Harun Yahya

Ramazan 2014, 27. Gün








A9'u izlemek için

Uydunuzu Nasıl Ayarlayacaksınız?







Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön. Artık kullarımın arasına gir. Cennetime gir.” (Fecr Suresi, 27-30)

Bir adam nefsinin hoşuna giden birtakım elbise içinde saçları da yapılmış olarak giderken yürüme sırasında kibire düşmüştü ki, birden yere battı. Kıyamet kopuncaya kadar orada zorlukla batmaya devam edecek. (Buhari, Libas 5; Müslim, Libas 49, (2088); Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 15. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s. 32)



Nefsin terbiye edilmesi, Allah’ın gösterdiği tek bir ölçü vardır, samimiyet. Samimiyeti biz ortaya koyduğumuzda, nefis çok makul hale gelir. Çünkü çıkarlar mantıklı olmayı sağlar. Ama vicdanımız da akıllı olmayı sağlar. Samimi ve candan davranmayı sağlar. Biz aklımızla ve vicdanımızla hareket edeceğiz. Aklıyla vicdanıyla hareket eden adam hep doğru hareket etmiş olur. Mesela Allah esirgesin, rüşvet alacaksa, mantığı al der. Ama aklı ve vicdanı da alma der. Aklına ve vicdanına uyduğunda da maddi yönden belki zorluklara girecektir, sıkıntıya girecektir ama doğru olanı yapmış olacaktır. (EKİN TV, 19 Ocak 2009)

Allah dünyada iyi ve kötüyü birlikte yaratır, cennette ise huzur ve sükunet hakimdir.





Nefsi Temizlemek Çaba, Sabır ve Kararlılık Gerektirir

İnsanın dünya hayatındaki imtihanında en büyük düşmanlarından biri nefsidir. İnsanın bu en büyük düşmanının, kendi içinde olması ise çok düşündürücüdür. Dünya hayatının sonuna kadar en çetin mücadeleyi vermesi gereken varlıklardan biri, uzakta bir yerlerde değil, tam olarak “ben” dediği varlığın içindedir; yani “benliğinin bir parçası”dır. Eğer insan bu düşmanından kurtulabilir ve nefsini arındırıp temizleyebilirse Yüce Allah’ın rahmetini ve cennetini umabilir.

İnsan sabah kalktığı ve şuurunun açıldığı ilk andan itibaren, tekrar bilinçsiz hale geleceği uyku anına kadar, nefsine karşı tetikte olmak durumundadır. Nefis tek bir saniye imkan bulduğu anda bile, eğer boş bulunacak olursa, kişiye hiç istemediği bir söz söyletebilir ya da aksini elde etmek için çok emek verdiği halde, bir anda onu yanlış bir tavra sürükleyebilir. Ve nefis insana kendisini çok masum, mazlum ve samimi de gösterebilir. İnsan aklını kullanmayacak olursa, içindeki bu sese kulak verdiğinde, kolaylıkla nefsine acıyıp, onu haklı bulup, onun safına geçecek bir hataya düşebilir. Allah rızası için ona doğru yolu gösteren, nefsini eleştiren kimselere karşı nefsinin avukatlığını üstlenip, her ne olursa olsun onu savunup haklı çıkarma gayreti içerisine girebilir. İşte bu, insan için büyük bir tehlikedir.           

Bu nedenle Allah insanı Kuran ayetleriyle bu tehlikeye karşı uyarmış; nefsin gerçek yapısını kullarına bildirmiştir. Dolayısıyla insan eğer nefsini haklı bulacak bir tavır içerisine girmişse, bu tehlikeyi görerek hiç vakit kaybetmeden hemen Allah’a sığınmalıdır. Nefsin telkinleri o an için kendisine ne kadar inandırıcı görünürse görünsün, nefsin kendisini sinsice kötülüğe çekmeye çalıştığını unutmamalıdır. Kuran’ın bu konuda kendisine nasıl bir yol gösterdiğine bakmalı ve hemen o yola uymalıdır.

Eğer insan nefsine karşı bu şekilde Allah’tan yana bir tavır koyarsa, Allah nefsinin ona verdiği olumsuz telkinleri bir anda giderir ve o kişinin aklını tam olarak temizler. Nefsin ise böyle bir insana karşı koyacak gücü kalmaz. Artık o kişi, imanıyla, vicdanıyla ve ahlakıyla, nefsini kendisi istediği gibi yönetir.

Nefis Allah’ın dilemesi dışında insanı sürekli olarak kötülüğe davet eder. İnsan nefsin bu kötülüklerinden ancak Yüce Allah’la samimi ve derin bir bağlantı kurarak kurtulabilir. Bu bağlantının en etkili yollarından biri O’na dua etmektir. İnsan, samimi kullarının duasına muhakkak cevap vereceğini bilerek (Bakara Suresi, 186) Yüce Allah’tan nefsini arındırmasını, aklını açmasını ve derin bir imana sahip olmayı dileyebilir. Ancak Rabbimiz’le yakın bağlantı kurmanın yolları sadece dua ile sınırlı değildir. O’nun büyüklüğünü, yaratışının mükemmelliğini, düşünerek, nimetlerini anarak, O’nu övüp (tesbih edip) yücelterek ve O’na ibadet ederek nefis hırslardan, korkulardan (gelecek ve kaybetme korkusu gibi) ve bencil tutkulardan arındırılabilir.

İnsanın nefsi malı yığıp biriktirmeye, cimrilik etmeye, bunları kimseyle paylaşmamaya öncelikli olarak hep kendini düşünmeye, bencil olmaya ve fedakarlıktan kaçınmaya eğilimlidir. İnsan nefsindeki bu zaaflardan kurtulabilmek için Yüce Allah’ın emrettiği Kuran hükümlerini eksiksiz olarak uygulamalıdır. Nitekim Yüce Allah nefislerdeki cimrilik ve bencillik duygusundan kurtulmanın en hayırlı yolunun infak etmek olduğunu şöyle bildirmektedir:

“Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah’tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır (en büyük yarar) olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil-tutkularından (ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.” (Tegabün Suresi, 16)

Nefsi temizlemenin en etkili yöntemlerinden biri de onu sürekli olarak kınamaktır. Müminler nefislerini kınayarak gerçek kurtuluşa ve cennete kavuşacaklarını bildiklerinden “Şu sözümle neyi kastettim? Bu hareketi yapmaktaki amacım neydi? Kalbimden geçen şu düşünceden elde etmek istediğim nedir?” gibi sorularla söyledikleri ve yaptıkları hareketlerde kendilerini denetlerler. Herhangi bir hata veya yanlışlık yaptıklarında bunu diğer müminlerle paylaşarak hem onların aynı yanılgıya düşmesine engel olmaya çalışırlar, hem de nefsin büyüklük gururundan dolayı hiç hoşlanmadığı eleştiriyi yaparak ona acı çektirir ve ezerler. Çünkü nefsin en çok sevdiği şey “kendine benlik vermek”, bu benlik duygusunun sonucu olarak hataları da sahiplenip bunları itiraf etmekten insanı engellemektir. Nefis bu biçimde insanı hatasız olduğuna inandırmaya ve kötülükleri bu biçimde örtüp kapatmaya çok eğilimlidir.

Nefsinin kötü isteklerine tabi olup da onu temizleyip arındırmamış ve dünyada iken nefsini kınayıp eleştirmemiş olan kişinin ahirette nefsini kınaması ise ona bir yarar sağlamaz. Nitekim Yüce Allah kıyamet gününün hemen ardından kendini kınayıp duran nefsin durumuna yemin etmektedir:

“Hayır, kalkış (kıyamet) gününe and ederim. Ve yine hayır; kendini kınayıp duran nefse de and ederim.” (Kıyamet Suresi, 1-2)

Unutulmamalıdır ki müminlerin Allah’ın rızasını kazanmak için nefislerini eğitmeleri sonucunda Allah’ın hoşnut olacağı çok üstün bir ahlak ortaya çıkar. Nefislerini eğiten müminlerin Allah korkusu ve sevgisi çok güçlü ve derindir. Bu derinliği yaşayan bir mümin son derece fedakar, cömert, dürüst, adil, merhametli, cesur, güçlü karakterli olur. Hayatı boyunca her olay karşısında bu seçkin ahlak özelliklerini samimi bir gayret ve istekle yaşayan bir mümin ahirette Allah’ın rızasını, rahmetini ve cennetini umar. Yüce Rabbimiz’e duyduğu aşk derecesindeki sevgi nedeniyle Allah’ın çok razı olacağı, güzel ahlaklı bir insan olmak için kendisini eğitir.



TEK BİR PROTEİNİN BİLE TESADÜFEN OLUŞMA İHTİMALİ SIFIRDIR

Hücrenin alt parçaları olan proteinlerin dahi herbiri son derece kompleks yapılardır ve aralarında olağanüstü bir organizasyon, mükemmel bir planlama bulunmaktadır. Herbir protein, insan vücudunda çok hayati görevler üstlenmektedir; üretimi, işlevleri ve tasarımı ile insanda hayranlık uyandıracak kadar çok detaya sahiptir. Böyle yapıların, cansız ve şuursuz atomların tesadüfen biraraya gelip, kusursuz bir organizasyon, iş bölümü ve son derece kompleks yapılar meydana getirmesiyle ortaya çıktıklarını iddia etmek son derece mantıksızdır.

Proteinleri oluşturan amino asitler 20 farklı türdedirler ve yalnızca belirli bir sıra ile dizilirlerse proteinleri oluşturabilirler. Bu belirli dizilimin tesadüf sonucu ortaya çıkma ihtimali "sıfır" dır.

Proteinlerin oluşabilmesi için tek gerekli şart amino asitlerin uygun dizili değildir. Bunun yanında pek çok gereklilik daha vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:

- Proteinlerin en küçüklerinin oluşabilmesi için dahi yüzlerce amino asit belli sayıda, uygun çeşitte ve özel bir sıralamada dizilmelidir,

- Tek bir amino asitin fazla, eksik ya da yerinin farklı olması o proteini işlevsiz hale getirir,

- Bir proteinde bulunan amino asitlerin yalnızca sol-elli olanlardan oluşması gerekir, tek bir sağ-elli amino asitin araya karışması bile o proteini işe yaramaz hale getirir,

- Amino asitlerin aralarında yalnızca peptid bağı denen özel bir kimyasal bağla bağlanması gerekir, diğer kimyasal bağlar proteinin yapısını bozar,

- Proteine işlevini kazandıran unsur onun üç boyutlu yapısıdır. Bu üç boyutlu yapı çoğu zaman hücre içindeki ribozomda protein sentezi yapılırken, özel enzimlerin yardımıyla gerçekleşir, bu yapı birçok protein çeşidinde kendi kendine oluşamaz. Dolayısıyla ilk işe yarar protein oluşurken, çok önceden başka enzimlerin de zaten doğada bulunması gerekir, ki bu bile evrim teorisinin geçersizliğini tek başına gösterir.

-       Tek bir proteinin oluşması için DNA gerekir
-       Protein olmadan DNA oluşamaz
-       DNA olmadan protein oluşamaz
-       Protein olmadan protein oluşamaz
-       Tek bir proteinin oluşması için 60 ayrı protein gerekir
-       Bu proteinlerin bir tanesi bile eksik olsa protein var olamaz
-       Ribozom olmadan protein oluşmaz
-       RNA olmadan da protein oluşmaz
-       ATP olmadan protein oluşmaz
-       ATP’yi üretecek mitokondri olmadan da protein oluşmaz.
-       Hücre çekirdeği olmadan protein oluşmaz
-       Sitoplazma olmadan da protein oluşmaz
-       Hücredeki organellerden bir tanesi eksik olsa protein oluşamaz
-       Hücredeki bütün organellerin var olması ve çalışması için de proteinler gereklidir
-       Bu organeller olmadan da hiçbir şekilde protein olmaz. 

Bu sistem, bir arada çalışmak zorunda olan iç içe bir sistemdir. Biri olmadan diğeri olamaz. Tek bir parçası var olsa bile, sistemin diğer parçaları olmadan bu parça hiçbir işe yaramaz.
Kısacası,  
BİR PROTEİNİN VAR OLMASI İÇİN HÜCRENİN TAMAMI GEREKİR.Hücre, bugün incelediğimiz ve çok az bir kısmını anlayabildiğimiz mükemmel kompleks yapısı ile var olmadığı sürece, TEK BİR TANE BİLE PROTEİN MEYDANA GELEMEZ.

Bitkilerdeki fabrika nasıl çalışıyor?





Ahir Zamanın Önemli Şahıslarından Hz. Hızır (as) Şu An Görev Başında

Yüce Allah, Kuran’ın birçok ayetinde peygamberlerine ve bazı elçilerine özel ilimler lütfettiğini bildirmektedir. Gayb bilgisi, ilm-i ledün, hikmet ve anlatım çarpıcılığı gibi üstün ilimleri dilediği kullarına veren Rabbimiz, bu rahmetiyle hayatlarının her anında olduğu gibi, tebliğleri süresince de elçilerini desteklemektedir. 

Rabbimiz’in peygamberler dışında ilim lütfettiği mübarek şahıslardan biri de Hz. Hızır (a.s.)’dır. Kuran’da ismi açıkça geçmemekle birlikte, Kehf Suresi’nin 65. ayetinde “Katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kul...” şeklinde bildirilen kişinin Hz. Hızır (a.s.) olduğu konusunda tüm Ehl-i Sünnet alimleri hemfikirdir. (Doğrusunu Allah bilir.) Kehf Suresi’nde (65-82 ayetlerde) Hz. Hızır (a.s.) ve sahip olduğu ledün ilmi haber verilmektedir. Hadislerden; ayetlerde anlatılan bu mübarek kişinin Hz. Hızır (a.s.) olduğu anlaşılmaktadır. Yüce Allah’ın seçtiği ve çeşitli ilimler lütfettiği bir kul olan Hz. Hızır (a.s.) önemli olaylar ve durumlarda ortaya çıkar.

Allah’ın Kuran’da “ilim sahibi” olarak bildirdiği Hz. Hızır (a.s.), “İlm-i ledün” adı verilen ilmin sahibi mübarek bir şahıstır. Allah’ın seçtiği kişilere vermiş olduğu özel bir ilim olan “İlm-i ledün” -bir başka ifadeyle “ilm-i batın”- sahibi kişiler, Allah’ın verdiği ilham ile gaybın bilgisine sahip olan özel kişilerdir. Rabbimiz’in takdir ettiği kadarıyla, olayların gidişatını ve gelecekteki sonuçlarını önceden bilir, buna göre hareket ederler. Konuyla ilgili bir ayet şu şekildedir:

“Derken, Katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve Tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kulu buldular.” (Kehf Suresi, 65)

Allah, Hz. Hızır (a.s.)’a Kendi Katından üstün bir ilim vermiştir. Kuran’da Hz. Musa (a.s.)’ın Hz. Hızır (a.s.) ile buluştuğu, kendisiyle beraber bir yolculuğa çıktığı ve Rabbimiz’in Hz. Hızır (a.s.)’a vahyettiği ilimden faydalanmak istediği de detaylı olarak bildirilmiştir. (Kehf Suresi, 66) Hz. Hızır (a.s.), Hz. Musa (a.s.) ile yolculuğa çıkmayı kabul ettikten sonra Hz. Musa (a.s.)’ın eğitimine vesile olacak birkaç olay yaşanmıştır. Hz. Musa (a.s.), Hz. Hızır (a.s.)’ın sahip olduğu ledün ilmini bilmemesi sebebiyle, Hz. Hızır (a.s.)’ın ilk anda hatalı ve garip gibi görünen bazı davranışlarını yadırgayarak ona bunların sebeplerini sormuş ve bazı yorumlarda bulunmuştur. Fakat ayrılacakları vakit gelip Hz. Hızır (a.s.)’dan yaptıklarının asıl sebeplerini öğrenince, Hz. Hızır (a.s.)’ın bunları belirli hikmetlere yönelik olarak yaptığını anlamıştır. (Kehf Suresi, 78-82)

Kuran’da haber verilen Kehf kıssasının yanısıra bazı ayetlerde, hadislerde, İslam alimlerinin çeşitli açıklamalarında ve İslam tarihi kaynaklarında, Hz. Hızır (a.s.)’ın dönem dönem peygamberlere ve Allah’ın salih kullarına yardımcı ve destekçi olduğuna yönelik bazı bilgiler de yer almaktadır. (Doğrusunu Allah bilir.)

Hz. Hızır (a.s.)’ın, İstediğinde Zamanın ve Mekanın Dışına Çıkabilme ve Şekil Değiştirme Özelliği Vardır

Hz. Hızır (a.s.) Yüce Allah’tan bir lütuf olarak zaman ve mekan dışına çıkabilme özelliğine sahiptir, Kendi isteğine bağlı olarak bazen insan bazen de ruh halini alabilir. Hz. Hızır (a.s.) bu özelliği ile meleklere benzer. Çünkü tıpkı melekler gibi boyut değiştirebilir. Aniden dünya boyutundan çıkıp başka bir boyuta geçebilir veya çok hızlı olarak yeniden dünya boyutuna girebilir. Bir insan görünümünü aldığı zamanlarda bile, bir yere girdiği zaman aldığı görünüm ile oradan çıkarken kazandığı fiziksel görüntü birbirinden farklı olabilir. Aniden eşya haline gelebilir veya bitki görünümü kazanabilir.

Nitekim Kuran’da Hz. Hızır (a.s.)’ın Hz. Musa (a.s.)’ın döneminde de saray içinde görevli olduğuna dair işaretler vardır. Bilindiği gibi Hz. Musa (a.s.), Mısır halkından birisini yanlışlıkla da olsa öldürmüş, Firavun ve önde gelenler de Hz. Musa (a.s.)’ın cezalandırılmasını ve hatta öldürülmesini görüşmeye başlamışlardır. Fakat bu konuşmaları duyan bir kişi Hz. Musa (a.s.)’a gelerek onu uyarmış ve Hz. Musa (a.s.)’a şehirden ayrılıp Mısır’dan uzaklaşmasını bildirmiştir. Hz. Musa (a.s.)’ı uyaran ve aniden Hz. Musa (a.s.)’ın karşısına çıkan bu kişi Hz. Hızır (a.s.)’dır (Doğrusunu Allah bilir). Konuyla ilgili ayetler şöyledir:

“Şehrin öbür yakasından bir adam koşarak gelip dedi ki: “Ey Musa, önde gelenler, seni öldürmek konusunda aralarında görüşmektedirler, artık sen çık git; gerçekten ben sana öğüt verenlerdenim. “Böylece oradan korku içinde (çevreyi) gözetleyerek çıkıp gitti: “Rabbim, zalimler topluluğundan beni kurtar” dedi. (Kasas Suresi, 20-21)

Hz. Hızır (a.s.) Kuran’da bildirildiği gibi bazen herhangi bir yerde, herhangi bir kişi olarak insanların karşısına çıkabilir veya insanlarla selamlaşıp konuşabilir, fakat insanlar Hz. Hızır (a.s.)’ı tanıyıp anlayamazlar. Çünkü Yüce Allah’ın Hz. Hızır (a.s.)’a emrettiği görev gereği, onun kendisini insanlara tanıtma sorumluluğu yoktur.

Hz. Hızır (a.s.) İslam’a İleride Zarar Vereceğini Düşündüğü Kişileri veya Cisimleri Etkisiz Hale Getirmekle Mükelleftir

Hz. Hızır (a.s.)’ın bir özelliği de İslam’a ileride zarar vereceğini düşündüğü kişileri veya cisimleri etkisiz hale getirmektir. Etkisiz hale getireceği cisim bir bina, bölge veya arazi olabilir. Kuran‘da Hz. Hızır (a.s.)’ın Hz. Musa (a.s.) ile yolculuğu sırasında bu özelliğine dikkat çekilmiştir:

“Böylece ikisi yola koyuldu. Nitekim bir gemiye binince, o bunu (gemiyi) deldi. (Musa) Dedi ki: “İçindekilerini batırmak için mi onu deldin? Andolsun, sen şaşırtıcı bir iş yaptın.” (Kehf Suresi, 71)

Bu olayda Hz. Hızır (a.s.) bir gemiyi delmiştir. Ancak bu gemiyi delmesinin çok önemli birkaç nedeni vardır. Kuran’da Hz. Hızır (a.s.)’ın bu davranışının sebebi de açıklanmaktadır:

“Gemi, denizde çalışan yoksullarındı, onu kusurlu yapmak istedim, (çünkü) ilerilerinde, her gemiyi zorbalıkla ele geçiren bir kral vardı.” (Kehf Suresi, 79)

Kuran’da dikkat çekilen bu örnekte olduğu gibi Hz. Hızır (a.s.), cisimleri isterse kullanılmaz hale getirdiği gibi İslam’a ve din ahlakına ileride zarar vereceğini düşündüğü veya böyle bir yapıda gördüğü bir insanı da işlevsiz hale getirebilir. Bu bakımdan Hz. Mehdi (a.s.)’ın kan akıtmayan özelliğinin tam karşıtıdır. Hz. Mehdi (a.s.) Yüce Allah emrettiği için kan dökülmesine şiddetle karşıdır, şefkatli ve merhametlidir, uyuyan kişiyi dahi uyandırmaz. Ama Hz. Hızır (a.s.) İslam muhaliflerine karşı Yüce Allah’ın emrettiği vazife o kişiyi etkisiz hale getirmekse bunu hiç tereddüt etmeden yerine getirir. “Böylece ikisi (yine) yola koyuldular. Nitekim bir çocukla karşılaştılar, o hemen tutup onu öldürdü. (Musa) Dedi ki: “Bir cana karşılık olmaksızın, tertemiz bir canı mı öldürdün? Andolsun, sen kötü bir iş yaptın. (Kehf Suresi, 74) ayetinde bu gerçek haber verilmiştir. Hz. Hızır (a.s.) bu olağandışı olayları ve işleri yaparken, sürekli zamanın içine girip çıktığı ve suret değiştirdiği için bulunması, tespit edilmesi de mümkün değildir

Hz. Hızır (a.s.), Hz. Mehdi (a.s.)’ın Önündeki Engelleri Kaldıracaktır

Bediüzzaman Hazretleri eserlerinde Hz. Mehdi (a.s.)’ın aynı anda, “SİYASET MEHDİSİ, SALTANAT MEHDİSİ VE DİYANET MEHDİSİ” olarak üç özelliğe birden sahip olacağını ve bu üç alanda birden Mehdilik yapacağını söylemiştir. Ancak Hz. Mehdi (a.s.) dünyadaki siyasi yapılanmayı hiçbir şekilde yönlendirmez, Siyaset ile ilgili çalışma yapar fakat herkesin bildiği klasik anlamda siyasetle ilgilenmez. Evinden idare eder. Hz. Hızır (a.s.) ise dünya devletinin, dünya hükümetinin başıdır. Dünyada iki tane hükümet vardır; biri deccalin hükümeti, diğeri de Allah taraftarlarının hükümetidir. Hz. Hızır (a.s.) bu hükümetin toplantılarını yapar, yıkılacak, kurulacak devletleri belirler ve İslam Birliğinin kurulması için Hz. Mehdi (a.s.)’ın önündeki engelleri Allah’ın izniyle ortadan kaldırır.

Hz. Hızır (a.s.), İslam Ahlakının Dünya Hakimiyeti, Hz. Mehdi (a.s.)’a ve Müslümanlara Karşı Olanların Manen Ezilmesi Gibi Çok Önemli Konularda Görev Alır

Yüce Allah Hz. Hızır (a.s.)’a çok önemli konularda görev verir. Günümüzde en aciliyetli konu Kuran ahlakının dünya hakimiyetidir. Hz. Hızır (a.s.) bu konunun Yüce Allah’ın dilediği biçimde gerçekleşmesi için ahir zamanın önemli şahısları olan Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.) karşıtlarının manevi olarak ezilmesinde görev alır. Hz. İsa (a.s.)’ın düşmanlarının fikren ezilmesini, Hz. Mehdi (a.s.)’a karşı olanların mağlup olmasını, kilit noktalardaki İslam karşıtlarının ve Müslümanları durdurmaya çalışanların yenilmesini sağlar.

ŞU AN DÜNYAYI YÖNLENDİREN, HZ. İSA (A.S), HZ. HIZIR (A.S.) VE HZ. MEHDİ (A.S.)’DIR

Günümüzde Hz. İsa (a.s.), Hz. Hızır (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.) beraber hareket ederek, dünyayı, İslam ahlakının hakim olması için yönlendirmektedirler. Hz. İsa (a.s.), Hz. Hızır (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.) savaşların ve özellikle büyük hazırlık yapılan Armageddon Savaşı’nın durdurulmasına vesile olmuşlardır. Dünyada Armageddon Savaşı’nın çıkması için önce Irak’ta savaş başlatılmış, ardından da daha kapsamlı kan dökülmesi ve savaşın tüm Ortadoğu’ya yayılması planlanmıştı. Fakat Hz. İsa (a.s.)’ın, Hz. Mehdi (a.s.)’ın ve Hz. Hızır (a.s.)’ın gayretleriyle bu savaş durdurulmuştur. Dünyadaki olaylar şu an Hz. İsa (a.s.)’ın ve Hz. Mehdi (a.s.)’ın duasıyla yönlenmektedir.

Hz. Hızır (a.s.) da Türk-İslam Birliği’nin kurulması için büyük görevler üstlenmiştir. Bu birliğin kurulması için sosyal olayları yönlendirmekte, büyük olaylar gerçekleştirmekte, Müslümanların önündeki bütün engelleri kaldırmaktadır. Allah’ın izniyle Müslümanların, Hz. Mehdi (a.s.)’ın, Hz. İsa (a.s.)’ın yardımcısı olarak görevini eksiksizce yerine getirmektedir.



Türkiye, “Türk-İslam Birliği’nin Lideri” Vasfını, Tarihi Geçmişinden ve Türk Halkının Fıtratından Alır

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri de Müslüman Türk Milletinin manevi şahsiyetine olan inancını ve İslam Birliği’nin oluşmasında Yüce Allah’ın Türk halkına bahşettiği görevi eserlerinde birçok kez vurgulamıştır. Bediüzzaman Müslüman Türk Milletine olan bu inancını ve Türk halkının fıtratında olan İslam alemine önder olma özelliğini şöyle aktarmıştır:

“Allahü Zülcelal Hazretleri, Kuran-ı Kerim’de “ÖYLE BİR KAVİM GÖNDERECEĞİM Kİ ONLAR ALLAH’I, ALLAH DA ONLARI SEVER” buyurmuştur (Maide Suresi, 54). Ben de bu beyan-ı İlahi karşısında düşündüm. BU KAVMİN BİN YILDAN BERİ ALEM-İ İSLAM’IN BAYRAKTARLIĞINI YAPAN TÜRK MİLLETİ OLDUĞUNU ANLADIM.” (Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi, s. 233-234.)

Dolayısıyla Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin dikkat çektiği Maide Suresi’nin 54. ayeti, Türk kavminden çıkacak olan ve Allah’a, Peygamberimiz (s.a.v.)’e ve ahir zamanın en büyük kutbu olan Hz. Mehdi (a.s.)’a saygı ve sevgiyle bağlı olan halis talebelerine ve Türk Milletine işaret etmektedir. Ayette Allah şöyle bildirmektedir:

“Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) Kendisinin onları sevdiği, onların da Kendisini sevdiği mü’minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise ‘güçlü ve onurlu,’ Allah yolunda cehd eden (çaba harcayan) ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah’ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir” (Maide Suresi, 54)

Ayette Yüce Allah, din ahlakının ve Peygamberimiz (s.a.v.)’in sünneti seniyyesinin terk edildiği bir döneme dikkat çekmektedir. İçinde yaşadığımız ahir zaman tam olarak bu durumun yaşandığı bir dönemdir. İşte böyle bir dönemde Allah, samimi dindar olmaları ve hamiyetlerinden dolayı toplum tarafından kınanan ve yerilen, İslam dinine gönülden bağlı, çok dirayetli, Allah’a kalben teslim olmuş, İslam ahlakının dünya üzerinde hakim olması görevini yerine getirme azmine tam sahip, Allah’ın sevdiği bir topluluk getireceğini açık bir şekilde ifade etmektedir.

İttihad-ı İslam ancak sevgiyle olur.



 

Masaüstü Görünümü