Harun Yahya

Türkler, Museviler ve Unutulmayanlar



 

O gece yola çıktıklarında hiç kimse bu yolculuğun tarihe geçen bir olay olacağını bilmiyordu. Onlar sadece dinlerini özgürce yaşamak, çocuklarına istedikleri isimleri verebilmek, büyüklerinden öğrendikleri örf ve adetlerini torunlarının da yaşamasını istiyorlardı. Ama kuşaklar boyu hizmet verdikleri ve vatanları belledikleri bu topraklarda istenmiyorlardı. 

 

O gün başlayan göç ile dünyanın dört bir tarafına dağıldılar. İki yüz bin kişinin bir kısmı Kuzey Afrika’ya Mağrip’e geçmeye başladı. Bazıları Portekiz’e kaçarken, Hollanda ve İngiltere’ye hatta İskandinavya’ya bile yönelenler oldu. Ne var ki, bu kaçış bir kısmına beklediği özgürlüğü getirmedi. Portekiz’e gidenler 5 yıl sonra daha büyük acılar yaşadılar. Kuzey Afrika’ya geçen kabileler çöllerde vahşi hayvanlar ya da zorlu iklim koşulları nedeniyle can verdiler. 

O haberi duyduklarında ilk defa önlerinde güzel günler olabileceğine dair bir umut belirmişti içlerinde. Onları isteyen hatta kimliklerine, inançlarına hiçbir müdahale olmadan yaşama hakkı tanıyan bir ülke vardı. Ama çok uzaktı. Kendi başlarına yola çıktıkları takdirde sonları Afrika’ya geçenlerinkiyle aynı olacaktı. Ancak öyle olmadı, bu sefer limanda kendilerini almak için hazırlanan ve bekleyen gemiler vardı. Osmanlı Sultanı donanmasına ait kadırgalar, baskıdan ve zulümden kaçan yolcularını alarak Kemal Reis’in kumandasında Osmanlı topraklarına doğru yelken açtı. 

 

Bir yanda yanlarına altın, gümüş gibi mal varlıklarını, paralarını almalarını yasaklayarak ülkesinden kovan Aragon Kralı II. Ferdinand vardı. Öte yanda kovulanlara kucak açan Sultan II. Bayezid vardı. Osmanlı Sultanı yayınladığı bir emir (ferman) ile göçmen Yahudilerin Osmanlı topraklarında zarar görmemesi için tedbir alıyordu.     

 

Musevi göçmenler Osmanlı topraklarında başta İstanbul, Edirne ve Selanik olmak üzere İzmir, Manisa, Bursa, Gelibolu, Amasya, Patros, Korfu, Larissa ve Manastır'a yerleştiler. İşte o günden sonra Museviler, Türk tarihinde önemli bir yer edindiler. 

 

Osmanlı bu samimi becerikli insanları hoşgörü ile karşıladı, devlet yönetiminin en ileri kademelerinde görev verdi. Padişahlar Musevilere o kadar güveniyordu ki, canlarını bile onlara teslim ediyordu. Sözgelimi Moşe Hamon II. Bayezid ve Yavuz Sultan Selim’in özel doktoru oldu. Bir başka Moşe Hamon ise (İlk Moşe Hamon’un torunudur) zamanın en kudretli hükümdarı olan Kanuni Sultan Süleyman’ın özel doktoruydu. 

 

Museviler de kendilerini bu kadar sevip güvenen Osmanlı sultanlarına birçok olayda bağlılıklarını göstermiş ve dış ilişkilerde daima ülke çıkarlarını gözeten faaliyetlerde bulunmuşlardır.  

 

Don Jozef Nasi,  Salomon Ben Natan Eskenazi, Salomon Aben Yaeş, Ester Kira, David Passi, Şlomo Alkabes, Jozef Ben Efraim Karo, Yaakov Berav  Osmanlı tarihinde önemli bir yer tutan Musevi şahsiyetlerden sadece bazıları. Osmanlı topraklarındaki ilk matbaanın Museviler tarafından İstanbul’da kurulmuş olması, onları unutulmaz kılmak için yeterli neden.  

 

Müslüman Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Yahudiler, tüm Osmanlı tarihi boyunca Hıristiyan Avrupa hâkimiyetindeki Yahudilere kıyasla güven ve huzur içinde yaşamlarını sürdürmüşlerdir.  Buna karşılık olarak Yahudiler her daim Türk topraklarının millî çıkarlarını savunmuşlardır. 

 

Osmanlı’nın yıkılışı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, Türklerin Musevilere duyduğu güven ve sevgiyi değiştirmemiştir. Modern Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Nazi Almanya’sının ünlü Yahudi bilim adamlarının Türkiye'ye gelmelerine ve bilim hayatlarını Türk üniversitelerinde devam ettirmelerine imkân sağlamıştır. 

 

İkinci Dünya Savaşı sırasında görev yapan Paris Büyükelçisi Behiç Erkin, Paris Başkonsolosu Cevdet Dülger, Paris Konsolos Muavini Namık Kemal Yolga, Marsilya Konsolosu Necdet Kent gibi Türk diplomatlarının Musevi tarihinde özel bir yeri var. Bu diplomatlar, görevde bulundukları Nazi işgali altındaki ülkelerdeki Türk kökenli Musevileri Nazi mezaliminden kurtarmayı başarmıştır. Türk diplomatlar kurtarma girişimlerini sadece Türk kökenliler ile sınırlı tutmamış, bulundukları ülkelerin mevzuatlarını zorlayarak başka uyruktan Musevileri de Nazilerin elinden kurtarmıştır. Kudüs'teki Soykırım (Holocaust) Enstitüsü ve Müzesi Yad Vashem tarafından, bu diplomatlardan birisi olan Selahattin Ülkümen’e 26 Haziran 1990 günü düzenlenen görkemli bir törenle Uluslararası Dürüst (Righteous Gentile = Hassid Umot ha-Olam) unvanı verildi. 

 

Bugün Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yaşayan Musevilerin sayısı eskiye nazaran oldukça azalmış durumda. Ancak Türk milletinin bu kıymetli insanlara sevgisi ve gösterdiği yakınlıkta bir azalma söz konusu değil. 

 

Bugün Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler giderek gelişmekte ve iki ülke arasındaki son bir-iki ufak pürüzün giderilmesi için de gayret sarf edilmektedir. Şunu bilmek çok önemli; İki ülke arasındaki ilişkiler, tarihte pek az örneği olan karşılıklı dayanışma ve anlayış örnekleriyle doludur. Bunun yanında Türkiye ve İsrail bölgenin iki güçlü ülkesidir ve doğal müttefiktir. Türk Hükümeti’nin İsrail halkına ve Musevilere karşı bir tavrı asla söz konusu olamaz. Türklerle Musevilerin dostluğu, tıpkı 1492’de olduğu gibi zor gün dostluğudur ve çeşitli fikir ayrılıkları bu dostluğu zedelemez. 

 


Adnan Oktar'ın YNet News'de yayınlanan makalesi:

 

http://www.ynetnews.com/articles/0,7340,L-4497490,00.html

Masaüstü Görünümü