Harun Yahya

Tüm ulusların güvenliğini sağlayacak bir düzen mümkün




 

Bosna Savaşı'nda soykırım ve savaş suçları işleyen Radovan Karadziç aranmasına karşın 10 yıl boyunca gizlenip adaletten kaçmayı başarmıştı. Yıllarca gizlendiği evinin kapı komşusu bir İnterpol görevlisi idi ve Dragan Dabic ismi ile tanıdığı bu şahsın dünyanın en çok aranan 3 kişisinden biri olduğundan habersizdi. 

Karadziç, bir destek aldığı için mi bu kadar uzun süre kendini gizleyebildi? Yoksa Sırbistan’daki Güvenlik örgütlerinin ihmali mi söz konusuydu? Bu henüz ortaya çıkmış değil. Ancak bugün çok net bir biçimde ortada olan şey Bosna’daki savaşta uluslararası kuruluşların başarısız olduğudur. 

Bugün barışın ve istikrarın hâkim olduğu bir yer gibi görünse de Avrupa tarih boyunca çok kanlı ve uzun savaşların yaşandığı topraklardı. O kadar ki bir çok Avrupa ülkesi Çin’de, Afrika’da, Amerika’da yaşanan uzun ve şiddetli savaşların dahi baş aktörü oldu. 

Tüm bu savaşların önlenmesi gayesiyle çeşitli uluslararası örgütler kurulmuştur. Milletler Cemiyeti ile savaşlara engel olma girişimi başarılı olamamış, sonrasında Birleşmiş Milletler de dâhil olmak üzere pek çok uluslararası güvenlik ve işbirliği örgütü faaliyete başlamıştır.  Bosna’da, Ruanda’da, Çeçenistan’da, Afganistan’da ve bugün pek çok Müslüman ülkede yaşanan çatışmalar göz önüne alınacak olursa Uluslararası güvenlik ve işbirliği örgütlerinin başarısından söz etmek neredeyse imkânsızdır. Peki, bu örgütler neden bu kadar başarısız?

Bugün ülkelerin birbiri arsındaki ilişkileri dört temel yaklaşıma göre düzenlenmektedir: Realizm, idealizm, dünya sistemi ve inşa edicilik. Realizm ulusların her ne pahasına olursa olsun kendi güvenliklerini sağlamasını esas alır ve genel olarak ülkeler arasındaki ilişkilere hâkim olan anlayıştır. 

İdealist anlayış uluslararası kurumlara en az devletler kadar önem verir ve onlara ilişkileri düzenleyici bir önem atfeder. Dünya sistemi tüm ilişkileri ve aktörleri ekonomik olarak güçlü olmaya indirger. İnşa edici yaklaşım ise ulusların birbirleri arasındaki ilişkilerde belirleyici etken olarak insan hak ve özgürlükleri ile demokrasinin üstünlüğünü esas alır. Son olarak bu dört akıma karşı duran beşinci bir yöntem daha vardır: ilişkilerde eşitlik, adalet ve özgürlüğü esas alan eleştirel kuram.

Tüm bu yöntemler ilişkileri düzenleyen farklı unsurları esas kabul etseler de hepsinin ortak bir özelliği vardır. Devletler arasındaki haksız mücadele çoğu zaman savaş ve çatışmalarla neticeleniyor, daha da acısı bir çok kimse bu mücadeleyi ve çatışmayı olağan karşılıyor.  

Uluslararası ilişkilere hâkim olan bu düzen, birbirine zıt olan aşırı sol ve aşırı sağ ideolojilerce bile gözetilmektedir. Nitekim Bulgaristan’da komünist diktatör Todor Jivkov’un Türklere yaptıkları ile Karadziç’in Bosna’da yaptıkları benzeşmekte ve aynı gayeyi taşımaktadır. 

Yüz binlerce insanın hayatını kaybetmesine, on binlercesinin sakat kalmasına sebep olan savaşların bu acılara değecek hiç bir nedeni yoktur. Büyük yıkımların yaşanmasına neden olan bu savaşların en önemli sebebi, savaşları örgütleyenlerin bozguncu karakterleri ve birbirlerinin hakkına tecavüz etmeleridir. Bencil ve acımasız olan, merhamet, şefkat yardımlaşma gibi her türlü insani duygudan uzak, kişisel hırslarını ve liderlik arzusunu tatmin peşinde koşan bu bozguncu karakterler, milyonlarca kişiyi peşlerinden sürükleyerek büyük felaketlere yol açmaktadırlar.

Vahşi katliamları gözlerini bile kırpmadan gerçekleştirebilecek kadar insanlıktan çıkan kişilerin içinde bulundukları durumun temel nedeni aldıkları eğitimdir. İnsanın sözde bir hayvan gibi görüldüğü, işkencenin, vahşetin makul hale getirildiği bu sistemde her türlü ahlaki değer önemini kaybetmiştir. İnsanın insanı katletmesi, kurdun geyiği öldürmesi kadar doğal ve sıradan görülmektedir.

İlişkiler bu kadar çıkara, güçlü olmaya ve çatışmaya dayalı olunca ister istemez uluslararası kurumlar da yetersiz kalmaktadır. Çünkü bu kurumlardaki devletlerin ve onların temsilcilerinin çoğu da güçlü olmak için çatışmanın meşruluğuna inanmaktadırlar. Bu nedenle asıl olan kurumları oluşturan ulusların zihniyetlerinde yeni düzenlemeler yapılmasıdır.

Bunun için devletler vatandaşlarının her türlü ahlaki duyarlılıktan, insani duygulardan, merhametten, şefkatten, sevgiden, acıma duygusundan uzak yetişmelerine engel olmalıdır. İnsanları haksız yere öldürmenin, evlerinden sürmenin, haksızlık yapmanın büyük zulüm olduğu Hıristiyan, Müslüman ya da Musevi olsun tüm dinlerin mensuplarına çocuk yaştan itibaren öğretilmelidir. 

Avrupa, sanayisiyle, turizmiyle ve tüm zenginlikleriyle çok geniş imkânlara sahip. “Birlik olmak, farklılıklara anlayışla yaklaşmak, sevgi bağları kurmak”, kaliteden taviz vermeden de yapılabilir. Sabır, eğiticilik, güzel ahlak ve her şeyden önemlisi sevgi politikaları üzerine tesis edilmiş bir birlik dünya siyasetindeki yerini almalı, Avrupa sevginin buram buram dünyaya yayıldığı bir kıta olmalıdır. 

Emperyalizm, aşırı sol ve aşırı sağ gibi kavramlar, vahşi kapitalizm ve radikalizm gibi insan fıtratına ters yapılanmalar, kısaca tüm yanlış ‘izm’ler artık tarih olmalıdır. Yeni ve güçlü bir atılım gerçekleştirilirse gerek Bosna, gerekse Avrupa Birliği, ırk ve din birliği değil bir sevgi birliği kurmaya muktedir olacaktır.

 

Adnan Oktar'ın Balkan Chronicle'de yayınlanan makalesi:

http://www.balkanchronicle.com/index.php/home/news/buletin-board/opinion/3242-it-is-possible-to-guarantee-the-safety-of-all-nations

Masaüstü Görünümü