Harun Yahya

Türkiye'yi Adil Değerlendirmek


Türkiye, tartışmasız bölgesinin en önemli ülkelerinden biri. Demokrasi ruhunu özümsemiş olması ve temsil ettiği modern İslam anlayışıyla sadece bulunduğu bölgede değil geniş İslam coğrafyasında etkin konuma sahip. Tam da bu konumu sebebiyle sadece Müslüman alemi için değil Batı için de kıymetli.

Son zamanlarda bazı çevreler tarafından dile getirilen “Türkiye Batı’dan uzaklaşıyor mu?” iddiaları da bu kıymetin yansımalarından biri. Aslında bu iddiayı öne sürenler dahi, lanse etmeye çalıştıkları imajın gerçeği yansıtmadığını biliyorlar. Morton Abramowitz ve Eric Edelman tarafından hazırlanan “From Rhetoric to Reality: Reframing U.S. Turkey Policy” başlıklı rapor da, söz konusu iddianın farklı bir şekilde dile getirilişinden başka bir şey değildi...

Raporda yer alan bilgiler, verilen örnekler çoğunlukla belli ön yargıları ve tek taraflı yorumları içeriyor. Türkiye’yi sadece kendi istekleri doğrultusunda hareket etmesi gereken, bu doğrultuda hareket etmediğinde de hep aynı argümanları kullanarak yıpratmayı hedefleyen eleştiriler samimiyeti yansıtmıyor. Buna rağmen, eğer bir eleştiri varsa, bu eleştiriyi değerlendirmek haklılık yönü olup olmadığına bakmak ve cevaplamak aklın gereği. Türkiye de bu devlet aklına sahip güçlü bir ülke.

Çeşitli örnekler verilerek Türkiye’ye yöneltilen eleştirilerin iki ana teması var: 1. İslam coğrafyasına yaklaşıp Batı’nın değerlerinden uzaklaşmak 2. Anti demokratik, baskıcı bir yapı geliştirmek. Önce birinci iddiayı ele alarak başlayalım.

Türkiye her zaman yüzü hem Doğu’ya hem Batı’ya yönelik bir ülke oldu. Bugün de bu çizgisini devam ettiriyor. Bu çizgi, bazılarının iddialarının aksine, Batı’nın da desteklediği bir çizgidir ve dünya barışı için gereklidir.

Doğu ve Batı’yı birbirinden keskin çizgilerle ayırmak isteyen, Doğu’nun sadece Batı’nın menfaatlerine uygun olarak var olması gerektiğini düşünenler adaleti ve demokrasiyi değil Doğu’ya hükmetmeyi istiyorlar. İnsanlara değer vermeyen, düşüncelerine, inançlarına saygı duymayan bir hükmetme arzusunun adil olmadığını hepimiz biliyoruz. Daha da önemlisi böyle bir arzunun istikrar sağlamayacağını da. Bir coğrafyaya istikrar getirmek değer vermekle, saygı duymakla mümkün.

İşte Türkiye de bu gerçeğin farkında olan bir dış siyaset izliyor. Türkiye’nin tutumu aslında çoğunluk karşı da olsa doğrudan yana olma tutumudur. Türkiye’nin menfaatinden değil vicdanından yana olması, koşullara göre değil doğruya göre hareket etmesi, Batı’nın da Doğu’nun da iç huzuruyla güvenebileceği bir ülke olduğunun göstergesidir. Bunu bir tehdit gibi algılamak makul bir yaklaşım olmaz.

Türkiye-İsrail örneğinde olduğu gibi zaman zaman ülkeler arasında yaşanan tatsızlıklar ise kalıcı değildir. Türkiye ve İsrail bölgenin iki güçlü ülkesidir ve doğal müttefiktir. Türk Hükümetinin İsrail halkına ve Musevilere karşı bir tavrı asla söz konusu olamaz. Türklerle Musevilerin dostluğu, tıpkı 1492’de olduğu gibi zor gün dostluğudur ve çeşitli fikir ayrılıkları bu dostluğu zedelemez. Nitekim, İsrail Türkiye arasındaki ticari faaliyetlerin her zamankinden daha yoğun olması da bu gerçeği teyit etmektedir. [1]

Son 10 yıldır bölgeyle birlikte Türkiye de değişiyor. Bu değişimin Türkiye’yi anti demokratik bir çizgiye sürüklediğini iddia etmek hem gerçeklerden uzak hem de samimiyetsiz bir söylem olur. Bu konuda en çok gündeme getirilen hususlardan biri tutuklu yargılanan gazeteciler konusudur. Ancak burada önemli bir gerçek göz ardı ediliyor: Bu kişilerin çoğunluğu gazeteci oldukları için, fikirlerini ifade ettikleri için, hükümeti eleştirdikleri için değil illegal ve silahlı radikal sol örgütlerle bağlantıları nedeniyle yargılanıyorlar. Bir çoğu uluslararası kurumlar tarafından da terör örgütü olarak kabul edilen yapılarla bağlantısı olan kişilerin, gazeteci, avukat, doktor vs mesleği ne olursa olsun her ülkede benzer şekilde yargılanacağı açıktır. Söz konusu olan anti demokratik bir yaklaşım değil, tam tersine vatandaşlarının güvenliğini sağlamak amacıyla hukuk ve demokrasi çerçevesinde önlem almaktır. (Adalet Bakanlığı’nın tutuklu gazetecilerle ilgili verileri için bkz.  http://www.basin.adalet.gov.tr/duyuruveaciklamalar/2012/cpj_ing.html)

Türkiye henüz idealindeki demokrasiye ulaşmamış olmakla birlikte demokratikleşme yolunda önemli adımlar atmaktadır. 10 yıl öncesine kadar, derin devlet çetelerinin baskıları nedeniyle, varlıkları dahi kabul edilmeyen Kürt vatandaşlarımızın bugün kazandıkları imkanlar tüm Türkiye için sevinç vesilesidir. Benzer şekilde Ermeni, Süryani, Musevi, Hristiyan vatandaşlarımızın da haklarında önemli iyileştirmeler yapılmıştır. Eskiden sistematik olarak uygulanan işkence bugün neredeyse yok denecek kadar azalmıştır. Faili meçhul cinayetler yaşanmamakta, geçmişte yaşananların aydınlığa kavuşması için gayret gösterilmektedir.  

Elbette daha aşılması gereken çok yol var, ancak yukarıda sayılan kazanımların değeri büyüktür. Eğer bu süreç içinde Batı, bazı ön yargılı çevrelerin etkisinde kalarak, Türkiye’ye adil yaklaşmazsa tarihi bir hata yapmış olur.

Türkiye tek bir inancın tek bir fikrin veya tek bir ülkenin dostu değil, herkese aynı saygı ile yaklaşan, herkesi kucaklayan bir anlayışa sahiptir. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Van’daki konuşmasında vurguladığı, “Musevi’nin de Hristiyan’ın da ateistin de hukukunu koruyacağız” açıklaması hem iç hem dış siyasetin ana düsturudur. Türkiye, düşmanlıklar değil dostluklar ister, bir ülkenin mutsuzluğu üzerine mutluluk inşa edilmeyeceğini bilir. Daha da önemlisi 90 yıllık Cumhuriyet tarihimizin bize kazandırdığı bağnazlıktan uzak, modern, aydın, açık fikirli, özgürlükleri savunan ruh Türkiye için çok kıymetlidir. Ve bu ruh, bölgeye ve dünyaya barışı, dostluğu, kardeşliği getirmede öncü olacaktır.

1. http://www.amerikaninsesi.com/content/turkiye-ve-israil-arasinda-ticari-iliskiler-hala-guclu/1777729.html

Sayın Adnan Oktar'ın Arab Times'da yayınlanan makalesi:

http://www.arabtimesonline.com/Portals/0/PDF_Files/pdf13/nov/06/14.pdf

Masaüstü Görünümü