Harun Yahya

Ramazan 2014, 26. Gün









A9'u izlemek için

Uydunuzu Nasıl Ayarlayacaksınız?







"Mümin olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Resulü'ne iman ettiler, sonra hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla mücadele ettiler. İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir." (Hucurat Suresi, 15)

Mümin kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır. Zira her işi onun için bir hayırdır. Bu durum, sadece mümine hastır, başkasına değil: Ona memnun olacağı bir şey gelse şükreder, bu ise hayırdır; bir zarar gelse sabreder, bu da hayırdır. (Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 2. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, 1992, s. 208)



...“Artık sen Allah yolunda mücadele et, kendinden başkasıyla yükümlü tutulmayacaksın. Müminleri hazırlayıp-teşvik et.” (Nisa Suresi, 84) Hangi müminleri? Ehl-i Sünnet müminleri değil, Şiileri değil, Vahhabileri değil, bütün dünya Müslümanlarını. Bütün dünya Müslümanlarına hitap ediyor Allah burada, sadece Ehl-i Sünnet’e hitap yok. Şiilere hitap yok. Caferilere hitap yok. Alevilere, Bektaşilere hitap yok, değil mi? Kime bu hitap? Bütün Müslümanlara, ne diyor Cenab-ı Allah; Kuran’da, “Müminleri hazırlayıp-teşvik et.” Bütün dünya Müslümanlarını hazırlayıp teşvik etmek, Mehdiyet’in bir görevidir. Hem hazırlayacak ilmi, kültürel yönden onları mücehhez (hazırlıklı) hale getirecek. Kitaplarla, cd’lerle, filmlerle hazırlayacak ve teşvik edecek. Türk İslam Birliği’ne, İttihad-ı İslam’a, güzelliğe, sevgiye, bilime, sanata, demokrasiye teşvik edecek. “Umulur ki Allah, küfredenlerin ağır-baskılarını geri püskürtür.” Darwinistlerin, materyalistlerin, komünistlerin, faşistlerin ağır baskılarını geri püskürtür. “Allah, 'kahredici baskısıyla' daha zorlu, acı sonuçlandırmasıyla da daha zorludur” diyor, Allah. Ne görüyoruz şu an? Allah’ın kahredici gücünü görüyoruz. Ayakları kayıyor artık. (Samsun AKS TV, 27 Ocak 2011)

Müslüman güzeli tercih eder çirkinlikte de hikmet arar.





Müminleri Daima İyi Olana Teşvik Etmenin Yolları

İman eden bir insan sadece çevresine değil, içinde yaşadığı topluma ve diğer tüm toplumlara karşı kendisini sorumluluk altında görür. Bu sorumluluk, tüm insanların İslam ahlakından haberdar olarak yaşamasına vesile olmaktır. İnsanlar istedikleri yaşam şeklini benimsemekte özgürdür. Ancak çoğu kişi dinsizliği, Allah'ı ve İslam ahlakını tanımadığı için tercih etmiş olabilir. Birçoğu, din ahlakını bilmediği için hatalar yapıyor veya sorunlarının içinden çıkamıyor olabilir. Kuran'da Rabbimiz’in insanlara bildirdiği hükümlerden haberdar olmadığı için mutsuz, sinirli ve umutsuz yaşayan milyonlarca insan olabilir. Bu kitlelere karşı Allah'ın müminlere yüklediği sorumluluk, onlara İslam ahlakını öğretmeleri ve ondan sonra seçimlerini yapmaları için imkan tanımalarıdır. Çünkü iman edenler, bu gibi insanların içinden çıkamadıkları sorunların nasıl çözümleneceğini Kuran ayetlerinden haberdar oldukları için bilirler. Bu durumda bilenlerin bilmeyenlere, bu çözümleri anlatması farz olur. Ayette şöyle buyrulur:

“Artık sen Allah yolunda mücadele et, kendinden başkasıyla yükümlü tutulmayacaksın. Mü'minleri hazırlayıp-teşvik et. Umulur ki Allah, küfredenlerin ağır-baskılarını geri püskürtür. Allah, 'kahredici baskısıyla' daha zorlu, acı sonuçlandırmasıyla da daha zorludur.” (Nisa Suresi, 84)       

Tebliğin Önemini Vurgulamak

İnsanların içinde bulundukları sıkıntılardan kurtulmanın yollarından haberdar olup, buna rağmen bu gerçekleri onlardan gizlemek ve anlatmamak, bir felaketten haberdar olup, bundan nasıl kurtulacağını insanlara anlatmamakla aynı şeydir. Eğer felaket olur ve insanlar ölürse, o zaman bu gerçeği anlatmayan kişi çok büyük bir sorumluluğun altına girer. Bu nedenle iman edenlerin üzerine tüm insanlığa karşı ağır ve büyük bir sorumluluk düşmektedir. Bu sorumluluğun ciddiyeti, iman edenlerin çok az olması ve inkarcıların dünyanın büyük bir bölümünü oluşturmasından ileri gelir. Dolayısıyla müminlerin kalplerindeki şevkin sürekli ayakta tutulması, gaflete düşmelerine izin verilmemesi ve yapacakları işlerde maddi ve manevi desteklenmeleri çok önemlidir. Nitekim Allah "Müminlerin bu sorumluluğa hazırlanıp teşvik edilmelerini" Enfal Suresi'nin 65. ayetinde farz kılmıştır. Konuyla ilgili ayet şöyledir:

“Ey Peygamber, mü'minleri mücadeleye karşı hazırlayıp-teşvik et. Eğer içinizde sabreden yirmi (kişi) bulunursa, iki yüz (kişiyi) mağlub edebilirler. Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi) bulunursa, kâfirlerden binini yener. Çünkü onlar (gerçeği) kavramayan bir topluluktur.” (Enfal Suresi, 65)

Müminleri Güzel Sözle Uyarıp Vicdanlarını Harekete Geçirecek Etkileyici Söz Söylemek

Muhakkak ki iman edenlerin tebliğ sorumluluğunu yerine getirirken bilgisizlikten veya yanılmaktan kaynaklanan birçok hataları ve eksiklikleri olabilir. Yanlış bir şey söyleyebilirler, yanlış bir yorumda bulunabilirler, iyilik yapmak isterken fakında olmadan yanlış bir uygulama içinde olabilirler. Bu durumda mutlaka bu konularda uyarılmaları ve doğrusunu öğrenmeleri gerekir. Çünkü İslam ahlakını anlatmak ve insanları imana davet etmek çok önemli ve dikkatli yapılması gereken bir hizmettir. Birçok insan, İslam ahlakına göre yaşayıp yaşamayacağına kendisine bu ahlakı anlatan kişinin üslubuna, tutum ve davranışlarına göre karar verir. Eğer din ahlakını anlatan kişiye karşı bir güven ve sevgi duyarsa İslam ahlakına kalbi ısınmaya başlar. Bu nedenle din ahlakını tebliğ etmek, yeryüzündeki en ciddi sorumluluklardandır.

Dolayısıyla İslam ahlakının daha çok kişi tarafından öğrenilmesi ve yaşanması maksadıyla hareket eden müminlerin, günden güne daha iyi bir hitap içinde olabilmeleri uyarılıp eğitilmelerine bağlıdır. Çünkü tavsiyelerle bir insanın bilgi, görgü, hitap, üslup, kelime haznesi, mimik, giyim gibi konulardaki eksikliklerinin giderilmesi mümkündür. Böylece Allah'ın müminleri hazırlamamızla ilgili emrini yerine getirmiş oluruz. Ancak ayetlerde, müminleri hazırlarken bunun teşvik ederek ve şevklendirerek yapılması gerektiği de bildirilir. Bu nedenle verilecek olan tavsiyelerin yapıcı, şevklendirici, onore edici olması son derece önemlidir.

İman eden bir kimse herkese örnek olacak hal ve tavır içinde olmalıdır. Şüphesiz bunun için de güzel ahlakıyla birlikte yüksek bir hedefe sahip olması ve sürekli bir gelişim, ilerleme arayışı içinde bulunması gerekir. Dolayısıyla Müslümana yakışan -Allah'ın bildirdiği din ahlakını temsil eden bir kişi olarak- din ahlakının kazandırdığı üstünlükleri en güzel şekilde yansıtmayı ve Allah rızasının en çoğunu kazanmayı hedef edinmesi olacaktır. Ayette şöyle buyrulur:

“Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır.” (Al-i İmran Suresi, 114)



Fosil Kayıtlarındaki Durağanlık: "Stasis"

Doğa  tarihini incelediğimizde karşımıza, "farklı anatomik  yapılara evrimleşen" değil, yüz milyonlarca yıl  boyunca hiç değişmeden kalan canlılar çıkmaktadır. Fosil kayıtlarındaki bu "değişmezlik", bilim  adamları tarafından "stasis" (durağanlık) olarak tanımlanmıştır. Halen yaşayan ve günümüzde varlığını korumayan ama dünya tarihinin birbirinden farklı dönemlerinde fosil bırakmış olan canlılar, fosil kayıtlarındaki durağanlığın  somut delilleridirler. Fosil kayıtlarındaki bu durağanlık,  aşamalı bir evrim sürecinin yaşanmadığını gösterir. Stephen Jay  Gould, Natural History dergisindeki yazısında fosil kayıtlarının  evrim teorisi ile olan tutarsızlığını şu şekilde ifade etmiştir:

‘Çoğu fosil türünün tarihi, kademeli  gelişim ile tutarsız olan iki özellik gösterir:

1.  Stasis. Çoğu tür dünya üstünde geçirdikleri süre boyunca  hiçbir yönlü değişim göstermemektedir. Fosil kayıtlarından  kayboldukları sırada nasıl görünüyorlarsa ortaya çıktıklarında  da aynı görünümdedirler; morfolojik değişim çoğunlukla  sınırlıdır ve yönlü değildir. 2. Birden ortaya çıkış.  Herhangi bir yerel bölgede, bir tür, atalarının sabit dönüşümü neticesinde kademeli olarak ortaya çıkmamaktadır;  birden ve 'tam gelişmiş' olarak ortaya çıkmaktadır.’(http://members.iinet.net.au/~sejones/fsslrc02.html)

 Eğer bir canlı, milyonlarca yıl önceki  tüm özellikleri ile günümüzde kusursuz şekilde varlığını sürdürüyorsa ve hiçbir değişim geçirmediyse, bu durum  Darwin'in öngürdüğü aşamalı evrim modelini tamamen  ortadan kaldıracak kadar güçlü bir kanıttır. Öyle ki,  yeryüzünde bunu kanıtlayacak tek bir örnek değil, milyonlarca  örnek bulunmaktadır. Canlılar, milyonlarca yıl hatta  kimi zaman yüz milyonlarca yıl önce var oldukları hallerinden  hiçbir farklılık göstermemektedirler. Bu durum, Niles  Eldredge'in açıkça ifade ettiği gibi, paleontologların,  hala savunulmakta olan evrim fikrinden artık "kaçınmalarına" sebep olmaktadır:

 ‘Paleontologların evrimden bu kadar uzun  süre kaçınmış olmaları hiç de şaşırtıcı değildir. Evrim  asla gerçekleşmemiş gibi görünmektedir. Kayalıklarda  dikkatle ve sabırla yürütülen toplama çalışmaları zigzaglar,  küçük salınımlar, ve çok nadiren milyonlarca yıl boyunca  görülen değişimlerin küçük birikintilerini ortaya çıkarmaktadır  - ki bunlar evrimsel tarihte yaşanmış olan tüm o müthiş  değişimi açıklayamayacak kadar yavaş bir hızdadır.’(http://members.iinet.net.au/~sejones/fsslrc02.html)



Yusuf Suresi'nden Ahir Zamana İşaretler

Hz. Yusuf'un Hayatında Hz. Mehdi'ye İşaretler Vardır

Muhammed Bâkır aleyhisselam buyurdu ki: “BU İŞİN SAHİBİNDE (MEHDİ’DE) YUSUF’A BİR BENZERLİK VARDIR.” (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 189) (“Bu işin sahibi” yani, velayetin sahibi demektir. Bütün imamlarımız velayet sahibidir. Bununla birlikte mezkur hadislerimizde geçen velayetin sahibi sadece onikinci imamımız Hz. Mehdi aleyhisselam’dır. (Ç.))

"Ebu Basir der ki: İmam Muhammed Bakır Aleyhisselam'ın şöyle buyurduğunu duydum: "Bu GAYBETİN (MEHDİ’NİN) SAHİBİNDE DÖRT PEYGAMBERİN SÜNNETİ VARDIR:... Dedim ki: "HZ. YUSUF’UN SÜNNETİ NEDİR?" BUYURDU Kİ: "ZİNDAN VE GAYBET."... (Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 190)

... SONRA HZ. MEHDİ ALEYHİSSELAM HZ. YUSUF’A BENZEMEKTE ve onun halkı gördüğünü ama halkın onu göremediğini ve Hz. Ali’nin de buyurduğu gibi gökten nida olunana dek onun görülmeyeceği kesindir. (Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 167)

Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde, Kuran'ın Yusuf kıssasında anlatılan Hz. Yusuf’un hayatıyla, Hz. Mehdi'nin hayatı arasında çok büyük benzerlikler olduğu haber verilmiştir. Peygamberimiz (sav)'in verdiği bu bilgi doğrultusunda Kuran ayetlerine bakıldığında, Hz. Mehdi ile ilgili hadislerle çok mutabık olayların yer aldığı görülür (En doğrusunu Allah bilir).    

Hz. Yusuf, Yaşadığı Dönemin Mehdisi’dir

Allah Kuran'da, her dönemde insanlar için “hidayete yönelten bir elçi” gönderdiğini bildirmiştir. Bütün peygamberler hidayet ile gönderildiği, hidayete erdiren, vesile olan kişiler olduğuna göre, her peygamber birer Mehdi'dir. “Hz. Yusuf da yaşadığı dönemin Mehdisi”dir. Bu yönüyle de, ahir zamanda ortaya çıkacak olan Hz. Mehdi'nin hayatıyla, Hz. Yusuf'un hayatı büyük benzerlikler göstermektedir.

Tohumlarını fırlatan bitkiler





Milletimiz Birleşme, Büyüme, Gelişme İstemektedir. Ancak Bu Büyüme Siyasi Sınırlar  Değişmeden Gerçekleşecektir

Milletimiz bölme girişimlerine “büyüme, gelişme ve birleşme isteğiyle” cevap vermektedir. Başta Suriye ve Irak olmak üzere ülkemizin doğusunda olup biten olaylar analiz edildiğinde, ortaya apaçık bir gerçek çıkmaktadır. Bu gerçek şudur: Milletimiz bütün bu tehdit ve tehlikelere ancak topyekün milli birlik ruhuna sarılarak karşı koyabilir. Türk Milleti uyanık olmak ve devletine destek olarak oyunları bozmak zorundadır. Bu nedenle, bugün gerek iç huzur ve istikrarımızın, gerekse dış güvenliğimizin sağlanması açısından en acil ihtiyaç olan bu milli görüşe milletimiz sahiptir. Sadece bu görüşün daha sık gündeme getirilmesi ve yaygınlaştırılması gerekmektedir.

Milli görüşe sahip çıkıp güçlendirecek olan değerli şahıs ise Hz. Mehdi (a.s.)’dır. Milli birlik ruhunun güçlendirilmesine paralel olarak, Türkiye Devleti’nin de milli bir strateji belirlemesi ve bu strateji çerçevesinde kararlı bir dış politika sergilemesi son derece önemlidir. Günümüzde gerek Türk Milletinin gerekse Türk dünyasının ortak bir özlemi ise “BÜYÜK TÜRKİYE” çatısı altında birleşmektir.

Kıbrıs, Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan ve bütün Müslüman Türk halkları adeta nefeslerini tutmuş bir biçimde Türkiye’nin birlik konusunda atacağı adımları beklemektedir. Böyle bir birlik, sahip olunan kaynaklar düşünüldüğünde özellikle ekonomik yönden son derece kuvvetli bir yapı ortaya çıkaracaktır. Bu ülkeler, Türkiye Cumhuriyeti’nin manevi çatısı altında bambaşka bir kimliğe bürüneceklerdir. Elbette ki bu birlik siyasi sınırlar değişmeden gerçekleşecektir. Söz konusu birliğin beraberlik anlayışı, bir toplumun diğerine, bir kültürün ötekine, bir grubun başkasına üstün gelmesine dayalı değil, hepsinin bir diğeri ile eşit olduğu hoşgörü, sevgi ve dostluğa dayalı dayanışma ruhu ile olacaktır.

Bugün bir birlik oluşturma yönünde atılacak somut adımlar, bölge devletleri tarafından da kabul görecektir. Üstelik bu birlik dünyanın en gelişmiş medeniyetini, en zengin topraklarını ve üstün kültürünü de içinde barındıran, 21. yüzyıla damgasını vuracak bir birlik olacaktır. Bu birliğin öncülüğünü yapabilecek tek millet ise hiç şüphesiz Hz. Mehdi (a.s.)’ın zuhur edeceği Türkiye ve Türk Milleti’dir.

Ayrıca böyle bir birliğin kurulması Türkiye’nin AB’ye girmesine de engel değildir. Türkiye, Türk- İslam dünyasının lideri bir ülke olarak AB’ye girebilir ve böylelikle Avrupa’nın geneline hakim olan materyalist anlayışın ortadan kaldırılmasında önemli bir görev üstlenebilir. İslam ahlakıyla ahlaklanmış Türk insanının sahip olduğu şefkat, merhamet, kardeşlik, fedakarlık gibi güzel erdemler bu vesileyle Avrupa’ya ve tüm dünyaya yayılabilir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de Hz. Mehdi (a.s.)’ın çıkışı ile İslam aleminin bir ve bütün olacağını müjdelemektedir. Şu an İslam aleminin parçalanmış olması, Müslüman toplumlar ve gruplar arasında ayrılıklar, anlaşmazlıklar, hatta çatışmalar olması Hz. Mehdi (a.s.)’ın çıkış alametlerinden biridir. Hz. Mehdi (a.s.) zuhur ettiğinde bu dağınıklığı tam anlamıyla ortadan kaldıracak, Müslüman dünyasının birliğini sağlayacaktır. Tüm Müslümanlar, sevgiyle ve coşkuyla Hz. Mehdi (a.s.)’ın etrafında birleşeceklerdir. Hz. Mehdi (a.s.) Türk Milletinin içinden çıkacağı için Türk Milletinin, Türk ve İslam aleminin birleşmesindeki rolü çok önemlidir.

Amîre bint-i Nufeyl der ki: İmam Hüseyn (as)’ın şöyle buyurduğunu duydum:

“SİZLER BİRBİRİNİZDEN BERÎ (UZAK) OLDUĞUNUZU SÖYLEMEDİKÇE, BİRBİRİNİZİN YÜZÜNE TÜKÜRMEDİKÇE, BİRBİRİNİZİ TEKFİR ETMEDİKÇE VE BİRBİRİNİZE LANET OKUMADIKÇA beklediğiniz (Hz. Mehdi (a.s.)’ın zuhuru) vuku bulmayacaktır. Arz ettim ki: Öyleyse o zamanda hiçbir hayır yoktur. Buyurdu ki: “Hayrın hepsi o zamandadır. Kâim’imiz (HZ. MEHDİ) KIYAM EDECEK (ZUHUR EDECEK) VE BUNLARIN HEPSİNİ ORTADAN KALDIRACAKTIR.” (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani, s. 240)

Hz. Mehdi (as)'ı beklemek aynı zamanda ittihad-ı İslam'ı da beklemek anlamına gelir.



 

Masaüstü Görünümü