Harun Yahya

Hong Kong’da önemli bir mesaj var






Yaz mevsiminin başından beri Hong Kong’da parlayan bir kıvılcım, geçtiğimiz haftalarda sokak gösterileriyle bir anda alev aldı. Bazı solcular dikkatlerini bu yöne doğrulttular, bazı demokrasi yanlıları da. Ama sosyal ve özgür dünyanın ilgisi ve tepkisi o kadar da güçlü değildi. İlgi tek bir yerden geliyordu: Finans piyasalarından. Hong Kong demokrasi için ayaklanıyor, fakat bu demokrasi hareketini köşelerine konu edenler çoğunlukla ekonomistler oluyordu.

Bunu anlamak için Çin ve kapitalizm ilişkisine biraz yakından bakmak gerek. 1949 yılında ekonomik anlamda çökmüş haldeki Çin’in o tarihten itibaren finansal büyüme hızı dünyanın şaşkınlıkla izlediği olaylardan biridir. Pek çok kişi buradan yola çıkarak Çin’in komünist sistemi terk ederek kapitalizme doğru adım attığı yorumunu yapmıştır. Oysa Çin, Çin Komünist Partisinin tek partili diktatörlüğünü o tarihten bu yana asla terk etmemiş; ekonomik, sosyal, ailevi ve gündelik hayatta komünist baskıcılık, şiddet ve yasak politikasını ayakta tutmuş bir rejimdir. Komünizmin bir gereği olarak devlet güçlenmekte ama halk yoksul kalmaktadır; işçinin ve zayıfın değeri yoktur. Ülke demokrasiden uzaktır, fakat komünist diktaların tümünde hakim olan istibdada dayalı bir istikrar söz konusudur. Batılı yatırımcıların arayışı da demokrasi değil, bu yanıltıcı istikrar olduğu için Çin’e batıdan yatırım oranı yüksektir. Bütün bunlara ucuz iş gücünün yatırımcılar açısından o acımasız cazibesini de eklemek yerinde olacaktır.

Hong Kong, Çin’de yeşeren bu kapitalist sistemin can damarıdır. 1842 yılından itibaren İngiltere’nin hükümranlığı altında bulunan Hong Kong, özel bir anlaşma neticesinde 1997 yılında Çin Halk Cumhuriyetine devredilmiştir. Bu devir teslimde ise bir şart vardır: Hong Kong, demokratik özgürlüğünü muhafaza ettiği özerk bir yönetim olarak kalacaktır. “Tek ülke çift sistem[ay1] ” denilen bu uygulama bu şekilde hayata geçirilmiştir.

Hong Kong işte bu nedenlerle, Çin’den farklı olarak düşünce ve fikir özgürlüğüne, demokrasiye ve batılı yaşama sahip olmuştur. Komünist Çin ise kendi normlarına uymayan bu demokrasi ve özgürlüklere şimdiye kadar ses çıkarmamıştır. Bunun sebebi İngiltere ile yaptığı anlaşmaya bağlı kalmasından ziyade, bir ticaret ve liman bölgesi olan Hong Kong’un aynı zamanda kazanç merkezi olmasıdır. Bir başka deyişle kapitalist sistem Çin’de, Hong Kong’un varlığıyla güçlenip yeşermiştir.

Bu durum Çin’in komünizmi terk edip kapitalizme geçiş yaptığı anlamına gelmiyor. Çin, Lenin’in bilindik Yeni Ekonomi Politikası [ay2] (NEP) taktiğini izleyerek komünizmin zorda kaldığı bir anda kapitalizme sarılma yolunu seçti. Bu taktik, ekonomik anlamda çökmüş komünist ülkelerin bir geri adım politikası olarak hayata geçirilmekte ve bunun sonucunda da ekonomik anlamda güçlenmiş bir komünist devlet hedeflenmektedir.

Nitekim, 1997’den beri beklenmedik bir şekilde Hong Kong özgürlüklerine ses çıkarmayan Çin, bir anda tavır değiştirmiştir. İşte bu, tam olarak, ekonomik anlamda güçlenen bir komünist devletin emarelerini gösterir.

Çin Milli Halk Meclisi Daimi Komitesi’nin kısa süre önce Hong Kong'un 2017'daki seçimleri için açıktan aday olma imkânını kaldırdığını açıklaması ve aday komitesini kendisinin belirleyeceğini ilan etmesi Hong Kong üzerine bir komünist idarenin gelmesi anlamına geliyor. 1842 yılından beri kapitalist ekonominin adeta sömürü üssü haline gelen Hong Kong için Çin hak iddia etmekte ve Hong Kong’dan gelen payı kendi kaynaklarına aktarmak istemektedir. Hong Kong’da yerleşmiş olan demokrasiye ise Çin hiçbir zaman sıcak bakmamıştır. Yabancı yatırımcılar için bu bölgeye zaman tanımıştır, o kadar.

Fakat dünyanın düzeni çok değişti. Ne yazıktır ki komünizmin köhne mantığının etkisi altında kalan ülkeler bunu fark edemiyorlar. Dünya, komünizmi reddediyor, toplumlar komünizm felaketini kendi bünyelerinde taşımak istemiyorlar. 2. Dünya Savaşı sonrası Sovyet rejimleri bu yüzden yıkılmıştı; Almanya bu yüzden birleşti; Arap Baharı bu sebeple başladı ve tamamı Marksist olan Baasçı diktatörlerin ülkelerine uğradı. PKK gibi Leninist terör örgütleri bu yüzden yeniliyor ve sürekli yok oluyorlar. Rusya, Putin yönetiminden beri -sayısız engele rağmen- Batının demokrasisini arzuluyor. Bu dünyada komünizminin yaşam alanı yok.

Hong Kong’da gençler bu yüzden ayaklandılar. Yanıbaşlarında duran o karanlık, sahte ve ürkütücü ideolojinin kendilerine erişmesini istemiyorlar. Özgürlüklerinin ellerinden alınıp robotlaştırıldıkları bir yasaklar ve tehditler dünyasının içinde olmak istemiyorlar. Bunun nasıl bir bela getirdiğini çok iyi biliyorlar.

Çin, göstericilere, Tiananmen felaketinden sonra dünyanın gözüne batacak ve finansal istikrarı derinden etkileyecek bir müdahalede bulunmadı. Bu güzel bir gelişmedir. Fakat şu bilinmelidir ki, söz konusu protestocularla Çin yönetimi arasında bir anlaşma sağlansa bile, Çin, hedefinden vazgeçmeyecektir. Amerika, Avrupa ve Tayvan gibi ülkelerin uzaktan kınamalarda bulunmalarının veya protestoculara “arkanızdayız” mesajı vermelerinin ise hiçbir faydası olmayacaktır. Komünizm felaketi, Hong Kong için şu anda ciddi bir tehdittir.

Protesto demokratik haktır ve Hong Kong örneğinde olduğu gibi ses getirebilmektedir. Fakat alınan bu hakkın kalıcı olabilmesi için komünizme karşı bilimsel ve etkili bir mücadele yöntemine başvurulmalıdır. Komünizm, sahte bilimsel dayanaklar üzerine kurulmuştur fakat pek çok komünist bundan habersizdir. Dini, ahlakı, aileyi, devleti reddeden, insan bünyesine tamamen aykırı bu sahte ideolojinin bilimsel delillerle çürütülmesi ve bu konuda dünya çapında etkili çalışmaların yapılması gerekmektedir. Bu, sadece tehlikenin eşiğindeki Hong Kong’un değil, uzun yıllardır bu felaketi yaşayan Çin, Kuzey Kore gibi ülkelerin de kurtuluşuna bir yol olacaktır.  





 [ay1]one country, two systems





 [ay2]New Economic Policy




Adnan Oktar'ın The Jakarta Post'ta yayınlanan makalesi:

http://www.thejakartapost.com/news/2014/10/17/a-message-hong-kong.html

Masaüstü Görünümü