Harun Yahya

Beşar Esad yalnızca Beşar Esad mı?




 

Arap baharının başlangıçta diktatoryal Arap coğrafyasında demokrasi doğuracağına ilişkin iyimser tahminler, Suriye'de kabusa dönüştü. Halkın en masum insan haklarına ait talepleri, en zorba yöntemlerle bastırılmaya çalışıldı. Suriye devletinin halkın büyük çoğunluğuyla uyuşmayan fikri ve mezhebi farklılığının, rejim için yıkıcı sonuçlar getireceğine inanan Baas, en zalimane şekilde muhalefet hareketini bastırmaya çalıştı. Bu arada zaten kırılgan ve millet olma şuurundan uzak Suriye halkı da ve dolayısıyla muhalefeti de birçok farklı parçadan oluşuyordu. Baas rejimi zamanında rejimin getirdiği, refaha uzaklık ve yakınlığına göre ayrılmış değişik sosyolojik kesimler dışında din, ırk ve mezhepsel anlamda farklılıklar da hemen gün yüzüne çıktı. Baas rejiminin ana iskeletinin dayandığı Nusayri Arapların ve çeşili mezhepten Hristiyanlar’ın, rejime az veya çok muhalif Sünni Müslümanlar, demokrasi isteyen tüccar ve öğrenci ağırlıklı sosyal grupların yanında, özellikle Türkiye sınırına yakın, meskun ve şimdiye kadar vatandaşlık hakkı bile olmayan Kürtler ve Türkmenler için de bir iç savaş uzun yıllardır devam ediyor.

 

Suriye devleti, kendi ülkesine ait şehirleri uzun bombardımanlar altında yıkarak muhalefeti cezalandırdığını düşünüyor. Başlangıçta topyekün bir birlik olarak ortaya çıkan muhalefet, yavaş yavaş ayrışmaya başladı. Artık belki bir Baas/Esad var ama birden çok mualefet/silahlı örgüt var. Rejimin ve muhaliflerin dış desteklerinin büyüklüğü, desteklediği grubun da gücünü belirleyen bir durumdur. Baas’ın arkasında özellikle Rusya, İran ve Çin'in olması, uluslararası planda rejimin yaptığı katliamlara gereken cevabın verilmesini imkansız hale getirirken, fiilen ülkede rejimin yanında savaşan İran Hizbullah militanları iç savaşın kilitlenmesine neden oldu. Bu arada iç savaşın başladığı Mart 2011’den itibaren, sayıları bile tam olarak tesit edilemeyen yüz binlerce sivilin ölümüne yol açan ve milyonlarca sivilin komşu ülkelere sığınmak zorunda kaldığı bir süreç en kanlı haliyle devam ediyor.

 

Bu kadar yıkıcı sonuçları olan bir sürecin uluslararası planda neden çok fazla karşı tavır bulamamasının çok çeşitli ve grift nedeni var. Suriye rejiminin devam etmesinin kendi açılarından çok kritik olduğunu düşünen BM’de veto hakkı olan Çin ve özellikle Rusya’nın, ve bunun yanında, olaya mezhepsel destek veren Şii İran devletlerinin dışında, batının pasif dış politikası ve ayrıca ABD’nin tutarsızlığı, sorunu çözülemez boyutlara taşıdı.

 

30 haziran 2012 tarihinde Cenevre'de, muhaliflerle Baas rejimi arasında BM daimi üyesi beş ülkenin dışında, özellikle Suriye’ye komşu ülkeler ve AB temsilcisi arasında ilk görüşmeler yapılmıştı. Ülkede akan kanın durdurulması gerektiği gibi çözümden çok uzak ifadelerde varılan mutabakat, kurulacak geçici hükümette kimlerin olacağı konusunda tıkanmıştı. Rusya’nın diplomatik atağıyla iş sürüncemede kalmıştı ve daha sonra toplanacak II. Cenevre Konferansı’nda bu konunun çözüleceği hususunda genel bir anlaşma yapılmıştı. 

 

II. Cenevre Konferansı Neyi amaçlıyordu? 

 

Konferans, üç yıl içerisinde 130 bini aşkın insanın ölmesine neden olan savaşın sona erdirilmesi için şiddet olaylarının durdurulmasını, insani yardım koridorları açılmasını ve ülkede bir geçiş hükümeti kurulmasını ön geren bir çözüme ulaşmayı amaçlıyordu. Bu konuda arabuluculuğu Birleşmiş Milletler özel elçisi Lakhdar Brahimi yaptı. Cenevre 2 olarak adlandırılan bu konferansın en önemli anlaşmazlık konusunu Cumhurbaşkanı Beşar Esad'ın görevden inip inmemesi tartışması oluşturuyordu. Suriye rejimi, arkasındaki güçlü ülkeler sayesinde, yaklaşık yüz muhalif grubun ortak temsilcisi SUK Suriye Ulusal Koalisyonu’nun 44 üyesinin ülkedeki muhalefeti tam temsil etmediği, hükümetin de kesinlikle Esad’sız ve Baas’sız olamayacağını öne sürerek konferansı, ilk konferanstan bile geri bir seviyeye çekti. Brahimi taraflar arasında yarım saat bile sürmeyen toplantının ardından Suriye halkından özür dileyerek konferansın sonuçsuz kaldığını açıklamak zorunda kaldı ve taraflar ülkelerine geri döndü.

 

Bu uzun ve çeşitli hesaplara dayalı diplomatik süreçler yaşanırken, Suriye’de binlerce insan ölmeye, yaralanmaya, sakat kalmaya, komşu ülkelere sığınmaya devam ediyor. Türkiye'nin, ‘Suriye'nin Dostları’ genel adıyla yapmaya çalıştığı muhalefeti birleştirme ve uluslararası planda bilinir kılma çabaları da etkili sonuçlar doğurmaktan uzak. Suriye'nin en uzun kara sınırı olan komşusu Türkiye, baştan beri Suriye'nin bütünlüğüyle birlikte halkının demokratik haklarının verilmesi noktasında müdahil olmuştur. Sınırına dayanan her ırk ve inançtan yaklaşık 700.000 kişiye mülteci sıfatıyla bile değil, misafir olarak sınırını açmış ve kendi kaynaklarını zorlayarak bölgede, BM temsilcilerinin de söyledikleri gibi, diğer ülkelerde olanın dışında, nispeten rahat barınma imkanı vermiştir. Ama tabi, Suriye halkının içine düştüğü durum dışardan yardım ederek düzeltilmesi çok zor bir vehamet halindedir. 

 

Suriye sorununun çözümü, Türkiye'nin katalizörlüğünde büyük güçlerin ikna edilmesinde görülebilir. Özellikle İran'ın uluslararası izolasyonunun azaltıldığı bir dönemde bu önemli bir fırsat olabilir. Ekonomik olarak global dünyaya açılma fırsatı, İran'ı bu anlamda Suriye politikasında değişiklikler yapma esnekliğine itebilir. Bu da Esad’sız çözümün önündeki en önemli taşın kenara alınması sonucunu doğurur. Tabi Rusya'nın da Suriye içindeki menfaatlerinin garanti altına alınarak iknası şarttır. Onun dışında AB ve ABD'nin çözüme katkısı daha kolay hale gelebilir. 

 

Masaüstü Görünümü