Harun Yahya

Soma ve Türkiye’nin yüzleştikleri






 



 

Felaketler ardından zor dönemleri getirir. O zor dönemler, insanların ortak bir duyguyu paylaştıkları, ortak düşündükleri zamanlardır. İşte Türkiye, Soma faciası ile şu anda böyle bir dönemden geçiyor. 

 

Yaşamını yitirenleri, birer birer kazılan mezarları, maden ocağının girişinin önünde oğullarını, babalarını, eşlerini bekleyenleri izlemek kolay değil elbette. Şu bir gerçek ki Türkiye ciddi bir sınavdan geçiyor. Bu sınav Türk halkını, bölgedeki sorumluları ve elbette hükümeti yakından ilgilendiriyor. Böyle sınavlar, insanların kimi zaman gerginliğe sürüklendikleri, “ihmal var mı?” sorusuna cevap aradıkları zamanlar olduğundan ilk üzerinde durulması gereken şey itidaldir. Öfkeye değil itidale sarılanlar, felaketzedelerin daha fazla yardımına koşabilirler. Böyle zamanlarda daha akılcı çözümler üretebilir, yaraları daha rahat sarabilirler. Dolayısıyla bu felaket zamanları, öfkeye prim vermeyen, itidali ayakta tutan insanlara en fazla ihtiyaç duyulan zamanlardır. 

 

Türkiye’nin bu kritik zamanda yüzleştiği böylesine büyük faciayla ilgili söylenmesi gereken başka şeyler de var: 

 

Peygamberimiz (sav) bir hadisinde şöyle buyurur: “Yıkıntı altında kalarak ölen şehittir.” (Malik 232, 233, Ebu Davud 3111, Müslim 1914/164 Nesei 1846, İbni Mace 2803, İbn Hibban Sahih ve Mevarid 1616, Hakim 1/352, Ahmed 5/446) İşte bu hadis, kaybettiğimiz yaklaşık 300 yiğidimizin şehit hükmünde olduğunun müjdesini verir. Şehitler, Kuran’da özel bir statüye sahip olan, “diri ve sevinç içinde” olan, Allah tarafından rızıklandırılan cennet halkıdır. Dolayısıyla bir kısım basında görüldüğü gibi onlara “ölü” şeklinde yapılan hitap kalplere rahatsızlık verir. 

 

Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki bu en büyük iş kazası beraberinde Türkiye’nin yüzleştiği “ihmal” gerçeğini de getirmiştir. Bu noktada, Türkiye’nin iş kazaları konusunda dünyada 2., Avrupa’da ise 1. sırada olduğu gerçeğini hatırlatmak yerinde olacaktır. Her ne kadar şirket yöneticileri söz konusu kazada bir ihmalin bulunmadığını ve gereken her türlü tedbirin alındığını belirtiyor olsalar da, karşımızdaki durumun vahameti, sorunu başka yerlerde aramayı gerektirmektedir. Acaba asıl soru madendeki insanı korumak mıdır, yoksa madende hiç insan bulundurmamak mı? Elbette hiç insan bulundurmamaktır. Kuşkusuz ki, yerin 400-700m altına insan göndermek, onu hem olağanüstü bir tehlikeyle baş başa bırakmak hem de sağlıksız bir ortamda yaşamaya zorlamak anlamına gelir. Konuyla ilgili olarak hemen herkes sürekli güvenlik önlemleri üzerinde durmaktadır, oysa asıl konu bir insan hayatının bir parça kömürden asla daha değersiz olamayacağı gerçeğidir. Dolayısıyla asıl üzerinde durulması gereken, yeraltında, yanıcı maddelerin arasında bir insanın varlığının anormalliği olmalıdır. 

 

Yeraltında işçi çalıştırmak pek çok ülkede uygulamadan kalkmıştır. Örneğin Almanya, Türkiye’den birkaç kat daha fazla kömür üretimi yapıyor olmasına karşın, yeraltında tümüyle uzaktan kumanda edilebilen yüksek teknolojili robot sistemlerini ve özel makinaları kullanmaktadır. Bu uygulamaların, maden sektörü güçlü ve aynı zamanda gelişmekte olan Çin, Türkiye gibi ülkelerde de acilen uygulamaya konulması gerekmektedir. Dünyanın her yerindeki her insanın hayatı değerli olduğuna göre, maden sektöründe bu acil yatırım ülke kanunlarında bir zorunluluk olarak yer almalıdır. Stadyumlar, oteller, turizm sektörü bekleyebilir; bu konuya öncelik verilmelidir. Acil olan insan hayatıdır.

 

Söz konusu mekanizasyon sistemine geçildikten sonra hükümet tarafından uygulanması gereken ikinci zorunlu uygulama ise, yeraltında çalışma imkanı kalmamış olan kardeşlerimizin başka kalıcı işlere yerleştirilmeleri olmalıdır. 

 

Soma’da milletçe karşı karşıya olduğumuz bu zorlu sınavdan çıkarılması gereken en hayati sonuç budur. Şu anda 300 kardeşimizin hayatını kaybetmesi durumu karşısında devletin çeşitli önlemler alacağı aşikardır. Fakat yakınını yitiren ailelerinin mutlaka kapsamlı ve sürekli bir maddi destekle desteklenmeleri elzemdir. Pek çoğunun geçimini, yitirdikleri yakınlarının sağlıyor olduğu unutulmamalıdır. 

 

Bilindiği gibi bu büyük facianın ardından Türkiye üç günlük bir milli yas ilan etmiş, bazı ülkeler de saygı ifadesi olarak bu uygulamaya katılmışlardır. Fakat burada yas mantığının çok iyi anlaşılması gerekmektedir. Ölüm, bizi ve bu hayatı yaratan Yüce Allah’ın takdiridir. Ölüm, dünyadaki imtihanın bitişi, ahiretteki sonsuz hayatın başlangıcıdır. Dolayısıyla burada çileli bir hayat yaşayan söz konusu madenci kardeşlerimizin imtihanları sona ermiş ve onlar, “şehitler” olarak sonsuz güzelliğin yaşandığı cennet hayatına iletilmişlerdir. Dolayısıyla yas, Allah’ın takdirinden dolayı acı ve ıstırap duymak şeklinde olmamalı, kardeşlerimizin Allah’a kavuştuğunun bilinciyle onlara değer verildiğini, saygı duyulduğunu ifade etmek anlamında uygulanmalı ve yaşanmalıdır. 

 

Şu unutulmamalı, hiçbir iş, insan hayatından daha önemli değildir. Dolayısıyla insan hayatını büyük tehlikelere atan tüm sektörlerde mekanizasyon sistemine geçiş çalışmaları yapılmalı, yatırımlar acilen buna ayrılmalıdır. Ölüm, elbette Yüce Rabbimiz’in taktiridir. Fakat Allah bizden tüm imkanları seferber ederek tedbir almamızı ister. Çünkü tedbir bir duadır. 

 

Sonsöz olarak Soma faciasındaki şehitlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır, kurtulanlara şifa diliyorum. Allah ne bize ne de dünyadaki başka halklara böyle felaketler göstermesin. 

 

Adnan Oktar'ın Arab News ve Eurasia Review News and Analysis'da yayınlanan makalesi:

 

http://www.arabnews.com/news/572496

 

http://www.eurasiareview.com/18052014-soma-tragedy-time-reform-mining-sector-oped/

Masaüstü Görünümü