Harun Yahya

Futbol, alışveriş merkezleri, ırkçılık...




Sizce birbirinden farklı bu kelimeler arasında nasıl bir  bağlantı var?

Herkesin bildiği gibi Orta Afrika Cumhuriyeti'ndeki olaylar yatışmıyor. Geçtiğimiz günlerde Mbaiki kentinde Belediye Başkan Yardımcılığı yapan Salih Dido çok sayıda insanın gözleri önünde katledildi.

Hristiyan olduğunu iddia eden ırkçı çetelerden korkan komşuları ve çevre ahalisi 100 kişinin Dido’nun evini basması sırasında hiçbir müdahalede bulunmadı. Dido sadece Müslüman olduğu için katledildi.

Bu örnek ülkedeki ırkçılığın boyutlarını ortaya koyması bakımından önemli, ancak dünyanın diğer ülkelerinde de durum hiç farklı değil. Üstelik hiç akla gelmeyecek konularda ırkçılık yaşanabiliyor.

Durum öyle bir hal aldı ki futbol maçlarında bile ırkçı eylemlere rastlanıyor. Son olarak bir maçta ırkçı eylemlerde bulunulduğu iddiasıyla UEFA bir İspanyol kulübünü soruştururken, yine taraftarlarının ırkçı davranışları nedeniyle Sırbistan, Rusya ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi'ndeki bazı takımlara da ceza verdi.

Brezilya’da ise “Favela” adı verilen yoksul gecekondu mahallelerindeki siyah/melez gençlerin, kentin diğer bölgelerindeki alışveriş merkezlerine girmeleri “şüpheli göründükleri” gerekçesiyle yasaklandı.

Özetle ayrımcılık, yabancı düşmanlığı ve nefret suçları hemen her konuda, Almanya, Norveç, İsveç, Brezilya başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde bütün şiddetiyle yaşanıyor.

Bu konuda önyargıların, anti propagandaların önemli rol oynadığı düşünülüyor ki Almanya İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere’nin sözleri aslında bu durumu özetliyor:

''Kafaların ve kalplerin daha açık olmasına ihtiyaç var. Bir taraftan Türk manavdan alışveriş yapıyoruz ve seve seve Anadolu yemekleri yiyoruz, ancak bir sorun olduğunda ön yargılar oluşuyor. Biz herkesin bu ülkede güven içinde yaşamasını istiyoruz.'' 

Önyargıların yabancı düşmanlığına ve ayrımcılığa sebebiyet verdiğini ifade eden kişilerin sayısı hiç de azımsanacak gibi değil yani öncelikli olarak yapılması gereken önyargıların kırılması.

İşte bu noktada basına büyük görev düşüyor.

Irkçılık ve basın

2011 yılında Norveç'te 77 insanı vahşice katleden Anders Behring Breivik davasında basının rolü çok konuşuldu.

Bazı basın yayın organları Breivik davasını, “basın özgürlüğü” adı altında, anı anına dünyaya ulaştırdılar, ancak yaptıkları ırkçı faşizmi ve vahşeti –belki farkında olmadan- teşvik etmekti.

Breivik psikopat bir katil olmasına rağmen, Müslüman ve göçmen düşmanı olan ırkçı-faşist gruplar tarafından sözde kahraman ilan edildi. Hazırladığı nefret dolu manifesto binlerce internet sitesinde yayınlandı.

Katilin resimleri, konuşmaları, videoları ve mahkeme sırasında yaptığı ırkçı söylemler, Avrupalı faşistler tarafından büyük bir heyecanla takip edilip, yaygınlaştırıldı.

Böylesi bir propaganda ile, Avrupa'nın ve dünyanın dört bir yanındaki ırkçı faşistlere, gözü dönmüş katillere, gözünü bile kırpmadan onlarca insanı öldüren sapıklara cesaret verilmiş oldu.

İşte bu nedenle faşizm propagandası yapan, halkı kışkırtan yayınlardan kaçınılması, gazete, televizyon ve radyolarda faşist söylemlerin yaygınlaştırılmaması çok hayati önem taşıyor.

Irkçılığın yok edilmesi için herkes sorumluluk almalıdır

Sosyal yaşamın dışında siyasette de nefret söylemini tetikleyen ifadeler kullanıldığına şahit oluyoruz ki bu da başka bir teşvik yöntemi.

Faşist propagandaların çeşitliliği ve yoğunluğu düşünüldüğünde, bunun karşıt açıklamasının iyi yapılmasının önemi de ortaya çıkıyor. Neler yapılabileceğini kısaca şöyle özetleyelim:

-Öncelikli olarak şiddeti teşvik eden, kan dökülmesinden adeta hoşlanan kişilerin açıklamaları basında yer almamalıdır.

-Bu gibi kişilerin mahkemelerinin kapalı olarak gerçekleştirilmesi ve cezalarının da bir an önce verilmesi gerekir.

-Dikkat çekip, ırkçı söylemleri yaygınlaştırmaya çalışan canilerin mesajlarını kitlelere ulaştırma konusunda medya alet olmamalıdır. Bu konuda herkes sorumlu davranmalı, kararlılık göstermelidir.

-Hükümetler ve siyasiler de harekete geçmeli, her türlü nefret söylemi ve ırkçı saldırıya karşı olduklarını kesin bir dille ortaya koymalıdırlar.

-Elbette ki bu konuda hukuki yaptırımlar da artırılmalıdır.

Ancak asıl olarak halledilmesi gereken bir konu var. Irkçı düşünceler daha oluşmadan önlem alınması, yani eğitimle ırkçılığın yok edilmesi.

Sorunu oluşmadan yok etmek

Başkalarına karşı hoşgörüsüz, suçlayıcı ve ayrımcı davranan kişilerin temel özelliği doğrusunu bilmeden kabullendikleri inançlara yani ön yargılara sahip olmalarıdır.

Önyargılarla birlikte ortaya çıkan küçük görme, reddetme, tecrit ve dışlama bazı insanlarda nefretin ve dolayısıyla da vahşetin körüklenmesine yol açar ki bütün bunlar ırkçılığın altında yatan nedenlerdir.

İnsanın bir hayvan türü olduğu yanılgısıyla eğitilmiş, manevi değerlerden haberdar olmayan bu gibi kişilerin tekrar topluma kazandırılması ise yine eğitimle olur.

Eğitim sadece teknik konuların anlatılması değildir, aynı zamanda manevi bir eğitim de verilmelidir.

İnsanın ruh sahibi bir varlık olduğunun, dolayısıyla kıymetli olduğunun anlatılması, ırkın, deri renginin, maddi özelliklerin değil asıl olarak ahlakın öneminin ortaya konması ve insanların birbirlerine saygı  duymalarının sağlanması gerekir.

Ancak bu şekilde ırkçılığın önü alınabilir ve sorun daha başlamadan çözümlenebilir, yoksa katliamlar, acılar katlanarak artmaya devam edecektir.

Sayın Adnan Oktar'ın News Rescue'da yayınlanan makalesi:

http://newsrescue.com/football-shopping-malls-racism-harun-yahya/#axzz378btaDyB

Masaüstü Görünümü