara son vermekle görevli kişi olacak ve çalışmalarıyla tüm dünya çapında etkili olacaktır.

Dünyanın pek çok bölgesinde adeta esir edilmiş zavallı kadınlar, çocuklar, yaşlılar; işkence gören masum insanlar; ibadethaneleri yakılıp yıkılan Müslümanlar; toplama kamplarında acımasızca çalıştırılan mazlumlar tüm İslam aleminin sorumluluğundadır. Allah Nisa Suresi’nin 75. ayetinde, Müslümanların ihtiyaç içindeki mazlumlar için çaba göstermeleri gerektiğini bildirmektedir:

“Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına cehd etmiyorsunuz (çaba göstermiyorsunuz)?”

İttihad-ı İslam tüm İslam ülkelerinin kurtuluşudur.



 

Masaüstü Görünümü