Harun Yahya

Dış Politikamızda Osmanlı izleri




 



 



 

Ülkelerin dış politikalarında tarihi derinliklerinin çok büyük etkileri vardır, bu inkar edilemez. Örneğin Fransa’nın Afrika’daki gelişmeleri yakın takibi, uluslararası kamuoyundan onay almaya dahi gerek duymadan yaptığı hızlı müdahalelerde bu “sömürgeci” etkiyi görmek mümkündür. Buna karşılık, tarih boyunca fethettiği topraklarda her dinden, her inançtan, her etnik kökenden topluluğa karşı adaletle hükmeden, zalimin karşısında duran, mazlum halklara karşı korumacı bir politika izleyen Osmanlı’nın torunları olarak bizler de, beş yüz yıl önce nasıl İspanyol Kralı’nın zulmünden kaçan Musevilere kucak açtıysak, bugün de Esed’in zulmünden den kaçan Suriyeli kardeşlerimize kucak açabilecek derinliğe sahip olmamız da bundandır. Bu tarihsel refleksi doğal olarak yapıyoruz. 

 

Ne var ki, sosyolojik bir tespit olan “toplum hafızası zayıftır” kuralı gereği, dirayetli yöneticilerin ve aydınlarının kendi toplumlarının olumlu karakterlerini hatırlatıcı vizyonları olmalıdır ki, o var olan ruh kendi doğasıyla ortaya çıksın, etkisini göstersin.

 

Örneğin Irak halkı, Mezopotamya’da insanlık tarihinin siyasi ve kültürel merkezleri konumunda olan büyük imparatorluklarını kurmuştur. Tarihi derinlikleri vardır. İslam ile tanıştıktan sonra da, dinimizin önemli bir savunucusu olmuştur. Ancak Irak, ciddi bir tarihi ve dini olgunluğa sahip bir ülke olmasına ve binlerce yıldır Arabıyla, Kürtüyle, Türkmeniyle barış içinde yaşamayı bilmiş olmasına rağmen bugün içine düştüğü bu kargaşa ortamından çıkmakta zorlanmaktadır. Bugün Irak’ın petrol ve diğer yer altı kaynaklarından pay almak isteyen onlarca devletin Saddam sonrası ağır askeri ve politik baskısı altında, bir de üstelik anti-propagandası altında kalmıştır. Ve böyle bir baskı altındayken, diğer tüm Müslüman ülkelerden daha fazla kendi özünü, tarihi derinliğini hatırlamaya mecburdur. Neden mi? Çünkü Irak’ın içinde bulunduğu bu karmaşadan çıkmasının kendi zararlarına olduğunu düşünen bazı ülkeler çok iyi biliyorlar ki, en etkili yok etme-zayıf düşürme yolu, o milleti kendi unsurlarına kırdırtmaktır. Ortada bir düşman gücü bulundurmasındansa bir Şii, Sünni, Kürt veya Türkmen düşman vehmettirilmesi çok daha pratiktir. Propaganda ve tetikleyici birkaç provokatif hareketten sonra yapılması gereken, arkalarına yaslanıp olanları seyrederken “Vah vah!” nidaları ile, “Keşke böyle yapmasaydınız” demeleridir. Bugün tam da bu oluyor. Amerikan askerleri Irak’ı boşalttığından beri, daha önce sıkıntısız bir şekilde bir arada yaşayabilen insanlar bugün birbirlerini öldürüyor, birbirlerinin camilerini bombalıyor, kendi kardeşlerine düşmanca saldırıyorlar! USA Today haberine göre ‘Şiddet her geçen gün daha da büyüyor’. El Cezire haberine göre de, ‘Bu gidişle 2014’te Irak’ta bir iç savaşın çıkması kaçınılmaz’.  

 

Bu durum çok acı ve Irak gibi birikimi olan Müslüman bir ülke için kabul edilemez. Irak parlamentosunda ülkesindeki bu duruma çare arayan, bu mezhepler kavgası görüntüsü altında körüklenen iç savaş tansiyonunu düşürmek isteyen çok sayıda önemli isim var, ama bunun nasıl olabileceğini bilmiyorlar. “Sakin olun, aklınızı başınıza alın” demekle etkili bir netice alınamıyor. 

 

Oysa çözüm açık: Irak kendi özüne dönmeli, ülke yöneticileri bunu öne çıkarmalı. Demeliler ki: 

 

“Tarihi derinliğimizi hatırlayalım, dinimizin emirlerini dinleyelim. Biz bir olan Allah’a, O’nun Resulüne ve aynı olan kitabımız Kuran’a iman ediyoruz. Kürt de olsak, Şii de olsak, Sünni de olsak bu temel değerler bize “birlik olmayı” emrediyor. Bunun dışındaki farklılıklar bizim zenginliğimizdir. Terör varsa, arabalar patlatılıyorsa, bir saldırı oluyorsa, bilin ki bir komplo vardır; bunun farkında olalım. Birbirimize sahip çıkalım, bozalım onların bu oyununu. Allah’a güvenip dayanmaktan ve O’nun gösterdiği yola uymaktan başka hiçbir çözüm bu felaketi engelleyemez.”

 

Bu anlayış yerleşmedikçe, Saddam döneminde Sünni görünen yöneticilere tepki olarak Maliki kadrosundaki Şii görünümlü yöneticileri kıyaslayıp parmak hesabı yapmakla çıkış yolunu bulamayacaklardır. 

 

Irak parlamentosu, kanaat önderleriyle de bir araya gelerek yüce dinimizin özündeki birleştirici unsurlar etrafında kenetlenmek üzere bir program yapmalıdır. İnsanları bağnazlıktan arındıracak bir eğitim vermek üzere seferberlik ilan edilmelidir. Sözlerine itibar edilen liderlere, olaylar sonrasında sarf ettikleri her kelimenin önemli olduğu; sükunet ve itidal çağrısı yaparak birlik mesajı vermeleri gerektiği uyarısında bulunulmalıdır. 

 

Irak’ta fitneye çanak tutanlar da bilsinler ki, kötülük ancak kötülük doğurur. Dünya artık her şekliyle küçüldü, hiçbir şey kendi kabuğunda kalmıyor, adeta kelebek etkisi gibi dünyanın bir ucunda gerçekleşen, dönüp dolaşıp size de ulaşıyor. “Ben güçlü olayım, komşum zayıf kalsın” stratejisi, artık eskilerin kötü bir anlayışı olarak tarihin çöplüğündeki yerini almalıdır. Artık “komşumun güçlü olması ancak beni de  güçlendirir” ilkesi geçerlidir. Ortaçağ’ın karanlığının ardından, İslam’ın ve Kuran ahlakının yayılmasıyla birlikte, insanlık nasıl bir medeniyetle tanıştıysa, Kuran’a tabi olup ‘Allah’a iman birliğinde’ birleşerek bir benzerini yine gerçekleştirebiliriz. Irk, renk, kültür farklılığı olmaksızın resmi sınırların insanları sınırlamadığı bir dünyayı bolluk ve mutluluk içinde kucaklamanın vakti geldi.

 

Adnan Oktar'ın Daily Mail ve Al Quds Al Arabi'de yayınlanan makalesi:

 

http://dailymailnews.com/2014/03/18/columns-articles/1.php

 

http://www.alquds.co.uk/?p=163154

Masaüstü Görünümü