Harun Yahya

Samimi Dindar Atatürk


ATATÜRK’ÜN İSLAM’I ÖVEN SÖZLERİ



 


"Ey Millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah'ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Koyduğu esas kanunlar, Kur'ân-ı Azimüşşan`daki ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhunu vermiş olan dinimiz son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate uymamış olsaydı, bununla diğer ilahi ve tabii kanunlar arasında aykırılıklar olması gerekirdi. Bütün ilahi kanunları yapan Cenab-ı Hak`tır." (Atatürk`ün S ve D. c. 2, s. 93)



"Kuran 'Kitab-ı Ekmel'dir. (En mükemmel kitap) "



"Kuran'ın tercüme ettirilmesini emrettim. Bu da ilk defa olarak Türkçeye tercüme ediliyor. Hz. Muhammed'in hayatına ait bir kitabın tercüme edilmesi için de emir verdim." "Camilerin mukaddes mimberleri halkın ruhi, ahlaki gıdalarına en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberlerden halkın anlayabileceği dille ruh ve beyne hitap edilmekle Müslümanların vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur."



"Milletimiz din gibi kuvvetli bir fazilete sahiptir. Bu fazileti hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz."



"Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur."



"Türk Ulusu daha dindar olmalıdır. Yani tüm sadeliği ile dindar olmalıdır. Dinime, bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum..." (Atatürkün Söylev ve Demeçleri, cilt 3, s. 69-70, 29.10.1923, Fransız yazar Maurice Pernotya verdiği demeç)



 Mustafa Kemal’in Cumhurbaşkanı seçildikten sonra TBMM’ye teşekkür konuşmasını şu şekilde bitiriyor:
"Ancak böylelikle ve ALLAH’IN YARDIMIYLA, bana verdiğiniz ve vereceğiniz görevleri iyi bir biçimde yapabileceğimi umarım. "



"Bence, dinsizim diyen mutlaka dindardır. İnsanın dinsiz olmasının imkânı yoktur… Dinsiz kimse olmaz…"
02. 02. 1923, İzmir, Türkiye’nin Geleceği Üzerine Konuşma)



“MİLLETİMİZ, DİN VE DİL GİBİ KUVVETLİ İKİ FAZİLETE SAHİPTİR. Bu faziletleri hiç bir kuvvet milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, sf.66)



"DİNSİZ MİLLETLERİN DEVAMINA İMKAN YOKTUR. HER FERT DİN VE DİYANETİNİ, İMANINI ÖĞRENMEK İÇİN BİR YERE MUHTAÇTIR. Orası mekteptir. Fakat nasıl ki her hususta yüksek mektep ve ihtisas sahipleri yetiştirmek lazımsa, dinimizin hakikatini tetkik, tetebbu (derinlemesine araştırma) ilmi ve fenni kudretine sahip olacak güzide ve hakiki ulema yetiştirecek yüksek müesseselere sahip olmalıyız. "



"ALLAH, DÜNYA ÜZERİNDE YARATTIĞI BU KADAR NİMETLERİ, BU KADAR GÜZELLİKLERİ İNSANLAR YARARLANSIN VARLIK VE BOLLUK İÇİNDE OLSUN DİYE YARATMIŞTIR."





" Bizim dinimiz hiç bir vakit kadınların, erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. ALLAH’IN EMRETTİĞİ ŞEY, MÜSLÜMAN ERKEKLE, MÜSLÜMAN KADININ BERABERCE DİN ÖĞRENEREK EĞİTİLMESİDİR. KADIN VE ERKEK BU İLİM VE EĞİTİMİ ARAMAK VE NEREDE BULURSA ORAYA GİTMEK VE ONUNLA MÜCEHHEZ (DONATILMIŞ) OLMAK ZORUNDADIR. "



Atatürk Hafız Yaşar’ın ilmini kıraatini sever ve çok beğenirdi. Bazı zamanlar ‘Hafızı çağırın’ derdi. Salonda Hafız Yaşar’ın makamı ileokuduğu Kuran-ı Kerim surelerini huşu ile dinlerken gözlerinden yaş aktığına şahit olunmuştur. Atatürk bazı kereler çalışırken okuduğu tefsirlerin çok tesirinde kalırdı ve de ‘HEY BÜYÜK ALLAH’IM.. KURAN’A İNANMAYAN KAFİRDİR, BİZE NASIL YOL GÖSTERİYOR? BUNLARI TÜM DÜNYAYA OKUTMALIYIZ’ DİYE SÖYLERDİ. SONRA O AN YANINDAKİLERE ‘OKURKEN RUHUM COŞUYOR, SİZE DE OLUYOR MU? ‘ diye sorardı.



"Uhud savaşında hazreti Resulullah düşmana yalnız gitti; neye güveniyordu? Neye sığınıyordu? ALLAH’A DEĞİL Mİ? BEN DE ALLAH’A SIĞINIYORUM. "



Uhud Savaşı’nın planını çizdikten sonra İnönü’ye dönerek şöyle devam etmiştir: ‘BİR KOMUTAN OLARAK BAK BAKALIM BUNDAN DAHA MÜKEMMEL BİR SAVAŞ YAPABİLİR MİYDİN?’ ‘..HZ. MUHAMMED’İN HAYATINA AİT BİR KİTABIN TERCÜME EDİLMESİ İÇİN DE EMİR VERDİM...’ Yakın arkadaşlarından Hafız Yaşar  Okur, Atatürk’ün PEYGAMBER EFENDİMİZ’DEN HER ZAMAN BÜYÜK TAKDİRLERLE BAHSETTİĞİNİ ve O’nun yaşadığı yıllar için hep ‘HZ. PEYGAMBER’İN ZAMAN-I SAADETLERİNDE...’ şeklinde saygı ifadeleri kullandığını aktarmıştır.



"Cedlerimizin, Selahaddin’in idaresi altında, uğrunda Hıristiyanlarla mücadele ettikleri topraklarda yabancı hakimiyet ve nüfuzunun tahtında bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bugün, ALLAH’IN İNAYETİ İLE KUVVETLİYİZ. Avrupa bu mukaddes yerlere temellük etmek (sahiplenmek) için yapacağı ilk adımda bütün İslam aleminin ayaklanıp icraata geçeceğine şüphemiz yoktur."



“Halbuki elhamdülillah hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız...” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II sayfa 131.)



"Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa halkın menfaatine uygundur; biliniz ki o bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaatine, İslam'ın menfaatine uygunsa kimseye sormayın. O şey dinidir. Eğer bizim dinimiz aklın mantığın uyduğu bir din olmasaydı mükemmel olmazdı, son din olmazdı." (Atatürk'ün S.D. II, 1923, s. 127)




ATATÜRK'ÜN DİNDARLIĞI






Suudi Arabistan yönetimi Vahabi inancı gereği tüm mezarları düzenleyip yok ederken, Eğer  Hz.Muhammed’in mezarına dokunurlarsa askerleriyle savaşmaya geleceğini bildirmiş ve böyle tek başına Hz. Muhammed’in mezarının kalmasının sağlamıştır...



Kuran’ın Türkçe mealini TBMM’ye yaptırmıştır.



Diyanet İşleri Başkanlığı’nı devlet içine yerleştirmiştir.



Aydın din adamı yetişsin diye imam Hatipler açmıştır.



Anıtkabir’de sergilenen cep Kur’an’ı hep üzerinde taşımıştır.



Döneminde Milli Eğitim Bakanı’nın getirdiği ateist fikirler işleyen bir kitabın okullarda okutulmak istenmesinden dolayı şiddetle bakanı eleştirmiş ve kitabın yazarı olan öğretmenin de meslekten uzaklaşırılmasını istemiştir.



Atatürk ile Fransız gazetesinin röportajında, gazeteci devrimlerinin din karşıtı olduğu şeklinde bir yorum yapınca bu yorumu reddedip Türk milleti  daha dindar olmalıdır. Bütün sadeliği ile daha dindar olmalıdır demek istiyorum diye savunmuştur...



İslam dini kurallarına göre defnedilmesini vasiyet etmiştir.



Atatürk Edirne’de fırka kumandanı olarak görev yaptığı sırada cuma namazlarını Selimiye Camii’nde kılmıştır. Burada yine bir cuma namazında tanıştığı bir hafızla arasında şöyle bir konuşma geçmiştir:
“Oğlum terbiye görmüş güzel bir sesin var. Okuduğun ezanı çok beğendim ve duygulandım. Seni tebrik ederim. Oğlum Edirne’de kaldığımız süre içinde ben cuma namazına hangi camiye gidersem sen de o camiye gelecek ve iç ezanı okuyacaksın...” (Atatürk ile Allah arasında - Sinan Meydan, İnkılap Yayınları)



Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşı yıllarında da namaz kılacaktır. Örneğin, TBMM’nin açıldığı 23 Nisan 1920’de Ankara’da Hacı Bayram Camii’nde öğle ve cuma namazlarını kılmış, 7 Şubat 1923’te de Balıkesir Paşa Camiinde minbere çıkıp “Allah birdir, Şanı büyüktür. Hz Muhammed O’nun kulu ve elçisidir” diye söze başlayarak hutbe vermiş ve cemaatle birlikte namaz kılmıştır. (Atatürk ile Allah arasında - Sinan Meydan, İnkılap Yayınları)



Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nın amacını, İslâm'ın kurtuluşu olarak nitelemiştir.

Bu amaç için savaşan Türk ordusunun başarısı için dua edilmesini istemiştir.



Atatürk, Kurtuluş Savaşı sırasında camilerde Kur'an ve Sahih-i Buhâri okunmasını istemiştir.



"Atatürk, TBMM'nin hem milli hem de İslâmî açıdan büyük bir öneme sahip olduğunu belirtmiştir.



Atatürk'ün, 21 Nisan, 1920'de Heyet-i Temsiliye adına yayınladığı tamim'de şu açıklamalara yer verilmiştir: TBMM'nin açılış günü, Hacıbayramı Veli Camii Şerifinde Cuma namazı kılınarak, Kur'an ve namazın nurlarından feyz alınacaktır."



Atatürk'ün bu kişilik «özelliğini tespit edenlerden birisi olan Gott-hard Jachke'e göre Atatürk, çoğu zaman Allah'ın hidâyeti için dua etmiş, bir zaferden sonra da Allah'a şükretmeyi hiç unutmamıştır. Allah'tan yardım dilemek onun en belirgin özelliklerinden birini oluşturmuştur. Mücadelesinde her zaman destek ve yardımı Allah'tan isteyen Atatürk, her fırsatta Kur'an okutup dua etmeye özen göstermiştir. Yeni Türk devletinin temellerini atarken dayandığı tek kuvvet, Allah'a olan tevekkülü olmuştur.



Atatürk, Zübeyde Hanım ve Fikriye Hanım'a cepheden gönderdiği telgrafta, Allah'ın yardımıyla kazanılan zaferlerden bahsetmiş ve vatanın kurtuluşu için dua etmelerini istemiştir.



Atatürk, milli mücadeleye önderlik etmek üzere Ankara'ya geldiğinde ciddi bir biçimde maddi sıkıntı çekmekteydi. Bu durumdan haberdar olan Ankara müftüsü Atatürk'ü ziyaret etmiş ve ona bin lira gibi azımsanmayacak miktarda maddî destek sağlamıştır. Sağlanan bu maddi imkanın ardından Atatürk, Mazhar Müfit Kansu'ya, "Gördün mü, akşam ne kadar sıkılmıştık. Bu hatıra gelir miydi? Allah bize yardım ediyor" demiştir.



Atatürk'ün, Büyük Taarruz sabahı, ordu hücuma hazırlanırken; "Yâ Rabbi! Sen Türk ordusunu muzaffer et... Türklüğün, Müslümanlığın düşman ayakları altında, esaret zincirinde kalmasına müsaade etme! Rabb'im, Yunanlıların kazandığını gösterme bana, onlar kazanacaksa, şu gök kubbe benim başıma yıkılsın daha iyi" diye dua etmiş, "Anacığım dua et!" demiş, bu sırada gözlerinden birkaç damla yaş süzüldüğü görülmüştür. Yine aynı gün, Türk topçuları düşman siperlerini dövmeye başladığında, Allah'ım, Türk Milletini ve ordusunu koru, diye dua etmiştir.



"...Benim için dünyada en büyük mevki ve mükâfat milletin bir ferdi olarak yaşamaktır. Eğer Cenabı Hak beni bunda muvaffak etmiş ise, şükür ve hamdlar ederim. Bugün olduğu gibi, ömrümün nihayetine kadar milletin hadimi olmakla iftihar edeceğim."



Şeyh Senûsî; Atatürk'ü, halâskâr-ı İslam yani İslâm'ın kurtarıcısı olarak nitelendirmiştir. Atatürk'ün çalışma odasında bulundurduğu Kur'an nüshalarından ikisini Şeyh Senûsî hediye etmiştir.

Pakistan'ın kurucusu Muhammed Ali Cinnah, Atatürk'ü "Yakın doğunun Müslüman devletlerine örnek olabilecek hizmetler yapan, çağdaş İslâm dünyasındaki en büyük Müslüman" olarak tanıtmıştır.



Atatürk'ün Kur'an Hayranlığı! Atatürk'e 1923 yılında küçük boyda bir Kur'an-ı Kerim hediye edilmesi üzerine: Bence kıymetini takdire imkan olmayan bu hediye Kur'an-ı Kerim'i; en derin hürmetkar din duygularımla muhafaza edeceğim, demiştir.



Atatürk, Ankara'da Müftü Rıfat Börekçi ve ulemânın katıldığı bir karşılama toplantısında, Kur'an'a olan saygısını, onu öpüp başına koyarak göstermiştir. Atatürk, o sırada Seymen alayının idarecisi Güvençli İbrahim'in göğsünde hamayli şeklinde duran Kur'an'ı saygıyla öpmüştür.



Atatürk, Kur'an'a duyduğu saygıyı, Kur'an okuyana karşı göstererek de gerçekleştirmiştir.



1922 yılına ait not defterinde Atatürk, sık sık, "hafıza Kur'an okuttum", "hafız Kur'an okudu" ifadelerine yer vermektedir: 



Kuran’ın Anlaşılması için, Türkçe'ye Çevrilmesini istemiştir. Benim maksadım, arkasından koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın. Atatürk, burada Kur'an'ın Türkçe'ye çevrilmesinin gerekçelerini açıklamaktadır.



Atatürk, yeni yetişen nesle, Kur'an'ın mealinin en kolay ve anlaşılır yöntemlerle öğretilmesini istemiştir. Kur'an âyetlerinin, halkın anlayacağı şekilde Türkçe olarak açıklanmasını önermiştir. Atatürk, Kur'an tefsirinin, bazı kimselerin özel uzmanlık alanı olarak kalmamasını, halkın dinî ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir işleve kavuşturulmasını tavsiye etmiştir.



Atatürk, Kur'an'ı okuyan kimsenin, ondan mutlaka bir şeyler anlayabilmesi ve Allah'la doğrudan irtibata geçmesi gerektiğini ifade etmek istemiştir. Nitekim bir keresinde İnşirah sûresini okuyarak anladıklarını açıklamaya çalışmıştır.



Milli egemenlik kavramının ve bağımsızlık aşkının Kur'andan kaynaklandığını vurgulamıştır.



Atatürk Fatiha suresinin Türkçe'sini ezberlemişti. Okudu, o kadar güzel ve canlı okudu ki güzel ve canlı okuyan bile buna hayran oldu. İyyâke'lerdeki hem niyaz nüktelerini hem hasr manalarını hakikaten canlandırdı. İhdinâ'daki yalvarışları insan psikolojisine en uygun durumda okumayı başardı. Hasılı Türkçe bir ibare; nükteleri, bediî rolleri ancak bu kadar meydana çıkarılmak suretiyle okunabilirdi.



Atatürk, İslâm tarihini çok iyi bilen bir önderdi. O, bir aralık kendisini İslâm Tarihine vermiştir. İslâm tarihini ve Hz. Muhammed'in hayatını derinden incelemiştir. Atatürk, tarih çalışmaları yapmak üzere Yalova'ya giderken İslâm Tarihine ve dinler tarihine ait Türkçe, Fransızca kitapları da beraberinde götürmüştür. Saatlerce süren okumalar ve tartışmalar yapmıştır. Aylarca süren bu etkinlikte Afet İnan, kendisine asistanlık etmiştir.



Atatürk, kendi özel kütüphanesinde bulunan birçok kitabı okumuş ve önemli bulduğu yerlerin altını çizmiştir. Ayrıca bu kitapların kenarlarına birtakım notlar düşmüştür.




ATATÜRK’ÜN PEYGAMBER EFENDİMİZE DUYDUĞU HAYRANLIK












Muhammed Mustafa, peygamber olmadan evvel kavminin sevgisine, saygısına, güvenine erişti… Fahrıâlem Efendimiz, sonsuz tehlikeler içinde, tükenmez sıkıntılar ve zorluklar karşısında yirmi sene çalıştı ve İslâm dinini kurmaya ait peygamberlik görevini yapmayı başardıktan sonra ... cennetin en yüksek katına erişti. 1922 (Atatürk'ün S.D.l, s. 262-263)



Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dinî gerçekleri bildirmeye memur ve elçi olmuştur. Anayasası, hepimizce bilinir ki, şanı büyük olan yüce Kur'an'daki naslardır*. İnsanlara gelişme ve aydınlanma ışığı vermiş olan dinimiz, son dindir, en eksiksiz dindir. 1923 yılında Balıkesir Zağnos Paşa Camii'nde minberden söylemiştir:
1923 (Atatürk'ün S.D.11, s. 94)



"Din insanların gıdasıdır. Dinsiz adam boş bir eve benzer. İnsana hüzün verir. Mutlaka bir şeye inanacağız. Bu dinlerin en sonuncusu, elbette en mükemmelidir. İslam dini hepsinden üstündür. Onun hak peygamber olduğundan şüphe edenler, şu haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar. Hz. Muhammed'in bir avuç imanlı Müslümanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir Meydan Muharebesi'nde kazandığı zafer, fâni insanların kârı değildir. Onun peygamberliğinin en kuvvetli delili işte bu savaştır. (Atatürk ve Din Eğitimi, Ahmet Gürbaş, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, s.2)



“Büyük bir inkilap yaratan HAZRETİ MUHAMMED’E KARŞI BESLENİLEN SEVGİ, ANCAK ONUN ORTAYA KOYDUĞU FİKİRLERİ, ESASLARI KORUMAKLA tecelli edebilir.” (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, sayı 100, sf.4)



"Bütün dünyanın Müslümanları Allah'ın son peygamberi Hz. Muhammed'in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Hz. Muhammed'i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli; İslamiyet'in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler." (Urduca Yayınlarda Atatürk, A.Ü. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Yayını, 1979, s. 70-71)



"Büyük bir inkılap yapan Hazreti Muhammed (sav)'e karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli edebilir." (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, sayı 100, s.)



"O, Allah'ın birinci ve en büyük kuludur. O'nun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir; fakat sonuca kadar O, ölümsüzdür." (Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, Atatürk ve Din Eğitimi, A. Gürtaş, s. 26)



Hz. Muhammed (sav)'in bir avuç imanlı Müslümanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir'de kazandığı zafer, fani insanların karı değildir; O'nun peygamber olduğunun en kuvvetli işareti işte bu savaştır.



“İslam alemine mesaj veriyorum, bildirin
Bütün dünya müslümanları!
Allah'ın son peygamberi Hazreti Muhammet (s..a.v.)'in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli! Tüm müslümanlar Hazreti Muhammed'i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli! İslamiyet'in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler.






ATATÜRK’LE İLGİLİ ANLATIMLAR



Atatürkün manevi kızı Sabiha Gökçen Mustafa Kemal Atatürk’ü anlatıyor:

Atanın elini öpmek üzere yanına girdim. ...
-"Sen dindar mısın" diye sordu?
-"Evet dindarım" dedim. ...  Cevabım hoşuna gitmişti.
"Çok iyi, Allah, büyük bir kuvvettir. Ona inanmak lazımdır" dedi. Ve bu konuda uzun uzun izahat verdi.

Atatürkün diğer manevi kızı Ülkü Adatepe anlatıyor:

... Atatürk Ezan dinlemeyi o kadar çok severdi ki, büyük bir huşu içerisinde ezan dinler, her savaşa ellerini Allah'a açıp dua ederek gidermiş." dedi.
Atatürk, Ağustos’ta Kocatepeye çıktığı zaman orada şöyle dua ediyor: "Allah’ım senin bana verdiğin fikir ve zeka ile ben bütün planlarımı gerçekleştirdim. Bundan sonrası artık Senin mukadderatın (kaderin)." O, Allah’ına inanan bir insandı. Paşa, Ramazanda Dolmabahçe’de veya Çankaya’da olduğunda anneme "Vasfiye oruç tutuyor musun?" diye sorarmış, annem "tutuyorum" dediğinde çok memnun kalırmış. Bana hastalandığımda dua ettirirdi, kendi de ederdi. Çok iyi hatırlıyorum, tifo geçiriyordum. çok üzülmüş. beni kurtarması için Allah’a dua etmiş. Annesi Zübeyde Hanım da çok dindarmış. Anneme daha 7 yaşındayken Kuran dersi aldırmaya başlamış. Kız kardeşi Makbule hanımın da devamlı namaz kıldığını biliyorum."

Safiye Ayla anlatıyor:

"Annesi Zübeyde Hanım da ablası Makbule Hanım da çok dindar insanlardı. Namaz kılarlardı. Tam dindar bir aile ortamında yetişti. Atatürk de dindar bir insandı. Çok beğendiği Hafız Yaşar vardı. O Kuran okurken gözlerinden yaşlar okunurdu. Hatta bütün hocaları toplayıp ayetleri okuyup izah ederek incelemeler yapardı. Bana "Allah’ın sana verdiği lütfu unutma ve bununla şımarma, mütevazi ol, daima Allah’a şükret" derdi. Kendisine "Paşam şunu yaptın, bunu yaptın" diyenlere "Bana Allah yardım etti, ben talihli bir insanım” derdi.

....

Atatürk, 1923 yılında Konya’da Dar’ül Hilafet’ül Aliye Medresesinde ahlak dersinin okutulduğu bir sınıfa girmiş ve Hamdi Zade Hamdi adlı bir öğrenciden “İnnallahe ye’mürüküm en tüeddü’lemaneti, ila ehliha...(Nisa Suresi 58) (Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor…) ayetini yorumlamasını ve ayetten çıkan ahlak ilkelerini açıklamasını istemiştir. Öğrencinin açıklamalarının ardından Atatürk, öğretmen ve öğrencilere “Bu ayet-i kerimeyi muvaffakiyatımız için yegane bir delil hayr eylerim” diyerek duygu ve düşüncelerini açıklamıştır. (Her Yönüyle Atatürk, Altıner, Ankara, 1962, s. 487, Mahmut Yağmur’dan naklen)

Kurtuluş Savaşı’nın en zor günlerinde Kerim Paşa, Kuran’da geçen “Allah’ın eli onların üzerindedir” ayetini yorumlamış ve bu ayette belirtildiği gibi Allah’ın yardımıyla sıkıntılardan aşılacağını söylemiş.  Bunun üzerine Atatürk şöyle karşılık vermiştir:

“Azizim, ‘Yedullahi fevka eydihim’ (Allah’ın eli bütün ellerden üstündür). … Millet Allah’ın buyruğunu yerine getirecektir ve buyurduğunuz gibi milletçe elde edeceklerimiz hayırlı ve uğurlu olacaktır. Lütufkar dualarınızın eksik edilmemesini rica ederim. Gayret bizden, yardım ve kolaylık ölümsüz Allah’tandır.”(Atatürk’ün Bütün Eserleri, 4. Cilt, s. 137. Ayrıca Atatürk bu bölüme Nutuk’ta da yer vermiştir.)

Atatürk’ün en çok üzerinde durduğu surelerden biri Şura Suresidir.

Atatürk bir konuşmasında Şura suresine şöyle vurgu yapmıştır:

“Kuran ayetlerine ve Peygamberimizin sözlerine göre hükümetin yalnız esasları ifade edilmiştir. Onlar şunlardır: Danışıp konuşma, adalet ve devlet başkanına itaat.”

“Şura, muamelat-ı nası (insanlara ait davranışları) ifa ederken adilane ifa edecektir. Çünkü adaletten mücerred (ayrılmış) olan şura, Allah’ın emrettiği bir şura olamaz.”

Atatürk, cumhuriyete giden süreçte sıkça Şura Suresine göndermeler yapmıştır.

Atatürk bir keresinde “Senin şanını yükseltmedik mi?” ayetini de içeren İnşirah Suresi’nin tefsirini yapmıştır.

Atatürk’ün kütüphanecisi Nuri Ulusu aktarıyor:

“Atatürk bazı kereler çalışırken okuduğu tefsirlerin çok etkisinde kalırdı ve de “Hey büyük Allah’ım... Kuran’a inanmayan kafirdir, bize nasıl yol gösteriyor? Kuran’ı’ tüm dünyaya okutmalıyız” derdi. Sonra o an yanındaki bizlere “Okurken ruhum coşuyor, size de oluyor mu?” diye sorardı."

"Atatürk bir gece bahçede dolaştıktan sonra köşkün kapısına geldiklerinde kapının tam önündeki kayısı ağacına gözü takılıverdi. Dallarında kayısılar olmuş öylece duruyorlardı, şöyle bir baktı, sonra alçak olan bir daldan eliyle tutarak bir kaç tane kayısı koparttı. Sonra eliyle ovalayıp yemeye başladı ve yerken de ‘Oh oh ne kadar da güzelmiş, Allah’ın hikmetine bakın, neler yaratıyor neler, inanmayanlar kafirdir’ diyerek içeri girdi.”

“Atatürk, otuz ramazan geceleri, ... o devrin hafızları olan beyleri davet ederdi... Atatürk davet ettiği bu hafızlardan tet tek din hususunda bilgiler alırdı. Ayrıca çok üzerinde durduğu Türkçe Kuran-ı Kerim hakkında görüşlerini de sorardı.
Yine bir Ramazan ayı gecesinde ... (Hafızlar geldiğinde hep birlikte) salona girdiler.... Konu yine Türkçe Kuran-ı Kerim’di. Atatürk hepsiyle ayrı ayrı ilgilendi. Kuran-ı Kerim’den okudukları duaları zevkle dinledi.” (Atatürk ile Allah arasında - Sinan Meydan, İnkılap Yayınları)

Mithat Cemal Kuntay ve Nuri Ulusu ayrı ayrı aktarıyorlar:

"Manevi kızı Nebile’ye sık sık ezanı ve Yasin Suresi’sini yüksek sesle okumasını istiyor.  Nebile Yasin Suresi’ni ezbere biliyordu."

“... Ramazanların Atam için çok büyük bir önemi vardı... Beni huzurlarına çağırır, Kuran-ı Kerim’den bazı sureler okuturdu. Ben okurken gözleri bir noktaya takılır, derin bir huşu içinde dinlerdi, ruhunun çok mütelezziz olduğu her halinden anlaşılırdı.

Ramazanlarda bir ay müddetle Hacı Bayram-ı Veli ve Zincirlikuyu Camiilerinde şehitlerin ruhuna Hatim-i Şerif okumamı emrederlerdi.” (Atatürk ile Allah arasında - Sinan Meydan, İnkılap Yayınları)

Hafız Yaşar Okur şöyle anlatıyor:


Binbaşı Hafız Yaşar Okur, Atatürk döneminde 15 yıl boyunca Riyaset-i Cumhur İncesaz Heyeti’nin, yani Cumhurbaşkanlığı Fasıl Topluluğu’nun şefiydi.



Atatürk’ün emriyle “Türkçe ezanı” Beyazıt Camii ’nde ilk defa okuyan değerlı bir müzisyen ve hafızdır.



İran Şahı Rıza Pehlevi Atatürk’ü ziyarete geldiğinde Hafız Yaşar Okur, Atatürk’ün talimatıyla önce Kuran-ı Kerimden bir sure, sonra da Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inden bir Bahir, en son da Beyatı Ayının bir kısmını okumuştur.


“Atatürk zaman zaman bana Kuran-ı Kerım ve Mevlid-i Şerif’ in Veladet Bahri’ ni bilhassa rast makamında okuturdu. Yasin suresini dinlemeyi sever, bazen de sesi güzel olan manevi kızı Nebile Hanım’a aynı sureyi okutur, dinlerken çok mütehassıs olduğu görülürdü. Atatürk Muzıka veya Fasıl heyetinde resmi görevli olan hafızlara Ramazan’da eğer camilerde mukabele okuyorlarsa izin verir, musiki gecelerindeki fasıllarda bulanmaları hususunda asla ısrarlı olmazdı.

“Atatürk zaman zaman İstanbul’ daki cami hocalarını, hafızları davet eder; onlarla dini sohbetlerde bulunur bazen de Kuran-ı Kerim’ den bır sureyi yazdırıp söz ve sesle okumalarını isterdi. Sonunda surenin, ayetlerinin Türkçe açıklamalarını ister, eğer açıklamalarda bir eksiklik, yanlışlık olursa çok üzülürdü.

Hocalardan vaazlarında dini telkinlerınde bilinçli olmalarını, cemaati öylece iyi bir şekilde aydınlatmalarını bilhassa isterdi, öyle beklerdi.

Aynı musiki heyetinde 12 yıl kadar müzisyen olarak görevli olan Ferit Tan Atatürk’ün masasında Kuran-ı Kerim-i gördüğünü dikkatle okuduğunu anlatmıştır.

Ramazan ayında Kur’an ve mevlit okutur ve bundan çok zevk alırdı.

Ramazan’da ve Kandil gecelerinde de saz çaldırmazlardı. Sadece beni huzurlarına çağırır, Kur’an–ı Kerim’den bazı sureler okuturlardı. Ben okurken gözleri bir noktaya takılır, derin bir huşu ile dinlerlerdi.”

Ramazan’da Kur’an–ı Kerîm dinleyen Atatürk, kendi makamına ait saz heyetini bir ay boyunca huzura kabul etmiyor ve ülke genelinde şehitler için mevlit okutuyordu.

“Ben Kur’an–ı Kerim okurken ruhen çok mütelezziz olduğu her halinden anlaşılırdı. Bayramın birinci günü akşamı Çankaya Köşkü’ne davet ediliriz, geç vakitlere kadar huzurlarından ayrılmazdık ve namütenahi iltifatlarına mazhar olurduk.”

Atatürk Ramazan ayında Hacı Bayram Veli ve Zincirlikuyu camilerinde şehitlerimizin ruhuna hatm–i şerif okunmasını emretmiştir.

 “O günlerde civar kasaba ve köylerden gelenlerle de cami hıncahınç dolardı. Atamın emirleriyle şehitlerimizin ruhuna hediye edilen bu hatm–i şerif kıraatlerinde ilahi nağmeler cami duvarlarında ihtizazlar yaparak dalga dalga yayılırdı. Bu sırada cemaat huşu içinde dinler, şehit kardeşlerinin, babalarının ve dedelerinin ruhlarının istirahatı için dua ederler, sıcak gözyaşları dökerlerdi.”

“Atatürk, Mevlid–i Şerif’i bölümlerine kadar bilecek kadar bilgiye sahipti”

“Bir gün beni huzuruna davet etti. Sure–i Yusuf’tan bir sahife okumaklığımı söyledi ve okudum. Atatürk derin bir müşahedeye vardı. Sessiz sedasız dalgın ve kendinden geçiyordu. Kıraatı (okumayı) müteakip pek sevdiği Süleyman Çelebi’nin Mevlit’inin Viladet bahrini (bölümünü) okumamı söyledi. Okudum. Çok mütehassis oldular. Ve Mevlid’i ne zamandan beri okuduğumu ve hafızlığımın tarihini sordu.”

“Atatürk camileri ibadet için olduğu kadar, düşünmek, meşveret etmek için de birer mukaddes yer olarak telakki ederdi."

"Peygamber Efendimiz’den de büyük bir takdirle bahsederdi. "

"O devirler için hep `Hazret–i Peygamber’in zaman–ı saadetlerinde’ diye iyi devlet adamı, iyi bir başkumandan olduğunu da sık sık tekrarlardı.”

"Hafız Yaşar, Atatürk’ün Beylerbeyi Dergahı Şeyhi Seyyid Efendi’nin torunu ve Nesip Efendi’nin kızı Nebile’ye Kur’an okuturdu. Bazı geceler Atatürk’ün huzurunda Yâsin Sûresi’ni okurdu. Atatürk’ün gözleri yaşarırdı ve çok mütehassis olurdu.”

"Atatürk’ü ziyaret eden İran Şehinşahı Pehlevi için kendisine Kerbela şehadetine ait mersiye okutmuştur."

"Atatürk her yıl Çanakkale şehitleri için mevlit okutturmuştur. Bunun için hafızlara özel vapur tahsis etmiştir. "

"Dini konularda çok hassastır. Dini yaşayanlara çok saygı göstermiştir."

Atatürk’ün Uşağı Cemal Granda Anlatıyor:

İNANIŞI SAMİMİYDİ. ALLAH’A İNANIYORDU... Herkes çekilip yapayalnız kalınca gökyüzüne bakar, KENDİ KENDİNE ‘ALLAH’ DERDİ...

Masaüstü Görünümü