Terör günümüzde tüm dünyayı etkileyen
küresel bir tehlike haline gelmiştir. Buna bağlı olarak terörle mücadele konusu da devletlerin ve uluslararası kuruluşların gündeminde birinci sıraya oturmuştur.
Terörün
uluslararası niteliği, terörle
küresel çapta mücadeleyi zaruri kılmış ve uluslararası işbirliğine duyulan ihtiyacın çok güçlü hissedilmesine yol açmıştır. Böyle bir ortak mücadele ve işbirliğine ilk işaret eden ülke
Romanya olmuştur. 1926’da Romanya, Milletler Cemiyeti’ne
“terörün bastırılması için uluslararası bir sözleşme imzalama” önerisi sunmuştur.
Bunun ardından 16 Kasım 1937’de Cenevre’de “Terörizmin Önlenmesi ve Bastırılmasına ilişkin Cenevre Sözleşmesi” adıyla bir uluslararası belge hazırlanmıştır. Ne var ki sadece 1 ülkenin imzalamış olduğu bu sözleşme yeterli onay sayısına ulaşamadığı için yürürlüğe girememiştir.
1936-1981 yılları arasında
“terör” hakkında
109 ayrı tanım yapılmış, ama uluslararası kabul görmüş ortak bir tanıma hala ulaşılamamıştır. Bundan dolayı da terör konulu genel bir uluslararası anlaşma henüz yapılamamıştır. 1990’lardan beri terörle mücadele konusunda yoğun çaba harcayan
Birleşmiş Milletler bile birçok kararında terörün tüm çeşitlerini kınamış olmasına rağmen, hala ortaya herhangi bir “terör” tanımı koyamamıştır.
BM, devletleri ortak bir tanımda buluşturamamaktan kaynaklanan boşluğu, uçak kaçırma, rehin alma, bombalama gibi
spesifik terör eylemlerini önlemeye yönelik uluslararası belgelerle doldurmaya çalışmıştır. Şu anda bu nitelikte
13 sözleşme ve
3 protokol, yani
16 hukuksal belge mevcuttur.
***
Devletlerin ortak bir terör tanımında anlaşamamalarının ve terörün önlenmesine yönelik bir uluslararası sözleşme ortaya koyamamalarının
4 temel sebebi vardır. Bu sebepler
hukuki, siyasi, psikolojik ve
stratejik niteliktedir.
Hukuki sebep, uluslararası hukukta yer alan
“self determinasyon” kavramıyla ilgilidir. Self determinasyon, yani ulusların kendi geleceklerini belirleme hakkı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1, 51, 55, 103 maddelerinde açıkça tanımlanmıştır. Uluslararası camia, sömürge halklarının ve yabancı işgali altındaki halkların self-determinasyon veya ulusal kurtuluş için gerçekleştirdikleri
meşru mücadeleyi “terör” olarak kabul etmemektedir. İşte bu meşru mücadelelere zarar verme korkusu, terör konusunda genel tanımlar yapmayı engellemektedir.
Siyasi sebep, devlet aktörlerinin
terörle ilişkileridir. Bazı devletler, rekabet halinde oldukları diğer devletleri zayıflatmak amacıyla teröre bazen
gizli destek vermektedirler.
Kuralsız ortam bu tür devletlerin işlerine geldiği için ortak tutum alınmasına katkı vermemektedirler. Ancak bir süreden beri işin ucu bu ülkelerin kendisine de dokunmaya başladığından, bunlar eski uzlaşmaz pozisyonlarını değiştirmeye başlamışlardır.
Psikolojik sebep, bazı ülkelerin ulusal kurtuluş hareketlerine duydukları
ideolojik sempatidir. Bir ülkenin
“terör örgütü” diğer bir ülkenin
“özgürlük savaşçısı” olabilmektedir. Mesela tüm uluslararası belgelerde “terör eylemi” olarak kabul edilen eylemleri gerçekleştiren
PKK’yı ve
ASALA’yı terör örgütü olarak kabul etmeyen ülkeler vardır. Yine bazı ülkeler otoriter rejimlerin kendi vatandaşlarına uyguladığı baskının “devlet terörü” olarak tanımlanmasını istemektedirler. Bu derin
yaklaşım farklarını azaltmak ve yok etmek mümkün olamamaktadır.
Stratejik sebep, devletlerin
esnek kalma arzusudur. Devletler, ileride ortaya çıkacak terör olayları karşısında kendi çıkarlarına uygun doğrultuda hareket edebilecek şekilde esnek ve rahat olmak istemektedirler. Hukuki taahhütlere hapsolmaktan çekinmektedirler. Ülkesinin ve vatandaşlarının çıkarlarını doğrudan ilgilendiren bir konuda verecekleri tepkiyi
peşinen belirlemek ve böylece hareket alanlarını kendi imzalarıyla
daraltmak istememektedirler.
***
Bugün bütün devletler ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel bağlarla birbirlerine
bağlanmış durumdadırlar, dünyanın herhangi bir köşesindeki bir gelişme diğer
her yeri etkilemektedir. Böyle bir sistemde, terörden her devletin, her toplumun, hatta her bireyin
zarar gördüğü tartışmasızdır. Terörün verdiği zararların korkunç boyutları, tüm devletlere ortak bir noktada buluşmayı artık her zamankinden daha fazla dayatmaktadır.
Yapılması gereken,
Avrupa Konseyi’nin insan haklarını korumak için kurduğu mekanizmanın bir benzerini
Birleşmiş Milletler ölçeğinde kurmaktır. Nasıl ki
Avrupa Konseyi, üye devletlerin kurallarını ve uygulamalarını,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi eliyle sözleşmeye uyumlu hale getirdiyse,
Birleşmiş Milletler de bu mekanizmanın bir benzerini kendi resmi yargısal organı olan
Uluslararası Adalet Divanı eliyle kurabilir.
Esasen bunun için ortak bir “terör” tanımına veya terör sözleşmesine de
ihtiyaç yoktur. Çünkü ortada zaten BM’ce kabul edilmiş
16 hukuksal belge bulunmaktadır. BM üyesi her ülkenin yargı yetkisini tanımakla yükümlüğü olduğu
Uluslararası Adalet Divanı bu 16 hukuk belgesine dayanarak üreteceği içtihatlar yoluyla
kendi terör hukukunu oluşturabilir. Bu hukukun içinde
tanımlar,
kurallar ve
yaptırımlar da olabilir. Böylece devletlerin yukarıda saydığımız sebeplerle alamadıkları ortak tutum
Uluslararası Adalet Divanı içtihatları vasıtasıyla sağlanmış olacaktır.
***
Bugünkü uluslararası ortam, küresel terörün boyutlarının önümüzdeki günlerde ve yıllarda daha da
artacağı kanısını uyandırmaktadır. Teröre karşı etkili bir uluslararası yargı mekanizmasının oluşturulmasının, bu tehdidin azaltılmasına katkı sağlayacağı tartışmasızdır. Bu nedenle başta Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri olmak üzere tüm devletlerin bir an önce
ortak tutum oluşturmalarını, eğer bu mümkün olmazsa uluslararası yargı mercilerinin hakemliğinde
ortak bir terör hukuku geliştirilmesine katkı vermelerini ümit ediyoruz.
Adnan Oktar'ın New Straits Times & Daily Mail'de yayınlanan makalesi
http://dailymailnews.com/2015/03/24/the-role-of-international-law-in-the-fight-against-terror/